Hem su hâdise gibi, Gazve-i Bedir'de bir münafik, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'i bir gaflet vaktinde kimse görmeden, tam arkasindan kilinç kaldirip vururken, birden Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm bakmis. O titreyip, kilinç elinden yere düsmüs.
Dördüncü Hâdise: Manevî tevatüre yakin bir söhretle ve ekser ehl-i tefsirin
اِنَّا جَعَلْنَا فِى اَعْنَاقِهِمْ اَغْلاَلاً فَهِىَ اِلَى اْلاَذْقَانِ فَهُمْ مُقْمَحُونَ * {
وَجَعَلْنَا مِنْ بَيْنِ اَيْدِيهِمْ سَدّاً وَمِنْ خَلْفِهِمْ سَدّاً فَاَغْشَيْنَاهُمْ فَهُمْ لاَ يُبْصِرُونَ
âyetinin sebeb-i nüzulü ve ehl-i tefsir allâmeleri ve ehl-i hadîs imamlari haber veriyorlar ki: Ebu Cehil yemin etmis ki: "Ben secdede Muhammed'i görsem, bu tasla onu vuracagim." Büyük bir tas alip gitmis. Secdede gördügü vakit kaldirip vurmakta iken, elleri yukarida kalmis. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm namazi bitirdikten sonra kalkmis, Ebu Cehil'in eli çözülmüs. O ise; ya Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'in müsaadesiyle veyahut ihtiyaç kalmadigindan çözülmüs.
Hem yine Ebu Cehil kabilesinden -bir tarîkte- Velid Ibn-i Mugire, yine Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'i vurmak için, büyük bir tasi alip secdede iken vurmaya gitmis; gözü kapanmis. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'i Mescid-i
sh: » (M: 171)
Haram'da görmedi, geldi. Onu gönderenleri de görmüyordu, yalniz seslerini isitiyordu. Tâ Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm namazdan çikti, ihtiyaç kalmadigindan onun gözü de açildi.
Hem nakl-i sahih ile Ebu Bekir-i Siddîk'tan haber veriyorlar ki: Sure-i تَبَّتْ يَدَا اَبِى لَهَبٍ nâzil olduktan sonra, Ebu Leheb'in karisi Ümm-ü Cemil denilen "Hammalet-el Hatab" bir tas alip, Mescid-i Haram'a gelmis. Ebu Bekir ile Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm orada oturuyorlarmis. Gözü Ebu Bekir-i Siddîk'i görüyor, soruyor: "Yâ Ebâ Bekir! Senin arkadasin nerede? Ben isitmisim ki, beni hicvetmis. Ben görsem, bu tasi agzina vuracagim." Yaninda iken Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'i görmemis. Elbette hifz-i Ilâhîde olan bir Sultan-i Levlâk'i, böyle bir Cehennem oduncusu, onun huzuruna girip göremez. Agzina mi düsmüs!..
Besinci Hâdise: Haber-i sahih ile haber veriliyor ki: Âmir Ibn-i Tufeyl ve Erbed Ibn-i Kays ikisi ittifak ederek Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'in yanina gitmisler. Âmir demis: "Ben onu mesgul edecegim, sen onu vuracaksin!" Sonra bakiyor ki, birsey yapmiyor. Gittikten sonra arkadasina dedi: "Neden vurmadin?" Dedi: "Nasil vuracagim, ne kadar niyet ettim, bakiyorum ki, ikimizin ortasina sen geçiyorsun. Seni nasil vuracagim?"
Altinci Hâdise: Nakl-i sahih ile haber veriliyor ki: Gazve-i Uhud'da veya Huneyn'de Seybe Ibn-i Osman-el Hacebî -ki, Hazret-i Hamza, onun hem amucasini, hem pederini öldürmüstü- intikamini almak için gizli geldi. Tâ Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'in arkasindan yalin kilinç kaldirdi. Birden kilinç elinden düstü. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ona bakti, elini gögsüne koydu. Seybe der ki: "O dakikada dünyada ondan daha sevgili adam bana olmazdi." Imana geldi. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etti: "Haydi git, harbet!" Seybe dedi: "Ben gittim, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm önünde harbettim. Eger o vakit pederim de rastgelseydi, vuracaktim."
Hem Feth-i Mekke gününde Fedale naminda birisi, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'in yanina vurmak niyetiyle geldi.
sh: » (M: 172)
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ona bakip tebessüm etti, "Nefsinle ne konustun?" dedi ve Fedale için taleb-i magfiret etti. Fedale îmana geldi ve dedi ki: "O vakit ondan daha ziyade dünyada sevgilim olmazdi."
Yedinci Hâdise: -Nakl-i sahih ile- Yahudiler sû'-i kasd niyetiyle, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'in oturdugu yere üstünden büyük bir tas atmak âninda, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm o dakikada hifz-i Ilahî ile kalkmis; o sû'-i kasd de akîm kalmis.
Bu yedi misâl gibi çok hâdiseler vardir. Basta Imam-i Buharî ve Imam-i Müslim ve eimme-i hadîs, Hazret-i Âise'den naklediyorlar ki: وَاللّهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِ âyeti nâzil olduktan sonra, arasira Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'i muhafaza eden zâtlara ferman etti: يَا اَيُّهَا النَّاسُ انْصَرِفُوا فَقَدْ عَصَمَنِى رَبِّى عَزَّ وَجَلَّ Yani: "Nöbetdarliga lüzum yok, benim Rabbim beni hifzediyor."
Iste su risale de, bastan buraya kadar gösteriyor ki: Su kâinatin her nev'i, her âlemi; Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'i tanir, alâkadardir. Herbir nev'-i kâinatta, onun mu'cizati görünüyor. Demek o Zât-i Ahmediye (A.S.M.) Cenab-i Hakk'in -fakat kâinatin Hâliki itibariyle ve bütün mahlukatin Rabbi ünvaniyla- memurudur ve resulüdür. Evet nasilki bir padisahin büyük ve müfettis bir memurunu herbir daire bilir ve tanir; hangi daireye girse, onunla münasebetdar olur. Çünki umumun padisahi namina bir memuriyeti var. Eger meselâ yalniz adliye müfettisi olsa, o vakit adliye dairesiyle münasebetdar olur. Baska daireler onu pek tanimaz. Ve askeriye müfettisi olsa, mülkiye dairesi onu bilmez. Öyle de, anlasiliyor ki; bütün devair-i saltanat-i Ilâhiyede, melekten tut tâ sinege ve örümcege kadar herbir taife onu tanir ve bilir veya bildirilir. Demek Hâtem-ül Enbiya ve Resul-i Rabb-il Âlemîn'dir. Ve umum enbiyanin fevkinde risaletinin sümulü var.
ONALTINCI ISARET: Irhasat denilen; bi'set-i nübüvvetten evvel fakat nübüvvetle alâkadar olarak vücuda gelen hârikalar dahi, delâil-i nübüvvettir. Su da üç kisimdir:
sh: » (M: 173)
BIRINCI KISIM: Nass-i Kur'anla; Tevrat, Incil, Zebur ve Suhuf-u Enbiyanin, nübüvvet-i Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm'a dair verdikleri haberdir. Evet mâdem o kitablar semavîdirler ve mâdem o kitab sahibleri enbiyadirlar; elbette ve herhalde onlarin dinlerini nesheden ve kâinatin seklini degistiren ve yerin yarisini getirdigi bir nur ile isiklandiran bir zâttan bahsetmeleri, zarurî ve kat'îdir. Evet küçük hâdiseleri haber veren o kitablar, nev'-i beserin en büyük hâdisesi olan hâdise-i Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâm'i haber vermemek kabil midir? Iste mâdem bilbedahe haber verecekler, herhalde ya tekzib edecekler, tâ ki dinlerini tahribden ve kitablarini neshden kurtarsinlar.. veya tasdik edecekler, tâ ki o hakikatli zât ile, dinleri hurafattan ve tahrifattan kurtulsun. Halbuki dost ve düsmanin ittifakiyla, tekzib emaresi hiç bir kitabda yoktur. Öyle ise, tasdik vardir. Mâdem mutlak bir surette tasdik vardir ve mâdem su tasdikin vücudunu iktiza eden kat'î bir illet ve esasli bir sebeb vardir; biz dahi, o tasdikin vücuduna delalet eden üç hüccet-i katia ile isbat edecegiz:
Birinci Hüccet: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Kur'anin lisaniyla onlara der ki: "Kitablarinizda, benim tasdîkim ve evsâfim vardir. Benim beyan ettigim seylerde, kitablariniz beni tasdik ediyor."
قُلْ فَاْتُوا بِالتَّوْرَيةِ فَاتْلُوهَا اِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ { قُلْ تَعَالَوْا نَدْعُ اَبْنَاءَنَا وَاَبْنَاءَكُمْ وَنِسَاءَنَا وَنِسَاءَكُمْ وَاَنْفُسَنَا وَاَنْفُسَكُمْ ثُمَّ نَبْتَهِلْ فَنَجْعَلْ لَعْنَتَ اللّهِ عَلَى الْكَاذِبِينَ
gibi âyetlerle, onlara meydan okuyor. "Tevratinizi getiriniz, okuyunuz ve geliniz; biz çoluk ve çocugumuzu alip Cenâb-i Hakk'in dergâhina el açip, yalancilar aleyhinde lânetle duâ edecegiz!" diye mütemadiyen onlarin basina vurdugu halde, hiç Yahudi bir âlim veya Nasranî bir kissîs, onun bir yanlisini gösteremedi. Eger gösterseydi, pek çok kesrette bulunan ve pek çok inadli ve hasedli olan kâfirler ve münâfik Yahudiler ve bütün âlem-i küfür, her tarafta ilân edeceklerdi. Hem demis: "Ya yanlisimi bulunuz veyahut sizinle mahvoluncaya kadar cihad edecegim!" Halbuki bunlar, harbi ve perisaniyeti ve hicreti ihtiyar ettiler. Demek yanlisini bulamadilar. Bir yanlis bulunsaydi, onlar kurtulurlardi...
sh: » (M: 174)
Ikinci Hüccet: Tevrat, Incil ve Zebur'un ibareleri; Kur'an gibi i'cazlari olmadigindan, hem mütemadiyen tercüme tercüme üstüne oldugundan, pek çok yabanî kelimeler içlerine karisti. Hem müfessirlerin sözleri ve yanlis tevilleri, onlarin âyetleriyle iltibas edildi; hem bazi nâdanlarin ve bazi ehl-i garazin tahrifati da ilâve edildi. Su surette o kitablarda tahrifat, tagyirat çogaldi. Hattâ Seyh Rahmetullah-i Hindî (allâme-i meshur) kütüb-ü sâbikanin binler yerde tahrifatini, kesislerine ve Yahudi ve Nasara ûlemasina isbat ederek, iskât etmis. Iste bu kadar tahrifatla beraber, su zamanda dahi meshur Hüseyin-i Cisrî (Rahmetullahi Aleyh) o kitablardan yüz ondört delil nübüvvet-i Ahmediyeye dair çikarmistir. "Risale-i Hamîdiye"de yazmis. O risaleyi de, Manastirli Merhum Ismail Hakki tercüme etmis. Kim arzu ederse, ona müracaat eder, görür.
Hem pek çok Yahudi ulemasi ve Nasara ulemasi, ikrar ve itiraf etmisler ki: "Kitablarimizda Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm'in evsafi yazilidir." Evet gayr-i müslim olarak basta meshur Rum Meliklerinden Hirakl itiraf etmis, demis ki: "Evet
Îsâ Aleyhisselâm, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'dan haber veriyor."
Hem Rum Meliki Mukavkis naminda Misir hâkimi ve ulema-i Yehud'un en meshurlarindan Ibn-i Suriya ve Ibn-i Ahtab ve onun kardesi Kâ'b Bin Esed ve Zübeyr Bin Bâtiya gibi meshur ulema ve reisler, gayr-i müslim kaldiklari halde ikrar etmisler ki: "Evet kitablarimizda onun evsafi vardir, ondan bahsediyorlar."
Hem Yehud'un meshur ulemasindan ve Nasara'nin meshur kissîslerinden, kütüb-ü sâbikada evsaf-i Muhammediyeyi (A.S.M.) gördükten sonra inadi terkedip îmana gelenler, evsafini Tevrat ve Incil'de göstermisler ve sair Yahudi ve Nasranî ulemasini onunla ilzam etmisler. Ezcümle, meshur Abdullah Ibn-i Selâm ve Veheb Ibn-i Münebbih ve Ebî Yâsir ve Sâmul (ki bu zât, Melik-i Yemen Tübba' zamaninda idi. Tübba' nasil giyaben ve bi'setten evvel iman getirmis, Sâmul de öyle.) ve Sa'ye'nin iki oglu olan Esid ve Sa'lebe ki; Ibn-i Heyban denilen bir ârif-i billah bi'setten evvel Benî Nadîr Kabilesine misafir olmus. قَرِيبٌ ظُهُورُ نَبِىٍّ هذَا دَارُ هِجْرَتِهِ demis, orada vefat etmis. Sonra o kabile Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ile harbettikleri
sh: » (M: 175)
zaman Esid ve Sa'lebe meydana çiktilar, o kabileye bagirdilar: وَاللّهِ هُوَ الَّذِى عَهَدَ اِلَيْكُمْ فِيهِ ابْنُ هَيْبَان Yani: "Ibn-i Heyban'in haber verdigi zât budur; onunla harbetmeyiniz!" Fakat onlar onlari dinlemediler, belâlarini buldular.
Hem ulema-i Yehud'dan Ibn-i Bünyamin ve Muhayrik ve Kâ'b-ül Ahbar gibi çok ulema-i Yehud, evsaf-i Nebeviyeyi kitablarinda gördüklerinden, îmana gelmisler; sair îmana gelmeyenleri de ilzam etmisler.
Hem ulema-i Nasara'dan, bahsi geçen meshur Buheyra-i Rahib ki; Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Sam tarafina amucasiyla gittigi vakit oniki yasinda idi. Buheyra-i Rahib, onun hatiri için Kureysîleri davet etmis. Bakti ki, kafileye gölge eden bir parça bulut, daha kafile yerinde gölge ediyor. "Demek aradigim adam orada kalmis!" Sonra adam göndermis, onu da getirtmis. Ebu Tâlib'e demis: "Sen dön Mekke'ye git! Yahudiler hasûddurlar; bunun evsafi Tevrat'ta mezkûrdur; hiyanet ederler."
Hem Nastur-ul Habese ve Habes Reisi olan Necasî, evsaf-i Muhammediyeyi (A.S.M.) kitablarinda gördükleri için, beraber îman etmisler.
Hem Dagatir isminde meshur bir Nasranî âlimi; evsafini görmüs, îman etmis; Rumlar içinde ilân etmis, sehid edilmis.
Hem Nasranî rüesasindan Hâris Ibn-i Ebî Sümer-il Gasanî ve Sam'in büyük dinî reisleri ve melikleri, yani Sahib-i Ilya ve Hirakl ve Ibn-i Natur ve Cârud gibi meshur zâtlar, kitablarinda evsafini görmüsler ve îman etmisler. Yalniz Hirakl, dünya saltanati için îmanini izhar etmemis.
Hem bunlar gibi Selman-ül Farisî, o da evvel nasranî idi. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'in evsafini gördükten sonra, onu ariyordu.
Hem Temim naminda mühim bir âlim, hem meshur Habes Reisi Necasî, hem Habes nasarasi, hem Necran papazlari; bütün müttefikan haber veriyorlar ki: "Biz, evsaf-i Nebeviyeyi kitablarimizda gördük, onun için îmana geldik."
Üçüncü Hüccet: Iste bir nümune olarak Tevrat, Incil, Zebur'un
sh: » (M: 176)