ASHAB-I KEHF İÇİN TELATTUFUN SEBEBİ
– Mağarada uyandıklarında, ‘telattuf’un sebebi olarak Din’den döndürülmeyi değil de, öldürülmeyi öne almalarının sebebi nedir? Öldürülmekle sadece dünya hayatları gidecek; Din’den döndürülmekle, kendilerinin de ifade ettikleri gibi, ebedî hayatları mahvolacaktı?
Burada, öldürülme değil de, “recmetme” tabiri kullanılıyor, yani taşlama, taşa tutma. “Farkınıza varırlarsa, sizi taşa tutarlar” deniyor. “Taşa tutma”yı mutlaka öldürme manâsına almamak lâzım. Şeytan da “racîm”dir, taşlanmış, ama öldürülmemiş. O bakımdan, burada mecazî bir manâ da anlaşılabilir. Yani, insanları yalan, iftira gibi yollarla kirletme; bugün yaptıkları gibi, komplolarla, iftiralarla, düzme haberlerle birini halkın gözünden düşürme ve onun tesirini tamamen kırma. Bu da bir “recmetme”dir. Bana göre bu da, göz ardı edilmemesi gereken bir mahmil sayılabilir.
TEBLİĞ VE EBEDÎ AZABI HAK EDEN KÜFÜR
– Malûmunuz, “tebliğ”de ‘nihayet’ manâsı da var. Kur’an-ı Kerim’de bir âyet-i kerimede de, “Âyetlerimizi, Kur’an’ın veya İslâm’ın hak olduğu ortaya çıkıncaya kadar, onlara âfâkta ve enfüste göstereceğiz” buyuruluyor. Bu ölçüde tebliğ gitmeyen insanlara, Kur’an-ı Kerim’de ebedî azabı hak ettikleri anlatılan kâfirler olarak bakabilir miyiz?
Daha önce de bahis mevzuu olduğu gibi, bu mevzularda kesin bir söz söylemekten ben şahsen kaçınırım. Üstad’ın 2. Dünya Savaşı’nda ölen 15 yaşın altındaki çocuklar, yaşlılar, kadınlar münasebetiyle ifade buyurduğu husus çok önemlidir. Kendisine tebliğ gitmeyen, kendisinin de öğrenme imkânı olmayan insan, fetret devri insanı gibi sayılabilir. Hakkın kendisine tebeyyün etmesi derecesinde tebliğe muhatap olmayan insana da, hemen mutlak kâfir damgası vurulmamalı.
BARDAKTA KARIŞTIRILAN ÇAY,
ZAMANLA NEDEN DURUYOR?
Hocaefendi, çayını karıştırdıktan sonra, şöyle buyurdu:
Bir ara fizikçi arkadaşlara bir soru sordum: “Bardaktaki çayı karıştırdıktan sonra, çayın hareketi duruyor. Bu sadece, çayın kendi içindeki sürtünmeyle mi alâkalı, yoksa hava ve bardakla olan sürtünmenin de tesiri var mı?” Hepsi de iç sürtünmeye bağladı ama, ben tatmin olmadım. Mutlaka, bardağın dış çevresi ve hava ile olan sürtünmeyle de alâkası olmalı. Meselâ, dünyanın dengesinde, denizlerin karaları istilâ etmemesinde, dünyanın en azından ay ile olan münasebetinin bir tesiri var. Şimdi, esas konuya gelelim: İnsanlar hizmet ederken, hem kendi iç dünyalarını, hem yakın kapalı çevrelerini, hem de en geniş çerçevesiyle dış daireyi hesaba katmalılar. Dengenin muhafazası biraz da buna bağlı olsa gerek.
DİNİ, KÂİNAT GERÇEKLERİ ÇERÇEVESİNDE ANLATMAK
– Efendim, bu enteresan bir misal. Malûmunuz, Allah’ın insanların hayatı için koyduğu din ile, sosyolojinin kanunları ve Şeriat-ı Tekviniye dediğimiz, kâinat kanunları arasında mutabakat var. Bundan sonra dini, bilhassa bu mutabakat ve bunun prensiplerini nazara vererek anlatmak daha tesirli olmaz mı?
Bu mevzunun üzerinde yeri geldikçe durmaya çalıştım. Bu iş, evleviyetle ilâhiyatçılara düşüyor. Çok söyledim: bugün iyi bir ilâhiyatçı, kendi sahasını çok iyi bilmesi gerektiği gibi, fiziğin, kimyanın, biyolojinin, astrofiziğin kanunlarını da, en az genel kültür seviyesinde bilmesi lâzım. Çünkü bu saha da hakim olan, Allah’ın ‘Şeriat-ı Tekviniye’ adını verdiğimiz kanunlarıdır. Bunlar ile, dinin prensipleri arasında tam mutabakat vardır. Aynı prensipler, iki farklı sahada o sahaya göre şekil ve ifade almışlardır. İlimlere açılmış ve ilimlerle birlikte aklın söz sahibi olduğu günümüzde ve daha da fazla olacağı gelecekte, bunu başarmak mecburiyetindeyiz.
– Onlara, âyetlerimizi âfâkta ve enfüste göstereceğiz âyeti, bu konuda bir müjde sayılabilir mi?
Sayılabilir; ve inşa-Allah bu olacaktır da. Yetişen insanımız, ilmin kanunları ile Kur’an esasları arasındaki mutabakatları bulacak ve kaynak birliğini kavramış olmanın hasıl edeceği iz’anla, dönüp dinine sımsıkı sarılacaktır.
***