Sayfa 5/11 İlkİlk ... 34567 ... SonSon
102 sonuçtan 41 ile 50 arası

Konu: Yaşanmış İbretlik Osmanlı Hikayeleri

  1. #41
    ACİZKUL
    ACİZKUL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Yaşanmış İbretlik Osmanlı Hikayeleri

    emeğine sağlık kardeşim"ALLAH C.C." razı olsun...
    dua ile...

  2. #42
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Cevap: Yaşanmış İbretlik Osmanlı Hikayeleri

    ORHAN GAZİ VE KESİK BAŞ

    Orhan Gazi 33 yaşında Osmanlıların başına geçti. Tahta çıkar çıkmaz baba dostlarını davet etti. Onlarla dertleşecek nasihat ve dualarını alacaktı. Hepsi bir araya geldiler. Can sohbeti yapıyorlardı. Osman Gazi'nin ruhu da mutlaka onlarla beraberdi. Padişah en yaşlısına sordu:

    - Akça Kocam... Seni epeydir göremeyiz nerelerdesin?
    - Ferman buyur Orhanım...
    - Baba dostlarına ferman işler mi Koca Ağam?.. İrşat ve nasihat dileriz. Bilirsin ya bizler de atalarımız gibi derviş gâzileriz.
    - Cümlemizin Sultânısın Beyim... sen hemen emreyle...
    - Bazı küffâr beldelerini ıslah dileriz. Fikriniz nedir?
    - Karar senindir ve pek yerindedir Sultanım.
    - İzmit tekfuresi Prenses Balakonya ile aranız iyi imiş derler!
    - Öyledir Beyim.

    Orhan Gazi gülümsedi.

    - Samandra tekfurunu esir eyledikten sonra hakikaten bu Prenses'e sattınız mı?
    - Bir şeyler oldu Sultanım.
    - Bari yüklüce bir bedel alabildiniz mi?
    - Ne gezer beyim! Bu kefereler bizi dünya pazarlığında hep aldatırlar.
    - Aldatan olacağımıza aldanan olalım.
    - Doğru dersin Orhan Gazi... Zaten bizim hesabımız gayrı öbür dünya iledir. Hemen Cenab-ı Hak size kuvvet bizlere de âhiret için hayırlı bir yolculuk nasib ede...
    - Acele etme Akca Ağam... Daha görülecek işlerimiz durur. Sen bu Osmanlı milletinin direği babamız ve dedemiz cennetmekanların has dostusun. Bizden isteğin her ne olursa can baş üstüne.
    - Hak canını esirgesin.. Destur verirsen şu tekfuresi belli İzmit taraflarına sefer dileriz!...
    - Destur senindir Koca Ağam. Sultan Konur Alp'a döndü: - Sen ne dersin atam yoldaşı?
    - Pek münasiptir Beyim. Bizi dahi Koca karındaşımdan fazla ayırmazsın İNŞALLAH Gerede taraflarını da bize bağışla.
    - Sizler gibi çalışana helal olsun.
    - Hizmetimiz ve dualarımız Osmanlı içindir. Akbaş Mahmut daha arzuluydu.
    - Bize de Yalova'yı vermez misin Sultanım?
    - Verdim gitti.

    Akça Koca izin istedi söz aldı:

    - Bilirsin Beyim... Bizler at sırtından inmedik... Güzel Allahımız ruhsat verdikçe de inmeyiz. Hak kelâmını yüceltmek için kâfire kılıç sallarız. Müminlere yeni yurtlar açarız.
    - Doğru dersin ihtiyar.
    - Lâkin fetih diyarları kılıçla ayakta tutulmaz.
    - Belli... Belli... - Bizler kılıç kanununu iyi biliriz de âdâletin inceliklerine vukufumuz azdır.
    - Evet. Adalet mülkün direğidir.
    - Alââddin Paşa'dan bahsederim. Sultanım. İlmi hepimizden ziyadedir.
    - Haklısın Akca Ağam.. Sen hemen şu İzmit derdini halle çalış. Alââddin Paşayı da ötesini de ondan sonra düşünürüz.

    Divanda bulundular. Orhan Gazi'yi diz yere vurarak selamladılar. Helallaştılar ve görev yerlerine rüzgar gibi uçarak yollandılar...

    - Akça Kocamız sizlere ömür Sultanım!...
    - Sen ne dersin Ulak?...

    Orhan Gazi beyninden vurulmuşa dönmüştü. Haberci ağlıyordu:

    - Ayaklarım kırılsaydı da size bu haberi getirmeseydim... Velakin üzerimde bir emanet vardır...
    - Ne emaneti?
    - Akça Kocamın bir vasiyeti efendim...
    - Tiz söyle...
    - " İzmit'i biz fethedemedik... Canab-ı Hak Orhan Gazi Beyimiz'e nasib etsin. Şayet bu kaleyi alırsa cümle haklarımız kendisine helal olur"... deyip ruhunu teslim etti Sultanım.

    Orhan Gazi derhal sefer hazırlıklarına başladı. Ordusu ile bütün beyleri paşaları süvarileri piyadeleri; İzmit'in fethine gidiyordu.
    Yarı yolda Konur Alp'in da vefat haberi gelmez mi?... Koca Osmanlı Padişahı ikinci defa sarsıldı... Artık o da yaralı bir kartal gibi acele ediyordu. Sevdiklerine kavuşmak için cennete gider gibi savaşa gidiyordu.
    İzmit'in Kadın Tekfuresi Balakonya Bizans İmparatoru'nun akrabasıydı. Bu sebeple İstanbul'dan her türlü silah ve asker yardımı alıyordu. Kılayon isimli erkek kardeşi de yakınlardaki (Koyun Hisar) kalesinin tekfuru idi. Pek mağrur ve şımarıktı. Fırsat buldukça Osmanlı obalarına saldırır koyun ve keçi sürülerini çalardı.
    Orhan Beyin askerleri nihayet İzmit Kalesi'ni sardılar. Dışarıdan içeriye veya kaleden dışarıya kuş uçurtulmuyordu. Sultan Orhan pek üzgün ve kızgındı. Buna rağmen İslâm-Türk civanmertliğini gösterdi. Tekfure'ye haber saldı:

    - Boş yere kan dökülmesin. Gönül hoşluğu ile kaleyi teslim edin. İsteyenler serbestçe dilediği yere gidebilirler. Kalede kalanlara ise İslâm âdâleti yetişir. Cenk yolunu seçerseniz gayrı encamımızı yüce Allah bilir.

    Bu teklife kibirli Prenses küstahça cevap verdi:

    - Haşmetlu Bizans Kayseri akrabamdır. Çok yakında yetişeceğini bildirdi. Aklınız varsa sizler kaçıp canlarınızı kurtarmaya bakın.

    Orhan Bey güldü.
    Aykut Alp ve Kara Ali adlı gazileri bir miktar süvari ile Koyun Hisar Kalesi'ne gönderdi. Olur da Kılayon ablasına yardıma gelirse; Osmanlı askerini meşgul edebilirdi.
    Aykut Alp ve arkadaşları Koyun Hisar önüne varınca şaşaladılar. Kılayon Kâfiri bütün silahları takınmış bütün zırhlarını kuşanmıştı. Kalenin baş mazgalında onları gözlüyordu. Etrafında bir sürü şövalye ve subay vardı. Kendilerini görünce ellerini kollarını sallamaya başladı. Bağıra çağıra bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Kara Ali dillerini bilirdi. Fakat uzak olduğu için hiç bir şey anlaşılmıyordu. Biraz daha yaklaşınca:

    - Gelin gelin... Ölümünüze geldiniz!... Sizden sonra Orhan Beyiniz'i de geberteceğim. Ablamı onun elinden kurtaracağım... dediğini anladı. Duyduklarını Aykut Alp'e tercüme etti. İkisi de kas kas güldüler.

    İşte bu sırada Kara Ali kara yayını sonuna kadar gerdi ve:
    - Ya Allah... Bismillah!... Deyip okunu fırlattı.

    Tekfurun her tarafı zırhla kaplı idi. Yalnız göz delikleri; açıktı.
    Kara Ali'nin dualı ve isabetli oku Kılayon'un sol gözünü delip beynine saplandı. Şımarık tekfur zırhlı bir kuş gibi kaleden aşağı düştü... Osmanlı fedaileri koşup onun Aykut Alp'i önüne getirdiler.
    - Kesin kellesini.

    Buyruk yerine getirildi.
    - Kara Alim tiz bu kelleyi Orhan Beyimize yetiştir. Ola ki bir diyeceği vardır! Biz de hemen şu kaleyi teslim almaya bakalım.

    Orhan Gazi kesik kelleyi bir mızrağa saplattı. İzmit kalesinin kapısı önüne diktirdi.
    Mağrur Balakonya kardeşinin kesik başını görünce dehşete kapıldı. Telaş içinde sulh elçileri gönderdi:
    - Acaba Sultanımız Orhan Gazi Beyimiz eski sözlerinde dururlar mı?... Bize merhamet ederler mi?.. Acaba kaleden gitmemize izin verirler mi?... Karşılığında ne emrederlerse ödemeye hazırız... diye (aman) diledi.

    Müslüman- Türkler'de (aman) diyen düşmana kılıç kalmazdı. Gene öyle oldu...
    Sultan Orhan ve bütün gaziler şanla şerefle İzmit'e girdiler. Büyük kilisedeki putları kırdılar. Hep birlikte Namaz kıldılar. Bu zaferi kendilerine nasib eden Yüce Allah'a şükrettiler.
    Bu sırada bir ulak Bilecik'te Alââddin Paşa'yı buldu... Alââdin Paşa Huzura ulaştığı an bütün beyler divandaydı.

    - Gazânız mübarek olsun Sultanım.
    - Berhudar ol Alââddin Paşam... Seni buralara kadar yormamızın sebebi şudur ki; Din ve devlete hizmet için gün bu gündür.
    - Emir buyur Devletlûm...
    - Sen ki bizim âlim bir büyüğümüzsün. Takdir edersin ki fetih yurtlarında âdâlet ve güzel idare şart ola. İçimizde bu işleri senden ziyade başaracak kimse bulunmaz. Gayri bizim Başvezirimiz olmanı dileriz.
    - Ferman senindir Sultanım. Allah yolunda cihâd ettikçe cümlemiz senin emrindeyiz.

    Orhan Gazi ferahladı. Gözleri çok uzaklarda:
    - Vasiyetin yerine geldi Akça Kocam... diye fısıldadı.
    :rolleyes:

  3. #43
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Cevap: Yaşanmış İbretlik Osmanlı Hikayeleri

    MISIR'IN FETHİNDEN YAVUZ' DÜŞEN HİSSE

    Yavuz Sultan Selim tarafından Mısır fetholunup Emanet-i Mukaddese ve hilafet istanbul'a taşındığında Yavuz en emin adamlarından biri olan Kemal Paşa - zadeyi Mısır'ın emlâkinin yazılmasına memur etti. Kemal Paşa - zade riyasetindeki memurlar yazıp - çizdikten sonra Mısır'da her şeyin vakıf olduğunu ve istanbul'a bir şey getirmenin mümkün olmadığını bildirerek:

    — Mısır'da uçan kuştan yerde gezen canlılara Kadar herşey vakıftır dediler.

    Bu haber kendisine ulaşan Osmanlı Sultanı Büyük Yavuz kendisine hiç bir şey getirilemeyeceğini öğrenince:

    — Zararı yok!.. Bize Hadim-ül Haremeyn olmak şerefi yeter buyurdular.

    Osmanlıların bir emperyalist olduğunu ve kendi idaresinde bulunan milletleri sömürdüğünü iddia edenlerin kulakları çınlasın. Osmanlılar kendi idaresindeki yerleri değil sömürmek onlara hazineden yardım yaparak imar bile etmişlerdir. Bugün yabancı diyarlarda kalan Osmanlı eserleri bunun bir nümûnesidir.
    :rolleyes:

  4. #44
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Cevap: Yaşanmış İbretlik Osmanlı Hikayeleri

    Kosova Meydan Savaşı'nda büyük bir bozguna uğrayan Haçlı orduları Macar Kralı Sigismund'un lideliğinde büyük bir birlik oluşturdular. Bu birliğe Avrupa devletlerinin hemen hepsi katılmıştı. 130 bin kişilik bir ordu ile Bulgaristan'a girdiler ve Doğan Bey tarafından korunan Niğbolu Kalesi'ni kuşattılar.

    Durumu haber alan Yıldırım Bayezıd harekete geçerek yardıma koştu. Kalenin çevresi tamamen kuşatıldığı için herkes merak içindeydi. Her ne olursa içerden bir haber alınmalı ve ona göre hareket edilmeliydi.

    Bunun için kafa yoran Yıldırım Bayezıd hiç kimseye haber vermeden bu görevi kendisi yapmaya karar verdi. Gecenin karanlığından faydalanarak atını sürdü ve gitti.

    Niğbolu Kalesi'nin çevresi karanlıklar içindeydi. Kaleyi kuşatan Haçlı askerlerinin yer yer yaktıkları ateşler havadaki esrarengizliği bir kar daha arttırıyordu. Yıldırım Bayezıd içki içe içe sarhoş olan devriyeler arasından geçerek kale duvarının yanına kadar geldi ve gecenin sessizliğinden yankılanan bir sesle haykırdı:

    "- Bre Doğan! Bre Doğa!.."

    Haçlıların teslim olma reddeden Doğan Bey her an tetikteydi ve meraklı bir bekleyiş içindeydi. Duyduğu bu ses merakını büsbütün arttırdı. Evet yanılmıyordu; bu ses Sultan'ın sesiydi ama nasıl olabilirdi ki?

    O ses kale duvarlarında bir defa daha yankılanınca heyecan ve sevinç içinde karşılık verdi:

    "- Buyur saadetlü hünkârım!"

    "- Bre Doğan halin nicedir?"

    "- Halimiz gördüğün gibi Sultanım. Elimizden geleni yapar kaleyi düşmana vermeyiz!"

    "- Hele dayanın! İşte biz dahi geldik!.."

    Yıldırım Bayezıd geldiği gibi geri dönerken kale içinde adeta bayram vardı. Artık moraller yerine gelmiş düşmana karşı olan dayanma güçleri artabileceği kadar artmıştı. Ya düşman?

    İçlerinde Yıldırım Bayezıd'ın kale duvarlarında yankılanan sesini duyanlar olmuş ama ne olduğunu anlayamamışlardı. Onlar o sırada "Osmanlı Padişahı'nın kaçtığını" iddia ediyorlardı. İşi daha da ileri götürerek "Mısır'daki Memluk Sultanı'na sığındığını" söyleyenler bile vardı. Durumu anladıklarında ise iş işten geçmişti. Ertesi gün Türk Ordusu Niğbolu önlerinde dünyanın en büyük zaferlerinden birini daha kazandı.
    :rolleyes:

  5. #45
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Cevap: Yaşanmış İbretlik Osmanlı Hikayeleri

    Alman İmparatoru Şarklen'in Türkiye'deki elçisi tarafından "Dünyanın en güçlü ordusu" olarak tanımlanan Türk Ordusu Birinci Viyana kuşatmasından önce Budapeşte önüne gelmiş şehri kuşatmıştı.

    Etrafta dolaşan şüpheli birini yakalayan askerler onu doğruca Başvezir İbrahim Paşa'nın huzuruna çıkardılar.

    İbrahim Paşa ile o adam arasında şöyle bir konuşma geçti:

    "- Sen kimsin?"

    "- Kral Ferdinand'ın subayyım efendimiz!"

    "- Demek casusluk niyetiyle geldin... Peki ne öğrenmek istersin?"

    "- Görevim ordunuz hakkında bilgi toplamaktı!"

    "- Anlaşıldı... Şimdi var istediğin bilgileri topla!.."

    İbrahim Paşa sonra da ilgililere dönüp emir verdi:

    "- Bu casusa istediği herşey gösterilsin sorduğu herşeye doğru cevap verilsin!"

    Söylenenler yapıldı ve Alman subayı adeta misafir olarak ağırlandı.

    Osmanlı ordugâhını baştan başa dolaşan casus subay gördükleri karşısında hayretini gizleyemiyordu. İşi bittikten sonra tekrar huzura çıkarılınca İbrahim Paşa'ya da durumu anlattı. İbrahim Paşa gülerek elini uzattı ve onu yolcu etti:

    "- Haydi git gördüklerini kralına anlat!.."

    Osmanlıların kendi güçlerinden ne kadar emin olduklarını gösteren güzel bir örnek değil mi?

    Öyle bir örnek ki dünyada eşi ve benzeri ne görüldü ne de görülecek!

    İşte büyük ordu işte büyük devlet ve işte büyük devlet adamları!..
    :rolleyes:

  6. #46
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Cevap: Yaşanmış İbretlik Osmanlı Hikayeleri

    SİN ŞIN'A GİRİNCE

    Yavuz Selim Han Mısır'a açtığı sefer sırasında Halep'ten Şam'a doğru giderken yolda hayatına Şam'da son verilen Muhyiddin-i Arabi Hazretleri'ni ve O'nun Yavuz'u işaret eden sözlerini hatırladı. "Sin Şın'a girdiğinde Muhyiddin'in kabri meydana çıkar" sözü Yavuz'un dikkatini çekmişti. Bu işaret zaman zaman aklına takılıp duruyordu. Şam'a vardığında oranın alim ve velileriyle görüşmelerde bulundu. Söz dolaşıp Muhyiddin-i Arabi Hazretleri'ne de geldi Şam'ın ileri gelenleri Hazret'in kabrinin bulunduğu yerin halen çöplük olduğunu hadiseden o güne kadar hazrete iyi gözle bakılmadığını anlattılar.

    Yavuz Selim Han derhal harekete geçip kabrin yerini tesbit ettirdi. Oraya hemen bir türbe ve yanıbaşına büyük bir cami ve imaret inşaatı başlattı. Zamanımıza kadar muhteşem bir şekilde gelen türbe cami ve imaret külliye olarak ortaya çıktı.

    Ayrıca Muhyiddin-i Arabi Hazretleri'nin vefatından önce ayağını yere vurarak:
    "Sizin taptığınız benim ayağım altındadır" buyurduğu yeri tesbit ettirip kazdırdı. Oradan küp içinde altınlar çıktı. Bundan Muhyiddin-i Arabi Hazretleri'nin: "Siz Allah Teâla'ya değil de paraya tapıyorsunuz." Demek istediği anlaşıldı. Gerçekten de idamına sebep hazretin bu sözleri olmuştu.

    Selim Han çıkan altınları Şam'ın fakirlerine dağıttı. "Sin"den maksadın Selim "Şın"dan maksadın da Şam olduğu kesin olarak ortaya çıkmıştı.
    :rolleyes:

  7. #47
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Cevap: Yaşanmış İbretlik Osmanlı Hikayeleri

    KILIÇLAR PARLADIĞI SÜRECE

    Bir Venedik elçisinin Yavuz Sultan Selim Han'ın huzuruna kabulünden sonra;

    "Kılıcı öyle parlıyordu ki yüzünü göremedim!

    Demesi Padişaha arz edilince Cihan Padişah'ı şöyle demişti.

    -Paşalarım Osmanlı'nın kılıcı parladığı sürece düşmanların başı daima eğik olur. Ama Allah korusun bu kılıç kına girer ve paslanmaya başlarsa o zaman bu kafalar yavaş yavaş dikleşir ve bir gün bize yukarıdan bakmaya başlarlar.
    :rolleyes:

  8. #48
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Cevap: Yaşanmış İbretlik Osmanlı Hikayeleri

    MİMAR SİNAN VE SÜLEYMANİYE CAMİİ

    Büyük eserleri büyük devletler vücuda getirebilirler ve büyük sanatçıları da ancak büyük milletler ortaya çıkarırlar. Mimar Sinan Osmanlı İmparatorluğu'nun şanına uygun olarak eserler veren dünya çapında büyük bir sanatçıdır.

    Avrupalılar tarafından "Muhteşem Süleyman" adıyla anılan Kanuni Sultan Süleyman İstanbul'a şanına uygun bir cami yaptırmak istedi ve bunun için Mimar Sinan'ı görevlendirdi.

    Binlerce işçi seferber oldu. Cami inşaatında kullanılan dört büyük sütundan biri Bizanslılardan kalmadır. İkincisi Mısır'daki İskenderiye'den üçüncüsü Baalbek'ten getirilirken dördüncüsü de Topkapı Sarayı'ndan söküldü. Ak mermerler Marmara Adası'ndan yeşil mermerler Arabistan'dan somaki mermerler de başka diyarlardan getirildi. Yapılıp ortaya konacak olan eser çok büyüktü ve büyüklüğüne uygun hummalı bir çalışmayı gerektiriyordu. Mimar Sinan'ın organizesiyle bu çalışma en iyi şekliyle yapılıyor inşaat ilerliyordu.

    Ancak ne var ki iş yapanı kıskanma ve yoluna taş koyma huyu o zamanlarda da vardır. Zaman geçip iş uzadıkça çeşitli söylentiler ortaya atıldı ve Mimar Sinan Padişah'a şikayet edildi. Bir gün Padişah çıkageldi ve Mimar Sinan'la aralarında şöyle bir konuşma geçti:

    "- Mimarbaşı Mimarbaşı! Duydum ki camiimle ilgilenmeyip başka işlerle vakit geçirirmişsin. Şimdi bana söyle bakalım bu bina ne zaman tamam olur?"

    "- Saadetlü padişahım inşaallah iki ayda tamam olur!"

    Mimar Sinan'ın bu sözü Padişah'la birlikte yanındakileri de hayrete düşürdü. Çünkü yapılacak iş çoktu ve belki yıllar alacaktı. Onun için Mimarbaşı'nın cinnet getirdiğini sandılar. O'nu saraya davet edip tekrar sordular ama aldıkları cevap aynıydı.

    Mimar Sinan verdiği sözün altında kalmamak için şehirde ne kadar işe yarar sanatkâr varsa topladı ve gece-gündüz demeden çalıştı. İki aylık süre tamamlandığında o muhteşem eser ortaya çıkmıştı. Cihan Padişahı Kanuni Sultan Süleyman öteki devlet erkanı ve davetlilerle birlikte açılış için gelince Mimar Sinan anahtarları O'na teslim etti. Padişah yanında bulunanlardan birine sordu:

    "- Camiin kapısını açmaya en lâyık olan kimdir?"

    "- Padişahım camiyi açmağa Mimar Ağa kulunuz herkesten daha lâyıktır!"

    Muhteşem Süleyman tebessüm ederek başını salladı ve Mimar Sinan'a şöyle seslendi:

    "- Yaptığın bu Allah evini yürek temizliği ve dualarla yine senin açman evlâdır!"

    Padişah anahtarları Mimar Sinan'a uzattı ve O "Ya Fettah" diyerek dualarla camiin kapısını açtı.

    İşte Türk-İslam Mimari'sinin en güzel örneklerinden biri olan bu ulu mâbed böylece yapıldı ve hizmete girdi.
    :rolleyes:

  9. #49
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Cevap: Yaşanmış İbretlik Osmanlı Hikayeleri

    KANUNÎ VE ŞİİR

    Kanunî Sultan Süleyman cihangir bir padişah olmanın yanında sanat ve edebiyatla da yakından ilgiliydi. Kırk altı yıllık saltanatının hemen her anını devleti ve milleti için çalışarak geçiren seferden sefere koşarak düşmanlarla cebelleşen bu hükümdar koca bir divan oluşturacak kadar da şiir yazmıştı. Şiirlerini "Muhibbi" mahlasıyla yazan Kanunî'nin şu beyti çok ünlüdür:

    "Halk içinde müteber bir nesne yok devlet gibi
    Olmaya cihanda devlet bir nefes sıhhat gibi..."

    Ve padişah böylesine ünlü bir şair olunca Şeyhü'l İslâm'dan soracağı fetvayı da şiirle sorar... Meyve ağaçlarını karıncalar sarmış ve ağaçlara zarar vermeye başlamıştır. Padişah buna bir çare ararken ünlü Şeyhü'l İslâm Zenbilli Ali Efendi'nin fikrini almak ister ve şu beyti yazarak gönderir:

    "Dırahtı (ağacı) sarmış olsa eğer karınca
    Zarar var mı karıncayı kırınca?"

    Öyle Padişah'ın zamanında böyle Şeyhü'l İslâm olur. O'nun cevabı da şiirledir:

    "Yarın divanına Hakk'ın varınca
    Süleyman'dan alır hakkın karınca!"

    Herşey ne kadar güzel ne kadar açık değil mi? Ya Padişah'ın ve Şeyhü'l İslâm'ın böylesine güzel yazdığı bir dönemde yetişen gerçek şairler? Yeri gelmişken onlardan söz etmemek olur mu? İşte Türk lehçesinin en büyük şairlerinden biri olarak gösterilen Baki'nin Kanunî Sultan Süleyman için yazdığı "Mersiye"den bir bölüm:

    Tigın içürdü düşmene zahm-i zebanları
    Bahsetmez oldı kimse kesildi lisanları
    Gördi nihal-i serv-i ser-efraz-ı nizeni
    Serkeşlik adın anmadı bir dahi banları
    Her kande bassa pay-ı semendün nisar içün
    Hanlar yolunda cümle revan etdi kanları
    Deşt-i fenada mürg-i heva durmayub döner
    Tigın Huda yolunda sebil etdi canları
    Şemsir gibi rüy-ı zemine taraf taraf
    Saldun demür kuşaklu cihan pehlevanları
    Aldun hezar büdgedeyi mescid eyledün
    Nakus yerlerinde okutdun ezanları
    Ahir çalındı küs-ı rahil etdün irtihal
    Evvel konağın oldu cinan büstanları
    Minnet Huda'ya iki cihanda kılub said
    Nam-ı şerifin eyledi hem gazi hem şehîd.
    :rolleyes:

  10. #50
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Cevap: Yaşanmış İbretlik Osmanlı Hikayeleri

    DÜRRIYE ANNEMIZ
    Osmanli devletinin son devirleriydi. Savaslarin biri bitiyor biri basliyordu. Her ân gelebilecek bir sehadet haberine hazir gönüller ellerini duaya kaldirarak devletin ve milletin felaha kavusmasi niyâzinda bulusuyordu. Postacilar bazen cepheden mektup getiriyor bazen ise aci haberler ile sehid olan erlerimizin geriye kalan esyalarini iade ediyorlardi. Dürriye hanimin babasi da cepheden cepheye kosan bir kumandandi. Zaman zaman iki satir mektup yaziyor ve maaslarini da bu mektuba sıkıştırarak Istanbul'daki âilesine gönderiyordu. Durumlari o devrin sartlarina göre oldukça iyiydi. Bir ara gelen bir haberle âile bassiz kaliverdi. Babalari vefat etmisti. Dürriye hanim daha küçük bir çocuktu. Hayatinin bundan sonraki safhasini annesinin himayesinde ve devletten gelen maasla devam ettirdi.

    * * *

    Aradan yillar geçti. Dürriye hanim yüksek rütbeli bir askerî hâkimle evlenmisti. Zevci kültürlü varlikli fakat çok sinirli bir yapiya sahipti. Kendisine üst bas alip giyinmesi için Dürriye hanima harçlik verir o ise bununla çevresindeki ihtiyaç sahiplerini sevindirirdi. Bilhassa Eminönü tarafina geçer ve Beyazit'a giderdi. Çünkü o zamanlar Beyazit'tan Aksaray'a kadar âdetâ bir insan pazari kurulurdu. Osmanli'nin bu zor zamaninda ona yardim etmek üzere dünyanin her tarafindan gelen yüzlerce bazen binlerce Müslüman çogu kere harçliksiz kalir memleketlerine dönemez ve burada kendilerine ihsan ve ikramda bulunacak cömert gönüllü Istanbullulari beklerlerdi. Dürriye anne de eline para geçtikçe solugu Beyazit'ta alir parasinin son kurusuna kadar buradaki insanlara infak ederdi.

    * * *

    Askerî hâkim olan zevci yillar sonra emekliye ayrilmis fakat bir müddet sonra yatalak bir hasta hâline gelmisti. Yedi yil boyunca felçli kalan ve mizaç olarak da sert tabiatli olan zevcine sabir ve teslimiyetle en güzel sekilde bakmaya çalisan Dürriye anne kimseye hâlini arz etmemis kimseden herhangi bir yardim ve destek de kabul etmemisti. O kendisine "Bâr olma yâr ol!" yani "yük olma sevgili ol!" ifadesini düstur edinmisti. Vefat edecegine yakin refîki:

    "-Dürriye hanim ben senden râziyim Allah da râzi olsun! Bana çok hakkin geçti; hakkini helâl et!"

    demis ve helâllesmislerdir.

    * * *

    Iyi bir âile içinde yetismis olmak Dürriye anneye ayri bir asâlet ve olgunluk kazandirmisti. Varlik ve yokluk hâllerinde de dâima onurlu ve vakur bir sahsiyet sergilerdi. Kimseyi küçümsemez; her yastan ve her çevreden insanla geçimli olmayi bilirdi. Insanlari sevdigi ve gönlünü herkese açtigi için insanlar da kendisini severdi. Dînî meclislere karsi müstesnâ bir muhabbeti vardi. Gelene gidene hürmet ve ikramda bulunur herkesin gönlünü almaya çalisirdi. Kendi elleriyle salavat getirerek duâlar ederek çok lezzetli yemekler ve börekler hazirlar bunlari misafirlerine gönül hoslugu ile ikram ederdi.

    Ziyaretine gelen hanimlara sık sık:

    "-Sokaklarda degil evinizde şık giyinin. Zevcinizin gönlünü kazanmaya bakin ki âileniz huzurla devam etsin." derdi.

    * * *

    Mahviyet ve tevâzû ehli idi. Insana hürmet gösterirdi. Gelen çocuk bile olsa ayaga kalkar ve öyle karsilardi. Nice sirlara mazhar oldugu hâlde mânevî hâllerini gizlemeyi tercih ederdi. Bir seferinde Mûsa Topbas Efendi'ye:

    "-Bu fakirin hâli nice olur? Içimden bir ses durmadan "Râziye" diye sesleniyor.
    Acaba sasirdim mi efendim?" demisti.

    Mûsa Topbas Efendi onun bu hâlini hos görerek:

    "-Bizlere ve ümmet-i Muhammed'e duâ edin Dürriye hanimefendi!..
    Bu hâlinizi de muhafaza edin." buyurmuslardi.

    * * *

    Pek çok mânevî hâline sahid oldugumuz hâlde kendisine "Zavalli Dürriye" der ve "siradan" bir insan gibi görünmek hosuna giderdi.

    Bir bayram günü ziyaretine gitmistik. Evi çok güzel kokardi. Çiçekleriyle ilgilenirken bir ara ayagi takilip yere düstü. Bunun üzerine:

    "-Evlâdim çiçeklerle mesgul olurken herhâlde kalbim Rabbimden ayri kaldi; fakiri oksadilar!" dedi.

    * * *

    "El kârda gönül yârda" düsturuyla insanlarin arasinda hizmete devam ederken Rabbi ile de bagini kopartmamaya çalisirdi. Aksamlari isik yakmaz karanligi çok severdi. Genellikle yalnizligi tercih eder ama yalniz olmadigini: "-Mevlâm var elhamdülillâh!" diye ifade ederdi.

    * * *

    Kul hakkina çok dikkat ederdi. Hizmet eden yardimcisinin ücretini fazlaca öder erkenden de gönderirdi. Kendisini ziyarete gelenler arasinda ihtiyaç sahibi kimseler bulundugu gibi varlikli kimseler de yer alirdi. Vefat edecegi gün husûsî arabasiyla gelen bir ziyaretçisine:

    "-Soförünüzü kapida fuzûlî bekletmeyelim kul hakki olur!" demis ve görüsmeyi çok kisa tutmustu.

    Hâlbuki bazi durumlarda husûsî soförün beklemesi de vazifeleri arasindaydi. O buna ragmen hiç kimsenin hakkini almak istemezdi.

    * * *

    Bir seferinde adeti olmadigi hâlde leziz bir yemek yapilmasini istemis sonra da kendisi hiç yemeden bunu bahçedeki köpege yedirmisti. Onun hâline hayretle bakan bize dönüp:

    "-Evlâdim insan her zaman kendi sahsini düsünmemelidir. Çevresindeki mahlûkâtin da hakki vardir."

    diyerek durumu izah etmis ve kendisi ekmegini yogurda bandirarak yemisti.

    86 yasina kadar iki dizi üzerine oturur ve gözlerini kapatarak murâkabeye dalardi. Son zamanlarina kadar gözlüksüz Kur'ân-i Kerim okumusdu. Bütün ömrü mahlûkâta duâ ile geçti. Allah'in bu sâliha kulu gecenin gizledigi nice güzellikler gibi insanlar arasinda gizli kalmis ve nice sirlariyla birlikte Rabbinin "Irciî: Dön!" emrine uyarak âhiret yurduna irtihal etmistir. Cenâb-i Hak rahmet eylesin. Böyle sâliha annelerin; sabir cömertlik fedakarlik mahviyet ve mâneviyat dolu hâllerinden bizlere de hisseler nasip etsin. Âmin.
    :rolleyes:

Sayfa 5/11 İlkİlk ... 34567 ... SonSon

Benzer Konular

  1. ibretlik bi yaşanmış hikaye
    By yagmuradam in forum İbretli Hikayeler
    Cevaplar: 4
    Son Mesaj: 01.03.17, 21:38
  2. Nasreddin Hoca Hikayeleri
    By BuRaK in forum E-kitap bölümü
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 12.06.09, 06:27
  3. Helal Ve Haram ( İbretlik Hikaye)
    By Scorponork in forum İslamiyet'te Haram ve Helal.
    Cevaplar: 4
    Son Mesaj: 29.12.08, 12:17
  4. Atasözleri ve Deyimlerin Ortaya Çıkış Hikayeleri
    By Konyevi Nisa in forum Atasözleri ve Deyimler
    Cevaplar: 27
    Son Mesaj: 20.10.08, 13:14
  5. Yaşanmış Bir Sevda Masalı
    By ArzuNur in forum Yaşanmış Hikayeler
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 20.08.08, 16:29

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •