***
DIŞARDA
Points: 155.310, Level: 100
Level completed: 0%,
Points required for next Level: 0
Overall activity: 0%
Achievements


SÖZLER / Risale-i Nur'dan 27. Söz
بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ
Yirmiyedinci Söz
Içtihad Risalesi
Bes-alti sene mukaddem, Arabî bir risalede, içtihada dair yazdigim bir mes'ele, iki kardesimin arzulariyla, o mes'eleye dair haddinden tecavüz edenin haddini bildirmek için, su söz, o mes'ele-i içtihadiyeye dair yazildi.
بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ
وَلَوْ رَدُّوهُ اِلَى الرَّسُولِ وَاِلَى اُولِى اْلاَمْرِ مِنْهُمْ لَعَلِمَهُ الَّذِينَ يَسْتَنْبِطُونَهُ مِنْهُمْ
Içtihad kapisi açiktir. Fakat su zamanda oraya girmeye "alti mâni" vardir.
Birincisi: Nasilki kista, firtinalarin siddetli oldugu bir vakitte, dar delikler dahi seddedilir. Yeni kapilari açmak, hiçbir cihetle kâr-i akil degil. Hem nasilki büyük bir selin hücumunda, tamir için duvarlarda delikler açmak gark olmaga vesiledir. Öyle de, su münkerat zamaninda ve âdât-i ecânibin istilâsi aninda ve bid'alarin kesreti vaktinde ve dalâletin tahrîbati hengâminda, içtihad namiyla,
sh: » (S: 507)
kasr-i Islâmiyetten yeni kapilar açip, duvarlarindan muharriblerin girmesine vesile olacak delikler açmak, Islâmiyet'e cinâyettir.
Ikincisi: Dinin zaruriyâ ti ki, içtihad onlara giremez. Çünki kat'î ve muayyendirler. Hem o zaruriyâ t, kut ve gida hükmündedirler. Su zamanda terke ugruyorlar ve tezelzüldedirler ve bütün himmet ve gayreti, onlarin ikamesine ve ihyasina sarfetmek lâzim gelirken, Islâmiyet'in nazariyât kisminda ve selefin içtihadat-i sâfiyane ve hâlisanesiyle, bütün zamanlarin hâcâtina dar gelmeyen efkârlari oldugu halde, onlari birakip heveskârane yeni içtihadlar yapmak, bid'akârane bir hiyanettir.
Üçüncüsü: Nasilki çarsida mevsimlere göre, birer metâ mergub oluyor. Vakit be-vakit birer mal revaç buluyor. Öyle de, âlem mesherinde, içtimaiyat-i insâniye ve medeniyet-i beseriye çarsisinda, her asirda birer metâ mergub olup revaç buluyor. Sûkunda yâni çarsisinda teshir ediliyor, ragbetler ona celboluyor, nazarlar ona teveccüh ediyor, fikirler ona müncezib oluyor. Meselâ: Su zamanda siyaset metâi ve hayat-i dünyeviyenin temini ve felsefenin revaçlari gibi... Ve selef-i sâlihîn asrinda ve o zaman çarsisinda en mergub metâ, Hâlik-i Semâvat ve Arz'in marziyatlarini ve bizden arzularini, kelâmindan istinbat etmek ve nur-u nübüvvet ve Kur'an ile, kapatilmayacak derecede açilan âhiret âlemindeki saadet-i ebediyeyi kazandirmak vesâilini elde etmek idi.
Iste o zamanda zihinler, kalbler, ruhlar, bütün kuvvetleriyle, yerler ve gökler Rabbinin marziyatini anlamaga müteveccih oldugundan, içtimaiyat-i beseriyenin sohbetleri, muhavereleri, vukuatlari, ahvâlleri ona bakiyordu. Ona göre cereyan ettiginden her kimin güzelce bir istidadi bulunsa, onun kalbi ve fitrati, suursuz olarak herseyden bir ders-i mârifet alir. O zamanda cereyan eden ahvâl ve vukuat ve muhâverattan taallüm ediyordu. Güya herbir sey, ona bir muallim hükmüne geçip, onun fitrat ve istidadina, içtihada bir istidad-ihzârini telkin ediyordu. Hattâ o derece su fitrî ders tenvir ediyordu ki; yakin idi ki, kesbsiz içtihada kabiliyeti ola, atessiz nurlana... Iste su tarzda fitrî bir ders alan bir müstaid, içtihada çalismaga basladigi vakit, kibrit hükmüne geçen istidadi, "nûrun alâ nûr" sirrina mazhar olur; çabuk ve az zamanda müçtehid olurdu.
sh: » (S: 508)
Amma su zamanda, medeniyet-i Avrupa'nin tahakkümüyle, felsefe-i tâbiiyenin tasallutuyla, serait-i hayat-i dünyeviyenin agirlasmasiyla, efkâr ve kulûb dagilmis, himmet ve inâyet inkisam etmistir. Zihinler mâneviyata karsi yabanilesmistir. Iste bunun içindir ki, su zamanda birisi; dört yasinda Kur'an'i hifzedip, âlimlerle mübahase eden Süfyan Ibn-i Uyeyne olan bir müçtehidin zekâsinda bulunsa, Süfyan'in içtihadi kazandigi zamânâ nisbeten, on defa daha fazla zamânâ muhtaçtir. Süfyan, on senede içtihadi tahsil etmis ise, su adam yüz seneye muhtaçtir ki tahsil edebilsin. Çünki Süfyan'in ibtida-i tahsil-i fitrîsi sinn-i temyiz zamanindan baslar. Yavas yavas istidadi müheyya olur, nurlanir, herseyden ders alir, kibrit hükmüne geçer. Amma onun nazîri, su zamanda çünki zihni felsefede bogulmus, akli siyasete dalmis, kalbi hayat-i dünyeviyede sersem olmus, istidadi içtihaddan uzaklasmis, elbette fünun-u hâzirada tevaggulü derecesinde istidadi içtihad-i ser'î kabiliyetinden uzaklasmis ve ulûm-u arziyede tefennünü derecesinde içtihadin kabûlünden geri kalmistir. Onun için "Ben de onun gibi zekiyim, niçin ona yetisemiyorum?" diyemez ve demeye hakki yoktur ve yetisemez.
Dördüncüsü: Nasilki bir cisimde, nesv ü nema için tevessü' meyli bulunur. O meyl-i tevessü' ise, -çünki dâhildendir- vücud ve cisim için bir tekemmüldür. Fakat eger hariçte tevsi' için bir meyl ise, o vücudun cildini yirtmaktir, tahrib etmektir; tevsi' degildir. Öyle de, Islâmiyetin dairesine selef-i sâlihîn gibi takvâ-yi kâmile kapisiyla ve zaruriyâ t-i diniyenin imtisâli tarîkiyla dâhil olanlarda meyl-üt tevessü' ve irade-i içtihad bulunsa; o Kemâldir ve tekemmüldür. Yoksa zaruriyâ ti terk eden ve hayat-i dünyeviyeyi hayat-i uhreviyeye tercih eden ve felsefe-i maddiye ile âlûde olanlardan olan o meyl-üt tevsi' ve irade-i içtihad, vücud-u Islâmiyeyi tahrib ve boynundaki ser'î zincirini çikarmaga vesiledir.
Besincisi: Üç nokta-i nazar, su zamanin içtihadatini arziye yapar, semâvîlikten çikariyor. Halbuki Seriat semâviyedir ve içtihadat-i Ser'iye dahi, onun ahkâm-i mestûresini izhar ettiginden semâviyedirler.
Birincisi: Bir hükmün hikmeti ayridir, illeti ayridir. Hikmet ve maslahat ise; tercihe sebebdir, îcaba icada medâr degildir. Illet ise, vücuduna medârdir. Meselâ: Seferde namaz kasredilir, iki
sh: » (S: 509)
rek'at kilinir. Su ruhsat-i ser'iyenin illeti seferdir, hikmeti ise mesakkattir. Sefer bulunsa, mesakkat hiç olmasa da namaz kasredilir. Çünki illet var. Fakat sefer bulunmasa, yüz mesakkat bulunsa, namazin kasredilmesine illet olamaz. Iste su hakikatin aksine olarak, su zamanin nazari ise, maslahat ve hikmeti illet yerine ikame edip ona göre hükmediyor. Elbette böyle içtihadat arziyedir, semâvî degildir.
Ikincisi: Su zamanin nazari, evvelâ ve bizzat saadet-i dünyeviyeye bakiyor ve ahkâmlari ona tevcih ediyor. Halbuki Seriatin nazari ise, evvelâ ve bizzât saadet-i uhreviyeye bakar, ikinci derecede -âhirete vesile olmak dolayisiyla- dünyanin saadetine nazar eder. Demek su zamanin nazari, ruh-u Seriattan yabanidir. Öyle ise, Seriat namina içtihad edemez.
Üçüncüsü: اِنَّ الضَّرُورَاتِ تُبِيحُ الْمَحْظُورَاتِ kaidesi, yâni "Zaruret, harami helâl derecesine getirir." Iste su kaide ise, küllî degil. Zaruret eger haram yoluyla olmamis ise, harami helâl etmeye sebebiyet verir. Yoksa sû'-i ihtiyariyla, gayr-i mesru sebeblerle zaruret olmus ise, harami helâl edemez, ruhsatli ahkâmlara medâr olamaz, özür teskil edemez. Meselâ: Bir adam sû'-i ihtiyariyla, haram bir tarzda kendini sarhos etse; tasarrufati, ülemâ-i Seriatça aleyhinde câridir, mâzur sayilmaz. Tatlîk etse, talâki vâki olur. Bir cinâyet etse, ceza görür. Fakat sû'-i ihtiyariyla olmazsa, talâk vâki olmaz, ceza da görmez. Hem meselâ, bir içki mübtelâsi zaruret derecesinde mübtelâ olsa da, diyemez ki: "Zarurettir, bana helâldir."
Iste su zamanda zaruret derecesine geçen ve insanlari mübtelâ eden bir beliyye-i âmme Sûretine giren çok umûrlar vardir ki; sû'-i ihtiyardan, gayr-i mesru meyillerden ve haram muâmelelerden tevellüd ettiklerinden, ruhsatli ahkâmlara medâr olup, harami helâl etmeye medâr olamazlar. Halbuki su zamanin ehl-i içtihadi, o zarurati ahkâm-i ser'iyeye medâr yaptiklarindan, içtihadlari arziyedir, hevesîdir, felsefîdir, semâvî olamaz, ser'î degil. Halbuki semâvat va arzin Hâlikinin ahkâm-i Ilahiyesinde tasarruf ve ibâdinin ibâdâtina müdahale o Hâlikin izn-i mânevîsi olmazsa; o tasarruf o müdahale merduddur. Meselâ: Bâzi gafiller, hutbe gibi