Sayfa 6/11 İlkİlk ... 45678 ... SonSon
102 sonuçtan 51 ile 60 arası

Konu: Yaşanmış İbretlik Osmanlı Hikayeleri

  1. #51
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Cevap: Yaşanmış İbretlik Osmanlı Hikayeleri

    KAÇ ERMENİ DAHA?

    Avrupalıların Ermenileri kışkırtarak Anadolu’da karışıklıklar çıkardığı günlerde İngiliz Büyükelçisi Sultan Abdülhamid Hân’a küstahça:

    “Daha ne kadar Ermeni öldüreceksiniz?” diye sorunca Ulu Hâkan’ın cevabı şöyledir:

    "Filan gün filan saatte Karadeniz’in filan noktasından karaya çıkararak Ermenileri silahlandırmak için şu kadar sandık malzemeyi Ermenilere teslim eden İngiliz gemisinde kaç silah bulunuyorsa o kadar Ermeni öldüreceğiz."
    :rolleyes:

  2. #52
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Cevap: Yaşanmış İbretlik Osmanlı Hikayeleri

    KANİJE DESTANI VE TİRYAKİ HASAN PAŞA

    Estergon gibi Avrupa içlerindeki serhad kalelerimizden biri de Kanije Kalesi idi. 1600 yılında ele geçirilen kale 1601 yılında 100 bin kişilik bir düşman ordusu tarafından kuşatıldı. İşte bu destan kalede bulunan 9 bin Türk gazisinin ihtiyar mücahid Tiryaki Hasan Paşa komutasında bu 100 bin kişiye karşı verdiği şanlı mücadeleyi anlatır...

    Yıllardan beri Osmanlı'nın karşısına hiç bir devlet yalnız çıkamıyor en az üç - beş devletin ordusu bir araya gelerek hareket ediyordu. Yine öyle oldu. Avusturya İtalyan İspanyol Malta ve Papalık askerleri ile Macar ve Fransız gönüllüleri geleceğin imparatoru Arşidük Ferdinand komutasında Kanije Kalesi'ni kuşattılar.

    Kanije Kalesi'nin etrafı bataklıktı ve kaleye ulaşmak için köprüler kurmak gerekiyordu. Daha bir yıl önce Türkler başarmıştı ama şimdi onların yaptıklarını taklide kalkışan düşman bunu beceremiyordu. Kurdukları köprülerin gece vakti kale içine çekildiğini görüp neye uğradıklarını şaşırıyor çok sayıda kayıp veriyorlardı.

    Bu arada iki düşman askeri esir alınmıştı. Tiryaki Hasan Paşa onları sorguya çekince düşman ordusu içinde bulunan Macarlara pek güvenilmediğini anladı. Peygamber Efendimizin "Harp hiledir" Hadis-i Şeriflerini hatırladı ve düşündüklerini Kara Ömer Ağa'ya anlattı.

    Kara Ömer Ağa iki esiri alıp götürdüğü ve onlara :

    - "Aslında kendisinin de onlardan olduğunu küçükken devşirilip orduya alındığını" anlattı. "Her gece bin kadar Macar fedaisinin kaleye geçip Türklere yardımcı olduğunu bu durumda işlerinin çok zor olduğunu" söyledi. Kalede bulunan asker ve mühimmat hakkında da oldukça abartılı rakamlar verip onları salıverdi.

    Esirlerin götürdüğü haberler düşman ordusunun moralini bozmaya yetmişti. Ferdinand bunu önlemek için askerlerine büyük vaatlerde bulundu. Burçlara ilk çıkacak olanlara 10 köy Tiryaki Hasan Paşa'yı yakalayacak olana ise 40 köy vaad ediyordu. Böyle dolduruşa getirilen düşman ordusu ertesi sabah toplu bir hücuma giriştiyse de Tiryaki Hasan Paşa'nın ustaca manevraları karşısında sonuç alamadılar ve üstelik 18 bin ölü verdiler.

    Artık karşılıklı toplar konuşuyor ama Türk ordusunun stokları gittikçe azalıyordu. Bu savaş bir güç gösterisinden çok Tiryaki Hasan Paşa'nın kurnazlıkları ve harp hileleriyle ayrı bir havaya bürünmüştü. Türk ordusundan kaçan iki devşirmenin kaledeki gerçek durumu düşmana bildirmeleri üzerine yeni bir oyun oynadı. Ellerinde bulunan esirlere onların kendi adamı olduğunu inandırıp salıverdi. Böylece düşmanın yeni bir toplu hücuma kalkması önlenmiş oldu. Sahte mektuplarla Avusturyalılarla Macarların arası iyice açıldı. Avusturyalıların Macar beylerini idam etmeyi kararlaştırdıkları bir sırada Macar askerleri durumu öğrenip kaçtılar.

    Böylece zaman kazanılmış ve kış günleri gelip çatmıştı. Düşman ne yapacağını düşünürken Kara Ömer Ağa yanına 300 kişi alıp dışarı çıktı ve baskın hareketlerinde bulundu. 900 kişiyi öldürüp 150 esir aldı ve ele geçirdiği 12 topla geri döndü. Düşman panik halindeydi. Bu durumu değerlendiren Tiryaki Hasan Paşa kalede yalnızca 600 kişi bırakarak dışarı çıktı ve hücum emrini verdi. Artık düşman dağılmış kaçıyordu. Akşama kadar 30 bin ölü verdiler ve kalenin çevresi tamamen boşaldı. Geriye düşmandan 47 büyük kuşatma topu 24 bin tüfek 60 bin çadır 14 bin kazma - kürek binlerce araba dolusu yiyecek - giyecek barut ve ilaç erzak ve mühimmat kaldı.

    Bu dünya tarihinde eşi görülmemiş bir gerçek destandı. 9 bin Türk askeri kendisinden en az 10 kat fazla bir orduya karşı arslanlar gibi dövüşmüş ve düşmanı adeta topyekun imha etmişti. İşte "Bir Türk on düşmana bedeldir" sözünün isbatı ve işte bu destanın gerçek kahramanı 70 yaşındaki bir Türk büyüğünün bizlere verdiği ders...

    Bu akıl almaz derecedeki büyük başarı üzerine Cihan Padişahı Üçüncü Mehmed Tiryaki Hasan Paşa'ya vezirlik rütbesi veriyor ve alışılmışın aksine bizzat kendi eliyle hazırladığı "Hatt-ı Hümayun"u gönderip şöyle diyor:

    "Yerin ve ğöğün sahibi olan Yüce Allah'a hamdolsun ki Osmanlı Devleti'ne senin gibi paşalar ve askerlerin sayesinde nice zaferler nasib eyledi.

    Sevgili Peygamberimize salât ve selâm olsun ki seni ve Devlet-i Aliyye askerlerini kendi yolunda cihad eylerken görürüz.

    Ettiğin hizmetler yüce dergâha arzedilip adın iyi adlılar defterine yazılır olmuştur. Berhudar olasın; sana Vezirlik verdim. Seninle birlikte bulunan askerlerim dahi manevi oğullarımdır yüzleri ak ola... Bu mektubumu al kahraman askerlerime okuyup 'Allah'a Peygamber'e ve sizden olan devlet reisine itaat ediniz' mealindeki ayet-i kerimenin yüce manasını onlara bildiresin. Seninle orada bulunanlara dilediklerini ver. Hepinizi Cenab-ı Hakk'a emanet ederim."

    Ve işte iltifat karşısında mahçup olan gözyaşlarını tutamayıp ağlayan ve sevinecek yerde üzülen o büyük insanın yine gözyaşları içinde söylediği sözler:

    "Kanije'de ettiğimiz küçük bir hizmet karşılığı bize vezirlik vermişler ve 'Hatt-ı Hümayun' göndermişler. Halbuki Kanuni Sultan Süleyman Makbul İbrahim Paşa'yı tam bir selahiyetle kendi yerine vekil tayin ettiği zaman bile O'nun eline böyle bir yazı vermemişti. Rahmetli Piyale Paşa Yavuz Sultan Selim Hazretlerinin damadı olduğu ve Sakız Adası'nın fethi gibi nice zaferler kazandığı halde kendisine vezirlik çok görülmüştü. İslam Halifesi'nin Hatt-ı Hümayun'u Kanije savunması gibi küçük bir hizmete mükafaat olmaya başladı. Devletin vezirliği benim gibi kocamış kimselere kaldı. Buna üzülmeyeyim de neye üzüleyim?"

    Tiryaki Hasan Paşa'nın o eli öpülesi pir ü fani'nin altın harflerle yazılıp günümüzde her evin her makamın baş köşesine çerçeveletilip asılması gereken bu sözleri üzerine söz söyleyip yorum getirmeye bilmem lüzum var mı?

    Ne dersiniz?
    :rolleyes:

  3. #53
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Cevap: Yaşanmış İbretlik Osmanlı Hikayeleri

    İLK OSMANLI KANUNU


    Oğlu Orhan'a "Gönül kerestesiyle bir Yenişehir ve Pazar yap" diye vasiyet eden Osman Gazi Yenişehir'in alınmasından sonra orada kurulan pazaryerini dolaşıyordu ki Germiyan taraflarından gelen bir adam yanına gelerek şöyle seslendi:

    "- Beyim beyim! Yenişehir'in pazar bac'ını bana satın!.."

    Osman Bey şaşırmıştı; sordu:

    "- Bac nedir be adam?"

    "- Yani ki beyim pazara her kim mal getirirse ondan akçe alayım!.."

    "- Pazara gelenlerden alacağın mı vardır ki onlardan akçe alacaksın?"

    "- Beyim! Bu töredir ki ezelden beri bütün ülkelerde böyledir. Ben alır size veririm siz de emeğimin karşılığını bana verirsiniz!"

    "- Bir kişinin kazandığı başkasının olur mu be adam? Ben onun malına ne koydum ki akçesini alayım? Var git yanımdan da zararım dokunmasın!"

    Adam yardım uman bakışlarla etrafındakileri süzerken onlar durumu Osman Bey'e anlattılar.

    Günümüzde belediyelerin pazarcılardan "işgaliye bedeli" adıyla aldıkları vergi o zamanlarda da alınıyordu ve Osman Bey'in başına gelen bu olay konuyla ilgili bir kanunun çıkmasına sebep oldu:

    "Pazara bir yük getirip satan herkes iki akçe versin. Satamazsa birşey vermesin!"

    Osmanlılarda atlı askerlere mülk olarak arazi veriliyordu ve bu araziye "Tımar" deniyordu. Tımar sahipleri belli sayıda asker beslemek ve savaş zamanlarında askerleriyle birlikte orduya katılmak zorundaydılar. Daha sonra yukarıda sözünü ettiğimiz kanun maddesine tımarla ilgili olarak şöyle bir hüküm eklendi:

    "Ve dahi her kimse tımar versem elinden sebepsiz yere alınmaya. O kişi ölürse tımarı oğluna versinler. Oğlan küçük ise sefer vaktinde hizmetkârları onun yerine sefere gitsin. Ta ki oğlan sefere gidecek yaşa gelene kadar... Ve her kim bu kanuna uyarsa Allah ondan razı olsun."
    :rolleyes:

  4. #54
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Cevap: Yaşanmış İbretlik Osmanlı Hikayeleri

    İKİNCİ SELİM MİMAR SİNAN VE SELİMİYE CAMİÎ


    Sultan İkinci Selim çok sevdiği Edirne'ye bir cami yaptırmak isteyince tabii hemen Mimar Sinan'ı çağırdı. Bu cami öyle bir eser olmalıydı ki dünyada eşi ve benzeri olmamalıydı.

    Artık ustalığının doruğunda olan Mimar Sinan için bu pek de öyle zor bir iş değildi. Üstelik Mimar Sinan'ın şimdi büyük bir hedefi vardı:

    Selimiye Camii'nin kubbesi Bizanslılardan kalan Ayasofya'nın kubbesinden daha büyük olacaktı!

    İnşaat altı yıl sürdü ve ortaya muhteşem bir eser çıktı. Mimar Sinan "Allah'ın yardımı ve Sultan Selim Han'ın arzusu ile" caminin kubbesini Ayasofya kubbesinden 6 arşın boydan ve 4 arşın derinlikten geçmeyi başarmıştı. Kubbe 8 filayağına dayanan kasnak üzerine oturuyordu ve kaideden başlayarak 15.86 metre yüksekliğinde idi. Caminin 4 minaresine ise üçer şerefe konulmuştu ve her üç şerefeye de üç ayrı yoldan çıkılıyordu. Böyle bir eser elbette ki yabancıları da hayran bırakıyor gören herkes O'nu gıpta ile seyrediyordu.

    Mesela İngilizlerin ünlü mimarlarından Elvis Edirne'deki Selimiye Camiinin kubbesi ile ilgili olarak şunları söylüyor:

    - "Bu kubbeyi aşağı indirseniz ve içini altınla doldursanız bile Büyük Sinan olmadan günümüzün teknolojisi ile tekrar yapamazsınız!"

    Balkan savaşları sırasında Bulgarlar bir ara Edine'yi işgal etmişlerdi. O sırada camiyi gören ve hayranlıkla seyreden bulgar komutan

    "Bu mabedi Türklerin yaptığını bilmeseydim Allah'ın yaratmış olduğunu söylerdim" diyerek hayranlığını belirtiyor.

    Sonra camiyi gezen bir Alman profesör ve mimarı da şöyle diyor:

    - "Kendimi bütün zamanların mimarlarından daha kaabiliyetsiz görüyorum. Selimiye gibi bir mimari şahasere ve Sinan gibi bir mimara sahip olan bu devleti takdir ediyorum!"

    Evet... Büyük eserleri ancak büyük sanatçılar ortaya koyabilirler ve büyük sanatçıları ancak büyük devletler yetiştirebilirler.
    :rolleyes:

  5. #55
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Cevap: Yaşanmış İbretlik Osmanlı Hikayeleri

    "GÜL BABA"NIN GÜLLERİ


    Fatih Sultan Mehmed'in yerine geçen oğlu ikinci Bayezîd avdan dönüyordu. Bir an önce saraya varıp dinlenmeyi düşünürken atını durdurdu havayı kokladı ve derin derin nefes alıp ferahladıktan sonra sordu:

    "- Bu güzel kokular da nereden gelir böyle?"

    Yanındaki vezirlerden biri cevap verdi:

    "- Devletlü Padişahım! İstanbul kuşatmasına katılan gazilerimizden tabiat aşığı biri vardır ki O'na Gül Baba derler. Ak sakallı nur yüzlü bir ihtiyardır. Şu yamaçları güllerle ve dahi türlü çiçeklerle donattı. Bu hoş kokular O'nun bahçesinden gelmektedir."

    Padişah vezirin anlattıklarını tebessümle dinliyordu. Sözlerini bitirince kararını bildirdi:

    "- Merhûm babamın bu gazi askerini ziyaret etmek isterim!"

    Artık yorgunluklar unutulmuştu. Gül Baba'nın kulübesine doğru yürüdüler. Kulübeye doğru yaklaştıkça gül kokuları artıyor insanın gözü-gönlü açılıyordu. Değerli misafirlerin geldiğini gören Gül Baba koştu onları kapıda karşıladı. Padişah daha atından inmeden selam verip hal-hatır sordu:

    "- Savaşta bastığı yeri sarsan barışta oturduğu yeri gül bahçesine çeviren yiğit asker selam sana!"

    Gül Baba mahçup olmuştu güçlükle konuşabildi:

    "- Sizden böyle iltifatlar görmek bizim için ne büyük şereftir Sultanım sağolun!"

    "- Sen ki İstanbul'u fetheden ordunun bir neferi olarak şereflerin en büyüğünü almışsın Gül Baba. O büyük şerefin yanında bizim sözlerimizin hükmü mü olur?"

    Gül Baba tebessümle başını öne eğerken Padişah atından indi ve Gül Baba'nın gösterdiği mindere bağdaş kurup oturdu ve O'nun kendi elleriyle pişirdiği kahveyi yudumlayıp yorgunluğunu giderdi. Sonra da şöyle bir teklifte bulundu:

    "- Dilersen seni saraya alayım. Artık çalışma da yaşlılık devrini dinlenerek geçir!"

    "- Sağolun Sultanım! Burada oturmak benim için daha iyi. Amma bir iyilik yapmak istersen şu kulübemin bulunduğu yere bir mektep-medrese yaptır ki memleketimizin çocukları ilim-irfan öğrensinler!"

    Gül Baba'nın sözleri Padişah'ı çok duygulandırmıştı. Yerinden kalkarken O'nu mutlu edecek cevabı verdi:

    "- Gönlün rahat olsun Gül Baba dilediğin olacaktır!"

    Sonra bahçeyi gezdiler...

    Padişah gülleri okşuyor eğilip kokluyor ve yanındakilerle konuşuyordu. Bu arada Gül Baba da özenle seçtiği gülleri koparıp demet yapıyordu. Padişah ayrılırken O'na bir demet sarı bir demet kırmızı gül verdi. Padişah gülleri alıp kokladı bağrına bastı ve atını sürüp gitti.

    Kısa zaman sonra ise Gül Baba'nın kulübesi yıkıldı ve oraya büyük bir bina yapıldı. Zaman içerisinde okul oldu hastane oldu ama hep insanlığa hizmet etti. 1868 yılında "Mekteb-i Sultanî" adıyla yeni bir kimliğe bürünen okul Cumhuriyet döneminde de "Galatasaray Lisesi" adını aldı.

    Gül Baba'nın Sultan İkinci Bayezîd'e verdiği o güzel kokulu sarı ve kırmızı güller önce bu lisenin sonra da Galatasaray Spor Kulübü'nün sembolü oldu.

    Gül Baba'nın türbesi bugün de orada okulun bahçesindeki yeşillikler arasında duruyor ve ziyaretçilerinden Fatihâlar bekliyor.
    :rolleyes:

  6. #56
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Cevap: Yaşanmış İbretlik Osmanlı Hikayeleri

    FATİH MEDRESESİNE İMTİHANLA GİRDİ

    Hazreti Fatih İstanbul'u fethettikten sonra hemen kendi ismiyle anılan bir cami ve etrafına da büyük bir medrese yaptırdı. Bugünün üniversitesi sayılan medresede Fatih de bir oda almak istiyordu. Fakat Fatih'in bu isteğine medresenin ilim neyeti;

    — Siz ne talebesiniz ne de hacegân sınıfındansınız. Bu durumda medresede bir odaya sahip olmanız mümkün değil dediler.

    Hazreti Fatih aldığı bu cevaba kızmadığı gibi:

    — Medresede bir odaya sahip olabilmem için ne yapmam lâzım? dedi.

    — İmtihan olmanız lâzım dediler.

    Fatih aynı talebe imiş gibi imtihana girdi ve imtihanı kazanarak kendi yaptırdığı medresede bir odaya sahip oldu.
    :rolleyes:

  7. #57
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Cevap: Yaşanmış İbretlik Osmanlı Hikayeleri

    FATİH YOLUNDA BİR IŞIK: EYYUP SULTAN

    Başta Akşemseddin olmak üzere ileri gelen şeyhlerle dervişler "İstanbul'un mutlaka fethedileceğini" söyleyerek ordunun moralini yükseltiyorlardı. Yapılan tefsirlere göre Kur'an-ı Kerim'de geçen "Beldetün Tayyibetün - Güzel Şehir" sözündeki rakamların toplamı ebced hesabıyla 857 oluyordu ve bu rakam Hicrî Takvim'e göre İstanbul'un fetih yılı oluyordu.

    Bu şehir Milâd öncesinden başlayarak hiç gündemden düşmemiş şimdiye kadar çeşitli milletler tarafından defalarca kuşatılmıştı. İslam Peygamberi Hazreti Muhammed(S.A.V)'in Hadis-i Şerifleri'yle tuttukları ışık Müslümanları da bu şehir üzerine yöneltti.

    655 yılında ve Hazreti Osman(r.a.)'ın Halifeliği döneminde Hazreti Muaviye tarafından 668 yılında Muaviye'nin oğlu Yezid tarafından daha sonra da başka İslâm orduları tarafından kuşatmalar yapıldı. 668 yılında yapılan kuşatmada Peygamber Efendimiz(S.A.V)'in sancaktarlığını yapan Hazreti Eyyup El Ensarî şehid olmuştu. O'nun yakın bir yerde defnedilmiş olacağını tahmin eden din büyükleri mezarının yerini bulmak için büyük gayret gösteriyorlardı.

    Akşemseddin kendini adeta bu konuya adamıştı. Bir gece Padişah'ın hazır bulunduğu otağda secdeye kapanıp kendinden geçmiş ve Allah(cc)'la başbaşa kalmıştı. Secdede o kadar uzun kaldı ki orada bulunanların çoğu "Efendi mezarın yerini bulamadığı için utancından başını kaldıramaz oldu" diye alaya almaya başlamışlardı. Derken Akşemseddin başını yerden kaldırdı gözyaşlarıyla sırılsıklam olmuş yüzünü yanında bekleyen Sultan'a çevirdi ve büyük müjdeyi verdi:

    "- Beyim! Allah(cc)'ın hikmeti seccademizi Eyüp Sultan Hazretleri'nin mezarı üzerine sermişiz. Hemen şu yeri kazsınlar!"

    Hemen toprak kazıldı... Heyecan dorukta bütün bakışlar aynı noktada! Ve işte bir sanduka üzerine şöyle bir yazı. "Hâzâ kabrü Ebü Eyyüb.."

    Kimde can kalır? Herkes sevinçten ağlıyor ve haber Türk Ordusu'nun safları arasında dalga dalga yayılıyor:

    "Müjdeler olsun müjdeler olsun ki Eyyup Sultan Hazretleri'nin mezarı bulundu!.."

    Bu müjdeyi alan ordunun karşısında değil bir Bizans bin Bizans bile dayanamaz artık. Nitekim dayanamadı da.
    :rolleyes:

  8. #58
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Cevap: Yaşanmış İbretlik Osmanlı Hikayeleri

    FATİH'İN HALKINI İMTİHANI

    Hazreti Fatih Sultan Mehmet istanbul'u fethetme plânları yapıyordu. Daha henüz 21 yaşında bulunan hükümdar istanbul'un fethine girişmeden önce halkını imtihan etmek istemişti. Sabahın erken saatlerinde tebdili kıyafet ederek Osmanlı'nın başşehri olan Edirne'de çarşıya çıktı.

    Çarşının bir tarafından girip alış - veriş yapmaya başladı. Birinci dükkâna varıp birşey aldı. İkinci bir şey istediğinde dükkân sahibi vermedi.. Fatih'i tanımıyordu dükkân sahibi. Fatih Hazretleri mal olduğu halde neden vermediğini sordu.

    Adam:

    — Ben sana bir şey satmakla sabah siftahımı yapmış oldum ikinci alacağını da karşıdaki dükkândan al. Çünkü o henüz siftah etmemiştir dedi.

    Fatih memnun olmuştu. Öbürüne vardı bir miktar mal aldı... İkincisini istediğinde o da vermeyip komşu dükkâna gönderdi. Böylece Hazreti Fatih koca çarşıyı baştan sona kadar dolaştı... Hepsinde aynı mukabele ile karşılaşmıştı.

    Aldıkları erzakı medresede ilim tahsil eden talebelere gönderdi kendisi de saraya gelip Allah'a şükür secdesine kapandı ve şöyle dedi:

    — Ya Rabbi sana hamdolsun... Bana böyle birbirini düşünen millet ihsan ettin. Ben bu milletimle değil Bizans'ı dünyayı bile fethederim dedi ve istanbul'un Fetih planlarını hazırlamaya başladı.

    51 gün süren muhasaradan sonra Bizans Akşemseddin Hazretleri'nin de bizzat iştirakiyle fetholunmuştu. İstanbul fetholunduktan sonra Osmanlı imparatorluğunun merkezi Edirne'den İstanbul'a taşındı.
    :rolleyes:

  9. #59
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Cevap: Yaşanmış İbretlik Osmanlı Hikayeleri

    ESTERGON KALESİ

    Kanunî Sultan Süleyman'ın Padişahlığı döneminde ve 1543 yılında elimize geçen Estergon Kalesi Sancakbeyli haline getirilerek Budin Beylerbeyliği'ne bağlanmıştı. Ancak kale bundan yaklaşık elli yıl sonra Alman Leh Çek ve İtalyanlardan oluşan 80 bin kişilik bir haçlı ordusu tarafından kuşatıldı. Bu sırada Estergon Kalesi'nde yalnızca beş bin Türk askeri bulunuyordu.

    Durum gerçekten çok kötüydü ve yardım alma ihtimali de yoktu. Düşmanın teslim olma teklifi Estergon muhafızı Kara Ali Bey tarafından kabul edilmedi. Kara Ali Bey ve yanındakiler "Biz Rumeli gazileriyiz; kelle verir kale vermeyiz!" diyorlardı.

    Bu inancı taşıyan er kişilerin savunduğu kaleyi düşürmek elbette kolay olamazdı. Nitekim kuşatmanın uzaması düşman askerlerini yöneten kumandanları çılgına çevirdi ve askerlerini kırbaçlatmaya başladılar Bu durumu gören Kara Ali Bey yüksek bir sesle bağırdı:

    - "Şu mel'un kumandan yere düşürülürse kafir askerlerinin hepsi geri dönecektir. Kim onu vurursa kendisine dilediği verilecektir!"

    Bunun üzerine Osman isimli bir yiğit "Ya Allah" diyerek tetiği çekti ve düşman kumandanını yere serdi. Ancak ne var ki bu arada kale kumandanı Kara Ali Bey de şehid oldu. O'nun yerine kumandayı o sırada kalede bulunan Anadolu Beylerbeyi Lala Mehmed Paşa aldı. Ancak kalede kıtlık ve susuzluk başladığı için yapılacak fazla bir şey yoktu.

    Kalede bulunan tarihçi Peçevi İbrahim Efendi durumu şöyle özetliyordu:

    - "Sanıç etrafında hararetinin şiddetinden ıslak mermerleri yalayan ve bir damla su için can veren elsiz - ayaksız yaralıların inlemeleri yürekleri sızlatıyordu."

    İçerdeki durum gerçekten elem vericiydi. Bu arada Yeniçeri askerinin ayaklanması herşeyi alt - üst etti. Artık teslim olmaktan başka çare yoktu. Aralarında Anadolu Beylerbeyi Lala Mehmed Paşa'nın da bulunduğu esirler Tuna nehrindeki gemilere bindirilerek Vişegrad'a götürüldüler.

    Estergon Kalesi'nin elden çıkması ve orada verilen şehidler bütün milleti yürekten yaraladı ve işte nesilden nesile söylene gelen Estergon türküsü o günlerin hatırasını hâlâ canlı tutuyor:

    Estergon Kalesi subaşı durak
    Kemirir içimi bir sinsi firak
    Gönül yâr peşinde yâr ondan ırak

    Akma Tuna akma ben bir dertliyim
    Yâr peşinde koşar kara bahtlıyım

    Estergon Kalesi subaşı hisar
    Baykuşlar çağırışır bülbüller susar
    Kâfir bayrağını burcuna asar

    Akma Tuna akma ben bir dertliyim
    Bu ateşle yanar kara bahtlıyım

    Estergon Kalesi subaşı kale
    Göklere ser çekmiş burçları hele
    Biz böyle kaleyi vermezdik ele

    Akma Tuna akma ben bir dertliyim
    Estergon'u vermiş kara bahtlıyım.

    Evet... "Kara bahtlılar" Estergon'u gözyaşları içinde düşmana vermişlerdi ama onu geri almaya da ahd etmişlerdi.

    Başvezirlik ve kumandanlık görevine tayin edilen Lala Mehmed Paşa kalenin elden çıkışından on yıl sonra bu defa fetih için Estergon önlerindeydi. 29 Ağustos 1605 yılı günü başlayan kuşatma bir ay sürdü ve kale 29 Eylül ele geçirildi. Artık yaralar sarılmış kaybedilen dosta kavuşulmuştu.

    Estergon Kalesi bundan sonra 78 yıl daha Osmanlı hudut boylarının müdafaasını yapan bir mücahid gibi görev yaptı. Kale üstümüzde kara bulutların dolaşmaya başladığı günlerde 1683 yılında içimizde silinmez hatıralar bırakarak elimizden çıktı ve bizleri boynu bükük bıraktı. Onun için biz hâlâ o türküyü söylüyor Estergon'u unutmuyoruz unutamıyoruz:

    Estergon Kalesi subaşı durak
    Kemirir içimi bir sinsi firak
    Gönül yâr peşinde yâr ondan ırak

    Akma Tuna akma ben bir dertliyim
    Yâr peşinde koşar kara bahtlıyım...
    :rolleyes:

  10. #60
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Cevap: Yaşanmış İbretlik Osmanlı Hikayeleri

    DÜNYA ORDULARININ EN KUVVETLİSİ

    Şarlken adıyla bilinen Alman İmparatoru ve İspanya Kralı Charles-Quint'in elçisi olarak yedi yıl boyunca Türkiye'de kalan Oger Ghislain de Busbecg Kanuni Sultan Süleyman devrindeki Türk Ordusu ile ilgili gözlemlerini şöyle anlatıyordu:

    "Türk ordusu ile kendi ordumuzu karşılaştırdığım zaman gelecekte başımıza gelebilecek olan şeyleri düşünüyor ve irkiliyorum.

    Türkler tarih boyunca düşünülebilecek en kudretli orduya sahipler. İmparatorluğun bitmek- tükenmek bilmeyen bütün kaynakları bu ordunun emrinde. Zafere alışkanlık kazanılan sürekli zaferlerin tecrübesi birlik düzen disiplin kanaatkârlık ve uyanıklık bu büyük ordunun başlıca vasıflarını oluşturuyor.

    Bizim ordularımız ise fakir savurgan yenilgiler yüzünden maneviyatını yitirmiş disiplinsiz başıboş sarhoş ve tamahkâr bir halde. Şuna eminim ki İran sürekli olarak doğudan Türkiye'yi tehdit etmese Avrupa'nın işi çoktan bitmiş olacaktı.

    Türkler İran'ın işini bitirdikten sonra bütün ağırlıklarıyla bize yöneleceklerdir. Böyle bir durum karşısında ne yapacağımızı ve buna ne derece hazırlıklı olduğumuzu düşünüyorum da korkuyorum.

    Türk ordusunda ilk dikkatimi çeken çeşitli sınıflara mensup askerlerin kendi karargâhlarından dışarı çıkmamaları oldu. Bizim karargâhlarda olup-bitenleri bilenler buna inanmayacaklardır. Onbinlerce askerin bulunduğu Amasya ordugâhında büyük bir sessizlik hüküm sürüyordu. Orada kavgadan tartışmadan şiddetten ve zorlamadan eser yoktu. Yüksek sesle konuşana bile rastlamadım. Her taraf tertemiz pırıl pırıldı. Türkler artıkları derhal yakıyor ya da uzağa götürüp gömüyorlar. Onlar hiç kumar bilmiyorlar. Bizim ordugâhlarımızda ise zar ve kâğıt oynanmayan içki içilmeyen kavga çıkmayan çadır yoktur.

    Türk ordusunda en küçük bir disiplinsizlik hemen cezalandırılıyor ve hiç bir suça göz yumulmuyor. Ordugâhta bir bayram namazının kılındığına şahid oldum. Saflar şaşılacak derecede düzgündü.

    Uçsuz bucaksız bir kalabalık; türlü türlü renk renk üniformalar altın gümüş lâl ipek ve saten pırıltıları içinde alabildiğince uzayıp gidiyordu. Yalnız bu servet ve ihtişam içinde herkes mütevazi idi. Bu kudret ve zenginlik onlar için alışılmış benimsenmiş şeylerdi. Uzakta tımarlı süvarilerin binlerce atı görünüyordu. Bu atlar da gayret yüksek ve bakımlı hayvanlardı.

    Türk toplumunun manzarası da Türk ordusunun manzarasından farksızdır. Aynı sessizlik servet içindeki sadelik kendine güvenenlere mahsus tevazu halk tabakalarına kadar yayılmış durumda. Kısacası Türklerden alacağımız dersler sonsuzdur."
    :rolleyes:

Sayfa 6/11 İlkİlk ... 45678 ... SonSon

Benzer Konular

  1. ibretlik bi yaşanmış hikaye
    By yagmuradam in forum İbretli Hikayeler
    Cevaplar: 4
    Son Mesaj: 01.03.17, 21:38
  2. Nasreddin Hoca Hikayeleri
    By BuRaK in forum E-kitap bölümü
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 12.06.09, 06:27
  3. Helal Ve Haram ( İbretlik Hikaye)
    By Scorponork in forum İslamiyet'te Haram ve Helal.
    Cevaplar: 4
    Son Mesaj: 29.12.08, 12:17
  4. Atasözleri ve Deyimlerin Ortaya Çıkış Hikayeleri
    By Konyevi Nisa in forum Atasözleri ve Deyimler
    Cevaplar: 27
    Son Mesaj: 20.10.08, 13:14
  5. Yaşanmış Bir Sevda Masalı
    By ArzuNur in forum Yaşanmış Hikayeler
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 20.08.08, 16:29

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •