***
DIŞARDA
Points: 155.310, Level: 100
Level completed: 0%,
Points required for next Level: 0
Overall activity: 0%
Achievements


Seyda Muhammed El Konyevi (K.S) efendimizin sohbetleri
Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: "Onların sözleri, sadece şöyle demekten ibaretti: ‘Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı bağışla; ayaklarımızı (yolunda) sabit kıl, kâfirler topluluğuna karşı bizi muzaffer kıl!" (Al-i İmran; 147)
Bu ayet-i kerimede, mümin olan kimseler için çok büyük bir müjde vardır. Allah-u Zülcelal’ın tövbe kapısı, öyle büyük bir merhamet ve nimet kapısıdır ki, biz bunun kıymetini maalesef bilmiyoruz.
İbadet yapmak, cenneti kazanmaya ve ebedi olarak orada kalmaya sebep olur. Birçok evliya sekarat esnasında ağlamışlardır. Onlara:
─ Niçin ağlıyorsunuz? Diye sormuşlar, onlar da şöyle demişlerdir:
─ Biz cennete girmekten ya da cehenneme girmekten dolayı ağlamıyoruz. İbadet yapma fırsatı elimizden gidiyor. Onun için ağlıyoruz.
Onun için pişmanlığın fayda verdiği zamanımız varken, pişman olalım. Yoksa pişman olmanın hiçbir menfaat vermediği zamana bırakırsak, hiçbir fayda elde edemeyiz.
Rivayet edildiğine göre, İsa Aleyhisselam çevresindekilere:
─ Buğday tanesi nerede biter? Diye sordu. Onlar da:
─ Buğday tanesi toprakta biter, dediler. O zaman İsa Aleyhisselam şöyle dedi:
─ Öyleyse, insan fakirlik ve zillet halinde olmazsa, onda hikmet ve menfaat bitmez. İnsan aynı toprak gibi olup, insanlara menfaat verirse ve Allah-u Zülcelal’in karşısında da fakirlik ve zillet halinde olursa, hikmet sahibi olur.
Bir kimse, önce Allah-u Zülcelal'in zikri ile meşgul olup daha sonra bu zikrinden gafil kaldığı zaman; Allah-u Zülcelal’in zikri ile meşgulken Allah'ın feyzi, nisbeti ve rahmeti o kimsenin üzerine gelir. Fakat O'ndan gafil olup halini değiştirdiği zaman, Allah-u Zülcelâl’in feyzi, nisbeti ve rahmeti de o kimsenin üzerinden kesilir.
Mademki, Allah-u Zülcelal’den başka yardımcımız yoktur, öyleyse kendimize biraz çekidüzen vermemiz lazımdır. Yoksa bir de bakarız ki Allah-u Zülcelal küçük bir hatamız yüzünden durumumuzu, halimizi değiştirivermiş. Ve Onun bu şekilde yapmasına mani olacak hiç kimse yoktur. Onun için çok dikkatli olmamız lazımdır.
İnsan Allah-u Zülcelal’e ne kadar yaklaşırsa yaklaşsın, sadece küçük bir hata ile de O'ndan o derece uzaklaşabilir. İnsanın hata yapmasının sebebi ise Allah-u Zülcelal’in kudret ve azametini idrak edememesinden dolayıdır. O'na karşı ne kadar da zayıf olduğunu bilmemesinden dolayıdır.
İnsan Allah-u Zülcelâl ile arasındaki durumdan ne kadar çok korkar, ne derece dikkat ederse, Allah-u Zülcelâl’ın yanında o kadar makbuldür.
Âta isminde bir zat şöyle demiştir: "Eğer bir ateş yakılsa ve bana da denilse ki; kim kendini bu ataşe atarak yok ederse, o kişi kıyamet gününde hesap vermeyecek. Ben kendimi ateşe atmak için daha ateşin yanına varmadan, ferah ve sevinçten ölmekten korkuyorum."
Buradan anlaşılıyor ki Âta ismindeki zat, kıyamet gününde hesap vermekten çok korkuyordu.
Allah-u Zülcelal Kerem Sahibidir
Bir insan, mert, cömert ve iyiliği olan birisi olduğu zaman nasıl bütün insanlar onu sevip, ondan bir şeyler talep ediyorlarsa, Allah-u Zülcelal de insanlarla kıyaslanamayacak kadar fazla kerimdir, cömerttir.
Bir haberde şöyle geçmektedir: "Bir kul, dünyada ‘Ya Kerim!’ dediği zaman, Allah-u Zülcelâl ona: ‘Ey kulum! Sen benim keremimi daha görmedin. Şu anda sen dünya hapsindesin. Ahirete geldiğin zaman cennette asıl keremimi göreceksin.’ diye hitap eder.”
İşte Allah-u Zülcelal bu kadar kerem sahibidir. Ve kıyamet gününde kullarına karşı keremi ile muamele edecektir, inşallah! Ama biz de kendimize biraz çekidüzen verip, ibadet yapmalıyız. Nefsimizi ibadetlere zorlamalıyız.
Üveys-i Havlani (rahmetullahi aleyh) şöyle demiştir: "Allah-u Zülcelal kuluna karşı öyle merhamet sahibidir ki, kulunun hatalarını dünyada kimseye göstermez. Ve onun kalbinde zerre kadar bir hayır varsa, kıyamet gününde onu mahrum etmez."
Üveys-i Havlani ibadethanesinde, camide, devamlı bir sopa bulunduruyordu. Bunun sebebini sordukları zaman:
"İnsanlar hayvanlara sopa ile vuruyorlar -haşa- ben onlardan daha layığım. Çünkü hayvanlar günahsız ve masumdurlar. Akılları yoktur. Onlara teklif yoktur (sorumlu değiller). Esasen ben bu sopaya daha layığım. Çünkü Allah-u Zülcelal bana akıl verdiği halde ben O'na karşı geliyorum." Diye cevap veriyordu.
Bakın, onlar nasıl düşünüyorlardı! Allah-u Zülcelal bize akıl verdiği halde, O'na asi olmamız, sopaya asıl bizim layık olduğumuzu gösterir, öyle değil mi?...
Üveys-i Havlani bir amelle ilgili olarak kendinde bir gevşeklik hissettiği zaman, yanında bulundurduğu sopa ile kendisine vuruyordu. Sopa ile kendisine vurarak, nefsini ibadet yapmaya zorlaması boşuna değildi. Tabi, o, Allah-u Zülcelal'e karşı böyle fedakâr olduğu için Allah-u Zülcelal de ona ikram ediyordu.
Allah-u Zülcelal’in Merhameti
Biz kendi halimizden ne kadar gafil olursak olalım, Allah-u Zülcelâl bizden asla gafil değildir. O'nun bizden hiç ayrılmayan melekleri vardır. Her insanın biri sağında diğeri de solunda olmak üzere, üstünde iki melek vardır.
Bir kimse vefat ettiği zaman, o melekler Allah-u Zülcelal’ın huzuruna giderler ve:
─ Ya Rabbi! Kulun dünyadan ayrıldı, biz nereye gidelim? Diye sorarlar. Allah-u Zülcelâl buyurur ki:
─ Göklerim meleklerle doludur. Yer de meleklerle ve insanlarla doludur. Hep Bana ibadet ediyorlar. Siz, Benim kulumun kabrinin üzerine gidin. Zikir, tespih ve tehlil yapın ve bunların sevabını da kıyamete kadar kuluma yazın.
Bakın! Allah-u Zülcelal kullarına karşı böyle şefkat ve merhamet sahibidir.
İnsanın ibadeti, zikri, sadakası onu ölüm esnasında, kabirde ve kıyamet gününde Allah-u Zülcelal'in azabından muhafaza ederler.
Bazı selefler şöyle demiştir: "Mümin kişiler sekarat esnasında meleklere derler ki: Onun ağzını koklayın. Melekler ağzını koklayınca, ağzından Kur'an kokusu gelir. O'nun kalbini koklayın derler. Melekler kalbini koklayınca kalbinden oruç kokusu gelir. Onun ayaklarını koklayın derler. Melekler ayaklarını koklayınca, ibadet için geceleri ayağa kalkma, cemaatlere gitme kokusu gelir. Nihayet o kişinin neresini koklarlarsa her yerinden ibadet kokusu gelir. O zaman melekler derler ki: ‘Sen kendini muhafaza ettin.
Allah-u Zülcelal de seni muhafaza etsin."
Kim Ne İsterse Allah Verecektir!
Bu sebeple, sekarat esnasında böyle iyi bir hale girebilmek için bütün âzâlarımızı ibadete yöneltmemiz lazımdır.
Allah-u Zülcelal bizlere; kendini zikretmemizi ve kalplerimizi O'na yönelterek, ahiret gününe gittiğimizde, tüm gerçekleri gördüğümüzde değil, daha bu dünyada iken o günleri düşünerek korkmamızı emretmektedir.
Peki, biz Allah-u Zülcelal'den ölünce mi korkacağız? O'ndan korkmamızın zamanı gelmedi mi? Daha vakit varken, ölümle burun buruna gelmeden, O'ndan biraz korkmamız lazımdır.
Anlatıldığına göre, Süfyan-ı Sevri (kaddesallahu sırrahu) bir gün annesine dedi ki:
─ Ey anne! Beni Allah-u Zülcelal’e hibe etmiyor musun? Beni O'na teslim et! Annesi de ona şöyle dedi:
─ Oğlum! Padişah'a köle verebilmek için o kölenin padişahın köleliğine layık olması lazımdır. Sen henüz Allah-u Zülcelal'e teslim edilmeye layık değilsin!
Bunun üzerine Süfyan-ı Sevri çok haya etti ve gidip evin bir odasına kapandı. Tam beş yıl zikir, ibadet yapmak suretiyle Allah-u Zülcelal’e ibadet yaptı. Bir gün annesi odasına girdiğinde gördü ki, ibadetin eseri, Allah-u Zülcelal'in nuru onun yüzünden fışkırıyor. Ve ona şöyle dedi:
"Ey oğlum! Sen Allah-u Zülcelal'in ibadeti ile meşgul ol. Ben seni unutmuyorum. Biz Allah-u Zülcelal'in huzurunda görüşeceğiz."
Bu nasıl anne, bu nasıl oğul!.. İşte bu şekilde olduğu zaman, insan kalben, ruhen, sırren çok seviniyor.
Çünkü onlar ebedü'l ebed olan hayatı istiyorlardı. Bu geçici olan dünyadan bir gün mutlaka ayrılacağız. Bunu hepimiz çok iyi biliyoruz. Tabi Süfyan-ı Sevri'nin annesi de manevi doktordu. Geçici olan hayatı hiç istemiyorlardı. İşte onlar da Allah-u Zülcelal'in kullarıydılar. Her kim olursa olsun samimi olarak isterse, Allah ona verecektir.
Kalp ile Tasdik Etmeliyiz
İnsan sadece zahiri olarak Allah-u Zülcelal'e yöneldiği zaman, onun ameli devamlı olmaz. Mutlaka manevi olarak da Allah-u Zülcelal'e yönelmesi lazımdır.
İman, hem zahiri hem de manevidir. Zahiri olarak dil ile kelime-i tevhid getirdiğimiz zaman, eğer bunu kalp ile de tasdik etmezsek iman etmiş sayılmayız. Çünkü Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin zamanında üç yüz kişi, bu kelime-i tevhidi dil ile söylemişlerdi ama kalben bunu tasdik etmedikleri için münafık idiler. O yüzden maneviyat insan için çok önemlidir.
İnsan kendisi ile Allah-u Zülcelal'in arasındaki durumu düzelttiği zaman, Allah-u Zülcelal de onu kendi kusurlarına muttali kılar. O kimse hiç kimseyle meşgul olmaz. Hatta başkalarının yaptıkları hataları dahi kendi hatası gibi bilir. Kendi kendine: "Eğer ben iyi olsaydım, o da iyi olacaktı." Diye hitapta bulunur. Yani, daima kendisini düzeltmek için bir gayretin içinde olur.
Peki, herkes böyle olursa, dünya cennet gibi olmaz mı? Ama biz başkalarının kusurlarıyla meşgul olduğumuz için zaten onları düzeltemiyoruz, onları düzeltemediğimiz gibi kendimiz de düzelemiyoruz. Bu da bizim için çok büyük bir zarardır.
Allah-u Zülcelal kendi fazlı ve keremi ile bizlere muamele etsin ve hepimize razı olacağı şekilde salih amel nasip etsin... (Amin)