Dördüncü: لَمْ يَلِدْ dir. Bir tevhid-i celâlî müstetirdir; envâ-ı şirki reddeder, küfrü keser bîiştibah.
Yâni tegayyür, ya tenasül, ya tecezzi eden elbet; ne Hâlık'tır, ne Kayyûm'dur, ne İlah...
Veled fikri, tevellüd küfrünü لَمْ reddeder, birden keser atar. Şu şirktendir ki, olmuştur beşer ekserisi gümrah...
Ki İsa (A.S.) ya Üzeyr'in, ya melâik, ya ukûlün tevellüd şirki meydan alıyor nev-i beşerde gâh bâ-gâh...
Beşincisi: وَلَمْيُولَدْ Bir tevhid-i sermedî işareti şöyledir: Vâcib, kadîm, ezelî olmazsa, olmaz İlâh...
Yâni: Ya müddeten hâdis ise, ya maddeden tevellüd, ya bir asıldan münfasıl olsa, elbette olmaz şu kâinata penah...
Esbab-perestî, nücum-perestlik, sanem-perestî, tabiat-perestlik şirkin birer nev'idir; dalalette birer çâh...
Altıncı: وَلَمْيَكُنْ Bir Tevhid-i câmi'dir. Ne zâtında nazîri, ne ef'âlinde şerîki, ne sıfâtında şebîhi لَمْ lâfzına nazargâh...
Şu altı cümle mânen birbirine netice, hem birbirinin bürhânı, müselseldir berâhin, mürettebdir netâic şu surede karargâh...
sh: » (S: 741)
Demek şu Sûre-i İhlâs'ta, kendi mikdar-ı kametinde müselsel, hem müretteb otuz sûre münderiç; bu bunlara sehergâh...
لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللّهُ
* * *
SEBEB SIRF ZAHİRİDİR
İzzet-i âzamet ister ki; esbab-ı tabiî, perdedâr-ı dest-i kudret ola aklın nazarında.
Tevhid ve celâl ister ki: Esbab-ı tabiî, dâmenkeş-i tesir-i hakikî ola (*) kudret eserinde.
* * *
Vücud, Alem-i cismânîde Münhasır Değil
Vücudun hasra gelmez muhtelif envâ'ını, münhasır olmaz, sıkışmaz şu şehadet âleminde.
Âlem-i cismânî bir tenteneli perde gibi, şu'le-feşân gaybî avalim üzerinde.
* * *
Kalem-i Kudrette İttihad, Tevhidi İlân Eder
Eser-i itkan-ı san'at, fıtratın her köşesinde bilbedâhe reddeder esbâbının îcadını.
Nakş-ı kilkî ayn-ı kudret; hilkatın her noktasında bizzarure reddeder vesaitin vücudunu.
* * *
Bir şey, Her şey'siz Olmaz
Kâinatta serbeser sırr-ı tesanüd müstetir, hem münteşir. Hem cevanibde tecavüb, hem teâvün gösterir.
Ki yalnız bir kudret-i âlem-şümûldür yaptırır, zerreyi her nisbetiyle halkedip yerleştirir.
______________________________ ________
(*) Hakikî tesirden elini çeksin, icada karışmasın, demektir.
sh: » (S: 742)
Kitab-ı âlemin her satırıyla her harfi hay.. ihtiyaç sevkediyor, tanıştırır.
Her nereden gelirse gelsin nida-i hacete lebbeyk-zendir, sırr-ı tevhid nâmına etrafı görüştürür.
Zîhayat her harfi, herbir cümleye müteveccih birer yüzü, hem de nâzır birer gözü baktırır.
* * *
Güneşin Hareketi Câzibe İçindir, Câzibe İstikrâr-ı Manzumesi İçindir
Güneş bir meyvedârdır; silkinir; tâ düşmesin müncezib seyyar olan yemişleri.
Ger sükûtuyla sükûnet eylese, cezbe kaçar, ağlar fezâda muntâzam meczubları.
* * *
Küçük Şeyler Büyük Şeylerle Merbuttur
Sivrisinek gözünü halkeyleyendir mutlaka, Güneşi hem kehkeşi halkeylemiş.
Pirenin mîdesini tanzim edendir mutlaka, manzume-i şemsiyeyi nazmeylemiş.
Gözde rü'yet, mîdede hem ihtiyacı dercedendir mutlaka, semâ gözüne ziya sürmesi çekmiş, zemin yüzüne gıda sofrası sermiş.
* * *
Kâinatın Nazmında Büyük Bir İ'caz Var
Kâinatın gör ki te'lifinde bir i'câz var. Ger bütün esbab-ı tabiiye bilfarz-ıl muhal
Ola herbiri muktedir bir fâil-i muhtar. O i'câza karşı nihayet acz ile bil-imtisâl
Ederek secde kiسُبْحَانَكَ لاَ قُدْرَةَ فِينَا رَبَّنَا اَنْتَ الْقَدِيرُ اْلاَزَلِىُّ ذُوالْجَلاَلِ
* * *
sh: » (S: 743)
Kudrete Nisbet Her Şey Müsavidir
مَا خَلْقُكُمْ وَلاَ بَعْثُكُمْ اِلاَّ كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ
Bir kudret-i zâtiyedir, hem ezelî; acz tahallül edemez.
Onda merâtib olmayıp, mevani' tedâhül edemez. İsterse küll, isterse cüz' nisbet tefâvüt eylemez.
Çünki her şey bağlıdır her şey ile. Her şeyi yapamayan bir şeyi de yapamaz.
* * *
Kâinatı Elinde Tutamayan, Zerreyi Halkedemez
Tesbih gibi nazmeyleyip kaldıracak; arzımızı, şümûsu, nücumu, hasra gelmez
Şu fezânın başına hem sinesine takacak öyle kuvvetli ele bir kimse mâlik olmasa
Dünyada hiçbir şeyde dâva-yı halk edip, iddia-yı îcad edemez.
* * *
İhya-yı Nev', İhya-yı Ferd Gibidir
Mevt-âlûd bir nevm ile kışta uyuşmuş bir sinek, nasıl onun ihyası kudrete ağır gelmez.
Şu dünyanın mevti de, ihyası da öyledir. Bütün zîruh ihyası onda fazla nazlanmaz.
* * *
Tabiat, Bir San'at-ı İlâhiyyedir
Değil tâbi' tabiat, belki matba'. Değil nakkaş, o belki bir nakıştır.
Değil fâil, o kabildir. Değil masdar, o mistardır.
Değil nâzım, o nizâmdır.
Değil kudret, o kanundur. İradî bir şeriattır, değil hâric-i hakikatdar,
* * *
sh: » (S: 744)
Vicdan, Cezbesi İle Allah'ı Tanır
Vicdanda mündemiçtir, bir incizab ve cezbe. Bir câzibin cezbiyle dâim olur incizab.
Cezbe düşer zîşuur, ger Zülcemâl görünse. Etse tecelli daim pürşa'şaa bîhicab.
Bir Vâcib-ül Vücud'a, Sahib-i Celâl ve Cemâl; şu fıtrat-ı zîşuur kat'î şehadet-meab.
Bir şahidi o cezbe, hem diğeri incizab.
* * *
Fıtratın Şehadeti Sadıkadır
Fıtratta yalan yoktur; ne dediyse doğrudur. Çekirdeğin lisanı,
Meyl-i nümuv der: «Ben, sünbüllenip meyvedâr...» Doğru çıkar Beyânı:
Yumurtanın içinde, derin derin söyler hayatın meyelânı..
Ki: «Ben piliç olurum, izn-i İlahî ola.» Sadık olur lisanı.
Bir avuç su, bir demir gülle içinde eğer niyet etse incimad. Bürudetin zamanı
İçindeki inbisat meyli der: «Genişlen, bana lâzım fazla yer.» Bir emr-i bîemanî..
Metin demir çalışır, onu yalan çıkarmaz. Belki onda doğruluk, hem de sıdk-ı cenanî
O demiri parçalar. Şu meyelânlar bütün birer emr-i tekvînî, birer hükm-ü Yezdânî.
Birer fıtrî şeriat, birer cilve-i irade. İrâde-i İlâhî, idare-i ekvânî
Emirleri şunlardır: Birer birer meyelân, birer birer imtisâl, evâmir-i Rabbânî.
Vicdandaki tecelli aynen böyle cilvedir; ki incizab ve cezbe iki Mûsaffâ cânı.
İki mücellâ camdır, akseder içinde Cemâl-i Lâyezâlî, hem de nur-u îmânî.
* * *
sh: » (S: 745)
Nübüvvet Beşerde Zaruriyyedir
Karıncayı emîrsiz, arıları ya'subsuz bırakmayan kudret-i ezeliyye; elbette
Beşeri de bırakmaz şeriatsız, nebîsiz. Sırr-ı nizâm-ı âlem, böyle ister elbette.
* * *
Meleklerde Mi'rac, İnsanlarda Şakk-ı Kamer Gibidir
Bir mi'racî kerametle melekler, gördüler elhak! Ki müsellem bir nübüvvette muazzam bir velâyet var.
O parlak Zât, burâka binmiş de berk olmuş. Kamervârî serâser, âlem-i nuru da görmüştür.
Şu şehadet âleminde münteşir insanlara hissî büyük bir mu'cize nasılki اِنْشَقّالْقَمَرُ dir.
Bu mi'racdır, âlem-i ervahdaki sâkinlere en büyük bir mu'cize ki,
سُبْحَانَ الَّذِى اَسْرَى dır.
* * *
Kelime-i Şehadetin Bürhân'ı İçindedir
Kelime-i şehadet.. vardır iki kelâmı. Birbirine şahiddir, hem delil ve bürhândır.
Birincisi, sâniye bir bürhân-ı limmîdir. İkincisi, evvele bir bürhân-ı innîdir.
* * *
Hayat Bir Çeşit Tecelli-i Vahdettir
Hayat bir nur-u vahdettir. Şu kesrette eder tevhid tecelli. Evet, bir cilve-i vahdet eder kesretleri tevhid ve yekta.
Hayat bir şeyi herşeye eder mâlik. Hayatsız şey.. ona nisbet ademdir cümle eşya.
* * *
sh: » (S: 746)
Ruh, Vücud-u Hâricî Giydirilmiş Bir Kanundur
Ruh bir nuranî kanundur, vücud-u haricî giymiş bir namustur; şuuru başına takmış.
Bu mevcûd ruh, şu mâkul kanuna olmuş iki kardeş, iki yoldaş.
Sabit ve hem dâim fıtrî kanunlar gibi, ruh dahi hem âlem-i emir, hem irade vasfından gelir.
Kudret vücud-u hissî giydirir, şuuru başına takar, bir seyyâle-i lâtifeyi o cevhere sadef eder.
Eğer enva'daki kanunlara kudret-i Hâlık vücud-u haricî giydirirse, herbiri bir ruh olur.
Ger vücudu ruh çıkarsa, başından şuuru indirirse, yine lâyemut kanun olur.
* * *
Hayatsız Vücud, Adem Gibidir
Ziya ile hayatın herbiri, mevcûdâtın birer keşşafıdır. Bak: Nur-u hayat olmazsa,
Vücud, adem-âlûddur; belki adem gibidir. Evet garib, yetimdir; hayatsız ger Kamer'se...
* * *
Hayat Sebebiyle Karınca Küreden Büyük Olur
Ger mîzan-ül vücudla karıncayı tartarsan, ondan çıkan kâinat Küremize sıkışmaz.
Bence küre hayevandır, başkaların zannınca meyyit olan Küreyi ger getirip koyarsan
Karıncanın karşısına, o zîşuur başının nısfı bile olamaz.
* * *
Nasrâniyet İslâmiyete Teslim Olacak
Nasraniyet, ya intifa ya ıstıfa bulacak. İslâm'a karşı teslim olup terk-i silâh edecek.
Mükerreren yırtıldı, purutluğa tâ geldi, purutlukta görmedi ona salâh verecek.
sh: » (S: 747)
Perde yine yırtıldı, mutlak dalâle düştü. Bir kısmı lâkin, Bâzı yakınlaştı Tevhide; onda felâh görecek.
Hâzırlanır şimdiden (*) yırtılmaya başlıyor. Sönmezse safvet bulup İslâma mal olacak.
Bu bir sırr-ı azîmdir, ona remz u işaret; Fahr-i Rusül demiştir: «İsa, Şer'im ile amel edip ümmetimden olacak.»
* * *
Tebaî Nazar, Muhali Mümkin Görür
Meşhurdur ki: Îdin hilâline bakardı Cemâat-ı kesîre. Kimse bir şey görmedi.
Zevâlî bir ihtiyar yemin etti ki: «Gördüm.» Halbuki gördüğü, kirpiğinin tekavvüs etmiş beyaz bir kılı idi.
O kıl oldu onun hilâli. O mukavves kıl nerede! Hilâl olmuş Kamer nerede! Ger anladın şu remzi:
Zerrattaki harekât; kirpik-i aklın olmuş, birer kıl-ı zulmettar.. kör etmiş maddî gözü.
Teşkil-i cümle enva' fâilini göremez, düşer başına dalâl.
O hareket nerede! Nazzam-ı kevn nerede! Onu ona vehmetmek, muhal ender muhal!..
* * *
Kur'an Âyine İster, Vekil İstemez
Ümmetteki cumhuru, hem avâmın umumu; bürhândan ziyade me'hazdaki kudsiyet şevk-i itaat verir, sevkeder imtisâle.
Şeriat yüzde doksanı; müsellemât-ı şer'î, zaruriyâ t-ı dinî birer elmas sütundur.
İçtihadî, hilafî, fer'î olan mesâil; yüzde ancak on olur. Doksan elmas sütunu, on altının sahibi
Kesesine koyamaz, ona tâbi kılamaz. Elmasların mâdeni: Kur'an ve hem Hadîstir. Onun malı.. oradan, her zaman istemeli.
Kitablar, içtihadlar Kur'anın âyinesi, yahut dürbin olmalı. Gölge, vekil istemez o Şems-i Mu'cizbeyân.
______________________________ ___
(*) Bu dehşetli Harb-i Umumî neticesindeki vaziyete işaret eder. Belki, İkinci Harb-i Umumîden tam haber verir.
* * *
sh: » (S: 748)
Mübtıl, Bâtılı Hak Nazarıyla Alır
İnsandaki fıtratı mükerrem olduğundan, kasden hakkı arıyor. Bâzan gelir eline, bâtılı hak zanneder; koynunda saklıyor...
Hakikatı kazarken ihtiyarı olmadan dalâl düşer başına; hakikattır zanneder, kafasına geçirir.
* * *
Kudretin Âyineleri Çoktur
Kudret-i Zülcelâl'in pekçoktur mir'atleri. Herbiri ötekinden daha eşeff ve eltaf pencereler açıyor bir âlem-i misâle.
Sudan havaya kadar, havadan tâ esîre, esîrden tâ misâle, misâlden tâ ervaha, ervahtan tâ zamana, zamandan tâ hayale,
Hayâlden fikre kadar muhtelif âyineler, daima temsil eder şuûnat-ı seyyâle. Kulağınla nazar et âyine-i havaya: Kelime-i vâhide, olur milyon kelimât!
Acib istinsah eder o kudretin kalemi.. şu sırr-ı tenâsülât...
* * *
Temessülün Aksamı Muhtelifedir
Âyinede temessül, münkasım dört sûrete: Ya yalnız hüviyet; ya beraber hâsiyet; ya hüviyet hem şû'le-i mahiyet; ya mahiyet, hüviyet.
Eğer misâl istersen, işte insan ve hem şems, melek ve hem kelime. Kesifin timsalleri, âyinede oluyor birer müteharrik meyyit.
Bir ruh-u nuranînin, kendi mir'atlarında timsalleri oluyor birer hayy-ı murtabıt; aynı olmazsa eğer, gayrı dahi olmayıp
Birer nur-u münbasit. Ger şems hayvan olaydı; olur harareti hayatı, ziya onun şuuru.. şu havassa mâliktir âyinede timsali.
İşte budur şu esrarın miftahı: Cebrail hem Sidre'de, hem Sûret-i Dıhye'de meclis-i Nebevî'de,
Hem kim bilir kaç yerde!.. Azrail'in bir anda Allah bilir kaç yerde, ruhları kabzediyor. Peygamber'in bir anda,
Hem keşf-i evliyada, hem sâdık rü'yalarda ümmetine görünür, hem Haşirde umum ile şefaatle görüşür.
Velilerin ebdâlı, çok yerlerde bir anda zuhur eder, görünür.
* * *
sh: » (S: 749)
Müstaid, Müçtehid Olabilir; Müşerri' Olamaz
İçtihadın şartını haiz olan her müstaid, ediyor nefsi için, nass olmıyanda içtihad; Ona lâzım, gayre ilzam edemez.
Ümmeti dâvetle teşri' edemez. Fehmi, şeriattan olur; lâkin şeriat olamaz. Müçtehid olabilir; fakat müşerri' olamaz.
İcma' ile cumhurdur, sikke-i şer'i görür. Bir fikre dâvet etmek; zann-ı kabûl-ü cumhur, şart-ı evvel oluyor.
Yoksa, dâvet bid'attır; reddedilir. Ağzına tıkılır; onda daha çıkamaz...
* * *
Nur-u Akıl, Kalbden Gelir
Zulmetli münevverler bu sözü bilmeliler: Ziya-yı kalbsiz olmaz nur-u fikir münevver.
O nur ile bu ziya meczolmazsa zulmettir; zulüm ve cehli fışkırır. Nurun libasını giymiş bir zulmet-i müzevver.
Gözünde bir nehar var; lâkin ebyaz ve muzlim. İçinde bir sevad var, ki bir leyl-i münevver.
O içinde bulunmazsa, o şahm-pare göz olmaz; sende birşey göremez. Basiretsiz basar da para etmez.
Ger fikret-i beyzâda süveyda-i kalb olmazsa, halita-i dimağî ilim ve basiret olmaz. Kalbsiz akıl olamaz.
* * *
Dimağda Merâtib-i İlim Muhtelifedir, Mültebise
Dimağda merâtib var birbiriyle mültebis, ahkâmları muhtelif. Evvel tahayyül olur, sonra tasavvur gelir,
Sonra gelir taakkul, sonra tasdik ediyor, sonra iz'an oluyor, sonra gelir iltizâm, sonra îtikad gelir.
İtikadın başkadır, iltizâmın başkadır. Herbirinden çıkar bir hâlet; Salâbet îtikaddan,
Taassub iltizâmdan, imtisâl iz'andan, tasdikten iltizâm, taakkulde bîtaraf, bîbehre tasavvurda,
sh: » (S: 750)
Tahayyülde safsata hasıl olur, mezcine eğer olmaz muktedir. Bâtıl şeyleri güzel tasvir etmek, her demde. Sâfi olan zihinleri cerhdir, hem idlâli...
* * *
Hazmolmayan İlim, Telkin Edilmemeli
Hakikî mürşid-i âlim; koyun olur, kuş olmaz. Hasbî verir ilmini.
Koyun verir kuzusuna hazmolmuş Mûsaffâ sütünü.
Kuş veriyor ferhine lûab-âlûd kayyını.
* * *
Tahrib Esheldir; Zaîf, Tahribci Olur.
Vücud-u cümle ecza, şart-ı vücud-u külldür. Adem ise, oluyor bir cüzün ademiyle; tahrib eshel oluyor.
Bundandır ki: Âciz adam, sebeb-i zuhur-u iktidar-ı müsbete hiç yanaşmaz. Menfice müteharrik, dâim tahribkâr olur.
* * *
Kuvvet Hakka Hizmetkâr Olmalı.
Hikmetteki desâtir, hükümette nevâmis, hakta olan kavânîn, kuvvetteki
kavâid birbiriyle olmazsa müstenid ve müstemid:
Cumhur-u Nasda olmaz, ne müsmir ve müessir. Şeriatte şeâir; kalır mühmel, muattal. Umur-u nâsda olmaz, müstenid ve mu'temid.
* * *
Bâzan Zıd, Zıddını Tâzammun Eder
Zaman olur zıd, zıddını saklarmış. Lisan-ı siyasette lâfz, mânanın zıddıdır. Adâlet külahını (*)
Zulüm başına geçirmiş. Hamiyet libasını, hıyanet ucuz giymiş.
Cihad ve hem gazâya, bâğî ismi takılmış. Esaret-i hayvânî, istibdâd-ı şeytanî; hürriyet nam verilmiş. Zıdlarda emsâl olmuş, sûretlerde tebâdül, isimlerde tekabül, makamlarda becâyiş-i mekânî.
_____________________
(*) Bu zamanı tam görmüş gibi bahseder.
* * *
sh: » (S: 751)
Menfaatı Esâs Tutan Siyaset Canavardır
Menfaat üzere çarhı kurulmuş olan siyaset-i hâzıra; müfteristir, canavar.
Aç olan canavara karşı tahabbüb etsen merhametini değil, iştihasını açar.
Sonra döner, geliyor; tırnağının, hem dişinin kirasını senden ister.
* * *
Kuva-yı İnsâniyye Tahdid Edilmediğinden Cinâyeti Büyük Olur
Hayvanın hilâfına, insandaki kuvveler, fıtrî tahdid olmamış. Onda çıkan hayr ü şer, lâyetenâhî gider.
Onda olan hodgâmlık, bundan çıkan hodbinlik, gurur, inad birleşse; öyle günah oluyor (*) ki beşer şimdiye kadar Ona isim bulmamış. Cehennem'in lüzumuna delil olduğu gibi, cezası da yalnız Cehennem olabilir.
Hem meselâ: Bir adam, tek yalancı sözünü doğru göstermek için, İslâm'ın felâketini kalben arzu eder.