Sayfa 11/12 İlkİlk ... 9101112 SonSon
117 sonuçtan 101 ile 110 arası

Konu: Seyda Muhammed El Konyevi (K.S) efendimizin sohbetleri

  1. #101
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: Seyda Muhammed El Konyevi (K.S) efendimizin sohbetleri

    ALLAH'A YALVARALIM

    O gün, mü'min erkek ve kadınları, önlerinde ve sağlarında nurları ile giderken görürsün." (Hadid 12)

    Kıyamet gününde her insan ancak dünyadaki imanının nuruyla yürüyecektir. Çünkü kıyamet günü çok karanlık bir gündür. Parmağını bir kişinin gözüne sokarsan dahi seni göremez. İnsanın önünü görebilmesi için iman nuru lazımdır. Onun için Allah'u Zülcelal ayeti kerimede:

    “O gün mü'min erkek ve kadınları, önlerinde ve sağlarında nurları ile giderken görürsün" buyurmuştur.

    Çünkü cennetin yolu sağ taraftadır. İnsanın sağ tarafı da nur ile aydınlanır. Cehennemin yolu ise sol taraftadır. O da zulmettir. Ayet-i Kerime şöyle devam ediyor:

    “Onlara şöyle denilecektir. 'Bu gün size müjde olsun! İçlerinden ırmaklar akan ve ebedi olarak içinde kalacağınız cennetler sizindir.' İşte en büyük kurtuluş budur."

    "İşte en büyük kurtuluş budur" diye, bir melek bir peygamber, bir insan söylemiyor. İnsan kıyamet günü öyle bir olayla karşı karşıyadır ki, kendisini ondan kurtardığı zaman, bu Allah'u Zülcelal'in yanında çok büyük bir kurtuluş demektir. Allah'u Zülcelal'in azim gördüğü bir olayda çok azimdir.

    İnsan âhiretteki imânın nûruyla, dünyada Allah'u Zülcelal'in emir ve nehiylerini yerine getirmek, sûretiyle amel-i salih yapıyor, hidayet buluyor. Bunlar hep ahiretteki imanın nurunun sebebiyledir. Allah'u Zülcelal ahirette kullarına, önlerini görmeleri için nur verir, dünyada da hidayet bulmaları için nur verir.

    Dünyayı öyle çok görüyoruz, âhireti de hiç gelmeyecek gibi görüyoruz. Ama bu bizim için çok yanlış bir haldir. Halbuki dünyanın süresi çok azdır, ahiretin ise ebed'ül ebed bakidir. Ahiretin hayatı bir deniz gibidir, dünya hayatı ise bir damla gibidir. Deniz ile damla hiç birbirine kıyas edilebilir mi?

    Fakat Allah'u Zülcelal insanı böyle yaratmış. İnsan içinde bulunduğu saatin, günün, senenin hiç bitmeyeceğini zannediyor. Bu hal hepimizin üzerinde vardır. Ama dediğim gibi çok yanlış bir haldir. Eğer ömrümüzün geçen günlerini göz önüne getirirsek, nasıl da çabuk geçtiğini görebiliriz. Ömrümüzün kalan bölümü de aynen o şekilde hiç farkına bile varmadan geçip gidecek ve bitecektir. Sanki o zamanı hiç görmedik gibi ortada kalacağız.

    Eğer şimdi; "Biz böyle değiliz" deseniz de, davranış-larımız, halimiz bunu meydana çıkarıyor.

    İmam-ı Ali (Radıyallahu Anh)'den rivayet olunan bir hadisi şerifte Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) buyuruyor ki:

    "Sadaka, bir kişinin elinden çıktığı zaman, daha fakirin eline varmadan Allah'u Zülcelal'in eline ulaşır."

    Eğer biz herşeyimizin o kudret ve azamet sahibi olan Allah'u Zülcelal'in elinde olduğunu idrak edersek böyle bir yakinin içerisinde olursak, bütün malımızı, canımızı, ruhumuzu O'nun eline vermez miyiz? Veririz. Ama idrak edemiyoruz. Gaflet içinde kalıyoruz. O idrak ve yakın bizde bulunmadığından dolayı, hareketlerimiz bize;

    “Sen böyle bir insansın" diyerek hitapta bulunuyor ve bizim halimizi meydana çıkarıyor.

    İşte o sadaka kendi sahibine şöyle hitapta bulunur:

    Birincisi; Ben küçüktüm, sen beni büyüttün,

    İkincisi; Ben az idim, sen beni çoğalttın;

    Üçüncüsü; Ben fâni idim, sen beni bâki yaptın,

    Dördüncüsü; Şimdiye kadar sen beni muhafaza ediyordun, bundan sonra ben seni muhâfaza edeceğim." Onun için;

    Koyunları olan bir adam, bir gün rüyâsında bütün koyunlarının kendisine hücum ettiğini gördü. Koyunlar, başlarıyla ona vuruyorlardı. Sadece, sadaka olarak verdiği bir koyun onun etrafında dolaşarak diğer koyunların vurmasına engel olmaya çalışıyordu. Adam birden uykusundan uyandı ve dedi ki:

    “Ben Allah'u Zülcelal'e yemin ediyorum ki, senin gibi beni muhafaza edenleri çoğaltacağım." Ve koyunlarının içine girip bir bir onları sadaka olarak dağıtmaya başladı.

    Hepimizin hâli, bununla meydana çıkmıyor mu? Çıkıyor ona göre kendi kendimize;

    “Yarabbi! Ben senin hakkını yerine getiremiyorum; sana karşı kulluk vazifemi yapamıyorum. Senden özür diliyorum, sana karşı tövbe ediyorum. Beni af ve mağfiret et" dememiz lazımdır. Allah'u Zülcelal'e karşı devamlı olarak hatalı ve O'na karşı mahkum olarak yalvarmamız lazımdır.

    Allah'u Zülcelal'in kullarına karşı olan şefkat ve merhametinden gafil kalıyoruz. Onun bize karşı olan şefkat ve merhametine karşı, elimizi vicdanımıza koyup;

    “Benim Rabbim bana karşı ne kadar şefkat ve merhamet sahibidir, bense O'na karşı nasıl davranıyorum" diyerek, nefsimize itapta bulunmamız lazımdır.

    Ebu Emamet (Radıyallahu Anh)'den rivayet edilen bir hadisi şerifte Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) şöyle buyuruyor.

    “Bir kul, hastalandığı zaman Allah'u Zülcelal o kulun sağında ve solunda bulunan meleklere;

    -Benim kulum sıhhatli iken ne ibadet yapıyordu ise, onun daha güzelini ona yazın. Çünkü ben onu hasta ettim. Şimdi bana ibadet yapamıyor, buyurur. Ve dört tane meleği o kulun yanına gönderir. O meleklerden biri, onun kuvvetini alır. Birisi, yüzündeki nuru alır."

    Hasta bir kimseyi gördüğümüz zaman dikkat edersek yüzünün rengi değişik olur.

    Birisi onun ağzındaki yemeklere karşı olan tadı alır. Birisi de onun üzerindeki günahları alır. Hasta olan kul, tertemiz günahtan masum kalır. Allah'u Zülcelal musibet olarak hastalık verdiği için, bu hastalığın karşılığında onun günahlarını alır.

    “O kulun üzerinden hastalık kalktıktan sonra, Allah'u Zülcelal o üç meleğe:

    “Benim kuluma aldıklarınızı geri verin" diye emir verir. Günahları olan melek bir miktar yerine durduktan sonra, Allah'u Zülcelal'in huzurunda secdeye gider ve

    “Yarabbi! Sen benim arkadaşlarıma emir verdin, aldıkları emanetleri geri verdiler. Ben o kulun aldığım günahlarını ne yapayım" dedi. Allah'u Zülcelal o meleğe şöyle buyurdu:

    “Onun günahlarını alıp, sonra geri vermek benim keremime ve şanıma layık değildir. Ben onu af ve mağfiret ettim. O günahı götür denizlere at."

    İşte Allah'u Zülcelal bize karşı böyledir. Biz de O'nu karşı biraz gayretli olup nefsimize uymamamız lazımdır. Nefs çok yaramazdır. Bize öyle planlar yapıyor, öyle tuzaklar kuruyor ki, bizi kendi Rabbimize düşman ediyor.

    Nefs ve şeytan bizi öyle bir duruma sokuyor ki, sanki kalbimizde olanları -hâşâ- Allah'u Zülcelal bilmiyormuş gibi bir hâlin içine giriyoruz. İbâdetten geri kalıyoruz, riyâ yapıyoruz. İnsanların yanına geldiğimiz zaman ibâdet yapıyoruz, kendi başımıza olduğumuz zaman ibâdet yapmıyoruz. Bütün bunlar şeytan ve nefsin hileleridir.

    Allah'u Zülcelal kalbimize rûhumuza bakmaktadır. Yalnız kaldığımız zaman, insanların yanında bulunduğumuzdan daha fazla ibâdet yapıp Allah'u Zülcelal'e yalvarmamız lazımdır. Bunu tecrübe edebiliriz. Yalnız kaldığımız zaman, kalbimizi, rûhumuzu, sırrımızı Allah'u Zülcelal'in önüne açıp samimi olarak ne dilediğimiz varsa O'ndan istediğimiz zaman bize verecektir.

    Bakın! Firavun; “Ben Rabbim" diyordu. Nil nehrinin suyu kuruduğu zaman, insanlar firavuna gelerek;

    “Sen bizim Rabbimizsin, nil nehri kurudu; bahçelerimiz tarlalarımız hep kurudu mahvolduk. Nilin suyunu tekrar artır" dediler. Firavun, tenha bir yere gidip:

    “Kimse benim yanıma gelmesin" dedi. O tenha yerde başına toprak saçtı. Sakalını yerlere sürdü ve;

    “Ya Rabbi! Sen beni mahcup etme" diye Allah'u Zülcelal'e yalvardı. Allah'u Zülcelal nil nehrinin suyuna öyle bol olarak verdi ki, önceki halinden beş zira daha fazla yükseldi.

    Allah'u Zülcelal kafir olan firavun kendisine yalvardığı için, onun duâsını kabul etti. Onun için Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem):

    “Yarabbi! Bana yakin ver" diye duâ etmiştir. Yakın çok büyük bir cevherdir. Yakin, imandır. Herşeyin Allah'u Zülcelal' in elinde olduğunu idrak etmektir.

    Abdullah bin Mübarek (Radıyallahu Anh) bir gün hayvan pazarına gitti. Baktı ki bir at satıyorlar, ama öyle ucuz satıyorlar ki, sanki sahibi onu bedava veriyor. Atın sahibine:

    “Bu atı niçin böyle ucuz satıyorsun" diye sordu?

    Sahibi dedi ki:

    “Onda birçok ayıp ve kusur vardır. Harbe gittiğimiz zaman düşmanın arkasından koşmuyor. Düşman üzerimize geldiği zaman yerinde duruyor. Sessiz olmamız gereken yerde bağırıp çağırıyor. Daima ters şeyler yapıyor. Onun içinde ben onu ucuz satıyorum."

    Abdullah bin Mübarek adamın yanından ayrılınca, onun bir talebesi o atı satın aldı. Evine getirdi ve besledi. Birgün islam ordusu bir harp için hazırlandı. O talebe de orduya katıldı ve harbe gitti. O at harpte öyle yararlılıklar gösterdi ki, herkes onun bu haline şaşırdı. Abdullah bin Mübarek talebesine dedi ki:

    “Bu atın birçok kusuru vardı. Nasıl oldu da böyle oldu ? " Talebesi şöyle cevap verdi.

    “Evet, doğrudur. İlk önce onda birçok kusurlar vardı. Ben onu eve götürünce, kulağına eğilip dedim ki: 'Bak, bende günahkarım, sende de kusurlar vardır. Ben Allah'u Zülcelal'e karşı bütün günahlarımdan tövbe ediyorum sen de tövbe ediyor musun?' Ben böyle söyleyince, 'evet bende tövbe ediyorum' der gibi üç sefer başını salladı."

    Onun sahibinin tövbesi samimi ve sağlam bir tövbe olduğu için, o atta tövbe etti ve onun yeni halini gören herkes şaşırdı.

    İşte bakın! Bu olay, bizim için ne büyük derstir. Hayvanlar dâhi Allah'u Zülcelal'e karşı bizden daha samimidirler.

    Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) zamanında da bir deve, sahibinden kaçarak Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)'in evine doğru gelmeye başladı. Sahibi de onun arkasından elinde kılıçla takip etti ama yetişemedi. Deve Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) yanına geldi. Adam da gelince dedi ki:

    “Ya Resulallah! Bu benim devemdir. Onu besliyorum ama o benim dediklerimi yapmıyor, yükümü taşımıyor. Ben onu öldürmek istiyorum." Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) deveye:

    “Niye sahibinin emrini dinlemiyorsun" diye sordu? Deve dedi ki:

    “Ya Resulallah! Ben onun emrini dinliyorum. Ama o yatsı namazını kılmadan yatıyor. Sana bir daha yatsı namazını kılmadan yatmayacağına söz versin, ben de onun emrini yerine getireceğim"

    Şimdi size soruyorum. "Bu hayvanlar bizden daha samimi değiller mi?"

    İşte bu anlatılanların hepsi bizim için ders olmalıdır. Allah'u Zülcelal o hayvanları sütlerinden, etlerinden, binek olarak istifâde edelim diye bizim için musahhar kılmıştır. Onlar Allah'u Zülcelal'e karşı bu kadar samimi iken, bizim böyle nankör olmamız çok biçimsiz bir davranıştır.

    Allah’u Zülcelal’in bizlere bizlere sermâye olarak verdiği bu ömrü iyi bir şekilde değerlendirelim, hiç olmazsa bu hayvanlardan ibret alalım ve Allah’u Zülcelal’in rahmetine müstehak olabilmek için elimizden geldiği kadar O’na kulluk yapalım.

    Allah’u Zülcelal kendi râzı olacağı şekilde amel-i salih yapmayı ve kendi fazlı keremi ile bizlere muamele etmeyi hapimize nasip etsin


    Seni çok Özledim Annem

  2. #102
    Reyhani
    Reyhani - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Seyda Muhammed El Konyevi (K.S) efendimizin sohbetleri

    Allah-u Zülcelal razı olsun. Seyda Hz.'nin birbirinden kıymetli sohbetleri. Emeğine sağlık kardeşim.

  3. #103
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: Seyda Muhammed El Konyevi (K.S) efendimizin sohbetleri

    YEGANE KURTULUŞ ÇAREMİZ: TÖVBE

    “Ey iman edenler! Allah’a tövbe edin. Muhakkak kurtuluşa erersiniz.” (Nur, 31)

    Allah-u Zülcelal, ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Muhakkak Allah, iman eden kimselerin sahibidir. İman edenler Allah’ın muhafazası altındadır. Kafirlerin (ise ne dünyada, ne ahirette muhafaza edecek) sahipleri yoktur.” (Muhammed, 11)
    Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede, müminlere ne güzel müjde veriyor. Bunun yanında kâfirlere de, kendilerini nelerin beklediğini, dünya ve ahiret hayatlarının nasıl bir perişanlık içinde olduğunu haber veriyor.

    Allah-u Zülcelal, iman edenlerin sahibi olduğunu ve onları hem dünyada hem de ahirette muhafaza edeceğini bize bildirmiştir. Bize düşen görev, bu mü’minlik sıfatını elde etmektir. Yeter ki, bu sıfatın sahibi olmak için az da olsa gayret gösterelim. O zaman, Allah-u Zülcelal bize sahip çıkacak ve bizi muhafaza edecektir.

    Tabii ki, her şey Allah-u Zülcelal’e aittir. İnsan, O’nun himayesi, koruması altına girdimi, hiç bir şey ona zarar veremez.

    Allah-u Zülcelal’in, insanlara sahip çıkmasına vesile olacak sıfatları elde etmek kolaydır. Çünkü, Allah-u Zülcelal kullarına çok büyük fırsatlar vermiştir. Mü’minlere hitap ettiği başka bir ayet-i kerimede de şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler! Allah’a tövbe edin. Muhakkak kurtuluşa erersiniz.” (Nur, 31)

    Diğer bir ayet-i kerime de ise: “Kim tövbe etmezse, zalimlerdendir.” (Hucurat,11) buyurmuştur.

    İşte, aktarmış olduğumuz bu üç ayet-i kerime’de, bizim için büyük işaretler vardır. Bu ayet-i kerimelerden, kendi payımıza düşeni almalı ve bunların ışığında yolumuza devam etmeliyiz.

    İnsan, yaratılış itibariyle hata ve günahlara karşı meyillidir. Nefsinin buyruklarına uyarak yaptığı hata ve günahlardan pişman olup, tövbeye sarıldığı zaman, Allah-u Zülcelal onu affederek sahip çıkar ve muhafazası altına alır. Ne yazık o kimselere ki, tövbeden imtina ederek, çekinerek bu muhafazadan mahrum kalmışlardır.

    Şunu unutmamak gerekir ki, her insan hata yapar. Hata yapanların en hayırlısı da, tövbe edendir.

    Evliyaullah’tan bir zat şöyle nakletmiştir: “Bir gün, Basra sokaklarında yürürken, bir annenin kapıyı açarak çocuğunu kapının önüne koyup, kapıyı kapattığını gördüm. Çocuk bir müddet ağladı, dolaştı ve kendi kendine şöyle dedi: ‘Beni besleyecek ve muhafaza edecek, annemin evinden başka bir ev yok. Bu insanların hepsi yabancıdır. Öyleyse ben nereye gidiyorum?’ Bu şekilde, pişmanlık içerisinde geri döndü.

    Akşam olunca, gelip evin kapısının eşiğine yüzünü koyarak uyudu. Annesi, gece yarısı kalkıp kapıyı açınca, çocuğunun yüzünü eşiğe koymuş bir halde uyuduğunu gördü. Kalbi öyle yandı ki, çocuğunun üzerine kapanarak ağlamaya başladı. Ve ona şöyle dedi:

    ‘Benim emirlerime karşı gelip, sana zulüm ve hakaret etmememe sebep olma. Çünkü Allah-u Zülcelal, beni sana karşı çok şefkatli yaratmıştır. Bana asi gelme.’ Ve çocuğunu oradan kaldırıp eve aldı.” İşte, bizim halimiz de bu şekildedir.

    Allah-u Zülcelal, kullarına karşı, bir anneden daha fazla şefkat ve merhametlidir. Şeytanın yanında ise cehennemden başka bir şey yoktur. Şeytanın hilelerine aldanıp, onun ardına düştüğümüz zaman, aynen annesinin kovduğu o çocuk gibi pişman olup, Rabbimizin kapısının eşiğine yüz sürmemiz, pişman olup O’na yalvarmamız lazımdır.

    Bir insan, günah işleyipte bu yaptığından pişman olur ve tövbe ederse, Allah-u Zülcelal şöyle hitap eder: “Kulumu bağışladım. Kulum, işlediği günahlardan pişman olduğu müddetçe, onu ona bağışlayacak bir kudretin sahibiyim.”

    İnsan, şunu hiç bir zaman unutmamalıdır ki kurtuluş, Allah-u Zülcelal’in kapısına çöküp yalvarmaktan ve pişman olmaktan geçer. Yoksa, Şeytan’ın memleketinde, pişmanlık ve hezimetten başka bir şey yoktur.

    Karşımızda, tövbe gibi büyük bir fırsat kapısı varken, gevşek davranıp, ondan faydalanmamak, çok büyük bir yanlıştır. Ashab-ı Kiram (radıyallahu anhum) şöyle buyurmuşlardır:

    “Biz, Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in huzurunda bulunduğumuz zamanlar; onun, yüz defa ‘Estağfirullah’il aliyy’ül azim ve etûbû ileyh’ dediğine şahit oluyorduk.”

    Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) günahtan masum, tertemiz olduğu halde, Allah-u Zülcelal’e daima bu şekilde tövbe etmekteydi. Peygamberlerin kalpleri, daima Arş-ı Alânın etrafında, Allah-u Zülcelal’in Zat’ının nurlarının çevresinde dolaştığı için, onların tövbeleri, bir an bile olsa Allah-u Zülcelal’den gafil kalmamak içindi. Aynen, ateş böceklerinin, geceleri ışığın etrafında dönmesi gibi, onların kalpleri de daima Allah-u Zülcelal’in nurunun çevresinde dönmektedir.

    Bizim ise çok çeşitli günahlarımız vardır. Kalbimiz, dünyaya meylettiğinde, yöneldiğinde, başka insanların kalbini kırdığımızda, ibadetlerimizden geri kaldığımızda, her an Allah-u Zülcelal’e karşı yaptığımız kusurlardan dolayı tövbe etmemiz, pişmanlığımızı dile getirmemiz lazımdır.

    Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), günde 100 defa tövbe ediyordu. Biz de hiç olmazsa, günde bir sefer tövbe edelim; ayda bir sefer tövbe edelim. Allah-u Zülcelal, denizden bir damla kadar da olsa, Peygamberine mutabaat etmeyi, sünnetine uymayı bizlere nasip etsin, inşaallah.

    Sohbetimizin başında da söylediğimiz gibi, mü’min sıfatını elde edebilmek için biraz gayret göstermemiz lazımdır. Bu mü’minlik sıfatını kazandığımız zaman, Allah-u Zülcelal’e kendimizi teslim etmiş oluruz ki, o zaman bizi hata ve günahlardan, dünyada başımıza gelecek zararlardan muhafaza eder.

    Allah-u Zülcelal’in sahip çıkmasının ve muhafaza etmesinin, ne kadar kıymetli ve kuvvetli olduğunu hepimiz biliyoruz.

    ‘Yardım Et, Ya Rahman!’

    Zeyd bin Sabit (radıyallahu anh) yanında bir arkadaşı ile beraber, Mekke’den Taif’e gitmek için yola çıkmıştı. Zeyd bin Sabit (radıyallahu anh)’ın, arkadaşının münafık olduğundan haberi yoktu. Bir mevkiye geldiklerinde, istirahata çekildiler. Zeyd bin Sabit (radıyallahu anh) uyuyunca, bu münafık, onu öldürmek için ayaklarını ve ellerini bağladı.

    (Peygamber Efendimizin zamanında, dil ile şahadet getirdikleri halde, kalben ve ruhen kâfir olan, 300 kadar münafık vardı.)

    Zeyd bin Sabit (radıyallahu anh) kendine gelince, el ve ayaklarının bağlı olduğunu gördü ve arkadaşının da o kimselerden olduğunu anladı.

    Zeyd bin Sabit (radıyallahu anh) durumuna bakınca, kendisini bu halden, ancak Allah-u Zülcelal’in kurtarabileceğini idrak etti ve şöyle dedi. “Ya Rahman! E’inni.” (Bana yardım et, Ya Rahman!)

    Böyle söylediği anda, bir duvarın arkasından, sert bir şekilde “Öldürme!” diye bir ses geldi. O anda, münafık ‘Ben bunu öldürürsem, o da beni öldürecek’ diye heyecanlandı. Dışarı çıkıp baktı, ancak kimseyi göremedi. Tekrar Zeyd bin Sabit (radıyallahu anh)’i öldürmek için içeriye girince, yine aynı sesi duydu. Bu hal üç defa tekrar etti.

    Üçüncü sefer dışarı çıktığında, ata binmiş, elinde kılıçla bir zat geldi, o münafığı öldürdü ve Zeyd bin Sabit’in el ve ayakların çözdü. Ona şöyle dedi:

    “Sen ‘Ya Rahman! E’inni’ dediğin zaman, ben göklerin yedinci katında idim. Allah-u Zülcelal bana, ‘Ben müminlerin velisiyim (sahibiyim)’ dedi ve seni kurtarmak için gönderdi.”

    İnsan, Allah-u Zülcelal’e hakiki iman sahibi olursa, Allah-u Zülcelal de onu işte böyle muhafaza eder.

    Sonuç olarak, daima Allah-u Zülcelal’e karşı tövbe etmek ve O’nun merhametine sığınmak, tek çıkar yoldur. Allah-u Zülcelal o kadar merhametlidir ki, kullarının tövbe edip kendisine yönelmesini istemektedir.

    Hatta, her gün bir melek, günah işleyen insanlara “Yeter!”, hayır yapan insanlara da “Allah-u Zülcelal’e doğru gelin” diye nida etmektedir.

    Yeter ki biz, günahlarımızdan yüz çevirmeye çalışıp Allah-u Zülcelal’e yönelelim. O zaman, Allah-u Zülcelal bize sahip çıkacak, çok şeyleri bize nasib edecektir.

    Allah-u Zülcelal, hepimize razı olacağı salih ameller nasib etsin ve kendi fazl-ı keremi ile bizleri af ve mağfiret etsin. (Amin.)


    Seni çok Özledim Annem

  4. #104
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: Seyda Muhammed El Konyevi (K.S) efendimizin sohbetleri

    Kim Allah'a iman eder ve iyi ameller işlerse, Allah o kimsenin günahlarını örter ve onu, (ağaçları) altından ırmaklar akan (nimetleri bitip tükenmeyen) cennetlere koyar, Ebediyen orada kalırlar. İşte bu, çok büyük bir (zaferdir) kurtuluştur." (Teğabün, 9)

    Bu ayeti kerimeler, mü'min için ne büyük fırsat ve müjdedir. Bunlara kendimizi müstehak etmek için gece-gündüz başımızı secdeden kaldırmasak yinede çok değildir.

    Allah'u Zülcelal imandan sonra amel-i salih yapmayı emretmiştir. İbrahim bin Ethem (Kuddise Sırruh) bir gün hamama gitti. Parası yoktu. Oysa hepiniz biliyorsunuz ki İbrahim bin Ethem çok zengindi ve padişahtı. Fakat bunların hepsini bırakıp derviş olmuştu.

    Tabii parası olmayınca onu hamama sokmadılar. O zaman kendi kendine:

    “Bu cehennem gibi yere param olmadığı için beni sokmadılar. Hal böyle iken o cenneti âlânın nimetlerini ameli salih yapmadan bedava olarak istemek ne kadar yanlıştır."dedi. Hakikaten de doğrudur. Onun içindir ki, Allah'u Zülcelal'de imandan sonra ameli salih yapmayı emretmiştir.

    “İman edip, salih ameller yaptığı zaman, Allah o kimsenin günahlarını bağışlar ve Allah o kimseyi ebedül ebed o güzel cennetine dahil eder. İşte bu çok büyük bir zaferdir."

    Peki niye büyük bir zaferdir? Çünkü insan hem cehennem ateşinden muhafaza olmuş olur, hem de cenneti âlânın nimetlerine müstehak olmuş olur. Bu iki şeyi elde etmekten daha büyük bir zafer ne dünyada ne ahirette vardır.

    İnsan cehennemden muhafaza olduğu zaman, Allah'u Zülcelal'in gazabından muhafaza olmuş olur. Onun içinde Allah'u Zülcelal'in gazabından muhafaza olmak ve O'nun rızasına nail olmaktan daha büyük bir zafer, bir nimet yoktur. Bunun içindir ki Allah'u Zülcelal ayeti kerimede:

    “İşte bu, çok büyük bir zaferdir." buyurmuştur. Allah'u Zülcelal'in söylemesi, insanların söylemesi gibi değildir. O ne kadar azim ise, O'nun sözüde öyle azimdir.

    Çok kolay şeyler vardır, fakat maalesef onları kaybediyoruz. Hz. Ömer (Radıyallahu Anh)'in oğlu Abdullah (Radıyallahu Anh)'a bir gün bir kişi şu hadisi şerifi söyledi:

    “Kim bir cenaze ile kabre kadar giderse şu kadar sevap kazanmış olur."

    Herhalde Abdullah (Radıyallahu Anh) o güne kadar bu hadisi duymamıştı. Hemen bir kişiyi bu hadisin doğruluğunu öğrenmesi için, 'filan yer kaynaktır' diye gönderdi. O kişi geri dönüp hadisin aynı şekilde doğru olduğunu söyledi. Abdullah (Radıyallahu Anh) bunu duyunca, elinde bulunan birkaç taşı yere attı ve:

    “Eyvah! Nice sevaplar kaybettik." diyerek çok üzüldü. Yani bazı cenazeler oldu, biz onlarla beraber kabre kadar gitmedik, nice sevaplar kaybettik, dedi. Çok büyük bir pişmanlığın hasretin ve kederin içine girdi.

    Allah'u Zülcelal bize çok büyük bir sermaye olarak ömrü vermiştir. Zaman tanımıştır. Bu zamanın içinde elimize büyük fırsatlar geçiyor; ama Allah'u Zülcelal bize fırsat verdiği halde maalesef büyük ve kolay sevapları kaybediyoruz. Halbuki Ebu Derda (Radıyallahu Anh)'dan rivayet olunan bir hadisi şerifte Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) buyuruyor ki:

    “Kim bir sefer 'lâilahe illallah vallah'u ekber' derse, Allah'u Zülcelali onun vücudunun dörtte birini ateşten azat eder. İki sefer söylerse, Allah onun vücudunun yarısını ateşten azat eder. Dört sefer söylerse, Allah onun bütün vücudunu ateşten azat eder."

    İşte bakın! Ne kadar kolay ve büyük sevaplar vardır. İnsan bir dakikasını almayan bu zikri söylediği zaman kendini ateşten muhafaza eder. Yani öyle fırsatlar ve öyle sevapları kaybediyoruz ki, önümüzden bir nehir gibi akıp gidiyor. Halbuki Allah'u Zülcelal'in yanındaki ecir ve sevapları kolay ve az bir gayretle kazanabiliriz. Ama maalesef kaybediyoruz.

    Bunun sebebi de gaflet uykusunda olmamızdır. Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) buyuruyor ki:

    “Siz uykudasınız, öldüğünüzde uyanacaksınız."

    İşte bu gaflet uykusu bizi mahvediyor. Başımıza ne geliyorsa o yüzden geliyor. Yoksa bu gaflet perdesi gözümüzden kalkıp sanki ahireti görüyor gibi olsaydık, nice sevaplara; susamış olan kimsenin suyu görünce aceleyle o suya koşması gibi koşarak giderdik.

    Allah'u Zülcelalkendi kullarına karşı şefkatli ve merhametli olduğu için, insanlar da birbirlerine karşı şefkatli olmaları lazımdır. Allah'u Zülcelalkullarından bunu istiyor. Onun için Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) bir hadisi şerifinde şöyle buyuruyor:

    “Herhangi bir kul, erkek ve kadın mü'minlerden birisine dua ederse, Allah'u Zülcelal mutlaka geçmiş kadın ve erkek mü'minlerin sayısı kadar veyahut ta kıyamete kadar olan erkek ve kadın mü'minlerin sayısı kadar onun duasının aynısı üzerine reddeder. (verir)"

    Demek o kimse kendi erkek ve kadın mü'min kardeşlerine ne dua etmişse, tâ Adem(a.s)'den günümüze kadar olan yahut kıyamete kadar olan erkek ve kadın mü'minlerin sayısı kadar "Bu dua sana da olsun." diye Allah'u Zülcelalduasını onun üzerine reddeder. Onun için insan dua ettiği zaman daima:

    “Yarabbi! Beni ve bütün mü'min kardeşlerimi af ve mağfiret et." diye dua etmelidir. Böyle dua ettiğimiz zaman; Allah'u Zülcelal'in çok hoşuna gidiyor ve:

    “Kulum Benim kullarıma karşı şefkatli ve merhametlidir. Ben de ona şefkat ve merhamet yapacağım" diyor.

    İşte bu sevapları kaybetmemizin sebebi demin dediğimiz gibi, gaflet uykusudur. Bu gaflet uykusu, dünya meşkalesi ve dünyanın keyfü sefası, bu sevapları yapmamıza mani oluyor. Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) bir hadisi şerifte şöyle buyurmuştur:

    “Her bir kulun yüzünde iki tane göz vardır. Bu gözlerle de ahiretin işlerini görüyor. Allah'u Zülcelalherhangi bir kula hayır dilediği zaman, kalbindeki o gözleri açar. O gözlerle de ahiretin gayb olan nimetlerini görür. Demek ki o kişi gayba yani kıyamet gününe ve cennetteki nimetlere iman ediyor. Eğer Allah bunun tersine o kişinin hayrını dilememişse onu kendi haline bırakır." Bunu söyledikten sonra şu ayeti kerimeyi okudu:

    “Onların kalbinin üzeri kilitlenmiş mi?"

    Bu hadisi şeriften öyle güzel anlaşılıyor ki; yüzümüzdeki gözlerimiz bu dünya işlerine ayrılmış olan gözlerdir. Yalnız o gözlere Kur'an okumak, camilere gitmek, haram olan şeylere bakmamak da ahiretin işlerindendir. Kalpte bulunan iki tane gözle de ahiretin işlerini görürüz. Bunun manası nedir? Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem):

    “Bir saatin tefekkürü, bir senenin ibadetinden hayırlıdır."buyurmuştur. İşte bu tefekkür, kalpte ki göz ile ahirete bakmak, ahireti düşünmektir. Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) Haris bin Melik'e:

    “Nasılsın Ya Haris?" diye sordu. Haris:

    “Ben hak bir mü'minim Ya Resulullah."dedi. Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem):

    “İspat et Ya Haris" dedi. Haris:

    “Ya Rasulullah !Ben cennetteki insanları birbirini ziyaret ediyorlar gibi görüyorum. Cehennemde ki insanları dağ gibi alevlerin içinde yuvarlanıyorlar gibi görüyorum. Kendi Rabbimin Arşı alanın üzerinde istiva ettiğini görüyorum." dedi ve bu şekilde ahiretteki olayları bir bir sanki görüyormuş gibi söyledi. Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) buyurdu ki:

    “Senin imanın hak bir imandır. Kim kalbini münevver yapmak isterse Haris bin Malik'e baksın."

    İşte bu hadisi şerif, bizden Haris bin Malik (Radıyallahu Anh)'in halini istiyor. Kalp, ile ahiretin işlerine bakmak lazımdır. İnsan böyle baktığı zaman, gece-gündüz ahiret için çalışacaktır.

    Cennetin nimetlerini, cehennemin azabını zahiri olan gözlerini kapatıp kal gözü ile baktığı zaman sanki onları görüyor gibi bir itikat üzerinde olur ve devamlı olarak sevap yapar ve günahlardan da kendisini muhafaza eder. Çünkü insan kalp gözü ile cehennemin azabına baktığı zaman, o azaptan kendisini kurtarmak için günahlardan kendisini muhafaza edeceği gibi, cenneti âlânın o nimetlerine müstehak olabilmek içinde devamlı Allah'u Zülcelal'in zikri, ibadeti ile meşgul olur.

    Kalp gözü ile ahirete baktığımız zaman, bu hal dünyayı arkamıza atıp, sevapların üzerine yönelmeye ve amel-i salih yapmamıza sebep olur.

    Allah'u Zülcelal bize akıl vermemiş mi? Bu dünyanın geçici olduğunu hepimiz kesin olarak bilmiyor muyuz? Bu dünya yok olacak, biz toprak olacağız: Ondan sonra ebedül ebed baki olan hayat karşımıza çıkacak.

    O baki hayatta ise ya-neuzubillah- cehennem ateşi yada cennet nimetlerine müstehak olacağız.

    İnsan az, çok dünyada da iyimi yoksa kötü mü olduğunu öğrenebilir. Çünkü Enes (Radıyallahu Anh)'den rivayet olunan bir hadisi şerifte Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) şöyle buyurmuştur.

    “Bir müslüman öldüğü zaman, onun yakın komşularından dördü: 'biz ondan hayırdan başka bir şey görmedik' diye şahitlik yapsalar, illa Allah'u Zülcelalbuyurur ki:

    “Ben onu sizin bildiğiniz gibi kabul ettim, sizin bilmediklerinizi de affettim."

    Bu hadisi şeriften ne anlaşılıyor? Demek ki mü'min kardeşlerimiz bizden razı olduklarında -zaten kafirler ve fasıklar mü'minleri sevmezler- o salih mü'min kardeşlerimizden dört tanesi bizim hakkımızda hayır biliyorsa, Allah'u Zülcelalbuyurur ki:

    “Ben, siz onun hakkında sadece hayır bildiğiniz için onun hakkında hayır hükmettim. Benim onun arasında olan sizin bilmediğiniz şeyleri de affettim."

    Onun için insanın dünyası iyi veya kötü olduğu az çok anlaşılmaktadır. Mü'min kardeşlerimizi kendimizden razı etmek için çalışmamız lazımdır. Tabii buda neyle olur? Sanki onlara rüşvet mi vereceğiz. Allah'u Zülcelal'e hizmet edersek, O'nun taat ve ibadetinde bulunursak, O'da bizim sevgimizi diğer mü'min kardeşlerimizin kalbine koyar.

    Onun için çaremiz Allah'u Zülcelal'dir. Allah'u Zülcelal'den başka bizi kurtaracak yoktur. O'nun karşısında doğru olmamız lazımdır. Doğru olduğumuz zaman, O'nun yanında herşey çok kolaydır.

    Hakikaten de Allah'u Zülcelal'in kudret ve azametini, bize karşı olan şefkatini denizden bir damla kadar bile bilmiyoruz.

    Mevlana Celaleddin-i Rumi (Kuddise Sırruh)'nin Mesnevi kitabında şöyle geçmektedir.

    “Çalgı çalan bir kişi vardı. Çalgı çalarak ta ancak günlük nafakasını çıkarıyordu. Bir gün onun çalgı aletinin kirişleri kırıldı. Sadece günlük nafakasını çıkarabildiği için çok dara düştü, aç kaldı. Ne kadar düşündüyse yapacak bir şey bulamadı. En sonunda:

    “Ben nafakamı kendi Rabbimden isteyeyim. Başka kim bana bir şey verecek. " dedi. Ama; "Ben Rabbimi nerede bulacağım."diye düşünmeye başladı. Ve kendi kendine:

    “Ben ariflerden işitmiştim ki, Allah'tan geldik, Allah'a gideceğiz, diyorlardı. Allah'u Zülcelal'e gideceğimiz ilk konuk kabristandır. Bende kabristana gideyim ve orada Rabbimden isteyeyim."dedi. Kalktı kabristana geldi. Biraz dolaştı ve boş bir kabrin başına geldi ve ellerini açıp;

    “Yarabbi! Benim çalgı aletimin kirişleri kırıldı. Aç kaldım. Ya bana nafakamı gönder yada emanetini al."diyerek ağladı ve Allah'u Zülcelal'e yalvardı.

    Hz. Ömer (Radıyallahu Anh) o sırada camide bir elini çenesine dayamış ve derin bir murakabeye dalmıştı. Kulağına şöyle bir ses geldi.

    “Ya Ömer! Kalk, beytül mala git, bin altın al, filan mezarlıkta Benim bir dostum var, altınları ona ver ve Benim ondan razı olduğumu müjdele ve deki:

    “Bu altınları al ve ihtiyacın olduğu zaman yine iste, biz sana vereceğiz." Hz. Ömer (Radıyallahu Anh) hemen kalktı, beltül mala gidip bin altın aldı ve kabristana geldi. Kabristanda çalgıcıdan başka kimseyi göremeyince doğruca yanına gitti. Çalgıcıya:

    “Sen ne istiyorsun."dedi. Çalgıcı:

    “Ben kimseden bir şey istemiyorum. Allah'u Zülcelal'den kırılan çalgımın kirişlerini yaptırmak için para istiyorum." dedi. Hz. Ömer (Radıyallahu Anh) dedi ki:

    “Al, senin Rabbin bir şey bu bin altını sana gönderdi ve sana müjdeler olsun ki senden razı oldu. Senin ihtiyacın olduğu zaman iste, biz yine sana veririz."

    Çalgıcı, Hz. Ömer'de bu sözleri duyar duymaz ağlamaya başladı ve çalgı aletini yere vurup kırdı. Bir heyecan ve cezbe ile şöyle dedi:

    “Yarabbi! Ben senin şefkatli olduğunu tâ çocukluğumdan beri biliyorum. Ama sen benim bildiğimden daha fazla şefkatlisin, diğer insanların, alimlerin anlattığından daha fazla şefkatlisin. Ben senin bu kadar şefkatli olduğunu bilmiyordum." Böyle diyerek Allah'u Zülcelal'e tövbe etti.

    Allah'u Zülcelal'in dostluğunu kazanabilmek için ruhumuzu da versek yine pişman olmayız.

    Hiç kimse cennete girdikten sonra, dünyaya geri gelmek istemez. Şehitlerden başka hiç kimse bunu istemez. Şehitler ise bir daha dünyaya gelmek isterler. Niçin? Derler ki:

    “Yarabbi! Bizi yine dünyaya gönder de ikinci bir zafer senin yolunda şehit olalım."

    Yani o şehitlik makamı, o nimetler kendisine verildiği zaman, tekrar dünyaya gelmek isterler.

    İşte Allah'u Zülcelal'in rızasını kazanmak böyle kıymetlidir. İnsan yüzbin defa da ruhunu verse pişman olmaz. İnsan Allah'u Zülcelal'i razı ettiği zaman, O'na dost olduğu zaman herşey çok kolay olur. Peki niçin kolay olur?

    Bazen Allah'u Zülcelalkendi dostlarına yokluk verir, bazılarına da taşları altın yapar, toprağı yemek yapar. Onun için hiçbir zorluk yoktur. Bir kimse şöyle anlatmıştır.

    “Bir gün ben sahradaydım. Baktım bir kişi dikenli bir ağaçtan hurma yiyor. Beni görünce,

    “Gel sende hurma ye" diye beni çağırdı. Ben de yanına gittim. Elimi hurmaya uzatınca elime diken batıyordu fakat o elini uzatıp hurma alıyordu. Birkaç sefer böyle tekrar edince ona baktım. Benim şaşkın bir şekilde kendisine baktığımı görünce bana tebessüm etti ve:

    “Senin bu ağaçtan hurma yemen için erkendir. Yalnız başına kaldığın zaman Allah'u Zülcelalile huzurlu ol. O zaman Allah'u Zülcelalbu ağaçtan sana da hurma yedirecektir.

    İşte Allah'u Zülcelal'in dostluğu böyledir. Allah'ın dostlarının hali dünyada da böyledir, ahirette de böyle olacaktır. Onun için insana yarayacak olan Allah'u Zülcelal'dir. Ona dost olabilmek için biraz gayret gösterelim.

    Bütün azalarımızı seferber edip Allah'u Zülcelal'e dost olabilmek, O'nun rızasını kazanmak için çaba gösterelim. Bizim için ancak kurtuluş budur.

    Allah'u Zülcelalhepimize razı olacağı şekilde amel-i salih nasip etsin.

    Amin


    Seni çok Özledim Annem

  5. #105
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: Seyda Muhammed El Konyevi (K.S) efendimizin sohbetleri

    Alıntı Reyhani Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
    Allah-u Zülcelal razı olsun. Seyda Hz.'nin birbirinden kıymetli sohbetleri. Emeğine sağlık kardeşim.

    teşekkür ederim Sİzdende ALLAH razı olsun bu sohbetlerin manevi değeri çok...


    Seni çok Özledim Annem

  6. #106
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: Seyda Muhammed El Konyevi (K.S) efendimizin sohbetleri

    “O’dur sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize melekleri ile rahmet eden. O, mü'minlere karşı çok merhametlidir.” (Ahzab,43)

    Allah-u Zülcelâl bu ayetle: ‘Allah sizin üzerinize rahmet etmekte, melekleri de sizin için devamlı istiğfar etmekte, bunu da sizi zulmetten nura çıkarmak için yapmaktadır. Allah müminlere karşı rahimdir’ buyurmaktadır.

    Eğer Allah-u Zülcelâl müminler için ‘rahim’ yani merhametli olmasaydı, devamlı olarak mü'minlere rahmet eder miydi? Meleklere de ‘müminler için istiğfarda bulunun!’ diye emreder miydi!

    Meleklere: “Ya Rabbi! Müminlerin günahlarını affet!” diye dua etmelerini emreder miydi? Bir başka ayet-i kerimede Allah-u Zülcelal şöyle buyuruyor: “Allah, kullarına çok lütufkardır." (Şura,19)

    Allah-u Zülcelâl, hem merhamet sahibidir. Hem de azabı en ağır olandır. Yani, Allah-u Zülcelâl kendisine asi olan kimselere karşı ‘şedidü'l-ikâb’ yani şiddetli cezalandırandır. Müminlere karşı da çok latif ve çok merhametlidir.

    Ben, şahsen, daima Allah-u Zülcelâl'in merhametinden bahsetmek istiyorum. Çünkü Allah'ın (cc) merhameti gazabını geçmiştir. Hz.Peygamber(s.a.v) hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:

    “Allah merhametlidir, merhameti sever.”

    Bir kimsenin, Allah-u Zülcelâl'in ‘Latif’ isminden pay alması için, yumuşak ahlâklı ve merhametli olması gerekir. Çünkü Hz.Peygamber (s.a.v.) diğer bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:

    “Yeryüzünde birbirinize merhamet edin ki, gökte de Allah size merhamet etsin.”

    ÜZERİMİZDEKİ NİMETLER

    Bu anlattıklarımız üzerine derinlemesine düşünürsek, Allah'ın (C.C.) mümin kullarına ne kadar nimetler verdiğini ve ne kadar büyük ikramlarda bulunduğu anlayabiliriz.

    Allah-u Zülcelal’in müminlere yaptığı ikrama bir örnek olarak, Enes b. Malik'ten (R.A.) rivayet olunan bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor:

    “Kim bana bir salavat getirirse, Allah ona on sefer salavat getirir.”

    Salavatın manası ‘ona rahmet et’ demektir. Eğer biz bir sefer:

    “Ya Rabbi! Sen Peygamber Efendimiz' e (s.a.v.) rahmet et” (Allahumme salli ala Seyyidina Muhammed) dersek, Allah(C.C.) bize on sefer rahmet edecektir. Hadisin devamı şöyledir:

    “Onun on günahı affedilir ve derecesi on kat artırılır.” Biz böyle bir sefer salavat getirirsek, Allah-u Zülcelâl bize böyle büyük ikramlarda bulunacaktır.

    Yukarıdaki ayet ve hadislerden anlaşıldığına göre; kul Allah’ın (C.C.) rahmetine layık olabilmek için Allah'ın (C.C.) bütün mahlukatına, yarattıklarına karşı şefkatli ve merhametli davranmalıdır.

    Anlatıldığına göre Hz.İbrahim' e (A.S.) bir mecusi (ateşe tapan) geldi, misafir edilmesini istedi. Hz.İbrahim (A.S.), ona:

    “Dininden çıkıp mecusi olmayı bırakmadıkça, seni misafir etmem” dedi. Mecusi bu teklifi kabul etmedi ve dönüp gitti. O gittikten sonra Allah-u Zülcelâl, İbrahim Aleyhisselam'a şöyle vahyetti:

    “Ey İbrahim, dininden çıkmadığı için o mecusiyi misafir etmedin. Bu gece onu misafir etseydin, sana ne zararı olurdu? Halbuki biz onu yetmiş senedir, bize karşı kâfir olduğu halde yedirip içiriyoruz.”

    Sabah olunca, İbrahim Aleyhisselam, mecusiyi aramaya koyuldu ve sonunda buldu. Gelip misafiri olması için de mecusiye söz verdi. Mecusi:

    “Ne kadar şaşırtıcı işin var! Dün beni kovdun, bugün de beni sen davet ediyorsun” dedi. İbrahim Aleyhisselam durumu bildirip:

    “Allah-u Zülcelal, senin için bana bu şekilde vahyetti” dedi. Mecusi:

    “Kainatın Rabbi, bana böyle bir muamele mi ediyor? Halbuki ben ona karşı ‘kâfir’ durumundayım” dedi ve hemen kelime-i şehadet getirerek iman etti.

    İşte Allah-u Zülcelâl böyle merhamet sahibidir. O'nun (C.C.) merhameti gerçekten insanı hayretler içerisinde bırakıyor!

    Bir keresinde Hz.Peygamber (s.a.v):

    “Ya Rabbi, her peygamberin bir makbul duası vardır. Benim de bir duamı kabul et ki, ümmetimin hesabını ben göreyim” deyince, Allah-u Zülcelal:

    “Hayır, ya Muhammed! Ümmetinin hesabını ben göreceğim. Ben, senden daha fazla onlara merhamet edeceğim. Onların hatalarını sana da göstermeyeceğim” buyuracaktır.

    Allah-u Zülcelâl'in şefkati, merhameti ve nimetleri sayılamayacak kadar çoktur. Çünkü Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede şöyle buyuruyor:

    “Eğer Allah'ın bunca nimetini saymaya kalkışsan, (onları saymayı) yine başaramazsın.” (İbrahim,34)

    Evet, insan, Allah-u Zülcelâl'in nimetlerini saymakla bitiremez. Allah-u Zülcelâl'in üzerimizdeki nimetleri bu kadar çoktur. Peki, Allah-u Zülcelal’in üzerimizdeki bunca nimeti şükrü gerektirmez mi? Elbette gerektirir. O halde üzerimizdeki nimetlerin şükrünü nasıl yapacağız.

    EN HAYIRLI AMEL: ZİKİR

    Bu nimetlerin şükrünü eda etmenin birkaç yolu vardır; bunlardan birisi dil iledir. Bakınız, Allah-u Zülcelâl'i dil ile zikretmek ne kadar kolaydır. Hz. Peygamber (s.a.v):

    “Dikkat ediniz ki, size amellerinizin hayırlısını haber vereyim, Allah-u Zülcelal katında en geçerlisini bildireyim, derecelerinizin en yükseğini anlatayım. Sonra bu bildireceğim, sizin için altın ve gümüş sadakasından daha hayırlıdır. Yine bu anlatacağım, sizin için düşmanla karşılaşmaktan, sizin onların boynunu vurmanızdan veya vurulmanızdan daha hayırlı olan amelinizi söyleyeyim mi?” buyurdu. Ashab-ı Kiram:

    “Ya Resulallah, o her ne ise bize bildir” deyince, Hz. Peygamber (s.a.v.):

    “O, Allah'ı zikretmektir.” buyurdu.

    İnsan dünyadaki değil, ahiretteki durumunu merak etmelidir. Ahireti için ne kârlıysa onu dünyalığa tercih etmesi lazımdır. Hadis-i Kudsi olarak gelen bir rivayette, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurur:

    “Allah-u Zülcelâl Hz. Musa Aleyhisselam'a buyurdu ki: ‘Ey Musa! Herhangi bir kişi, başka birine bir eziyet, zarar verdiği, hakaret ettiği zaman, o kişinin de aynı o hareketi, eziyeti ona yapmak elinden geldiği halde, benim rızam için onu affederse, o kişiye yetmiş sefer rahmetle bakarım. Yetmiş sefer değil, tek bir sefer ona rahmetle bakarsam, azabımı ebedi olarak ona haram kılarım. Fakat ben ona, yetmiş sefer rahmet nazarıyla bakarım.”

    Peki, bu kadar büyük mükafatlar varken, niye nefsimize bu kadar uyuyoruz? Bize bir mümin kardeşimiz, ufak bir eziyet verdiği zaman, hemen kıyameti koparıyoruz. Oysa onu affetsek, bu mükafata layık olsak, daha güzel değil midir?

    Allah için onu affetsek, ona karşılık vermesek, onun yüzüne karşı ‘Ben seni Allah için affettim’ desek, yahut da böyle demeyip de kendimiz ile Allah arasında: “Ya Rabbi! Ben senin rızan için onu affettim, karşılık vermiyorum” dersek, Allah bize bu mükafatı verecektir. Evet, elimize ahiret yönüyle çok büyük ve karlı fırsatlar geçiyor. Fakat bu fırsatları değerlendiremeyip kaybediyoruz.

    Nefis ve şeytanla mücadelede mağlup oluyoruz. Oysa, böyle mükafatları kazanarak, kıyamet günü ebedi hayatımızı çok güzel yapabilir, çok büyük bir şeref sahibi olabiliriz. Fakat nefis ve şeytanla mücadelede galip gelemiyoruz, mağlup oluyoruz.

    Halbuki, Allah-u Zülcelâl'in dostları muamelelerini, sanki ahireti görüyormuş gibi yaptıklarından dolayı hep kazanmaktadırlar.

    Dünyanın ve ahiretin hakikatini iyi düşündükleri, tefekkür ettikleri için muamelelerinde bunları göz önünde bulundurdukları için büyük mükafatlar kazanıyorlar. Biz ise bu kadar önemli konuları üstünkörü geçiyoruz, önemsemiyoruz.

    Önemsemediğimiz için de düşünmüyoruz, tefekkür etmiyoruz. Hakikat yüzeyde değil derindedir. Mücevher ve altın gibi değerli şeyler, toprağın derinlerindedir. Onların üstünde ise işe yaramaz şeyler vardır. İşte, biz hep yaramaz o şeylerle meşgul olduğumuz için hakikati bulamıyoruz.

    FANİ ŞEYLERE KIYMET VERMEYELİM

    Malik b. Dinar(K.S.), önceleri bir padişahtı. Sonra bütün tacı tahtı terk etti. Kendisini öyle bir hale koydu ki, sizler onu görseydiniz selam bile vermezdiniz.

    Bir gün, halk içinde, Basra sokaklarından geçerken şöyle bir manzara gördü; Padişahın dünya güzeli bir cariyesi, etrafında hizmetkarları ile merasim halinde, Basra sokaklarından geçiyorlar. Malik b. Dinar o fakir haliyle, yırtık pırtık elbiseleriyle cariyeye:

    -Padişah seni satmıyor mu? diye seslendi. Cariye onu o fakir haliyle görünce:

    -Benim ücretimi padişahlar bile veremiyor, sen bu fakir halinle, nasıl olurda padişahın beni satıp satmadığını sorarsın be hey fakir! dedi ve hem de bu duruma çok şaşırdı. Malik b. Dinar(K.S.):

    -Padişah seni satmıyor mu? diye tekrar sordu. Cariye:

    -Peki senin paran var mı beni almaya? dedi. Malik b. Dinar(K.S.):

    -Olabilir! diye cevap verdi. Cariye yanındaki hizmetçilere bunu alın padişahın yanına götürün, diye emretti.

    Malik b. Dinar (K.S.) padişahın yanına gelince padişah ona:

    -Senin dileğin nedir? diye sordu. Malik b. Dinar(K.S.):

    -Cariyeni bana satar mısın? diye sordu. Hepsi ona güldüler, padişah:

    -Bu cariyeyi almak için senin yeterli paran var mı? dedi. Malik b. Dinar(K.S.) :

    -Bende iki tane çekirdek var. Cariyenin fiyatı, kıymeti ancak o kadar eder, dedi. Ona:

    -Niçin? diye sordular.

    -"Siz onu çok güzel görüyorsunuz ama bana göre onun kusuru çoktur" dedi.

    -Kusurları nedir? diye sorduklarında da şöyle saydı:

    -Kusurlarından birisi şudur, eğer o dünyada çok kalırsa, çok yaşarsa ihtiyarlayacak ayak altına düşecek, o zaman kendisi keşke ölsem de kurtulsam diyecek, siz de keşke ölse de kurtulsak diyeceksiniz. Bir zaman gelecek taharetlenemeyecek, kendisini temizleyemeyecek, çamaşırları pis olacak, kokacak. İnsanlar ondan tiksinecek ve kaçacak. Bunun gibi birçok kusurlar saydı. Oysa benim nazarımda bu cariyeden daha kıymetli, nurdan yaratılmışlar vardır, dedi. Bununla ‘hurileri’ kastetti. Padişah cariyeye:

    -Bunun söyledikleri doğru mu? diye sordu. Cariye:

    -Doğrudur padişahım, ben kendimi temizleyemez bir duruma gelince kokacağım, ihtiyarlayacağım, dedi. Bunun üzerine Padişah:

    -Seni Allah rızası için azat ettim ve yetmiş kişiyi de senin hizmetçin olarak verdim, dedi. O padişah da aynen Malik b. Dinar gibi bütün kölelerini azat etti ve Allah'a (C.C.) yöneldi.

    İnsan hakikaten düşünür, tefekkür ederse, Malik b. Dinar'ın (K.S.) ulaştığı neticeyi bulur. Dünyadaki en kıymetli şey nedir? Altındır. Sonunda o altın ne olacak? Toprak olacak, oysa toprağa basıyoruz, toprak kıymetli değildir. Dünyadaki her şey de aynen bunun gibidir.

    Ahirettekiler ise zerre kadar da olsa çok büyüktür, çok kıymetlidir. Bu yüzden insanın biraz tefekkür etmesi, düşünmesi lazımdır…

    Dediğimiz gibi Allah (C.C.) çok merhametlidir, yeter ki O’nun rahmetine koşalım.

    Allah-u Zülcelal kendi fazlı ve keremi ile hepimizi af ve mağfiret etsin, inşallahu-teala. (Amin)



    Seni çok Özledim Annem

  7. #107
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: Seyda Muhammed El Konyevi (K.S) efendimizin sohbetleri

    MÜ’MİN ÖRNEK İNSANDIR


    Son Pişmanlık
    Allah-u Zülcelal, ayet-i kerimede şöyle buyuruyor:
    “O halde, vay kalpleri Allah’ın zikrinden (boş kalıp) kaskatı olanlara. Onlar açık bir sapıklık içindedirler.” (Zümer; 22)
    Allah-u Zülcelal, bu ayet-i kerime ile bize çok büyük işaretler vermektedir. Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in hadis-i şerifleri bizim için büyük bir eczane gibidir. Orada manevi ilaçlar vardır ve bu ilaçları kullanmamız lazımdır.

    Nasıl bir insan, hastalanınca tedavi oluyorsa, tedavi olmadığı zaman da gün geçtikçe hastalığı artıyor ve ölüme kadar gidiyorsa; manen hasta olan insan da, manevi ilaçları yani, Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şerifleri uygulamazsa, gün geçtikçe durumu kötüye doğru gider ve sonuçta bütün maneviyatını kaybeder, manevi olarak ölür. Bunun için bu ilaçları kullanıp kendimizi tedavi etmemiz lazımdır.

    Böyle davranmadığımız takdirde, Allah’ın zikrinden gafil kalıyoruz, kalplerimiz katılaşıyor. Kalpleri katılaşan insanlar da apaçık bir dalalete düşüyor. İnsanın manen tedavi olması için en büyük ilaç, Allah’ın zikrini yapmaktır.
    Bu zikirden, yani Allah’ı zikretmekten kastedilen mana da sadece bir kenara oturup ele tespih alıp ‘Allah, Allah...’ demek değildir. İnsanın nerede olursa olsun, ister yolda yürüyor olsun, ister arkadaşlarıyla konuşuyor olsun, ister başka bir iş yapıyor olsun, o anda Allah-u Zülcelal’in onun yanında hazır ve nazır olduğunu düşünmesi, çok büyük bir zikirdir. İnsan, ancak o zaman Allah’ı hakkıyla zikretmiş sayılır.

    İnsan böyle davrandığı zaman, daima hayırlara yönelecek, kendini günahlardan muhafaza edecek ve sonuçta da çok güzel neticeler alacaktır.
    Şunu çok iyi bilmemiz lazımdır ki, bu dünya hayatı bittikten sonra hakikat ortaya çıkacaktır. Hakikatin ortaya çıktığı, insanların sevap ve günahlarının sunulduğu o günde perişan olmamak için hazırlığımızı şimdiden yapmamız lazımdır.


    --------------------------------------------------------------------------------

    İslamı Hakkıyla Yaşamak
    Her ne kadar İslam Dini’ni hakkıyla yaşayamıyorsak da, bari ona zararımız olmasın!
    Avrupa kafirleri, iman etmeyen ve iman edipte gereklerini yapmayan; namazını kılmayan, orucunu tutmayan, zekatını vermeyen, her çeşit günahı yapan kimselere bakarak: ‘Eğer müslümanlık böyleyse, müslümanlık hiçbir işe yaramıyor ve sizinle bizim aramızda hiçbir fark yok, bu nasıl dindir!’ diyorlar.

    O kişiler, kendileri İslam’ı yaşamadıkları ve başka insanlara da kötü örnek oldukları için vebal altında kalırlar.
    Böyle kimseler, kendi nefislerine zulmetmiş, kendi elleriyle (nefislerini) ateşe atmışlardır ama yine de; inananları, imanları sebebiyle Allah-u Zülcelal cezalarını çektikten sonra, cehennemden çıkaracaktır. Kafirler için ise Allah-u Zülcelal ayet-i kerime’de şöyle buyuruyor:
    “O gün, zalim kimse ellerini ısıracak ve şöyle diyecek: Eyvah! Keşke peygamberin maiyetinde bir yol tutsaydım.” (Furkan; 27)

    Nasıl dünyada bir insan, dehşetli ve ne yapacağını bilemediği bir işle karşılaşınca çaresizliğe düşüyor, elini ısırıyor ve keşke ben başından bunun tedbirini alsaydım da başıma böyle bir şey gelmeseydi diyorsa; kendi nefislerine zulüm yapan şahıslar da öyle bir günde elerini ısırıyor ve keşke biz de Allah’ın Resulüyle Allah’a doğru yol alsaydık, ona tabi olsaydık, diyorlar ama o zaman iş işten geçmiş oluyor.
    Demek ki müslüman olarak günah işlemeye devam ettiğimiz, Allah’ın zikrinden gafil kaldığımız zaman, kalplerimiz katılaşacak ve biz de o kafirler gibi pişman olacağız. İş işten geçmeden bunları düşünmeli ve tedavi yollarını aramalıyız.

    Nasıl bir insan hasta olduğu zaman doktora gidiyor, neresi ağrıdığını söylüyor ve ben hangi ilacı kullanırsam geçer, diye soruyorsa; Ashab-ı Kiram da Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in yanına gidip hallerini, arz ediyor, manevi hastalıklarını söylüyor “Ya Resulellah benim için ne lazımdır?” Diye soruyorlardı.
    Muaz bin Cebel (Radıyallahu Anh) anlatıyor: “Bir gün Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in yanına gittim ve ona:
    -Ya Resulellah! Ahiretim için ne lazımdır, bana bu konuda tavsiyede bulun, dedim. Bana:
    -Sanki Allah’ı görüyor gibi ona ibadet et, dedi.

    Burada bizim için çok büyük bir işaret vardır. Eğer insan Allah’ı her an görüyor gibi ibadet etse, Allah’ı o kudret ve azametiyle tanısa, onun ibadetinin onu nasıl yapacağını, ancak Allah bilir!..
    Onun karşılığını, ancak Allah verir. İnsan böyle olduğu zaman, hiç günaha da düşmez. Çünkü, Allah-u Zülcelal ayet-i kerime’de şöyle buyuruyor:
    “Muhakkak (sahih) namaz edepsizlikten ve uygunsuzluktan alı koyar.” (Ankebut; 45)

    Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) başka bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor:
    “Siz bir namaz kıldığınız zaman, ‘Bu benim son namazımdır, ben bir daha namaz kılma fırsatı bulamayacağım’ diye düşünün. Bir sadaka, bir zekat verdiğiniz zaman da öyle düşünün.”

    Yani, yapılan her ameli, son amel olarak kabul etmeli, ondan sonra tekrar amel yapamayabileceğimizi düşünmeli, ona göre kendimizi ayarlamalıyız.
    İnsan ölürken son bir namaz, sadaka gibi ibadet yapsa, şöyle düşünür: ‘Ben ölüyorum. Bu benim son amelimdir. İnşallah bununla Allah’ın rızasını kazanırım.’ İnsan böyle düşündüğü zaman, imanın halaveti bütün vücuduna yerleşir, ibadetini içinden gelerek, isteyerek, ondan tat alarak yapacaktır.

    Ama maalesef, hep gafletten dolayı vücudumuz bir yerde ibadet ediyor, kalp ise başka düşüncelerle başka yerlerde geziyor. Vücut güya ellerini Allah’ın huzurunda bağlıyor, kalp ise başka yerlerde dolaşıyor. Böyle olduğu zaman da ibadetten istenilen menfaat elde edilemiyor.

    Ashab-ı Kiram (Radiyallahu Anhum) kendilerini hasta, Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)i de doktor gibi görüyorlardı. Onun söylediklerini dinliyorlar ve tam hakkıyla onu alıp uyguluyorlar, onun emirlerini kılı kılına yerine getiriyorlardı.

    Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in, Muaz Bin Cebel (ra)ya ikinci tavsiyesi ise şu şekildeydi:
    -Ya Muaz! Nefsini ölülerden say.

    Niçin öyle diyor? Çünkü ölüler, bu dünyanın malına; keyf-u sefasına, onları aldattığı, onlara zarar verdiği, Allah’ın zikrinden alıkoyduğu ve onları günaha yönelttiği için düşmandırlar. Eğer biz onların dünyaya ne kadar düşman olduğunu bilseydik, dünyaya karşı sevgimiz çok azalırdı. İşte, insan nefsini ölülerden kabul edince, nasıl bir insan haline geleceğini, ancak Allah bilir!

    Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in, Muaz Bin Cebel (ra)ya üçüncü tavsiyesi ise:
    -Ya Muaz! Bir taşın yanında, bir ağacın yanında, nerede olursan ol, Allah’ın zikriyle meşgul ol! Çünkü, yanında Allah’ın zikrini yaptığın toprak, taş, ağaç, kıyamet gününde sana: ‘Ya Rabbi! Bu adam benim yanımda senin zikrini yaptı’ diye şahitlik edecektir.

    Hz.Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in, Muaz Bin Cebel (ra)ya ettiği bu üç tavsiyeye uyduğumuz zaman, Allah-u Zülcelal’in hakiki bir kulu oluruz.

    Bir gün, Ahmed b. Amir (ra) Hz.Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)e gelerek:
    -Ya Resulellah! Kıyamet günü insan kendini nasıl kurtaracaktır, dedi. Hz.Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ona şöyle cevap verdi:
    -Dilini hatalardan, gıybetten, yalandan muhafaza et!

    Bu hadis-i şerif, şu anda içinde yaşadığımız zamana çok uygundur. Çünkü, zamanımız günahın, yalanın, gıybetin çok olduğu bir zamandır. İnsanın gitmiş olduğu bir çok meclis günah meclisidir.

    İnsan bir meclise gittiği zaman, o meclise nasihatte bulunamıyorsa, oradakileri günahlardan çeviremiyorsa, sonunda o da onlarla beraber günaha giriyor, onlara uyuyor. Onlara uymamak için dilimizi muhafaza etmemiz, kendi evimize çekilmemiz, kendi hatalarımız üzerinde ağlamamız emir olunuyor.

    Çünkü, insan ne kadar iyi olursa olsun hata sahibidir, beşerdir, nefis ve şeytan onu hep aldatmaya çalışmaktadır. İnsan bazen bunlara mağlup olmaktadır. Günah sahibi olduktan sonra, mağlup olduktan sonra, tek çare kendi günahlarımız, hatalarımız karşısında Allah’a yalvarmalı, ağlamalı af ve mağfiret dileyerek: ‘Ya Rabbi! Özür diliyorum’ demeli, bize rahmetiyle muamele etmesi için O’na niyazda bulunmalıyız.

    Son olarak, bazı alimlerin çok güzel tefsir ettiği şu ayet-i kerime bize büyük bir işarettir:
    “Dünyadan kendi nasibini, payını unutma.” (Kasas 77)

    Dünyada bizim nasibimiz nedir? Hakiki olarak kefendir. Bütün dünya senin de olsa, senin dünyadan nasibin, üzerine örtülecek bir kaç metre çaputtur. Çünkü, bütün mal, servet geriye kalacaktır.

    İnsan böyle tam olarak bunu düşündüğü zaman, Allah-u Zülcelal’in ibadetine sımsıkı sarılır ve kendi payını, amel-i salih olarak dünyadan ahirete götürmek için aşkla muhabbetle çalışır. Demek ki, mü’minin dünyadan nasibi; Allah-u Zülcelal’e ibadet etmek ve ahirette kendisine yardımcı olacak salih ameller, hayırlar işlemesidir.

    Allah-u Zülcelal, hepimize istediği razı olacağı şekilde salih amel yapmayı nasip etsin, inşallah. (Amin)


    Seni çok Özledim Annem

  8. #108
    ***
    DIŞARDA
    Points: 5.577, Level: 48
    Points: 5.577, Level: 48
    Level completed: 14%,
    Points required for next Level: 173
    Level completed: 14%, Points required for next Level: 173
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    kasva - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Sep 2008
    Mesajlar
    134
    Points
    5.577
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    18

    Standart Cevap: Seyda Muhammed El Konyevi (K.S) efendimizin sohbetleri

    Allah-u Zülcelal, hepimize istediği razı olacağı şekilde salih amel yapmayı nasip etsin, inşallah. (Amin)

    Amin Allah(cc) razı olsun ...
    YA SUS YA KONUŞTUĞUN HAK OLSUN

  9. #109
    ***
    DIŞARDA
    Points: 5.577, Level: 48
    Points: 5.577, Level: 48
    Level completed: 14%,
    Points required for next Level: 173
    Level completed: 14%, Points required for next Level: 173
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    kasva - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Sep 2008
    Mesajlar
    134
    Points
    5.577
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    18

    Standart Cevap: Seyda Muhammed El Konyevi (K.S) efendimizin TASAVVUF EHLİNE YAKIN OLUN...

    Haris el-Muhasibi (rahmetullahi aleyh) , tasavvuf ehli, büyük bir zattır. Bir gün onun hakkında Ahmed bin Hanbel (rahmetullahi aleyh) ’e şöyle dediler: — Haris el-Muhasibi tasavvuf ile alakalı mevzulardan bahsediyor. Bunlara ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerden delil getiriyor. Onu dinlemek istemez misin?

    Ahmed bin Hanbel: — Evet, dinlemek isterim, dedi. Nihayet bir gece yanına gitti. Gece sabaha kadar sohbetini dinledi. Haris el-Muhasibi ve yanında bulunanlarda, dinen münasip olmayan bir şeye rastlamadı. Ahmed bin Hanbel, burada gördüklerini şöyle anlatmıştır: “Akşam ezanı okununca öne geçip namaz kıldırdı. Namaz kılındıktan sonra yemek yedi. Yemeğe oturdular. Haris el-Muhasibi hem konuşuyor hem yemek yiyordu. Zaten yemek yerken güzel şeylerden bahsetmek, sünnete de uygundur. Yemek yedikten sonra ellerini yıkadılar. Sonra, beraberce oturdular.

    Herkes yerini alınca: ‘Bir suâli olan var mı?’ diye sordu. Riya, ihlâs ve muhtelif hususlarda, sualler sordular. Suallere cevap verdi. Ayrıca delillerini de söyledi. Bu sırada gece bir hayli ilerlemişti. Birisine Kur’an-ı Kerim okumasını söyledi. Kur’an-ı Kerim okundukça ağlıyor, inliyor ve gözyaşları döküyorlardı. Kur’an-ı Kerim okuması bitince, Haris el-Muhasibi hafifçe dua yaptı, sonra namaza kalktı.” Sabah olunca, Ahmed bin Hanbel, Haris el-Muhasibi’nin faziletli bir zat olduğunu söyledi ve: “Hakikatin başı onların yanındadır.” buyurdu. Oğluna da şöyle nasihat etti: “Oğlum bu insanlardan ayrılma, onlarla beraber ol; bütün emirlerin başı (Allahu Zülcelal’in tanınması, zühd, vera ve güzel ahlak) bunlardadır.”

    Ahmed bin Hanbel (rahmetullahi aleyh) bir mezhep kurucusu büyük bir âlim olduğu halde, tasavvuf ehline karşı böyle güzel bir itikadı vardı. Siz, bizim zamanımızdaki bazı insanların ve bizden önceki insanların tasavvuf hakkında ileri geri sapıkça konuşmalarına bakmayın. Mezhep kurucusu olan Ahmed bin Hanbel gibi zatlar, yatsı namazının abdesti ile sabah namazını kılıyorlardı. Gecelerini devamlı ibadetle geçiriyorlardı.
    Kalpleri ve beyinleri münevverdi, nurluydu. Bu zamandaki tasavvuf karşıtı insanların kalbi de beyni de paslıdır. Kalbi ve beyni paslı olan bu insanlar, ilimden ve Kur’an’dan ne anlıyorlar ki tasavvuf ehli hakkında hüküm vermeye çalışıyorlar?

    Hâlbuki kalbi ve beyni münevver olanlar, tasavvuf ehli hakkında hep güzel sözler söylemişlerdir. Bizlere, Sâdâtı Kiram’ın himmeti altında, onlarla beraber yaşamayı nasip ettiği için Allahu Zülcelal’e yüz bin defa hamd-ü senalar olsun. Çünkü onlar, bize ışık ve rehber olmuşlardır. Allahu Zülcelal’in dostları avcı gibidirler. Avcı, ava gittiği zaman, nasıl bir şey avlıyorsa; Evliyalar da şeytanın pençesinde olan Allah’ın kullarını, Allahu Zülcelal’in yanına getirirler. Bir insan, ömrü boyunca sadece bir kişinin hidayetine vesile olsa, onu şeytanın ağzından kurtarıp alsa, o kimsenin hayrı bitmez.

    Seyda Muhammed Konyevi Hz. (K.S.)
    YA SUS YA KONUŞTUĞUN HAK OLSUN

  10. #110
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: Seyda Muhammed El Konyevi (K.S) efendimizin sohbetleri

    Teşekkür ederim abi Allah sendende razı olsun.


    Seni çok Özledim Annem

Sayfa 11/12 İlkİlk ... 9101112 SonSon

Benzer Konular

  1. Cevaplar: 1
    Son Mesaj: 04.07.09, 18:35
  2. 33 Yillik Şeyhİn Seyda Hz Ne İntİsabi
    By SiLa in forum Kıssadan Hisse
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 02.10.08, 08:40
  3. Seyda Muhammed El-Konyevi Hz (k.s.)
    By Reyhani in forum Sadatı kiram
    Cevaplar: 3
    Son Mesaj: 23.08.08, 10:51
  4. O Var O Var O Seyda
    By Konyevi Nisa in forum Menzil Şiirleri
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 02.07.08, 10:29

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •