“O’dur sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize melekleri ile rahmet eden. O, mü'minlere karşı çok merhametlidir.” (Ahzab,43)
Allah-u Zülcelâl bu ayetle: ‘Allah sizin üzerinize rahmet etmekte, melekleri de sizin için devamlı istiğfar etmekte, bunu da sizi zulmetten nura çıkarmak için yapmaktadır. Allah müminlere karşı rahimdir’ buyurmaktadır.
Eğer Allah-u Zülcelâl müminler için ‘rahim’ yani merhametli olmasaydı, devamlı olarak mü'minlere rahmet eder miydi? Meleklere de ‘müminler için istiğfarda bulunun!’ diye emreder miydi!
Meleklere: “Ya Rabbi! Müminlerin günahlarını affet!” diye dua etmelerini emreder miydi? Bir başka ayet-i kerimede Allah-u Zülcelal şöyle buyuruyor: “Allah, kullarına çok lütufkardır." (Şura,19)
Allah-u Zülcelâl, hem merhamet sahibidir. Hem de azabı en ağır olandır. Yani, Allah-u Zülcelâl kendisine asi olan kimselere karşı ‘şedidü'l-ikâb’ yani şiddetli cezalandırandır. Müminlere karşı da çok latif ve çok merhametlidir.
Ben, şahsen, daima Allah-u Zülcelâl'in merhametinden bahsetmek istiyorum. Çünkü Allah'ın (cc) merhameti gazabını geçmiştir. Hz.Peygamber(s.a.v) hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:
“Allah merhametlidir, merhameti sever.”
Bir kimsenin, Allah-u Zülcelâl'in ‘Latif’ isminden pay alması için, yumuşak ahlâklı ve merhametli olması gerekir. Çünkü Hz.Peygamber (s.a.v.) diğer bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:
“Yeryüzünde birbirinize merhamet edin ki, gökte de Allah size merhamet etsin.”
ÜZERİMİZDEKİ NİMETLER
Bu anlattıklarımız üzerine derinlemesine düşünürsek, Allah'ın (C.C.) mümin kullarına ne kadar nimetler verdiğini ve ne kadar büyük ikramlarda bulunduğu anlayabiliriz.
Allah-u Zülcelal’in müminlere yaptığı ikrama bir örnek olarak, Enes b. Malik'ten (R.A.) rivayet olunan bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
“Kim bana bir salavat getirirse, Allah ona on sefer salavat getirir.”
Salavatın manası ‘ona rahmet et’ demektir. Eğer biz bir sefer:
“Ya Rabbi! Sen Peygamber Efendimiz' e (s.a.v.) rahmet et” (Allahumme salli ala Seyyidina Muhammed) dersek, Allah(C.C.) bize on sefer rahmet edecektir. Hadisin devamı şöyledir:
“Onun on günahı affedilir ve derecesi on kat artırılır.” Biz böyle bir sefer salavat getirirsek, Allah-u Zülcelâl bize böyle büyük ikramlarda bulunacaktır.
Yukarıdaki ayet ve hadislerden anlaşıldığına göre; kul Allah’ın (C.C.) rahmetine layık olabilmek için Allah'ın (C.C.) bütün mahlukatına, yarattıklarına karşı şefkatli ve merhametli davranmalıdır.
Anlatıldığına göre Hz.İbrahim' e (A.S.) bir mecusi (ateşe tapan) geldi, misafir edilmesini istedi. Hz.İbrahim (A.S.), ona:
“Dininden çıkıp mecusi olmayı bırakmadıkça, seni misafir etmem” dedi. Mecusi bu teklifi kabul etmedi ve dönüp gitti. O gittikten sonra Allah-u Zülcelâl, İbrahim Aleyhisselam'a şöyle vahyetti:
“Ey İbrahim, dininden çıkmadığı için o mecusiyi misafir etmedin. Bu gece onu misafir etseydin, sana ne zararı olurdu? Halbuki biz onu yetmiş senedir, bize karşı kâfir olduğu halde yedirip içiriyoruz.”
Sabah olunca, İbrahim Aleyhisselam, mecusiyi aramaya koyuldu ve sonunda buldu. Gelip misafiri olması için de mecusiye söz verdi. Mecusi:
“Ne kadar şaşırtıcı işin var! Dün beni kovdun, bugün de beni sen davet ediyorsun” dedi. İbrahim Aleyhisselam durumu bildirip:
“Allah-u Zülcelal, senin için bana bu şekilde vahyetti” dedi. Mecusi:
“Kainatın Rabbi, bana böyle bir muamele mi ediyor? Halbuki ben ona karşı ‘kâfir’ durumundayım” dedi ve hemen kelime-i şehadet getirerek iman etti.
İşte Allah-u Zülcelâl böyle merhamet sahibidir. O'nun (C.C.) merhameti gerçekten insanı hayretler içerisinde bırakıyor!
Bir keresinde Hz.Peygamber (s.a.v):
“Ya Rabbi, her peygamberin bir makbul duası vardır. Benim de bir duamı kabul et ki, ümmetimin hesabını ben göreyim” deyince, Allah-u Zülcelal:
“Hayır, ya Muhammed! Ümmetinin hesabını ben göreceğim. Ben, senden daha fazla onlara merhamet edeceğim. Onların hatalarını sana da göstermeyeceğim” buyuracaktır.
Allah-u Zülcelâl'in şefkati, merhameti ve nimetleri sayılamayacak kadar çoktur. Çünkü Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede şöyle buyuruyor:
“Eğer Allah'ın bunca nimetini saymaya kalkışsan, (onları saymayı) yine başaramazsın.” (İbrahim,34)
Evet, insan, Allah-u Zülcelâl'in nimetlerini saymakla bitiremez. Allah-u Zülcelâl'in üzerimizdeki nimetleri bu kadar çoktur. Peki, Allah-u Zülcelal’in üzerimizdeki bunca nimeti şükrü gerektirmez mi? Elbette gerektirir. O halde üzerimizdeki nimetlerin şükrünü nasıl yapacağız.
EN HAYIRLI AMEL: ZİKİR
Bu nimetlerin şükrünü eda etmenin birkaç yolu vardır; bunlardan birisi dil iledir. Bakınız, Allah-u Zülcelâl'i dil ile zikretmek ne kadar kolaydır. Hz. Peygamber (s.a.v):
“Dikkat ediniz ki, size amellerinizin hayırlısını haber vereyim, Allah-u Zülcelal katında en geçerlisini bildireyim, derecelerinizin en yükseğini anlatayım. Sonra bu bildireceğim, sizin için altın ve gümüş sadakasından daha hayırlıdır. Yine bu anlatacağım, sizin için düşmanla karşılaşmaktan, sizin onların boynunu vurmanızdan veya vurulmanızdan daha hayırlı olan amelinizi söyleyeyim mi?” buyurdu. Ashab-ı Kiram:
“Ya Resulallah, o her ne ise bize bildir” deyince, Hz. Peygamber (s.a.v.):
“O, Allah'ı zikretmektir.” buyurdu.
İnsan dünyadaki değil, ahiretteki durumunu merak etmelidir. Ahireti için ne kârlıysa onu dünyalığa tercih etmesi lazımdır. Hadis-i Kudsi olarak gelen bir rivayette, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurur:
“Allah-u Zülcelâl Hz. Musa Aleyhisselam'a buyurdu ki: ‘Ey Musa! Herhangi bir kişi, başka birine bir eziyet, zarar verdiği, hakaret ettiği zaman, o kişinin de aynı o hareketi, eziyeti ona yapmak elinden geldiği halde, benim rızam için onu affederse, o kişiye yetmiş sefer rahmetle bakarım. Yetmiş sefer değil, tek bir sefer ona rahmetle bakarsam, azabımı ebedi olarak ona haram kılarım. Fakat ben ona, yetmiş sefer rahmet nazarıyla bakarım.”
Peki, bu kadar büyük mükafatlar varken, niye nefsimize bu kadar uyuyoruz? Bize bir mümin kardeşimiz, ufak bir eziyet verdiği zaman, hemen kıyameti koparıyoruz. Oysa onu affetsek, bu mükafata layık olsak, daha güzel değil midir?
Allah için onu affetsek, ona karşılık vermesek, onun yüzüne karşı ‘Ben seni Allah için affettim’ desek, yahut da böyle demeyip de kendimiz ile Allah arasında: “Ya Rabbi! Ben senin rızan için onu affettim, karşılık vermiyorum” dersek, Allah bize bu mükafatı verecektir. Evet, elimize ahiret yönüyle çok büyük ve karlı fırsatlar geçiyor. Fakat bu fırsatları değerlendiremeyip kaybediyoruz.
Nefis ve şeytanla mücadelede mağlup oluyoruz. Oysa, böyle mükafatları kazanarak, kıyamet günü ebedi hayatımızı çok güzel yapabilir, çok büyük bir şeref sahibi olabiliriz. Fakat nefis ve şeytanla mücadelede galip gelemiyoruz, mağlup oluyoruz.
Halbuki, Allah-u Zülcelâl'in dostları muamelelerini, sanki ahireti görüyormuş gibi yaptıklarından dolayı hep kazanmaktadırlar.
Dünyanın ve ahiretin hakikatini iyi düşündükleri, tefekkür ettikleri için muamelelerinde bunları göz önünde bulundurdukları için büyük mükafatlar kazanıyorlar. Biz ise bu kadar önemli konuları üstünkörü geçiyoruz, önemsemiyoruz.
Önemsemediğimiz için de düşünmüyoruz, tefekkür etmiyoruz. Hakikat yüzeyde değil derindedir. Mücevher ve altın gibi değerli şeyler, toprağın derinlerindedir. Onların üstünde ise işe yaramaz şeyler vardır. İşte, biz hep yaramaz o şeylerle meşgul olduğumuz için hakikati bulamıyoruz.
FANİ ŞEYLERE KIYMET VERMEYELİM
Malik b. Dinar(K.S.), önceleri bir padişahtı. Sonra bütün tacı tahtı terk etti. Kendisini öyle bir hale koydu ki, sizler onu görseydiniz selam bile vermezdiniz.
Bir gün, halk içinde, Basra sokaklarından geçerken şöyle bir manzara gördü; Padişahın dünya güzeli bir cariyesi, etrafında hizmetkarları ile merasim halinde, Basra sokaklarından geçiyorlar. Malik b. Dinar o fakir haliyle, yırtık pırtık elbiseleriyle cariyeye:
-Padişah seni satmıyor mu? diye seslendi. Cariye onu o fakir haliyle görünce:
-Benim ücretimi padişahlar bile veremiyor, sen bu fakir halinle, nasıl olurda padişahın beni satıp satmadığını sorarsın be hey fakir! dedi ve hem de bu duruma çok şaşırdı. Malik b. Dinar(K.S.):
-Padişah seni satmıyor mu? diye tekrar sordu. Cariye:
-Peki senin paran var mı beni almaya? dedi. Malik b. Dinar(K.S.):
-Olabilir! diye cevap verdi. Cariye yanındaki hizmetçilere bunu alın padişahın yanına götürün, diye emretti.
Malik b. Dinar (K.S.) padişahın yanına gelince padişah ona:
-Senin dileğin nedir? diye sordu. Malik b. Dinar(K.S.):
-Cariyeni bana satar mısın? diye sordu. Hepsi ona güldüler, padişah:
-Bu cariyeyi almak için senin yeterli paran var mı? dedi. Malik b. Dinar(K.S.) :
-Bende iki tane çekirdek var. Cariyenin fiyatı, kıymeti ancak o kadar eder, dedi. Ona:
-Niçin? diye sordular.
-"Siz onu çok güzel görüyorsunuz ama bana göre onun kusuru çoktur" dedi.
-Kusurları nedir? diye sorduklarında da şöyle saydı:
-Kusurlarından birisi şudur, eğer o dünyada çok kalırsa, çok yaşarsa ihtiyarlayacak ayak altına düşecek, o zaman kendisi keşke ölsem de kurtulsam diyecek, siz de keşke ölse de kurtulsak diyeceksiniz. Bir zaman gelecek taharetlenemeyecek, kendisini temizleyemeyecek, çamaşırları pis olacak, kokacak. İnsanlar ondan tiksinecek ve kaçacak. Bunun gibi birçok kusurlar saydı. Oysa benim nazarımda bu cariyeden daha kıymetli, nurdan yaratılmışlar vardır, dedi. Bununla ‘hurileri’ kastetti. Padişah cariyeye:
-Bunun söyledikleri doğru mu? diye sordu. Cariye:
-Doğrudur padişahım, ben kendimi temizleyemez bir duruma gelince kokacağım, ihtiyarlayacağım, dedi. Bunun üzerine Padişah:
-Seni Allah rızası için azat ettim ve yetmiş kişiyi de senin hizmetçin olarak verdim, dedi. O padişah da aynen Malik b. Dinar gibi bütün kölelerini azat etti ve Allah'a (C.C.) yöneldi.
İnsan hakikaten düşünür, tefekkür ederse, Malik b. Dinar'ın (K.S.) ulaştığı neticeyi bulur. Dünyadaki en kıymetli şey nedir? Altındır. Sonunda o altın ne olacak? Toprak olacak, oysa toprağa basıyoruz, toprak kıymetli değildir. Dünyadaki her şey de aynen bunun gibidir.
Ahirettekiler ise zerre kadar da olsa çok büyüktür, çok kıymetlidir. Bu yüzden insanın biraz tefekkür etmesi, düşünmesi lazımdır…
Dediğimiz gibi Allah (C.C.) çok merhametlidir, yeter ki O’nun rahmetine koşalım.
Allah-u Zülcelal kendi fazlı ve keremi ile hepimizi af ve mağfiret etsin, inşallahu-teala. (Amin)