Sayfa 10/11 İlkİlk ... 891011 SonSon
102 sonuçtan 91 ile 100 arası

Konu: Yaşanmış İbretlik Osmanlı Hikayeleri

  1. #91
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Cevap: Yaşanmış İbretlik Osmanlı Hikayeleri

    FRANSIZ DONANMASININ REHİN ALINMASI

    1553 yılında Fransa ile Osmanlı İmparatorluğu arasında İstanbul Antlaşması imzalanmıştı. Fransızlar Türk yardımına karşılık 300 bin altın tazminat ödemeyi kabul etmişlerdi. Ancak bu borçlarını ödeyinceye kadar Fransız donanması Osmanlıların elinde rehin olarak kalacaktı.

    Kral İkinci Henri antlaşmadan önce Kanunî Sultan Süleyman Hân'a gönderdiği mektupta şöyle diyordu:

    “Şimdiki durumda Fransa’nın hiçbir şeyi kalmamıştır. Padişah hazretlerinden başka hiçbir yerden de ümidi yoktur. Ancak bundan evvel de birçok defalar padişah hazretlerinin yardımları görülmüştür. Eğer biraz para ve mal yardımı yapılırsa Fransa bundan ebediyyen minnettar kalacak ve Türk cömertliği bir defa daha dünyaya nam salacaktır. Bu yardım cihan padişahı hazretleri için hiç derecesindedir...”

    Pek çok Fransız tarihçisi bu rehin anlaşmasını kendileri için küçük düşürücü bir olay sayarak yazmaktan kaçınmışlardır.
    :rolleyes:

  2. #92
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Cevap: Yaşanmış İbretlik Osmanlı Hikayeleri

    ÇÖKÜŞ BAŞLAYINCA... III. MUSTAFA HAN

    III. Mustafa Han gayretli ve çalışkan bir sultandır dedeleri Fatih Yavuz ve Kanuni gibi olmayı çok arzular. Bunun yolu yeni bir hamleden geçer ki öncelikle mâlîyeyi ve orduyu ıslah etse iyi yapar.

    O yıllarda Avrupa’da “Yedi Yıl Harpleri” (1756-1763) patlar. Bir yanda İngiltere-Rusya öbür yanda Prusya-Fransa... İki taraf da Osmanlı Devletini yanına çekmek ister ittifaka karşılık pembe vaadlerde bulunurlar. Mustafa Han ne “evet” ne “hayır” der Avrupalıları maharetle oyalar. Bu arada ordunun donanmasına donanmanın techizine hız katar.

    Baron de Tott adlı bir uzman eliyle Tophâneyi elden geçirtir İstanbul ve Çanakkale Boğazlarına uzun menzilli silahlar koyar. Yüzen köprüler çaktırır top arabaları yaptırır tüfeklere süngü takar. Mühendishâne-i Bahr-i Hümâyûn (Deniz Harb Okulu) ve Mühendishâne-i Berr-i Hümâyûnu (Teknik Üniversite) açar. Ancak ordu geleneğimizi de göz ardı etmez körü körüne taklitçilik yapmaz.

    Mustafa Han’a göre en önemli iş adaleti sağlamaktır ona göre “bir memleketin hukukçusu cıvıtırsa orada dirlik düzen kalmaz.” Sultan iktisada çok önem verir israftan hiç hoşlanmaz. Zengin beylerden ‘imdadiye’ toplar zahmetsiz kârlar peşinde koşan tefecilere (bunlar genellikle Yahudi olurlar) nefes aldırmaz. Paranın ayarını düzeltir devlet hazinesini lebalep altınla doldurur ki istese Edirnekapı’dan Ruscuk’a kadar altın yayar.

    Polonezler Uğruna

    Neyse “Yedi Yıl Harpleri” de biter Ruslarla Prusyalılar (Alman-Avusturya) düşmanlıklarını çabuk unutur el ele verip Lehistan’ı paylaşırlar. Sıkışan Leh milliyetçileri de (Polonezler) Osmanlı hudûduna sığınırlar. Ruslar sınır mınır tanımaz Polonyalılarla berâber Osmanlı ahâlisini de kırar ortalığı kana boyarlar. Yöre halkı Türklerle Rusları yan yana koyunca seçimi net yapar “Türk atları Vistül’de sulanmadıkça bize rahat yok” demeye başlarlar.

    Mustafa Han önce diplomasi yolunu dener ancak Çariçe Katerina ve zalim komutanı Kont Stanislaw Doniatowski geri adım atmaz. Hatta Rusya’da bulunan Osmanlı ticâret heyetini içeri alırlar. Osmanlılar da İstanbul’daki Rus sefiri Obreskoff’u Yedikule zindanına tıkar Kırım Hanı Giray’a “var bildiğin gibi yap” buyururlar! Kırım Tatarları bir anda Güney Rusya’ya girer ortalığı dağıtırlar. Yüz binden ziyade esir alarak çanlarına ot tıkarlar.

    Ah O Rumlar!...


    Ama Çariçe Katerina az hin değildir Bağçesaray’da hekimlik yapan bir Rum vâsıtası ile Giray Hanı zehirletmeyi başarır. İş başa düşünce Serdar-ı ekrem Yağlıkçızâde Mehmed Emin Paşa yöreye varır ve Hotin Zaferine imza atar. (1769)
    Gelgelelim Yeniçeriler kırk defa sökülmüş kumaş gibidirler artık dikiş tutmazlar. Komutanlar bunlarla uğraşmaktan dert sahibi olurlar. İngilizler ve Fransızlar her zamanki gibi ikili oynar Ruslara malzeme yağdırırlar. Rumlar “fırsat bu fırsat” deyip ayaklanır Koron Modon Navarin Patras Tripoliçe Kalamota ve Isparta’da görülmemiş katliamlar yaparlar. Ancak Mora Serdarlığına tâyin edilen Kaptan-ı Deryâ Mandalzâde Hüsâmeddîn Paşa âsileri sindirir Slavların hamisi kesilen Rusları Balkanlar’dan kovar.

    İran Başa Belâ

    Henüz bu dert savuşturulmadan Mısır’da Kölemenli Cin Ali Beyin isyan edeceği tutar ayaklanma Suriye Filistin ve Arabistan’a da sıçrar. Neyse bunlar da 1773’te kazanılan Sâlihiyye Zaferiyle terbiye olunurlar. Diyeceksiniz ki “Peki İran n’apar?” Osmanlı birileri ile boğuşsun da onlar yerlerinde otursunlar!.. Olacak iş mi hemen hançerlerini biler sırtımızdan vururlar. Cepheler çoğaldıkça detaylar dikkatten kaçar. Nitekim Ruslar (İngilizlerin yardımıyla) Baltık Denizini dolanır Cebelitarık’tan geçip Ege’ye girer ve “Çeşme Baskını” ile donanmamızı yakarlar.

    Her ne kadar Cezayirli Hasan Paşa bu baskının öcünü alırsa da teknoloji yarışında geri kalan Osmanlılar artık “süpergüç” sayılmazlar. Nitekim Kont Romanzov komutasındaki Rus askerleri Boğdan’ın Kartal (Larga) mevkiinde kendilerinden üç misli kalabalık (180 bin) Yeniçeriyi yenmekte zorlanmazlar. Ancak bir başka ordumuz Rusları (Ahıska’da) perişan eder çocuklarımız Özi (Kırım) Yerköy Silistre ve Varna’da parlak zaferler kazanırlar.

    Kasa Boşalınca


    Savaş zor zenaattır vesselam harbin hitamında Mustafa Hanın tepeleme altınla doldurduğu hazine tamtakır kalır üç kuruşa muhtaç olurlar. Hal böyle olunca Mustafa Han hanımından (III Selim’in annesi Mihrişah Valde Sultan’dan 237 kese) ve kızından (Şah Sultan’dan da 340 kese altın) borç alır. Karşılığında senet yazıp mühür basar.

    Ama ne yazık ki devletin bu borcu ödeyecek kadar parası hiç olmaz. “Ödemezse ödemesin el mi?” dediğinizi duyar gibiyim. İyi de borcunu ödeyemeyen de sarı çizmeli filan ağa değildir ki üç kıtaya yayılan bir imparatorluğun hükümdarıdır. Gel de kahrolma!

    III. Mustafa Han gibi şair ruhlu bir sultan bu acıları kaldıramaz teessüründen yatağa düşer ve gözlerini hayata yumar.
    Onun vefatından sonra çok bilmiş hariciyecilerimiz Ruslarla akıllara ziyan bir anlaşma (Küçük Kaynarca) imzalar. Meydanda kazandıklarımızı masada dağıtırlar. Ne yazık ki I. Abdülhamid’e bu teessür yeter hele “Özi Katliamı”nı duyunca inme iner onu da toprağa bırakırlar.

    III. Selim annesinin alacağını tahsil etmek bir yana kadıncağızın para eden nesi varsa derler toparlar Nizam-ı Cedid’i kurmak için harcar. Nitekim Yeniçeriler ona da kıyarlar.

    Zor yıllardır vesselam... Ne III. Mustafa ne I. Abdülhamid ne de III. Selim dedelerinden daha az kahraman daha az bilgili daha az becerikli değillerdir ama olmaz...

    :rolleyes:

  3. #93
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Cevap: Yaşanmış İbretlik Osmanlı Hikayeleri

    İSTANBUL’UN FETHİNE YARDIM EDEN EVLİYA


    Ubeydullah-ı Ahrâr'ın torunu Hâce Muhammed Kâsım'dan şöyle nakledilmiştir:

    "Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri bir gün öğleden sonra âniden atının hazırlanmasını istedi. Atı hazırlanınca binip Semerkant'tan süratle çıktı. Talebelerinden bir kısmı da ona tâbi olup tâkib ettiler. Biraz yol aldıktan sonra Semerkant'ın dışında bir yerde talebelerine;

    "Siz burada durunuz!" buyurdu.

    Sonra atını Abbâs Sahrâsı denilen sahrâya doğru sürdü. Talebeleri arasında Mevlânâ Şeyh adıyla tanınmış bir talebesi bir müddet daha peşinden gidip tâkib etmişti. Bu talebesi şöyle anlattı:

    "Hâce Ubeydullah-ıAhrâr hazretleri ile sahrâya vardığımızda atını sağa sola sürmeye başladı. Sonra birdenbire gözden kayboldu."

    Ubeydullah-ı Ahrâr daha sonra evine döndüğünde talebeleri nereye ve niçin gittiğini sorduklarında;

    "Türk Sultânı Sultan Muhammed Hân (Fâtih) kâfirlerle harbediyordu. Benden yardım istedi. Ona yardım etmeye gittim. Allahü teâlânın izniyle gâlib geldi. Zafer kazanıldı" buyurdu.

    Bu hâdiseyi nakleden ve Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin torunu olan Hâce Muhammed Kâsım babası Hâce Abdülhâdî'nin şöyle anlattığını nakletmiştir:

    "Bilâd-ı Rûm'a (Anadolu'ya) gittiğimde Sultan Muhammed Fâtih Hânın oğlu Sultan Bâyezîd Hân bana babam Ubeydullah-ıAhrâr'ın şeklini ve şemâilini târif etti ve;

    "O zâtın beyaz bir atı var mıydı?" diye sordu. Ben de târif ettiği bu zâtın babam Ubeydullah-ı Ahrâr olduğunu ve beyâz bir atının olup bâzan ona bindiğini söyledim. Bunun üzerine Sultan Bâyezîd Hân bana şöyle anlattı:

    Babam Sultan Muhammed Fâtih Hân bana şunları dedi:

    "İstanbul'u fethetmek üzere savaştığım sırada harbin en şiddetli bir ânında Şeyh Ubeydullah-ı Ahrâr Semerkandî'nin imdâdıma yetişmesini istedim. Şekil ve şemâilini târif ederek şu vasıfta ve şu şekilde ve beyaz bir at üzerinde bir zât yanıma geldi;

    "Korkma!" buyurdu.

    Ben de;

    "Nasıl endişelenmeyeyim küffâr çok." dedim.

    Ben böyle söyleyince elbisesinin yeninden bakmamı söyledi. Baktım büyük bir ordu gördüm.

    "İşte bu ordu ile sana yardıma geldim. Şimdi sen falan tepenin üzerine çık üç defâ kös vur ve orduna hücûm emri ver." buyurdu.

    Emirlerini aynen yerine getirdim. O da bana gösterdiği ordusuyla hücûma geçti. Böylece düşman hezîmete uğradı. İstanbul'un fetih işi gerçekleşti."

    (Cafer EROĞLU)
    :rolleyes:

  4. #94
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Cevap: Yaşanmış İbretlik Osmanlı Hikayeleri

    BENİM PEYGAMBERİM BENİ KURTARIR

    Oruç Reis esir edilmişti. Bir süre zindanda kaldıktan sonra çıkartılarak bir gemide küreğe çakıldı. Papazlar ve Şövalyeler İtalyanca Rumca ve İspanyolca bilen ve sözü sohbeti yerinde olan Oruç Reis ile konuşmaktan zevk alırlardı. Şövalyeler ona karşı hürmet duyuyorlardı. Sohbet sırasında ona:
    -Ey Osmanlı! Sen güzel sözlü bir kişisin. Bizim lisanımızı da fevkalade konuşuyorsun. Müslümanlıkta ne buldun? Gel bizim dinimize geç! Adı sanı belli bir adam olursun. Büyük bir şövalye kaptan yaparız senidediler.

    Oruç Reis:
    -Kâfirlerin iyiliği bu mudur? Dinimden dönüp hükümdar olmaktansa müslüman esir kalmayı tercih ederim. Şu duvarlardaki resimleri elinizle dizersiniz ve onlara taparsınız. Şimdi onları ateşe atsalar veya çölde bir kuyuya bıraksalar veyahut balta ile pare pare eyleseler kendilerini kurtarıp halas etmeye kadir değildirler dedi.
    Şövalyeler:
    -Görelim senin Peygamberin neyler işte halin malum dediler.
    -Benim Peygamberim iki cihan fahridir. Bütün evliya ve enbiya ondan şefaat umar. Hepsine şefaati o eder. Hak teâlâ’nın avni ve inayeti ile gelip beni buradan kurtaracaktır dedi.
    Şövalyeler gülerek:
    -Hele sen küreği çekmeğe devam et. Bu hava ile gönlünü hoş tut. Peygamberin seni kürek mahkumiyetinden kurtarsın dediler.

    Aradan zaman geçti. Bir gün kürek çektiği gemi şiddetli bir fırtınaya yakalandı. Dalgaların arasında ceviz kabuğu gibi sürükleniyordu. Bu hengamede Oruç Reis’in zincirleri de koptu ve kendisini denize bıraktı. Dalgalarla bir müddet boğuştuktan sonra sahile ulaştı. Daha sonra arkadaşları ile buluştu ve yeniden denizlere açıldı. Bir muharebe sırasında kendisini esir etmiş olan Şövalyelerden birkaçı şans eseri Oruç Reis’e esir düştüler. Onları görünce yanına getirtti ve şunları söyledi:
    -Ben sizlere demedim mi benim Peygamberim gelir beni kurtarır diye! İşte geldi kurtardı. Varın reisinize söyleyin ben gene ona varayım ne kadar demiri varsa vursun Peygamberimiz bize Allah(cc)’ın izniyle yine yardım eder.

    (Cafer EROĞLU)
    :rolleyes:

  5. #95
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Cevap: Yaşanmış İbretlik Osmanlı Hikayeleri

    UŞAKLARDAN DAYAK YEDİ

    Lütfi Paşa Kanuni Sultan Süleyman'ın hem veziriázamı hem de hükümdarın kızkardeşi Şah Sultan'ın kocası yani Kanuni'nin eniştesidir. Veziriázam Ayas Paşa'nın 1539'un 13 Temmuz'unda vebadan can vermesi üzerine veziriázamlığa getirilir ama bu makamda sadece iki sene kalır ve azledilir. Azlinin sebebi ise karısına el kaldırmaya kalkışmasıdır ve hadisenin ayrıntıları da bugüne 16. asrın meşhur allámesi Gelibolulu Mustafa Áli'nin yazdıkları sayesinde gelecektir.


    SERT VE KİBİRLİ

    Devlet adamlığının yanısıra tarihçi olan ve "Asafnáme" isimli bir tarih kitabı kaleme alan Lütfi Paşa hususi hayatında sertliğiyle kibiriyle ve kendiği beğenmişliğiyle tanınmaktadır.

    1541 Nisan'ında bir gün Paşa'nın huzuruna zina ederken yakalanan bir kadın getirirler. ve kadının cinsel organının bir rivayete göre dağlanmasını emreder. Verdiği emir ne dinde ne de o devrin kanunnamelerinde vardır ama hemen yerine getirilir ve kadın cezanın infazı sırasında ölüverir.

    Paşa akşam konağına döner hareme geçer ve karısı Şah Sultan'a o günkü marifetini anlatmaya başlar. Şah Sultan "Senden önce gelen vezirlerin hangisi kadınlara karşı böyle bir ceza verdi? Kimden öğrendin de bu işi ettin?" diye bağırır. İstifini bozmayan Lütfi Paşa'nın "Bundan böyle yakalanan her fahişe aynı cezayı çekecek" demesi üzerine Şah Sultan'ın sinirleri iyice tepesine fırlar ve "Seni zálim! Seni inatçı! Seni edepsiz herif!" diye çığlık atmaya başlar.

    İşittiği hakaretler Paşa'nın kanına dokunur karısını susturmaya çalışır fakat beceremez ve Nisa Suresi'nin 34. ayetindeki "Dövünüz!" emrini hatırlayıp Sultan'ın suratına okkalı bir şamar aşkeder.

    Ama Şah Sultan'ın padişah kızı olduğunu unutup el kaldırmakla büyük hata yapmıştır!

    UŞAKLARDAN DAYAK YEDİ

    Yediği tokat Şah Sultan'ı daha da celállendirir "Benim gibi bir hünkár kızına el kaldırırsın ? Seni ahláksız"! deyip feryáda başlar konakta ne kadar haremağası hizmetkár ve uşak varsa hepsini çağırır "Vurun şu mel'una!" diye emredip kocasına güzel bir meydan dayağı çektirir. Gayet uzun süren dayak faslından sonra hırsı hálá geçmeyince her tarafı mosmor olmuş Paşa'yı önce kapı dışarı eder sonra hemen kardeşi Sultan Süleyman'ın huzuruna çıkar hüngür hüngür ağlayıp "Benim kocam senin de vezirin olacak deyyus bana el kaldırmaya cür'et etti. Herifi ben tepeledim ama sen de tepele!" der.

    Gazaba gelme sırası bu defa hükümdardadır: Kanuni Süleyman kızkardeşini Lütfi Paşa'dan hemen boşatır Paşa'yı veziriázamlıktan atıp Dimetoka taraflarındaki bir çiftliğe sürgüne yollar üstelik nikáh sözleşmesinde geçen ve "mihr" denilen tazminat için Paşa'nın mallarını sattırır ve satıştan gelen paraları da Şah Sultan'a verir. Şah Sultan bir daha evlenmeyecek ve büyük bir şeyhe mürid olup hayatını hayır işlerine vakfedecektir.

    Lütfi Paşa "Asafnáme" isimli eserinde azledilmesi meselesini "salih ve kötü niyetli bazı herifler aleyhimde dedikodu yaptılar" sözleriyle geçiştirecektir. Paşa yediği dayaktan ise hiç bahsetmeyecek "Kadınların hilelerinden kurtulabilmek ve onlara mağlup olmamak için gönül rahatlığıyla çiftliğimde inzivaya çekildim ve Allah'a dua etmekle meşgul oldum" diye yazacaktır.


    (Cafer EROĞLU)
    :rolleyes:

  6. #96
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Cevap: Yaşanmış İbretlik Osmanlı Hikayeleri

    KABAĞIN SAHİBİ AFFETMİYOR

    Vaktiyle bir derviş nefsle mücadele makamının sonuna gelir. Bunun gereği olarak her türlü süsten gösterişten arınacak varlıktan vazgeçecektir. Fakat iş yamalı bir hırka giymekten ibaret değildir. Her türlü görünür süslerden arınması gereklidir. Saç sakal bıyık kaş ne varsa hepsinden. Derviş usule uygun hareket eder soluğu berberde alır. "Vur usturayı berber efendi" der. Berber dervişin saçlarını kazımaya başlar. Derviş aynada kendini takip tmektedir. Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır. Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken yağız mı yağız bıçkın mı bıçkın bir kabadayı girer içeri. Doğruca dervişin yanına gider başını kazınmış kısmına okkalı bir tokat atarak"Kalk bakalım kabak! Kalk da tıraşımızı olalım" diye kükrer. Dervişlik bu. Sövene dilsiz vurana elsiz gerekmiş ya. Kaideyi bozmaz derviş. Ses çıkarmaz usulca kalkar yerinden. Berber mahcup fakat korkmuştur. Ses çıkarmaz. Kabadayı koltuğa oturur berber tıraşa başlar. Fakat küstah kabadayı traş esnasında da sürekli aşağılar dervişi alay eder:"Kabak aşağı kabak yukarı..."

    Nihayet tıraş biter kabadayı dükkandan çıkar. Henüz birkaç metre gitmiştir ki gemden boşanmış bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelir. Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasına kalakalır. Derken iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir karnına batıverir. Kabadayı oracığa yıkılır kalır. Ölmüştür. Görenler çığlığı basar. Berber işe şaşkın bir manzaraya bir dervişe bakar gayri ihtiyari sorar: "Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?"

    Derviş mahzun düşünceli cevap verir: "Vallahi gücenmedim ona. Hakkımı da helal etmiştim. Gel gör ki bu kabağın bir de sahibi var. O gücenmiş olmalı!"

    (Cafer EROĞLU)
    :rolleyes:

  7. #97
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Cevap: Yaşanmış İbretlik Osmanlı Hikayeleri

    ŞEYHÜ’L-EKBER BURAYA GELSE BAŞINA ŞÖYLE VURURDUM!

    Yavuz gibi oğlu Kanuni de Muhyiddin-i Arabî Hazretlerine büyük bir ilgi gösteriyor. Beşiktaş ve Ortaköy İlmiye Cemiyeti’nin en önemli şahsiyeti olan Kethüdazade Mehmet Arif Efendi’nin menakıpnamesinden öğrendiğimize göre Sultan Süleyman Şeyh-i Ekber’in aleyhinde ileri geri laflar söyleyen meşhur fıkıh âlimlerinden İbrahim Halebî’yi sık sık ikaz ediyor;

    “Hoca Efendiye selam söyleyin dersleriyle meşgul olsun Şeyhü’l-Ekber’e ta’n etmesin!” diye sürekli haber gönderiyor.

    Fakat Halebî Efendi Kanuni’nin ikazlarını dinlemeyip bu büyük zatın aleyhinde konuşmaya devam ediyor. Hatta bir gün evinde “Şeyhü’l-Ekber buraya gelse başına şöyle vururdum!” diye ayağını kaldırıp ökçesiyle tahtaya pat diye vurunca oradaki bir çivi topuğuna batıyor meydana gelen yara kangren olup vücuduna dağılıyor ve maalesef ölümüne sebep oluyor. İşte bir ibret tablosu daha böylece ortaya çıkıyor.
    :rolleyes:

  8. #98
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Cevap: Yaşanmış İbretlik Osmanlı Hikayeleri

    BU ECEL TERİDİR


    Sultan II. Abdülhamid Hân’ın son gününde; hayatında hiç bir sabah terk etmediği banyo ve duşa girmesi hastalığını ağırlaştırmıştı. Son gününü Müşfika Dördüncü Kadın-Efendi şöyle anlatıyor:


    "O gün sabah banyosunu yaptı. Ben çamaşırlarını giydirdim. Fakat baktım ki sırtı durmadan terliyor.


    -Aman Efendiciğim çok terliyorsunuz dedim.


    -Kadın-Efendi bu ecel teridir cevabını verdi.


    Elbisesini giydi. Kahvesini verdik. Hamamdan sonra kahve içmek itiyâdında idi. Yarım bardak sütlü maden suyu da içti. Oturduğu yerde iki rek’at namaz kıldı. Bundan sonra ağırlaşmaya başladı.”


    Abdülhamid Hân Hazretleri 1 Kasım 1912’den vefât günü olan 10 Şubat’a kadar 5 yıl 3 ay 9 gün Beylerbeyi sarayında kalmıştır. Burada en küçük oğlu Şehzâde Mehmed Âbid Efendi ve en sevgili zevcesi Müşfika 4. Kadın-Efendi ile yaşamıştır. Tahttan indirildikten 8 yıl 9 ay 13 gün sonra 75 yaşını 4 ay 19 gün geçe burada dâr-ı bekâya irtihâl etmişlerdir. Sultan Abdülhamid Hân’ın vefât yılı aynı zamanda Birinci Dünya Savaşı fâciasının da son yılıdır.


    (Cafer EROĞLU)
    :rolleyes:

  9. #99
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Cevap: Yaşanmış İbretlik Osmanlı Hikayeleri

    YAVUZ SULTAN SELİM’İN GELECEĞİ GÖRMESİ

    Evliyaullah'a pek yüksek bir hürmet ve bağlılık gösteren Yavuz Sultan Selim Han'ın kendisi de hiç şüphesiz büyük bir evliya idi. Onun Allah(cc)'a yakınlığından dolayı keramet nevinden pek çok davranışlar ortaya koyduğu tarihi gerçekler arasındadır. Şöyle ki: Yavuz bir gün divandan içeri hiddetli bir şekilde girmişti. Elbisesini dahi değiştirmeden bir müddet odada dolandı ve kendisini kızdıran şeyi mırıldanıp durdu. Meğer Ferhat Paşa'nın İskender Çelebi'yi olur olmaz koruyup kayırmasından gazaplanmıştı. Çünkü aralarındaki dostluktan başka şeyler de sezinlemişti. Sonunda yüksek sesle şu sözleri sarf etti:

    - Akıbet görürsün hele Ferhat! Sen şimdi İskender'i koruyup duruyorsun ama bu korumaktan ne fayda çıkacağını inşallah birbirinize karşı asıldığınız zaman görürsünüz!..

    Gerçekten de aradan seneler geçti ve Kanuni Sultan Süleyman devrinde bu iki şahıs Selim Han'ın geleceği görmüşçesine dediği gibi işledikleri cürümlerden dolayı karşı karşıya asıldılar.
    :rolleyes:

  10. #100
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Cevap: Yaşanmış İbretlik Osmanlı Hikayeleri

    BEN BİR KASABAYI ALANA KADAR DÜNYANIN ZORLUĞUNU ÇEKİYORUM

    Kanunî Sultan Süleyman Han bir gün bir şehirde gezerken tanınmış bir şairi son derece pejmürde bir kılık ile görmüş. Her şair gibi bu şairin de sevgilisine şiirlerinde bol keseden beldeler ve şehirler bağışlamış olduğunu hatırlayan Padişah şaire şöyle der:

    -Eeee Şair efendi sevgilinin bir benine Semerkand ile Buhara'yı verecek kadar hovardalık edenin sonu işte budur. Ben bir kasabayı alıncaya kadar dünyanın zorluğunu çekiyorum. Sen her mısranda beşini-onunu birden harcıyorsun.
    :rolleyes:

Sayfa 10/11 İlkİlk ... 891011 SonSon

Benzer Konular

  1. ibretlik bi yaşanmış hikaye
    By yagmuradam in forum İbretli Hikayeler
    Cevaplar: 4
    Son Mesaj: 01.03.17, 21:38
  2. Nasreddin Hoca Hikayeleri
    By BuRaK in forum E-kitap bölümü
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 12.06.09, 06:27
  3. Helal Ve Haram ( İbretlik Hikaye)
    By Scorponork in forum İslamiyet'te Haram ve Helal.
    Cevaplar: 4
    Son Mesaj: 29.12.08, 12:17
  4. Atasözleri ve Deyimlerin Ortaya Çıkış Hikayeleri
    By Konyevi Nisa in forum Atasözleri ve Deyimler
    Cevaplar: 27
    Son Mesaj: 20.10.08, 13:14
  5. Yaşanmış Bir Sevda Masalı
    By ArzuNur in forum Yaşanmış Hikayeler
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 20.08.08, 16:29

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •