***
DIŞARDA
Points: 25.810, Level: 96
Level completed: 46%,
Points required for next Level: 540
Overall activity: 0%
Achievements


Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi
BERÂET GECESİ Şaban ayının ondördüncü gününü onbeşinci gününe bağlayan gece
Bu gece, değişik adlarla da anılmaktadır:
Bu geceye, bereketli ve feyizli bir gece olması sebebiyle ‚Mübârek'; kulların günahlarının affolunması ve temize çıkmaları sebebiyle ‚Beraet'; kulların ihsana kavuşmaları nedeniyle ‚Rahmet', geceyi iyi değerlendiren kulların seçilerek salih kullar arasına alınması sebebiyle ‚Berae veya Sakk' adı da verilir
Bu gecenin beş özelliği vardır:
1) Bu gecede önemli işlerin seçimi ve ayırımı yapılır
2) Bu geceyi ibadetle geçirenlere yardımcı olması amacıyla Allah tarafından melekler gönderilir
3) Bu gece bağışlanma ve af gecesidir
4) Bu gecede yapılan ibadetlerin fazileti çok büyüktür
5) Bu gecede Peygamberimize şefaat yetkisinin tamamı verilmiştir Bu yetkinin üçte biri Şaban'ın onüçüncü günü, üçte biri Şaban'ın ondördüncü günü, geri kalan üçte biri de Şaban'ın onbeşinci günü verilmiştir
Anne ve babasını incitenler, büyücüler, başkalarına kin besleyenler içki düşkünleri bu gecenin faziletinden yararlanamazlar
Bu konuyla ilgili olarak şu hadisler rivayet edilmektedir:
Peygamber Efendimiz (sas) bu geceyi Hz Âişe validemize tanıtırken şöyle buyurmuştur:
"Bu gece Şaban'ın onbeşinci gecesidir Allah Teâlâ bu gecede Benü Kelb kabilesinin koyunlarının tüyleri sayısınca insanları Cehennem'den kurtarır Ancak kendisine şirk koşanların, müslümanlara karşı kin ve düşmanlık besleyenlerin, akrabaları ile münasebeti kesenlerin, gururlu ve kibirlilerin, ana-babasına asî olanların ve içki içmeye devam edenlerin yüzüne bakmaz " (Buhârî, et-Tergîb ve't-Terhib, II, 118)
Insanların bir sene içerisindeki rızıkları, zengin veya fakir olacakları ve ecelleri gibi mühim hususlar o gece içerisinde meleklere bildirilir O geceyi ibâdet ve tâatla geçirmek ve nafile namaz kılmak sevaptır Fakat o geceye mahsus belirli bir namaz şekli yoktur Nitekim Peygamber Efendimiz bu geceyi ibadetle geçirmiş ve Allah'a şöyle dua etmiştir: "Azabından affına, gazabından rızana sığınır, senden yine sana iltica ederim Sana gereği gibi hamdetmekten âcizim Sen seni senâ ettiğin gibi yticesin " (et-Tergib, II, 119, 120)
Peygamber Efendimiz (sas) bizlere de şöyle buyurmuştur:
"Şaban ayının yarısı (Berâet gecesi) gelince: gecesini namazla, gündüzünü oruçla geçiriniz Cenâb-ı Allah o gece güneşin batmasıyla dünya göğüne iner ve şöyle der: Benden af dileyen yok mu; onu affedeyim Rızık isteyen yok mu; rızık vereyim Şifaâ dileyen yok mu; şifâ vereyim "
"Allah Teâlâ Şaban'ın onbeşinci geresi (Berâet gecesi) tecelli eder ve ana-babaya asi olanlarla Allah'a ortak koşanlar dışında bütün kullarını bağışlar " (Ibn Mace, Ikametü's-Salât, 191; Tirmizî, Savm, 38)
BEY'AT Kabul etmek, razı olmak ve tasdik etmek anlamında kullanılan bir ıstılah Bey'at "Bir mükellefin, ehil olan bir cemaat (Ehlu'l-hall ve'l-akd) tarafından tesbit edilen Halîfe'ye (Imam'a, Ulû'l-emr'e) itaat edeceğine ve sadık kalacağına dair söz vermesidir" Bu bir anlamda mükellefin Islâmî olan (meşrû) her emirde hoşuna gitse de, gitmese de itaat edeceğine dair yaptığı bir sadakat yeminidir Zira Resul-u Ekrem (sas)'in: "Müslümanlar gerek hoşlarına giden, gerek hoşlarına gitmeyen her hususta, kendilerinden olan emir sahiplerine itaat ederler Bununla yükümlüdürler Ancak günah işlemeleri emredilirse itaat etmezler" (Buhârî, Ahkâm, 4) buyurduğu bilinmektedir Yine diğer bir hadîs-i şerif'te: "Âllahu Teâlâ'ya isyan olan yer ve konuda mahlûka itaat yoktur Itaat ancak ma'ruftadır" (Müslim, Imâre, 39; Ebû Davûd, Cihad, 87; Nesâî, Bey'at, 34; Ibn Mâce, Cihad, 40) buyurulmuştur Dolayısıyla bey'at sonucunda ortaya çıkan itaat Islâmî hükümlerle sınırlıdır Allahû Teâlâ (cc)'nın indirdiği hükümlerin hakkıile edâ edilmesi ve insanlar arasındaki ilişkileri düzenlemesi için, bey'at zaruridir Islâm ûleması "bey'at ile ilgili ilimlerin, mükellef olan her erkek ve kadın üzerine farz-ı ayn olduğu" hususunda müttefiktir Nitekim Ibn Hümâm: "Mü'minlerin kendi içlerinden bir imam seçmelerinin lüzumunun sebebi, Islâmî emirleri hakkıile edâ etmek içindir" (Ibn Hûmam, Kitâbu'l-Musâyere, Istanbul 1979, s 265) diyerek, meselenin hassasiyetine işaret eder
Dolayısıyla bey'at, müslüman kadın ve erkeğin, müslüman lidere karşı görev ve sorumluluğu, Kur'an'da belirtilip sünnet ile açıklanarak uygulandığı şekilde, kabul etmek için yaptıkları sözleşmedir
Bey'at, cemaatın selâmeti ve muhafazası, hudûdullah'ın tatbiki için müminlerin kendilerine bir emir tayını ile bu emire itaat etmek üzere ahidleşmeleridir
Hududullah'ın tatbiki, mutlaka organıze edilmiş kurumları ve yetkileri belirtilmiş bir sosyal olgu gerektirdiğine göre; inanan müslümanların böyle bir sosyal olguyu gerçekleştirmek için bir lider ve başkana meşrû hududlar içinde bey'at etmeleri şart olmaktadır
Kur'an merkezî bir itaatı gündeme getirmiştir Toplumun selâmeti; emrine itaat edilen bir imamın varlığı ile mümkündür Herkes o imamın işareti ile hareket eder
Imama itaat edilmesi için; onun kendisine itaat edilecek derecede doğru ve bilgi sahibi, cesur ve dirayetli olması, hür olması, kendisine bey'at edenler arasında bir ayırım yapmadan onlardan herhangi birine bir zarar geldiği zaman bunun bütün topluma geldiği ve toplum için bir tehdit oluşturduğu görüşünde bulunması, düşmanın her türlü hile ve metodunu anlayacak kapasitede olması ve tâğûtî metotlardan uzak olarak işlerini şûrâ ile yapması gerekmektedir
Kendisine bey'at edilen, müminlerden bey'at alırken bu göreve ehil olup olmadığını düşünmeli, Kur'an ve sünnete bağlı kalıp kalamayacağını, Râşid hâlifelerin yollarını takip edip edemeyeceğini düşünmelidir Eğer Islâmî hükümler ve selef-i salihini izleyebileceğini düşünebiliyorsa bey'at almalıdır Çünkü bey'at alması, inananların düşmandan kaçmayacaklarına, kendisini destekleyeceklerine, hakkın ikamesine çalışacaklarına, yalan söylemeyeceklerine, zalimlerden intikam alacaklarına kısaca hududullahı muhafaza edeceklerine dair söz ve and vermeleriyle yapılmaktadır Onların bu andını kabul ettikten sonra bu prensipler dahilinde musafahalaşırlar
Bey'at; kitap, sünnet ve sahabe-i kirâm'ın icmaı ile sabit olan sâlih bir ameldir
Kur'an-ı Kerîm'de, Resul-u Ekrem (sas)'e hitâben: "Sana bey'at edenler, ancak Allah'a bey'at etmiş olur Allah'ın eşi onların (Bey'at edenlerin elleri üstündedir Şu halde kim (bu bey'at bağını, ahdini) çözerse, kendi aleyhine çözmüş olur Kim de Allah ile sözleştiği şeye vefa ederse (Allah) ona büyük bir ecir verecektir" (el-Feth, 48/10) hükmû beyan buyurulmuştur Bey'at, insanların birbirleriyle olan ilişkilerinde ve siyasî otorite ile olan münasebetlerinde, İslam'ın hükümlerine razı olduklarını ihlâsla ortaya koyan bir akiddir Bilindiği gibi müminlerin kendi aralarından seçtikleri bir Ulû'l-emr'e (siyasî otoriteye) itaat etmeleri kat'î nasslarla farz kılınmıştır Nitekim Kur'an-ı Kerîm' de: " Ey iman edenler! Allah'a itaat edin Peygambere itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine (Ulû'l-emr'e) de (itaat edin) " (en-Nisa, 4/59) emri verilmiştir İslam'ın temel hedeflerini gerçekleştirebilecek ve bu uğurda her türlü engeli aşabilecek vasıf taki insanın tesbiti önemli bir hâdisedir Bu sebeple fukahâ bey'at edilecek kimsede aranan vasıf lar hususunda titizlik göstermiştir Şurası muhakkak ki, halîfe (ulû'l-emr), müminlerin irade beyanı ve rızaları sonucu ortaya çıkabılir Zorbalıkla ve kılıç zoruyla (ikrahla) alınan bey'at geçerli değildir Zira Hz Ömer (ra): "Bir kimse müslümanlara danışmadan ister kendisi başkan olmak, isterse de başkasını başkanlığa geçirmeğe kalkışırsa (vazgeçmediği tadırde) onu öldürmelisiniz"demiştir (Muhammed Ravvas Ka'l-acı, Mevsûatu fıkh Ömer b el-Hattâb, 1401/1981, 103) Öldürülmeye müstehak olan tiplerin "meşru bir ûlû'lemr" olarak değerlendirilebilmesi imkânsızdır Fûkahâ'dan bazıları "Zarûret" halinde, zorbalıkla (kuvvet kullanarak) başa geçen, fakat Islâmî hükümleri tatbik eden kimselere itaat edilebileceğini zikretmişlerdir Nitekim Ibn Âbidin "Reddü'l Muhtar" da: "Zaruretten dolayı zorbanın sultanlığı sahihtir" demektedir Ancak Imam'da bulunması gereken vasıf lar kendisinde mevcut olmalıdır Hilâfete tayınde asıl olan, müminlerin seçmesidir Imamlık akdi ya halîfenin kendi yerine birini seçmeşiyle olur -nitekim Hz Ebû Bekir (ra) böyle yapmıştır- yahut ûlemâdan ve söz sahiplerinden bir cemaatin bey'atiyle olur Imam Eş'arî'ye göre şahitler huzurunda olmak şartı ile söz sahiplerinden meşhur bir âlimin bey'atı yeterlidir Şâhidler huzurunda olması, şayet inkâr vâki olursa, onu defetmek içindir Mûtezile ise, beş kişinin bey'atını, hanefilerden bazıları da, bir cemaatın bey'atını şart koşmuş, belli bir sayıya itibar etmemişlerdir Zarûretten maksad fitneyi önlemektir Bir de Peygamber (sas): "Size burnu kesik Habeşli bir köle bile hükümdar olsa dinleyin ve itaat edin! " buyurmuştur (Buhârî, Ahkam, 4) diyerek konunun mahiyetini izah eder Ileriyi görebilen Islâm âlimleri, "Zarûret" mefhumunun sınırlarının bir hayli nazık olduğunu bilir Zalimlerin, fâsıkların, delilerin ve çocukların halîfeliğine; "fitne çıkmasın" gerekçesiyle razı olmanın faturasını ümmet çok ağır ödemiştir Islâm topraklarındaki tağutî iktidarların oluşmasında, farz olan "emaneti ehline verme" fiilının terkedilmesinin büyük payı vardır Resul-u Ekrem (sas)'in:
"Iş, ehil olmayanın eline geçti mi, kıyameti gözetleyiniz" (Buhârî, Ilim, 2) mealindeki tesbiti üzerinde iyi düşünülmelidir Kaldı ki sadece müminlerin emirının (Halife'nin) muttakî olması kâfi değildir Bu muttakî olan halîfe'nin her sahada, müminlerin en ehliyetli olanına görev vermesi zarûrîdir Nitekim bir hadîs-i şerifte:
"Idaresi altında bulunan müslümanlardan daha ehliyetlisi bulunduğu halde, bir başkasına vazife veren hakikaten Allah'a, O'nun Resulüne ve Islâm milletine ihanet (hâinlik) etmiş olur" (Ibn Humâm, Fethü'l-Kadîr, V, 457) hükmü beyan buyurulmuştur Bey'at ile ilgili ilimler mükellef olan her mümin erkek ve kadın üzerine farz-ı ayn'dır
Günümüzde "bir kimseye, bey'atın farz olabilmesi için Islâmî bir yönetimin (devletin) bulunması şarttır" tezini ileri süren anlayışlar vardır Halbuki Resul-u Ekrem (sas) ile müminlerin yaptığı ilk bey'at, Akabe'de gerçekleşmiştir Bu tevâtür derecesindeki haber bütün sahîh kaynaklarda mevcuttur Aksini iddia eden hiç kimsenin varlığından söz edilemez Bu bey'at'ın Mekke tebliğ döneminin sonlarına rastladığı da bilinmektedir Mekke dönemi*yle ilgili olarak Imam Serahsî: "O dönemde Mekke Islâm ahkâmının tatbik olunmadığı bir darû'ş-şirkti" (Imam Serahsî, el-Mebsüt, XIV, 57) tesbitini gündeme getirmektedir Ibn Abbâs (ra)'dan rivayet edilen bir hadîs-i şerîf'te, Medine'nin de aynı dönemde "darû'ş-şirk" özelliği taşıdığı kaydedilmektedir (Nesâî, el-Bey'a, 13) Dolayısıyla ilk bey'atın gerçekleştiği dönemde, Islâmî bir devlet mevcut değildi O şartlar altında, Resul-u Ekrem (sas)'in bey'at alması, müminlerin her halûkârda, kendi içlerinden bir emir seçmelerinin zaruretini ortaya koymaktadır Günümüzde emperyalist kâfirlerin istilâsı altında yaşayan milyonlarca müslüman vardır Bu müslümanlardan bazıları kendi içlerinden bir cihat emirine bey'at ederek istilâyı ortadan kaldırma hususunda gayret sarfederken, bazıları kâfirlerin kültürlerine boyun eğmiş ve tağûtî iktidarları kabullenerek zilleti seçmiştir Halbuki müminlerin kime ve hangi şartlarda itaat edecekleri kat'i naslarla sabittir Kâfirlerin kültürlerine boyun eğerek ve tâğûtî iktidarları kabullenerek yaşamayı esas alanların, "Cahiliye ölümüyle ölmeleri" kaçınılmalıdır Resul-uEkrem (sas)'in:
"Her kim ûlû'l-emr'e itaatten bir karış kadar ayrılırsa kıyamet gününde Allah'a ameli hususunda, lehinde hiç bir hücceti olmaksızın kavuşacaktır Her kim de (Ulû'l-emr'e) bey'at sorumluluğu olmadan ölürse, cahiliye ölümüyle ölür" (Buhârî, Ahkâm, 4; Müslim, el-Imâre, 58,1851) buyurduğu sabittir Müminler için iki yol vardır: Eğer meşrû bir ûlû'l-emr mevcut ise, O'na bey'at etmeleri ve meşrû emirlerine itaat hususunda gayretli olmaları esastır Yok eğer tağûtî bir yönetimin istilâsı altında iseler; kendi içlerinden bir ûlû'l-emr seçmek ve istilâyı ortadan kaldırmak için, dilleriyle, mallarıyla ve canlarıyla cihat etmek zorundadırlar