Sayfa 8/11 İlkİlk ... 678910 ... SonSon
102 sonuçtan 71 ile 80 arası

Konu: Yaşanmış İbretlik Osmanlı Hikayeleri

  1. #71
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Cevap: Yaşanmış İbretlik Osmanlı Hikayeleri

    ÖYLE BİR SULTANA..

    Habib Baba 4. Murad devrinin gizli kimsenin bilmediği Allah dostlarındandır. Yaşlıdır fakirdir gariptir. Fakat Rabbinin katında da alemlere denk bir değerin sahibidir.

    Yaşlı Habib Baba uzun bir kervan yolculuğunun sonunda İstanbul'a gelmiştir. Yolculuğunun tozunu yorgunluğunu atmak için bir hamama gider... Niyeti şöyle iyice bir keselenip paklanmak... Bedenini de ruhuna denk kılmaktır.

    Fakat hamamcı Habib Baba'yı içeri sokmak istemez.
    "Bugün" der "Sultan Murad'ın vezirleri hamamı kapattılar dışarıdan müşteri alamıyoruz."
    Habib baba üzülür... Rica minnet eder yalvarır...
    "Ne olursun" der "kimseye varlığımı belli etmem aceleyle yıkanır çıkarım. Bu tozlu bedenle Rabbim'e ibadet ederken utanıyorum. Binbir dil döker. Hamamcı ehl-i insaftır... Dayanamaz... Kabul eder... Hamamın en sonundaki odayı göstererek ...
    "Baba şu odada hızla yıkanıp çık para da istemem. Yeter ki vezirler senin farkına varmasınlar."

    Habib Baba sevinerek kendine gösterilen yere girer. Yıkanmaya başlar... Ve bu arada hamamcının karşısında yeni bir müşteri belirir. Boylu poslu genç yakışıklı biridir bu gelen. Onun da görünümü fakirdir... Ama sadece görünümü... İkinci müşteri kılık değiştirmiş 4. Murad'dır. O gün vezirlerinin topluca hamam alemi yapacaklarından haberdar olan padişah merak etmiştir.
    "Hele bir bakalım" demiştir "bizim vezirler hamamda benden uzakta kendi başlarına ne yaparlar nasıl eğlenirler?"
    Ve bu merak padişahı tebdil-i kıyafet ettirerek hamama getirmiştir.

    Az önce yaşananlar bir kez daha tekrarlanır...
    Hamamcı vezirler der almak istemez... Padişah ise ne olursun der bastırır ve padişah galip gelir... Habib Baba'nın yıkanmakta olduğu odayı göstererek genç padişahın kulağına fısıldar:
    "Şu odada bir ihtiyar yıkanıyor. Sende sar peştemali beline gir yanına... Beraber sessizce yıkanın bir an evvel çıkın... Ve ekler: "Aman ha! Vezirler varlığınızı bilmesinler."
    Sonra 4. Murad'da Habib Baba'nın yanına süzülür. Beraber sessizce yıkanmaya başlarlar.

    Bu arada hamamın büyük salonundan gelen tef dümbelek şarkı türkü sesleri ortalığı çınlatmaktadır...
    Habib Baba'nın gözü genç hamam arkadaşının sırtına takılır. Biraz kirlenmiş gibi gelir ona... Allah hikmeti gereği dostuna o yanındakinin tedbil-i kıyafet etmiş padişah olduğunu ilham etmemiştir...
    Ve yanındakini görüntüsüne uygun kendi gibi fakir bir delikanlı zanneden Habib Baba yumuşak bir sesle konuşur:

    "Evladım" der "Sırtın fazlaca kirlenmiş müsade edersen bir keseleyivereyim."
    Padişah aldığı bu teklif karşısında şaşkınlaşır ve bü yük bir haz duyar... Haz duyar çünkü ömründe ilk defa biri ona padişah olduğunu bilmeden sırf bir insan olarak karşılık beklemeksizin bir iyilik yapmayı teklif etmektedir.
    Memnuniyetle Habib Baba'nın önünde diz çökerken: "Buyur baba" der "ellerin dert görmesin"
    Bu arada içerideki alemin sesleri hamamı çınlatmaya devam etmektedir. Habib Baba 4. Murad'ın sırtını bir güzel keseler... Fakat padişah kuru bir teşekkürle yetinmek istemez.. Ne de olsa insandır ve o da her insan gibi kendine yapılan iyiliklerin kölesidir.

    "Baba" der "gel bende senin sırtını keseliyeyim de ödeşmiş olalım." Habib Baba teklifin kimden geldiğinden habersiz tebessümle;
    "Olur evlad" deyip Sultan'ın önünde diz çöker. Bu arada Sultan Murad kese yaparken bir yandan da Habib Baba'yı yoklar ağzını arar...

    "Baba" der "görüyor musun şu dünyayı... Sultan Murad'a vezir olmak varmış... Bak adamlar içerde tef dümbelek hamamı inletiyorlar sen ve ben ise burada iki hırsız gibi..."
    Habib Baba Sultan Murad'ın cümlesini tamamlamasına fırsat bile bırakmaz kendi hükmünü söyler... Sultan Murad'ın Habib Baba'dan duydukları ağzı açık bırakıp keseyi elden düşürten cinstendir.

    "Be evladım" der Habib baba "Sultan Murad dediğin kimdir? Sen asıl Alemlerin Sultanı'na kendini sevdirmeye bak ki O seni sevince sırtını bile Sultan Murad'a keselettirir...
    :rolleyes:

  2. #72
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Cevap: Yaşanmış İbretlik Osmanlı Hikayeleri

    HUZUR VE SAÂDETİN KIYMETİ

    Bir pâdisâhın acemi bir kölesi vardı. Bir gün bu köle ile gemiye binmişti. Köle o zamana kadar hiç gemiye binmemiş ve deniz görmemişti. Gemi yolculuğunun bir takim sıkıntıları ve zorlukları vardı. Köle gemi limandan ayrıldığı andan itibaren titremeye başladı. Ne yaptılarsa köleyi sâkinleştiremediler.

    Gemide âlim bir kişi vardı. Hükümdâra; "Müsaâde ederseniz ben onu susturayım" dedi. Hükümdar da o zâta izin verdi. O zât köleyi denize attırdı. Köle birkaç kere suya battı çıktı. Geminin bir tarafına can havliyle tutundu. Onu saçından tutup gemiye aldılar. Bu olaydan sonra köle kösesinde sessiz ve sâkin oturdu. Hükümdar âlimden bu isin hikmetini sordu. O da; "Köle suya girmeden evvel gemideki selâmetin kadrini ve kıymetini bilmiyordu. İşte huzûrla saâdet ve sıhhat de böyledir. Huzûr içinde yasayan mesûd olan bir felâkete uğramadıkça o huzûr ve saâdetin kıymetini bilmez. İnsan hasta olmadıkça da sağlığının kıymetini bilmez" dedi.
    :rolleyes:

  3. #73
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Cevap: Yaşanmış İbretlik Osmanlı Hikayeleri

    ORHAN GAZİNİN NİLÜFER HATUNLA EVLENMESİ

    Osman Gâzî düğüne dâvet edilmişti.. Bilecik Tekfûru evleniyordu. Yarhisar Tekfûru'nun 13 yaşındaki kızı güzel Helofira'yı alıyordu. 1299 yıllarında Güzel Anadolumuz'a Selçuklu Türkleri hâkimdi. İstanbul ve civârında yaşayan Bizans İmparatorluğu'nu yıkmak için durmadan çalışırlardı. Bunun için taâ İstanbul'a kadar uç kuvvetler gönderilirdi. Osman Gâzi bu uç beylerinin en cesuruydu. Oğuz Türkleri'nin 24 boyundan biri olan Kayıların başbuğu idi. Selçuklu Sultânı kendisine Söğüt Kasabası'nın Domaniç Dağlarını da vermişti. İstanbul civârında bulunan bir çok kale ise Bizans'ın elinde idi. Her kalenin başında Tekfur isimli bir kumandan mevcuttu. Bizans İmparatorluğu'nu korumaya ve kurtarmaya çalışıyorlardı. Osman Gâzî gözüpek adamlarıyla Bizans'a ve tekfurlarına kan kustururdu. Ondan çok çekinirlerdi. Bilecik Tekfuru da pek korktuğu Osman Bey'i kendi düğününe dâvet etmek zorunda kalmıştı. Fakat bu dâveti kendisi yapamamıştı. Eskiden Tekfur olan ama Osmanlılar'ın adâletini gördükten sonra Müslümanlığı seçen Köse Mihâl'e ricâ etmişti.Mihâl Bey Müslüman olduktan sonra sayısız kahramanlık göstermiş ve kendisine 'Gâzî Mihâl' adı verilmişti. Düğün dâvetini duyan Osman Bey gülümsedi. Gene de hayret etmişti:
    -Ne dersin Mihâl?.. Bu keferenin bizi dâvetten maksadı ne ola?..
    -Beli Beyim maksadı fesatlıktır.
    -Bilecik'te adamların çaşıtların var mıdır?
    -Hemi de sarayın tam göbeğinde.
    -Onlar ne fısıldar?
    Mihâl Bey sesini yavaşlatarak :
    -Niyetleri düğünde seni zehirlemekmiş Beyim.
    Kara Osman'ın kara kaşları çatıldı. Boynundaki şah damarı kabardı. Fakat hiddeti çok sürmedi.
    -Biz de bunu beklerdik. Lâkin her işte bir hayır vardır. Sen hele yoldaşlarımızı candaşlarımızı bir çağır bakalım. Onlar ne tedbir düşünürler? Meşveret gerekir.

    Biraz sonra otağ aşîret beyleriyle dolmuştu. Herkesin geldiğini gördükten sonra Osman Bey ayağa kalktı. Ayakta iken elleri dizlerinden aşağı sarkardı. Çok heybetli ve tatlı dilli idi. Arkadaşlarının ayrı ayrı gözlerine baktı. Sonra kısaca vaziyeti anlattı. Beyler hep onu dinliyorlardı. Bitince sordu:

    -Akça Koca... Sen ki babam cennetlik Ertuğrul Gâzî ile bunca yaş yaşamışsın bunca cenge girmişsin. Bu kâfir Tekfûr'a ne tedbir buyurursun?
    Ak saçlı Akça Koca'nın cevâbı kesindi:
    -Buyruk senindir Beyim.
    -Tedbirini bağışla Akça Kocam...
    -Hele öteki beyleri de bir dinlesek Kara Osman'ım.
    Dediği gibi oldu. Meşverete katılan Abdurrahman Gâzî Satuk Alp Kara Mürsel Uytuğ Alp Samsa Çavuş Turgut Alp Gâzî Mihâl ve Konur Alp Beyler dinlendi. Konuşarak danışarak güzel bir karara vardılar. Sonunda Osman Gâzî Mihâl Bey'e buyruğunu bildirdi.

    -Hemen Tekfûr keferesine varup dâvetten ziyâde memnun olduğumuzu bildiresin. Hak nasîb eyler ise düğüne gelmek istediğimizi ilâve edesin. Götüreceğim 2 tiftik sürüsünü de hediye olarak kabûl etmesini söyleyesin.
    -Can baş üstüne Beyim...
    -Velâkin artık yaz geldiğini Bileciğe kadar vardıktan sonra Domaniç Yaylası'na geçmek istediğimizi bildirip ruhsat isteyesin.
    -İsterim Beyim.
    -Sor bakalım harem halkımız kadınlarımız kızlarımız düğüne ağırlık olur mu?
    -Ne ağırlığı Beyim? Kâfir sizi zehirledikten sonra kadınlarınızı kızlarınızı da câriye yapmayı düşler mutlakâ.
    -Sen sor hele! Tedbirde kusur gerekmez.
    -Sorarım Beyim sorarım. Fakat önce 40 sandık düğün hediyesinden bahsetsem?
    -Doğru dersin Mihâl Bey. Asıl düğün hediyemizin tam 40 sandık doldurduğunu önceden söylemelisin. Sakın unutma kendi gözlerinle sandıkları saydığını ilâve et.
    -Unutur muyum Beyim?

    Bilecik Tekfûru tiftik sürülerini görünce deliye dönmüştü. Fakat onu asıl sevindiren şey Kara Osman'ın tuzağa düşmesiydi. Hele arkadan gelecek 40 sandık düğün hediyesini de duyunca keçi sakalı titredi. Böylesini Bizans Kayseri bile göndermezdi.
    -Doğru mu dersin bre Mihâl? Hakîkaten 40 sandık hediye getirir mi bu Türkmenoğlu?
    -Gözlerimle gördüm. Sandıklar tam 40 tâneydi.
    -Vay canına! Fakat gene de anlayamıyorum. Bu kadar ağırlığı nîçin göze almışlar?
    -Nîçin almasın haşmetlim? Buradan yaylaya Domaniç dağlarına geçecekler ya... Haremindeki 40 hâtunu da berâber getirdiği için 40 sandık hediyeyi gözden çıkarmış Osman Bey. Düğünde sana yük olmak istemez. Sonra şânına lâyık bir armağan vermesi gerkemez mi?

    Bunları işiten Tekfûr'un gözleri parlamıştı. Tam Mihâl Bey'in tahmin ettiği gibi kadınları nasıl köle yapacağını düşünüyor olmalıydı.
    -Gelsinler gelsinler... dedi. Biz de onlara öyle bir ağırlama merâsimi yaparız ki cümle âleme şân olur. Muhteşem Bizans İmparatorum Palaologos Hazretleri bile hayrette kalır.

    Söğüt Kasabası'nda gizli ve heyecanlı bir hazırlık vardı. Düğüne gidilecekti... Kararlaştırıldığı gibi büyük boyda 40 tâne sandık hazırlandı. Pırıl pırıl cilâlı bu hediye sandıklarına çok îtinâ ediliyordu. Hepsine altın süslemeler ve gümüş çiviler çakıldı. Her birinin yan tarafına küçük delikler açıldı. O deliklerden kırmızı beyaz ve pembe tüller sarkıtıldı. Düğün evine gitmeye lâyık şekilde süslendi. Nihâyet içlerine hediyeleri de kondu. Türkmen nineleri ise haremdeki 40 yörük hanımını süslediler donattılar. Düğüne hazır hâle getirdiler. Öğleye doğru kâfile yola çıktı. 40 sandık hediye ve 40 Türkmen hâtunu Bilecik'te sabırsızlıkla bekleniyordu. Osman Gâzî beyaz atıyla Tekfûr sarayına girince herkes hayret etmişti. Çünkü yanında sâdece üç arkadaşı bulunuyordu. Bunlar Abdurrahman Gâzî Konur Alp ve Akça Koca Beylerdi.

    Tekfûr onları yapmacık bir nezâketle karşıladı. Düğün ziyâfetine buyur etti. Ortalığı zâten şölen etlerinin kokusu kaplamıştı. Misâfirleri kayınpederiyle tanıştırdı. İhtiyâr Yarhisar Tekfûru da şaşalamıştı. Öyle ya... Bizans'a kan kusturan meşhur Osman Gâzî bu kadar tedbirsiz bu kadar hatâlı olabilir miydi? Kendi ayaklarıyla ölümüne koşar mıydı?

    Herkes böyle birbirini süzerken Büyükkapı tarafından gürültüler duyuldu. Sevinç çığlıkları arasında yeni dâvetliler göründüler. Meğer Mihâl Bey 40 sandık düğün hediyesini ve hâtunları getirmişti. Harem halkıyla birlikte orta avluya geçtiler. Prensesler ve saray kadınları yeni misâfirleri ağırlamak için koşuştular. Gelenler daha çok 13 yaşındaki güzel gelini merâk ediyorlardı. Gelin hanım nedense şaşkın ve üzgün görünüyordu. Kadınlar için orta avluya masalar hazırlanmıştı. Osman Bey hâtunlarla aynı masada oturmadığı için onlar ayrı yerde ağırlanıyordu. Tam bu sırada Osman Gâzî'nin gür sesi ortalığı kapladı:
    -Yâ Allah Bismillâh Allâhüekber!..

    Besmele çekilmişti buyruk verilmişti. Orta avludaki 40 Türkmen kızı bu sesi duyar duymaz şalvarları arasından eğri kılıçlarını çektiler. Başlarındaki takma saçları tülleri peçeleri de atınca ortaya 40 Osmanlı bahâdırı çıkmaz mı? Prenseslerin düşeslerin halayıkların çığlıkları arasında dış avluya hamle ettiler. Bu sırada Mihâl Bey de hediye sandıklarını açıyordu. Her sandığın içinden eğri palalı pala bıyıklı Osmanlı levendleri fırlayıverdiler... Ortalık ana baba gününe dönmüştü. Şövalyeler subaylar ve askerler çoktan pes etmişlerdi. Zâten dövüşemeyecek kadar sarhoştular. Belki zindanlarda sarhoşluktan ayılırlardı. O zaman ne olduğunu her halde anlarlardı.

    Bilecik Tekfûru'nu sakalından yakalayan Konur Alp kılıcı havada seslendi.
    -İzin ver Beyim şu keferenin kellesisini uçurayım.
    Osman Gâzî başını iki yana salladı.
    -Olmaz Konur Alp olmaz. Biz buraya düğüne geldik düğün henüz bitmedi ki...
    Ele geçen ganîmet savaşçılar arasında hemen oracıkta taksîm ediliyordu. Bunların en güzeli de Osman Gâzî'nin oğlu Orhan Gâzî'ye düştü. Teliyle puluyla güzel gelin Helofira Nilüfer adını aldı. 18 yaşındaki Orhan Bey'le evlendiler. Çok mesut bir hayat yaşadılar.

    Cafer EROĞLU
    :rolleyes:

  4. #74
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Cevap: Yaşanmış İbretlik Osmanlı Hikayeleri

    "CİHÂN PÂDİŞÂHI" DEDİĞİN BÖYLE OLMALI!...


    Dördüncü Murad Üçüncü Selim ve İkinci Mahmud Osmanlı döneminin iz bırakan Pâdişâhları arasındadırlar. Dördüncü Murad iç isyanları bastırma konusunda gösterdiği kararlıkla ve Bağdat'ı fethetmesiyle Üçüncü Selim ve İkinci Mahmud da daha çok yenilikleriyle ön plana çıkmışlardır. Ama biz burada onları bir başka yönleriyle tanımak istiyoruz. Mesela Dördüncü Murad'ın iyi bir sporcu olduğunu biliyor muydunuz?..

    İyi kılıç kullanan iyi ok ve mızrak atan Dördüncü Murad bunu çok çalışmasına ve düzenli olarak spor yapmasına borçluydu. Ağırlık kaldırmada üstüne yoktu ve 260 kiloya yakın gürzlerle idman yapardı. Böyle olunca da pazuları ve kasları oldukça gelişmişti. İri yarı güçlü kuvvetli bir adam olan Silahdarlık görevinde bulunan Musa Paşa'yı kuşağından kavradığı gibi havaya kaldırıp dolaştırdığı ve hiç yorgunluk duymadığı biliniyor.

    Zamanın Hind elçisi bir gün Dördüncü Murad'a gergedan derisinden yapılma bir kalkan getirir ve bu kalkana kurşun ve ok işlemediğini söyler. Dördüncü Murad bunu denemek ister ve kalkanı uygun bir yere koydurduktan sonra "harbe" adı verilen kısa mızrağı fırlatır. Harbe bu kalkanı deler geçer. Hemen ardından yayıyla gerdiği okunu fırlatır ve kalkanı yine deler. Hind elçisinin mahçubiyetini düşünebiliyor musunuz?

    Derler ki Dördüncü Murad'ın fırlattığı ok tüfek mermisinden daha hızlı giderdi. Nitekim Okmeydanı'nda fırlattığı ok 706.5 metre uzağa gitmiş oraya Dördüncü Murad adına bir nişan taşı dikilmiştir.

    Peki ya Üçüncü Selim'le İkinci Murad?

    Dördüncü Murad döneminde belki okçulukta "dünya rekoru" sözü edilmiyordu ama Üçüncü Selim bu konuda dünya rekortmeni olarak adını tarihe yazdırmayı başardı. 1798 yılında ve Üçüncü Selim 37 yaşında iken yayını ayağı ile gerdirdikten sonra oku fırlatıyor ve bu ok tam 888 metre 86 santim uzağa düşüyor. Bu "dünya rekoru" olarak tescil ediliyor. Aradan 161 yıl geçiyor ve Amerikalı Don Lauvre Üçüncü Selim'in bu rekorunu kırmak istiyor. Büyük iddialarla herkesi başına topluyor; ayağıyla yayı geriyor geriyor ve okunu fırlatıyor ama bu ok ancak 856 metre 91 santim uzağa düşüyor. Yani Üçüncü Selim'in fırlattığı mesafeden yaklaşık 32 metre daha az!

    Don Lauvre bir de ayakta atış yapıyor ve bu atışta ok 777 metre 85 santim uzağa düşüyor. Oysa 1808 yılında Osmanlı tahtına çıkan İkinci Mahmud Amerikan elçisinin de bulunduğu bir törende oku 792 metreye fırlatmıştı.

    Demek ki oturarak ve ayakta gerdirilen yayla ok atışında dünya rekoru Üçüncü Selim'e ayakta yapılan atışta da İkinci Mahmud'a ait.

    Sözün başında "Cihân Pâdişâhı dediğin böyle olur" demiştik...

    Gerçi "Cihân Pâdişâhlığı" dönemi yavaş yavaş sonra eriyordu ama "devletin ölümü" bile farklıydı ve işte böyle dosta - düşmana parmak ısırtan güzellikler de yaşanıyordu.


    (Cafer EROĞLU)
    :rolleyes:

  5. #75
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Cevap: Yaşanmış İbretlik Osmanlı Hikayeleri

    SİZ BU ORDUYU YENEMEZSİNİZ!...

    Kanuni Sultan Süleyman Han haçlı saldırılarına son vermek için ordusuyla sefere çıkmıştı. Ordu ağır ağır ilerliyordu. Yol dar olduğundan ordu mecburen bağların içinden geçiyordu. Hava çok sıcak olduğundan asker susuzluktan kıvranıyordu.
    Çok güzel üzümleri bulunan bir bağdan geçerken askerin biri dayanamayıp bağdan bir salkım üzüm kopararak biraz olsun susuzluğunu giderdi. Sonra da asma ağacına yediği üzümün çok üzerinde bir para bağlayarak yoluna devam etti.

    Çok geçmeden mola verildi. Asker kan ter içinde bir köylünün koşarak geldiğini gördü. Hıristiyan köylü ısrarla Padişah ile görüşmek istiyordu. Köylüyü Kanuni’nin huzuruna götürdüler. Kanuni sordu:
    - Nedir bu hâlin kan ter içinde kalmışsın yoksa askerler sana zarar mı verdi?
    - Ben şikayet için değil memnuniyetimi bildirmek için geldim. Böyle bir askeri böyle bir komutanı tebrik etmemek insafsızlık olur.

    - Askerlerim sizi memnun edecek ne yapmışlar?
    - Askerleriniz bağdan geçtikten sonra asmanın dalında bağlı bir kese gördüm. İçini açtığımda para vardı. Dikkatli baktığımda bir salkım üzümün koparıldığını gördüm. Anladım ki koparılan üzümün parası olarak bırakılmış. Sizde böyle güzel ahlaklı asker olduğu müddetçe sırtınız yere gelmez.

    Kanuni derhal o askerin bulunmasını emretti. Hıristiyan köylü bu askere ne gibi mükafat verecek diye merakla beklemeye başladı. Nihayet asker bulunup Padişahın huzuruna getirildi. Kanuni (Niçin izinsiz iş yaparsın? Parası verilmiş olsa bile sahibinden habersiz mal almanın caiz olmadığını bilmiyor musun?) diye askeri azarladı. Sonra da (Bu asker derhal ordudan uzaklaştırılsın) diye emir verdi.

    Hıristiyan köylü heyecanla Kanuni’ye sordu:
    - Ben bu askerin mükafatlandırılması için gelmiştim siz onu niye cezalandırdınız?
    - Kursağında haram lokma bulunan bir askerle zafer kazanılmaz. Bunun için ordudan attım. Eğer aldığı üzümün parasını bırakmamış olsaydı zalimlerden olurdu. İşte o zaman kellesini bile zor kurtarırdı...

    Aynı ordu Belgrat yakınlarında yine mola vermişti. Askerler susuzluklarını gidermek abdest almak için çeşme arıyorlardı. Bir manastırın yakınında çeşme bulup ihtiyaçlarını giderirken rahip birkaç rahibeyi iyice süsleyip çeşmenin başına gönderdi. Kadınların geldiğini gören askerler hemen çeşmenin başından çekilip sırtlarını döndüler süslü kadınlara yan gözle bile bakmadılar.

    Bu durumu uzaktan ibretle seyreden rahip hemen Haçlı kumandanına şunları yazdı: “Siz bu ordu ile nasıl başa çıkabilirsiniz? Bunlar kadına-kıza mala-mülke önem vermiyorlar. Bütün mal ve mülklerini feda ederek Allah yolunda savaşıyorlar. Herkese karşı iyi davranıp kimseye zulmetmiyorlar.
    Siz onlardaki bu özellikleri ortadan kaldırmadan onlarla savaşırsanız canlarınızdan ve mallarınızdan mahrum kalacağınız açıktır. Kendinizi ölüme atmayınız!
    :rolleyes:

  6. #76
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Cevap: Yaşanmış İbretlik Osmanlı Hikayeleri

    ASİL RUH


    1854 senesi kış aylarında Silistre kalesini muhasara eden Ruslar bir avuç Osmanlı askeri karşısında zor durumlara düşmüşlerdi. Ağır kış şartlarında erzakları tükenmiş çoğu açlık ve soğuktan kırılıyordu. Zabitlerine:

    -Açız!... ekmek ekmek... diye bağırdıklarında zabitler:

    -İşte kale... zaptedin orada karnınızı doyurun... diye cevap veriyorlardı. Nihayet aç kalan Rus askerleri Osmanlı siperlerine yanaşarak:

    -Ekmek... diye cılız ve sararmış ellerini uzatıyorlardı. Osmanlı askeri de asil ruhlarını isbat etmek için süngülerinin ucuna ekmek takıp Rus siperlerine uzatıyorlar ve kanlarına susamış olan Rusların aç karınlarını doyuruyorlardı. Bu iyiliklerine Rusların verdiği cevap ise şu oldu:

    Şehri zaptedemiyeceklerini anlayınca yağlı paçavraları ateşe verip şehre fırlatarak yangınlar çıkardılar. Bu yangınlar bir felaket halini aldı. Tam bu sırada gelen bir derviş:

    -Ey Müslümanlar korkmayın!... Moskof Kadir gecesi kaçacak Müslümanlar muzaffer olacaktır diyerek askerin maneviyatını arttırdı. Hakikaten ertesi gün Kadir gecesiydi ve Ruslar bütün ağırlıklarını alarak Silistre muhasarasını bir müddet için bırakıp mağlup bir vaziyette gittiler. Silistre müdafileri de kale burçlarından ezanlar okuyarak zafer şenlikleri yaptılar.


    Cafer EROĞLU
    :rolleyes:

  7. #77
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Cevap: Yaşanmış İbretlik Osmanlı Hikayeleri

    HİÇ OLMAK

    Devrin valisi emrindeki yöneticiler ile atının üstünde şatafat içinde girer şehre... Yol kenarlarında insanlar iki büklüm el pençe divan selamlarlar valiyi... Bütün bu şatafatlı itaat gösterileri arasında valinin gözleri bir sokağın köşesinde yere çökmüş olan ve etrafındaki hiçbir şey ile ilgilenmeyen bir adama takılır.

    Perişan kılıklı saçı sakalına karışmış bu adamın olduğu yere sürer atını vali... Atının üstünden inmeden vakur ve sert bir ses tonu ile bağırır adama:

    - Behey adam herkes benim şehre gelişimi el pençe karşılarken sen kimsin ki yerinden bile kıpırdamıyorsun?

    Perişan kılıklı adam istifini hiç bozmadansakallarının ve uzun saçlarının arasından belli belirsiz gözüken gözlerini valiye çevirerek :

    - Ben hiçim... Der.

    Vali daha da hiddetlenir:

    - Ne demek hiç senin bir adın şanın unvanın yok mu bre adam? Der...

    - Senin var mı? Der bu kez adam... Vali iyice şaşırır ama cevaplar:

    - Gafil adam nasıl anlamazsın ben valiyim. Der. Adam aynı ses tonu ile sorar yine:

    - Peki daha sonra ne olacaksın?

    - Sadrazam olacağım. Der vali.

    - Peki daha sonra?

    - Padişah olacağım...

    - Peki ya daha sonra?

    Kısa bir an duraksar vali ve;

    - Hiç... Der.


    Cafer EROĞLU
    :rolleyes:

  8. #78
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Cevap: Yaşanmış İbretlik Osmanlı Hikayeleri

    ÇARIKLI KURMAY

    Soğuk bir kış gününde padişah başveziri ile birlikte tebdili kıyafet ederek halkının ne halde olduğunu nasıl yaşadığını kontrole çıktı. Yolları üzerinde donmak üzere olan bir nehir kenarında aksakallı bir ihtiyarın bir işle meşgul olduğunu görüp yanına gittiler. Padişah selam verdi:

    - Esselamu Aleyküm ya pir-ü peder!

    Yaşlı adam gelenleri şöyle bir süzdükten sonra cevap verdi:

    - Aleyküm selam Cihana Server.
    - Ne iş yaparsın bu soğukta?
    - Deri debbağlarım efendim.
    - Altılarda ne yaptın?
    - Altıya altı eklemeden otuz ikiye yetiştiremiyoruz.
    - Geceleri kalkmadın mı?
    - Kalktım; ama ellere yaradı.
    - Sana bir kaz yollasam yolar mısın?
    - Siz gönderin icabına bakarız.

    Konuşma bu şekilde sona erdikten sonra vezirin şaşkın bakışları altında padişah ihtiyara veda edip yeniden yola koyulur. Vezir padişah ile ihtiyarın konuşmalarından hiçbir şey anlamamıştır. Sonunda dayanamaz ve padişaha sözlerin anlamını sorar. Padişah da "O kadar çok merak ediyorsan git öğren." der.

    İhtiyara giden vezir onunla konuşmaya başlar:

    "Biz kılık değiştirerek halktan biri gibi dolaşıyorduk. Sen benim yanımdaki adama 'Aleyküm selam cihana server.' diyerek onun padişah olduğunu nasıl anladın?"

    İhtiyar açıklamak için bir kese altın istedi. Sonra devam etti:

    - Padişah gerçekten padişah gibi giyinmemişti sırtındaki kürk eskiydi. Ama eskiliğine rağmen öylesine soylu idi ki anca bir padişah eskitmiş olabilirdi.

    Vezir:

    - Padişah sana altılarda ne yaptın? diye sordu. Sen de 'altıya altı eklemeden otuz ikiye yetiştiremiyoruz' derken neyi kastettin?"

    İhtiyar cevap vermek için bir kese altın daha aldıktan sonra devam etti:

    - Padişah bana altılarda ne yaptın? derken altı ay yazın ne yaptın da bu soğukta çalışıyorsun demek istedi. Ben de ona 'Altıya altı katmadan otuz ikiye yetiştiremiyoruz.' dedim altı ay yaza altı ay kışı eklemeden yani kışın da çalışmadan otuz iki dişimize yetiştiremiyoruz yani karnımızı doyuramıyoruz demek istedim."

    Vezir:

    - Padişah sana geceleri kalkmadın mı? Diye sordu Sen de 'Kalktım; ama ellere yaradı.' diye cevap verirken demek istedin?"

    İhtiyar bir kese daha altın aldıktan sonra suali cevapladı:

    - Padişah bana geceleri kalkmadın mı? Demekle Çoluk çocuğun yok mu? Demek istedi. Ben de ona

    "Kalktım; ama ellere yaradı" derken çocuklarım oldu; ama hepsi kız evlenince bana değil kocasına yardım eder oldular. Dedim.

    Vezir:

    - Pekâlâ padişah 'Sana bir kaz yollasam yolabilir misin?" demekle neyi kastetti?

    İhtiyar gülerek:

    - Sizi gönderdi ya efendim.


    :rolleyes:

  9. #79
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Cevap: Yaşanmış İbretlik Osmanlı Hikayeleri

    ABDESTSİZ NÖBET TUTMAM

    Sultan İkinci Abdülhamid Han zamanında sarayda gece gündüz nöbet tutan hassa askerleri vardı. Bu nöbetçilerin geleneksel olarak geceleyin bir seslenişleri yankılanırdı etrafta:

    - Kimdir o?

    -Kim var orda?..

    Hiç kimse yoktur ama onlar sanki birilerini görüyormuş gibi belli aralıklarla hep seslenirlermiş... Böylece devamlı uyanık durduklarını ve vazife başında olduklarını duyururlarmış. Ayrıca bu askerler her saat başı nöbeti başka arkadaşlarına devrederlermiş. Abdülhamid Han bir gece yine nöbet yerinden sesler duyar.

    Padişah:

    - Kimdir o?

    - Kim var orda?.. Aradan 1 saat geçmesine rağmen yine aynı ses bağırır:

    - Kimdir o?

    - Kimdir var orda?..

    Padişah'ın dikkatini çeker. Bu ses bir saat geçtiği halde değişmemiştir. Halbuki her saat başı nöbetçi değişmelidir. Bir müddet bekler ve tekrar sese dikkat kesilir. Hayret ses önceki sestir. Nöbetçi niçin değişmemiştir? Sultan Abdülhamid Han hemen ilgilileri çağırtır ve durumu öğrenmek istediğini söyler. Çünkü kendisine karşı düzenlenmiş müthiş bir bombalı suikasttan kıl payı kurtulmuştur. Ve bu olay daha çok yenidir. Acaba yine bir Ermeni oyunu mu tezgâhlanıyor?

    Biraz sonra saatinde değişmeyen nöbetçi Padişah'ın huzurundadır. Heyecan ve korku ile yüzü yerde beklemektedir.

    Padişah sorar:

    - Sen kaç saattir nöbettesin?

    - Bir buçuk saate yaklaştı Hünkârım.

    - Niçin saat başında vazifeni devretmedin?

    - Hünkârım benden sonraki arkadaş rica etti onun yerine de nöbet tutuyorum.

    - Niçin? Neden usulü çiğniyorsun?

    O yiğit Mehmetçik utançla indirir mübarek başını. Ürkekliği iyice artar söylemek istemez. Fakat Padişah'ın ısrarı üzerine şöyle konuşur:

    - Padişahım benden sonraki nöbetçi ihtilâm olmuş. "Ben bu halde iken Halife-i Müslimîn'in korunmasında vazife alamam. N'olur sen benim yerime de nöbet tut sonra da ben senin yerine tutarım." dedi. Ben de kabûl ettim.

    Mehmetçiğin bu inceliği Sultan Abdülhamid Han'ın çok hoşuna gider. Sabahleyin hemen gusülsüz nöbet tutmayan askeri huzuruna getirtir. Geceki davranışından duyduğu Memnuniyetini ifade eder.

    Cafer EROĞLU
    :rolleyes:

  10. #80
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Cevap: Yaşanmış İbretlik Osmanlı Hikayeleri

    FATİH'İN HALKINI İMTİHANI

    Hazreti Fatih Sultan Mehmet istanbul'u fethetme plânları yapıyordu. Daha henüz 21 yaşında bulunan hükümdar istanbul'un fethine girişmeden önce halkını imtihan etmek istemişti. Sabahın erken saatlerinde tebdili kıyafet ederek
    Osmanlı'nın başşehri olan Edirne'de çarşıya çıktı.

    Çarşının bir tarafından girip alış - veriş yapmaya başladı. Birinci dükkâna varıp birşey aldı. İkinci bir şey istediğinde dükkân sahibi vermedi.. Fatih'i tanımıyordu dükkân sahibi. Fatih Hazretleri mal olduğu halde neden vermediğini sordu.

    Adam:

    — Ben sana bir şey satmakla sabah siftahımı yapmış oldum ikinci alacağını da karşıdaki dükkândan al. Çünkü o henüz siftah etmemiştir dedi.

    Fatih memnun olmuştu. Öbürüne vardı bir miktar mal aldı... İkincisini istediğinde o da vermeyip komşu dükkâna gönderdi. Böylece Hazreti Fatih koca çarşıyı baştan sona kadar dolaştı... Hepsinde aynı mukabele ile karşılaşmıştı.

    Aldıkları erzakı medresede ilim tahsil eden talebelere gönderdi kendisi de saraya gelip Allah'a şükür secdesine kapandı ve şöyle dedi:

    — Ya Rabbi sana hamdolsun... Bana böyle birbirini düşünen millet ihsan ettin. Ben bu milletimle değil Bizans'ı dünyayı bile fethederim dedi ve istanbul'un Fetih planlarını hazırlamaya başladı.

    51 gün süren muhasaradan sonra Bizans Akşemseddin Hazretlerinin de bizzat iştirakiyle fetholunmuştu. İstanbul fetholunduktan sonra Osmanlı imparatorluğunun merkezi Edirne'den İstanbul'a taşındı.

    (Cafer EROĞLU)
    :rolleyes:

Sayfa 8/11 İlkİlk ... 678910 ... SonSon

Benzer Konular

  1. ibretlik bi yaşanmış hikaye
    By yagmuradam in forum İbretli Hikayeler
    Cevaplar: 4
    Son Mesaj: 01.03.17, 21:38
  2. Nasreddin Hoca Hikayeleri
    By BuRaK in forum E-kitap bölümü
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 12.06.09, 06:27
  3. Helal Ve Haram ( İbretlik Hikaye)
    By Scorponork in forum İslamiyet'te Haram ve Helal.
    Cevaplar: 4
    Son Mesaj: 29.12.08, 12:17
  4. Atasözleri ve Deyimlerin Ortaya Çıkış Hikayeleri
    By Konyevi Nisa in forum Atasözleri ve Deyimler
    Cevaplar: 27
    Son Mesaj: 20.10.08, 13:14
  5. Yaşanmış Bir Sevda Masalı
    By ArzuNur in forum Yaşanmış Hikayeler
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 20.08.08, 16:29

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •