Sayfa 5/26 İlkİlk ... 34567 ... SonSon
255 sonuçtan 41 ile 50 arası

Konu: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi

  1. #41
    ***
    DIŞARDA
    Points: 25.810, Level: 96
    Points: 25.810, Level: 96
    Level completed: 46%,
    Points required for next Level: 540
    Level completed: 46%, Points required for next Level: 540
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    mihrab - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    May 2009
    Mesajlar
    4.559
    Points
    25.810
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    21

    Standart Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi

    BEYNE'L-HAVF VE'R-RECÂ(KORKU İLE ÜMİT ARASI YAŞAMAK)

    Korku ile ümit arasında bulunmak Havf korku, recâ ise ümit demektir

    Kur'an-ı Kerîm ve Hadîs-i şeriflerde korku ve ümit arasında bulunmaya teşvik eden hükümler vardır Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: "Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz Şüphesiz ki Allah bütün günahları affeder Çünkü o çok bağışlayıcı ve pek merhametlidir " (ez-Zümer, 39/53)
    "Onlar korkarak ve ümit ederek Rablerine dua ederler " (es-Secde, 32/16)
    Peygamber Efendimiz (sas) de şöyle buyurur:
    "Müminler Allah'ın azap ve azabının miktarını bilselerdi hiç biri Cennet'i ümit etmezdi Kâfirler de Allah'ın rahmetinin ne kadar çok olduğunu bilselerdi hiç biri O'nun rahmetinden ümit kesmezdi" (Müslim, Tevbe 23)
    Bu ve benzeri ayet ve hadisler gözönünde bulundurularak denilmiştir ki;
    "kul sıhhat halinde korkulu ve ümitli bulunmalı, havf ve recâsı birbirine eşit olmalı; hastalığı halinde de recâ (ümit) yönü kuvvetli olmalıdır" (Nevevî, Riyazü's-Salihîn Tercümesi, I, 479)
    Havf (korku) gelecekle ilgilidir Çünkü insan ya başına hoşlanmadığı bir şeyin gelmesinden, ya da arzu ettiği bir şeyi elde edememekten korkar Kulun Allah'tan korkması, Allah'ın kendisini dünya ve ahirette cezalandırmasından korkması şeklinde olur (Kuşeyrî, Risale (çev S Uludağ) s 263)
    Recâ da "ileride meydana gelmesi umulan arzu edilen bir şeye kalbin duyduğu ilgidir"













    BİD'AT

    Daha önce mevcut olmayan, sonradan ortaya çıkan amel ve inançlar
    Hz Peygamber ve Ashâb-ı Kirâm dönemlerinde görülmeyip onunla amel edilmeyen, hattâ bir benzeri olmayan ve İslâm'dan olmadığı halde sonradan ortaya çıkan ve ibâdet kabûl edilen görüş ve ameller, sünnete aykırı davranışlar
    Bid'at'ın kapsamı konusunda farklı bakış açılarının olmasından dolayı İslâm bilginleri tarafından farklı tarifler yapılmıştır
    Kimi âlimlere göre bid'at, Hz Peygamber (sas)'den sonra meydana gelen her şeydir Bu tarifi yapan âlimler bid'ate sözlük anlamından daha geniş bir anlam yüklemişlerdir Bu sebeple de sonradan çıkan amel ve inançları iyi ve kötü olmak üzere ayırmak mecburiyetinde kalmışlardır Sonradan ortaya çıkıp Kur'ân ve Sünnet'e muhâlif olmayan ya da emirlerinin bir gereği olan şey(ere bid'at-i hasene (güzel bid'at); muhâlif olanlara ise, bid'at-i seyyie (kötü bid'at) ismini vermişlerdir Ayrıca bid'at-i haseneyi kendi arasında, bid'at-i seyyieyi de kendi arasında ayrı kısımlara tabi tutmuşlardır Böylece bid'at, vacib, mendub, mübah, mekruh ve haram olmak üzere beş kısma ayrılmaktadır Meselâ Kur'ân ve Sünnet'in anlaşılması için zorunlu olan Arap gramerini bilmek, fıkıh, fıkıh usûlü gibi ilimlerle uğraşmak vâcib; Ehl-i Sünnet itikadına muhalif sapık fırkaların ileri sürdükleri görüşler ise, bu âlimlere göre, haram bid'at kapsamında mütalaa edilmektedir (Tahânevî, Keşşâfu İstilahâti'l-Funûn, İstanbul 1984 I, 133)
    Bid'ati bu şekilde tarif edip taksimata tabi tutanlar, Kur'an ve Sünnete muhalif olmayan ya da emirlerinin bir gereği olan"şeylere bid'at isminin verilmesine dayanak olarak, Hz Ömer'in şu sözünü ileri sürerler:
    Hz Ömer, Übey b Ka'b'in, (ra) sekiz rekât olan terâvih namazını yirmi rekât olarak kıldığını ve Rasûlüllah (sas) döneminde münferiden kılınan bu namazın cemaat halinde kılındığını gördüğünde: "Bu ne güzel bid ât"demiştir (Muhammed Revvâs Kal'acî, Mevsüatu Fıkhı Umar b e!Hattâb, Kuveyt 1984, s 125)
    Diğer âlimlerin bid'at tarifleri ise şöyledir: Hz Peygamber (sas)'den sonra ortaya çıkan, din ile alâkalı olup bir ilâve veya eksiltme mahiyetinde olan her şeydir (Hayreddin Karaman, İslâmın Işığında Günün Meseleleri, İstanbul 1982, II, 248)
    Bu âlimlere göre önceki gruptakilerin "bid'at-i hasene" kapsamına soktukları şeyler haddi zatında bid'at değildir Onlara bid'at ismini vermek yanlıştır Çünkü bu gibi şeylerin Kur'ân ve Sünnet'te dayanakları vardır Bunlara sonradan çıkmış şeyler nazariyle bakılamaz Rasûlullah (sas), şu hadislerinde bid'atin tarifini yapmışlardır: "Sonradan ortaya çıkan herşey bid'attır; her bid'at sapıklıktır ve her sapıklık insanı ateşe sürükler "(Müslim, Cumua, 43; Ebû Davud, Sünnet 5; Nesâî, lydeyn, 22; İbn Mâce, Mukaddime, 7)
    Huzeyfe b el-Yamân'ın rivâyet ettiği bir hadis-i şerifte: "Allah bid'at sahibinin orucunu, namazını, sadakasını, haccını, umresini, cihadını, sarfını (maddi yardımını), şehadetini kabul etmez O, kılın yağdan çıktığı gibi İslâm'dan çıkar " (İbn Mace, Mukaddime, 7/49) Bu ikaz karşısında müslümanların dikkatli davranacakları ve bid'atın ne olduğunu araştıracakları muhakkaktır Abdullah b Abbâs (ra)'dan rivâyet edilen bir hadiste şöyle buyrulur: "Allah, bid'at sahibinin amelini, bid'atından vazgeçinceye kadar kabul etmez" (İbn Mâce, Mukaddime, 7/50) Amellerinin kabul edilmeyeceğini bilen bir müslüman korkar ve neyin bid'at olup, neyin olmadığını araştırır
    Meselâ, Rasûlullah'a selam ve salât Allah'ın emridir Ama Rasûlullah'ı anmak için dini törenler yapmak ve mevlit okutmak kimin emridir?
    Ölüleri hayırla anmak ve onlara dua etmek sünnette vardır Ama ölüler için mevlit okutup, kırkıncı, elli ikinci geceleri tertip etmek İslâm'ın hangi hükmüne dayanır Allah için sadaka vermek, zekât ve fitre dağıtmak Allah'ın emri gereğidir Ama ölen birisi için devir, yani ölünün ibadet borcunu düşürmek için mal ve para taksimi yapmak, sabun, iğne, iplik dağıtmak kimin emridir?
    Aslında her iki gruba göre de dinin aslına olan ilâve ya da aslından yapılan eksiltmeler yasaklanmış olup, kötü bir bid'attır Ancak ikinci grup âlimlerin bid'atin tarifi konusunda daha tutarlı oldukları görülmektedir Çünkü ilk grubun bid'at-i hasene kapsamına soktukları şeyler, aslında sonradan çıkmış şeyler değildir; onların Kur'an ve Sünnet'te dayanakları vardır
    Şu da bir vakıadır ki, birinci gruba tâbi olan fakat bu âlimlerin ne demek istediklerini hakkıyla anlamayan mukallidleri, dinde eksiltme ya da fazlalık durumunda olan şeyleri de bazen bid'at-i hasene kapsamına sokmuşlar; ikinci gruptakilerin mukallidleri ise, bid'at sayılmaması gereken bazı hususları bid'at kapsamına sokarak onlara karşı çıkmış ve hemen hemen her ictihada bid'at demeye başlamışlardır
    Kur'ân-ı Kerîm'i bir mushaf içerisinde toplamak, hadisleri derleyip toplayarak kitap haline getirmek, camilerin yanında minare yapmak, her ne kadar Hz Peygamber (sas)'den sonra olmuş birer bid'at iseler de, bunlar bid'at kapsamına girmeyen güzel şeylerdir, İslâm'a aykırı değildir
    Bunun aksine yukarıda sözkonusu ettiğimiz hususlar kötü bid'at olup câiz değildir Çünkü bu âdetler sonradan meydana çıkmış ve İslâmî itikatlarla çelişmektedir
    Bid'atlar alanları itibariyle de kısımlara ayrılmaktadır İtikadî konularla ilgili olanlara "itikadî bid'atler", iş ve hareketle ilgili olanlara da "amelî bid'atler" denir Ayrıca mahiyetleri itibariyle küfrü gerektiren ve gerektirmeyen bid'atler vardır
    Günümüzde pek çok bid'at, müslümanların hayatına girmiştir Bu sebeple dininin emirlerini yerine getirmek isteyen her kişi, bu hususa dikkat etmeli; dinde eksiltme ya da ilâve mahiyetinde olan söz, tavır ve davranışların yasaklanmış şeyler olduğunu bilerek bunları hayatından ayıklayıp atmalıdır Burada müracaat edilecek yegane kaynak ise, Kur'ân ve Sünnet'tir

















    BEYTÜ'L-MAL

    İslâm devletinin hazinesi, devletin malîye işleriyle ilgilenen kurum
    Beyt, Arapça "ev" anlamında olup, "beytü'l-mâl" mal evi, hazine demektir İslâm'da devlet hazinesi ve mâliye dairesine beytü'l-mâl adı verilmiştir Beytü'l-mâl tabiri ile hem devletin maliye işlerinin idare edildiği bina, hem de devlet hazinesi kasdedilir Beytü'l-mal İslâm devletinin hazinesidir Bu tabir ilk zamanlarda sadece soyut bir kavram iken, Hz Ömer'in hilâfeti zamanında daha belirgin bir duruma kavuşturulmuştur
    Beytü'l-mâl'ın gelirleri şunlardır: 1- Zekât ve öşür gelirleri
    Zekâta tabi olan mallar emvâl-i zâhire (gizlenmesi mümkün olmayan mallar) ve emvâl-i bâtına (gizlenmesi mümkün olan mallar) diye iki kısma ayrılır
    Emvâl-i zahire; ekinler, meyveler, zekâta tabi hayvanlar ile bir yerden diğer bir yere ticaret için taşınan mallardır Bu tür malların zekât, öşür ve vergilerini devlet alır
    Emvâl-i bâtına ise sahiplerinin evlerinde veya iş yerlerinde bulunup gizlenmesi kabıl olan altın ve gümüş ile ticaret mallarından ibarettir Bu tür servetin zekâtı da başlangıçta İslâm devleti tarafından toplanılıp ilgili yerlere sarfediliyordu Hz Osman'ın hilâfeti zamanında İslâm devletinin sınırları genişlediği ve müslümanların sayısı çoğaldığı için, bu tür malların zekâtının devlet memurları tarafından toplanması güçleşmiştir Bu yüzden bu tür malların zekâtını vermek müslümanlara havale edilmiştir
    Şu halde devletin zekât ve öşürünü alacağı mallar:
    a) Koyun, keçi, sığır, manda ve deve gibi mera hayvanlarından alınacak zekât
    b) Öşre tâbi' arâzinin (arâzi-i öşriyye) mahsulünden alınan vergiler Öşre tâbi' arâzi, vaktiyle müslümanlar tarafından fethedilmiş olup mücahidlere veya diğer müslümanlara temlik edilen arazidir Bu tür araziler yağmur, dere veya nehir sularıyla sulanıyorsa mahsulünün onda birini: kova veya dolapla sulanıyor, yahut su para ile alınıyorsa yirmide birini devlet alır
    c) Ticaret mallarından alınan vergiler Ticaret mallarını bir şehirden diğer bir şehre naklettikleri takdirde, kendilerinden muayyen miktarda vergi alınır Ticaret vergisi sadece müslümanlardan değil, İslâm ülkesinde yaşayan zimmî*lerle müste'men* lerden de alınır Ancak bu vergi müslümanlardan kırkta bir; gayri müslimlerden ise yirmide bir alınır (Ömer Nasuhi Bilmen, Istılahatı Fıkhıyye Kamusu, IV, 92-96)
    2- Ganimet mallarının beşte biri Savaşta düşmandan alınan mallara ganimet denir Ganimet malları beşe bölünür; bunun dördü cihada katılan askerler arasında taksim edilir Kalan beşte biri de beytü'l-mâl'e aittir (el-Enfâl, 8/41 )
    Ganimet malları dört kısımdır:
    a) Savaş esirleri: Düşman askerlerinden esir alınan kimselerdir Erkeklerin hepsi savaşa katılsın katılmasın bu gruba dahildir Alınan savaş esirleri hakkında devlet başkanı dört şeyden birini yapmak hususunda muhayyerdir: Ya onları öldürür veya köleleştirir Yahut fidye mukabılinde serbest bırakır ya da karşılığında bir şey almaksızın serbest bırakır (en-Nesefî, Medârik, IV, 150) Delilleri şu ayet-i kerimedir: "(Savaşta) inkâr edenlerle karşılaştığınız zaman hemen boyunlarını vurun Nihayet onları iyice vurup sindirince bağı sıkıca bağlayın (onları esir alın Ondan sonra artık ya lütfen bırakır veya karşılığında fidye alırsınız Harp, ağırlıklarını bırakıncaya (savaş sona erinceye) kadar (böyle yaparsınız) Allah dileseydi (kendisi) onlardan öç alırdı, fakat sizi birbirinizle denemek için (size savaşı emrediyor) " (Muhammed, 47/4) Hanefilere göre harp esirleri ya öldürülür ya da köle yapılır Fidye alarak veya bir şey almaksızın serbest bırakmak Tevbe suresinin beşinci ayetiyle neshedilmiştir (en-Nesefî, age, IV, 150)
    b) Âdî esirler: Cihat sırasında ele geçen kadın ve çocuklardır Bunları da fidye mukabılinde serbest bırakmak caizdir Fidye* vermeyenler mücahidler arasında taksim olunur
    c) Savaşla veya sulh yoluyla ele geçen arazi Savaş yoluyla fethedildikten sonra elde edilen topraklar İslâm devletinin mülkiyetindedir Bu araziler ganimet* olarak alınabileceği gibi, sahiplerinin ellerinde bırakılarak haracı da alınabilir
    d) Küçük ve büyük baş hayvanlarla nakli mümkün olan diğer eşyalar
    3- Harac vergisi Savaşla veya sulh yoluyla elde edilen arazi fetihten sonra müslüman olmayan sahiplerinin ellerinde bırakılırsa, onlardan belirli miktarda vergi alınır İşte bu vergiye harac denir Hz Peygamber (sas) savaşla elde edilen Hayber arazisini, Hz Ömer (ra) da fethedilen Suriye ve Irak topraklarını sahiplerinin ellerinde bırakarak bu uygulamayı yapmıştı
    Harac vergisi iki kısımdır: a) Harac-ı mukâseme: Öşür gibi çıkan mahsulden alınır Miktarı %10 ile 50 arasında olabilir
    b) Harac-ı muvazzaf: Birim toprak veya ağaç başına alınan senelik vergidir Bu, taksitle alınabilir (Ö N Bilmen, age, IV, 75, 82)
    4-Cizye* İslâm devleti içerisinde yaşayan zimmîlerin (müslüman olmayan azınlıkların) mükellef olan erkeklerinden, can güvenliklerinin sağlanması mukabılinde seneden seneye alınan bir şahsî vergidir Buna, haracu'r-ruûs (baş vergisi) de denir Cizyenin alınmasının delili şu ayettir: "Kendilerine kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Resulu'nun haram kıldığını haram saymayan ve hak dinini din edinmeyen kimselerle, küçül(üp boyun eğ)erek elleriyle cizye verecekleri zamana kadar savaşın " (et-Tevbe, 9/29)
    Cizye iki şekilde konur: a) Karşılıklı anlaşma ile olur Bunun miktarı da anlaşmayla tespit edilir
    b) Devlet başkanı tarafından bizzat konur Bu da müslümanların savaşla gayr-i müslimleri yenip onları toprakları ve mülkleri üzerinde bırakmasıyla olur Bunun miktarını devlet başkanı tayin eder Şöyle ki, halk durumlarına göre zengin, orta halli ve fakir diye üçe ayrılır Zengin olanlara senede kırksekiz dirhem, orta hallilere yirmidört dirhem, çalışmaya muktedir fakirlere de oniki dirhem cizye konur Bu miktarlar oniki aya bölünerek taksitle alınabilir (Meydânî, el-Lübâb, IV, 143; Ö NBilmen, age, IV, 97-99)
    5- Maden ve definelerden alınan vergiler Özel kişi ve kuruluşlar tarafından işletilen madenlerden beşte bir oranında vergi alınır Bunlar altın, gümüş, demir, bakır ve kurşun vb gibi ateşte eriyen madenlerdir
    Define ise yer altından çıkartılan ve tabi olmayan servettir Bunun Arapça karşılığı kenz olup üç kısma ayrılır:
    a) Üzerinde İslâmî işaret bulunan para, değerli eşya vb şeylerdir Bunlara kenz-i İslâmî denir Bunlar Lukata* (kayıp mal) hükmündedir Bunları bulanlar fakir iseler kendilerinin olur Değilseler fakirlere veya beytü'l-Mâl*'e verirler
    b) Üzerinde kâfirlere ait işaret bulunan para, kıymetli eşya vb şeylerdir Bunlara kenz-i cahilî denir Bunların beşte biri beytü'l-mâle verilir; kalanı toprak sahibinin, yoksa bulanın olur
    c) Kime ait olduğu anlaşılamayan define ise, Kenz-i cahilî kabul edilerek beşte biri beytü'l-mâle verilir
    Beytü'l-mâl'in giderleri: Yukarıda sıraladığımız beytü'l-mâl'in gelirlerinden zekât ve öşür, beytü'l-mâl'de ayrı bir fonda toplanır ve Tevbe suresinin altmışıncı ayetinde belirtilen sekiz sınıf kimseye dağıtılır Ayetin anlamı şöyledir: "Sadakalar (zekâtlar) Allah'tan bir farz olarak ancak fakirlere, düşkünlere, onlar üzerinde çalışan (zekat toplayan) memurlara, kalpleri (İslâm'a) ısındırılacak olanlara, kölelere, Allah yolunda (cihat edenlere) ve yolcuya mahsustur Allah bilendir, hikmet sahihidir "
    Bu mallar hazinede emanet hükmündedir Devlet emaneti yerlerine sarfetmekle yükümlüdür Başka yerlere ancak geçici olarak harcanır, alınan miktar sonra diğer fonlardan iade edilir (Ö N Bilmen age, IV, 77)
    Ganimet mallarından beytü'l-mâl'e intikal eden beşte bir hisse üçe bölünür Bunun bir hissesi yetimlere, bir hissesi yoksullara, bir hissesi de yolda kalmışlara verilir Nitekim Enfâl suresinin kırkbirinci ayetinde şöyle buyurulur: Biliniz ki ganimet aldığınız şeylerin beşte biri Allah'a, Resulu'na ve (Allah'ın Resulu ile) akrabalığı bulunan (lar) a, yetimlere, yoksullara ve yolcu (lar)'a aittir" Ayet-i kerimede Allah'ın anılışı teberrükendir Hz Peygamber (sas)'in hissesi ise irtihali ile düşmüştür Resulullah (sas) ile akrabalığı bulunanlar ise yoksullar grubuna girer Geriye yukarıda zikredilen üç sınıf kalmış olur (Meydanî, el-Lübab, IV, 133)
    Madenler ve definelerden gelen vergiler de bunun gibi yetimler, yoksullar ve yolculara harcanır
    Haraç, cizye ve gayr-i müslim tacirlerden alınan vergiler devletin personel ücretleri, yol, kanal, baraj gibi amme hizmetleri, askerî hizmetler, eğitim, sağlık vs gibi yerlere sarfedilir
    Hz Muhammed (sas) beytü'l-mâl üzerinde hassasiyetle durur, mal geldikçe hiç bir şey kalmayıncaya kadar dağıtımında bizzat hazır bulunurdu Hz Peygamber vefat ettikten sonra bu işe yerine geçen halifeler bakmıştır Hz Ömer zamanında fetihler nedeniyle devletin gelirleri artmış ve bunların hepsini hemen dağıtmak ihtiyacı kalmayınca, gelirin bir deftere kaydedilmesi ve yapılan ödeme ve harcamalardan arta kalanın korunması usulü getirilmiştir Böylece onun zamanına kadar soyut bir kavram olan beytü'l-mâl, onun zamanında somut bir durum almıştır Nitekim dört büyük halife devrinin sonlarına doğru beytü'l-mâl'e bakan bir veznedar görevli görülmektedir
    Sessizlik de bir çeşit konuşma sanatıdır





    hasretin rüzgarında savrulan bir hayat

  2. #42
    ***
    DIŞARDA
    Points: 25.810, Level: 96
    Points: 25.810, Level: 96
    Level completed: 46%,
    Points required for next Level: 540
    Level completed: 46%, Points required for next Level: 540
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    mihrab - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    May 2009
    Mesajlar
    4.559
    Points
    25.810
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    21

    Standart Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi

    BİDAT EHİLLERİNDEN BAZILARI:

    1 Hâricîler: Bunlar, Imam Ali (ra)'a karşı çıkan ve ayaklananlardır Bunların ayaklanmaları Irak'ta başlamıştır Bid'atleri ise, müslüman olup büyük günah işleyenlerin kâfir olduğunu söylemek ve ashabı kiramı tân etmek şeklinde ortaya çıktılar Daha sonra pek çok bid'atleri ilave ettiler ve yirmiden fazla fırkaya bölündüler (Ayrıca bk Hariciler, Hariciye mezhebi)
    2 Râfîzîler: Bunların bid'atleri ise Hz Peygamber (sas)'ın Hz Ali'nin hilafetini nâss ile tayin ettiğini, Hz Ebu Bekir (ra)'ın ve Hz Ömer'in Allah'ın Rasulünün emrine muhalefet ettiklerini ileri sürmeleridir Daha sonraları bunlardan Hz Ebu Bekir, Hz Ömer, Hz Osman'ı ve başka ashabı yoluyla rivâyet edilmiş hadisleri de reddederler, Kurân-ı Kerim'in manâlarına aykırı görüşler serdederler, yalan söylemeyi helâl kabul ederler
    3 Kaderiye: Bunlar da Allah'ın kadim ilmini kabul etmezler Bunlar, Kaderiyye'nin gulâtı (aşırı) olanlarıdır Avâmı ise Allah'ın kadim ilmini kabul etmekle birlikte, kulların fiilleri Allah tarafından yaratılmış değildir derler Ashâb döneminin sonlarında Ibn Abbas ile Câbir b Abdullah'ın hayatta olduğu sırada Basra'da ortaya çıkmışlardır
    4 Cehmiyye: Cehm b Safvân'a uyan kimselerdir Bunlar yüce Allah'ın sıfatlarını te'villere saparak nefyederler Şanı yüce Allah'ın arşının üzerine yükseldiğini kabul etmezler Onun konuşmasını, her gece dünya semasına nüzulünü vb diğer sıfatlarını ederler Bu görüşler kısmen veya tamamen Kuran ve Sünnetin neye delalet ettiğini bilmemekten dolayı, sünnet ehline mensup bazı kimselere de geçmiş bulunmaktadır Cehmiyye II asrın başlarında Horasan'da ortaya çıkmıştır, imamların pek çoğu onların küfrüne hükmetmiştir
    5 Mutezile: Bunlar da Allah'ın sıfatını kabul etmezler, büyük günah işleyenleri ebediyyen cehennemde kabul ederler Hz Peygamber (sas)'ın şefâatini inkâr eder, Allah'ın mahlûkatı üzerinde yükselmesini kabul etmezler Bunlar da Hasan-ı Basrî'nin vefatından sonra Basra'da ortaya çıkmışlardır
    6 Mutasavvıflar: Bid'at olarak ortaya çıkmış ve ibadet şekline girmiş çeşitli davranışları dinden ve dinin bir emri olarak kabul eden ve şeyhler hakkında aşırılığa giden kimselerdir Bazıları yüce Allah'ın şeyhe hûlul ettiğini söyleyecek kadar sapıklığa varırlar Onların pek çoğu da vahdet-i vücûda, hulul ve ittihada, yani hâlikin mahluk ile birleşmesine inanırlar Bu icmâ ile küfürdür Onlar ayrıca, nassların te'vilinde Batınilerin yollarını izler Kanaatlerine göre bu gibi şeyler ise arifbillahın bilebileceği şeylerdir Bu taife yalan ve iftira olarak ehli sünnete nisbet edilen taifelerin en kötü olanlarıdır Hasan-ı Basri'nin vefatından sonra Basra'da ortaya çıkmışlardır
    7 Mezhebî taassub bid'ati: Bu, zaman itibariyle yukarıdakilerden daha sonra ortaya çıkmıştır Böyle bir bid'at dört imamın vefatından bir süre sonra görülmeye başlandı Bu gibi bid'atçiler dilleriyle imamların masum olduğunu kabul etmemekle birlikte vakıada böyle bir masumiyeti kabul ederler Meselâ, bu bid'ate sahip bir kimse: Imam herhangi bir hadisi bilmeyebilir veya imamların hata edebileceği doğrudur ancak bizim imamımızın hata ettiği sabit olmamıştır derler Hatta müteahhirlerden birisi şöyle der: Bizim mezhebimize aykırı olan her bir hadis ya te'vil yahut mensuhtur Ancak ilim ehli bilirler ki bu bir bid'at ve bir dalalettir

    Müslüman olan her kişinin görevi, Kur'ân ve sahîh Nebevî sünnete tâbi olmak, Peygamber (sas)'in ve ashabının izlediği yolu izlemektir Asıl Fırka-i Nacıye onların izlediği ve onların izinden gidenlerin gittiği yoldur







    BİDAT NE DEMEKTİR EHLİ BİDAT KAFİR MİDİR, MÜSLÜMAN MIDIR? Bidat bir şüpheye istinaden Peygamber (sav)'den varit olan sünnetin hilafına inanmak veya onu yapmaktır Şafii mezhebine göre Bidat Kur'an, sünnet, icma ve esere ters düşen şey kötü bidat, bunların hiçbirisine ters düşmeyen iyi görülen şey, güzel bidattır (Fethü'l-Mübin) Mesela Şiilerin yıkamak yerine ayaklarını mesh etmeleri bidattır Çünkü namaz farzolduktan sonra Hz Peygamber'in (sav) her aldığı abdestinde mesti olmazsa mutlaka ayaklarını yıkadığı ve yıkamasını emr eden çok hadisler vardır Ancak Şiiler bir şüpheye istinaden ayakları yıkamayarak meshediyorlar Bu şüphelerinin durumu beyan etmek için abdest ayetinde yer alan "ercüleküm" kelimesinin hem mensup hem mecrur olarak okunmasını ileri sürüyorlar Mensup okunursa vücüheküm kelimesi üzerine matuf olacaktır ve ayetin manası şöyle olacaktır: "Yüzünüzü, dirseklerle beraber ellerinizi yıkayınız Başınızı meshediniz ve ayaklarınızı da" (yıkayınız) Mecrur okunursa iki ihtimalı vardır, birincisi Ercüliküm yine vüzühekim kelimesi üzerine matuf olmalıdır Ancak cerri civar ile yani komşusu olan Ruüsiküm cerri ile mecrurdur Ehli sünnet de bunu kabul etmektedir, ikinci ihtimal Ercüliküm kelimesi Ruüsiküm kelimesi üzerine matuftur Buna göre ayetin manası şu olur: "Yüzünüzü, dirseklerle beraber ellerinizi yıkayınız, başınızı meshediniz, ayaklarınızı da " (meshediniz) Görüldüğü gibi Şiiler de bunu kabul ediyor Zayıf da olsa Şiilerin de bir hüccetleri vardır














    BİR ÇOK KİMSE ŞU, BU BİDATTIR, ONU YAPMAK CAİZ DEĞİLDİR, DİYOR BİDAT NEDİR? Bidat lugatte nümunesiz ve benzeri olmayan ve sonradan uydurulan şeydirŞeriatta ise Kur'an ve sünnette yer almamış ve sonradan icat edilmiş nesnedirBu da hasene ve seyyi'e olmak üzere iki kısımdır
    Bidat'ı hasene,Kur'an ve sünnette yer almadığı halde İslamın genel prensiblerine uyarak beşeriyete faydası dokunan şeydir
    Bidat' seyyie ise ,İslamın genel prensiblerine ters düşüp beşeriyete faydası dokunmayan ,bilakis zarar veren şeydirBaşka bir yönden de bidat beş kısımdır:

    1- Din ve dünya için gerekli bir şey olup vacibin hududu dahilinde olan bir şeydirMesela İslam dini Kur'an ve sünnete dayanırBunları iyice anlamak için nahiv,sarf,me'ani,bedi ,beyan ve lugat gibi bilgileri bilmek lazımdırBunları yazmak ve öğrenmek farz-ı kifayedirKur'an-ı kerimi bir araya getirip cem etmek te bu kabıldendirPeygamber(sav)hayat ta ikenKur'an-ı Kerim sure ve parçalar halinde olup bir arada değildiBölümler halinde ashab-ı kiramın yanında bulunurduYalnız Kur'an-ı Kerimi ezberleyip hıfz eden çoktuEbu Bekirin hilafeti sırasında Yemame savaşı patlak verdi Ve bu savaşta hafızlardan yetmiş kişi şehid oldu Bunun üzerine Hz Ömer endişe etti Zamanla hafızların vefat ve şehadetiyle Kur'an-ı Kerim'in kaybolmasından korktu ve halife olan Ebu Bekir'e (ra) giderek kur'an-ı Kerim'in bir araya geirilmesini teklif etti Fakat Ebu Bekir bu iş bidat olup Peygamber'in yapmadığı bir şeydir diyerek teklifi reddetti Fakat Hz Ömer (ra) durumu açıladı ve Hz Ebu Bekir'in kalbi de münşerih olup iyi olacağına kanaat getirdi Ve bunun için Zeyd bin Sabit'i görevlendirdi

    2- Küfrü gerektirmezse de Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat'a muhalefet eden görüş ve amel bidattır Bu bidat da haramdır Mesela birçok kimse tarikat namı altında erkek kadın bir araya gelerek ayın yapar ve İslam'ın kabul etmediği birçok gayr-ı İslami hallerin ortaya çıkmasına vesile olur Bu gibi hallerin tarikatla hiç ilgisi yoktur Bidattır Herhangi bir ibadet ve zikir için hudud çizilmiş Onu aşmak da bidattır Mesela teravih namazı yirmi değil fazla kılmak ve namazdan sonra tesbih, tahmid ve tekbirleri otuzüç defa değil daha fazla yapmak da bidattır
    3- İslam'a ve müslümanlara hizmet etmek maksadıyla cemiyet kurmak ve Kur'an kursu binasını yapmak da bidattır Peygamber (sav)'in zamanında böyle bir şey yoktu Ancak İslam ve müslümanlara faydalı olmak ve ameli salih kabilinden olduğu için sünnettir
    4- Camiye, minber ve mihrab gibi şeyleri yapmak gereklidır Fakat aşırı olarak onları süslemek ve israfa kaçmak doğru değildir Peygamber (sav)'in zamanında olmadığından mekruh ve bidattır
    5- Lezzetli yemek yemek ve çeşit çeşit elbise giymek de bidat olmakla beraber mübahtır İmam Şafii (ra) şöyle diyor: Kur'an, sünnet, icma ve ashab yoluna aykırı icat edilen şey bidat-ı seyyi'edir Hayırlı bir şey icat edilse bidat-ı hasenedir (Fethü'l-Mübin)















    BİD'Î TALÂK

    Kadını hayız halinde iken veya temizlenince birleştikten sonra yahut da bir temizlik içinde bir sözle birden fazla talâkla boşama Sünnet'e aykırı olan bu tür boşamanın haram olduğu ve bunu yapan erkeğin İslâmî hükümlere karşı gelmiş sayılacağı husûsunda İslâm âlimleri arasında ittifak vardır Ancak İslâm hukukçuları böyle bir boşamanın hukukî neticesi; yani boşamanın muteber olup olmıyacağı hususunda şiddetli münakaşalara varan görüş ayrılıklarına düşmüşlerdir
    İmam Ebû Hanife ve talebelerine göre talâk üç şekilde gerçekleşir: Ahsen, Hasen, Bid'î Bunlardan Ahsen (en güzel) ve âile hakkında hayırlı ve elverişli olan talâk, kişinin eşini üç tuhur halinde bir talâk ile boşayıp iddeti bitinceye kadar bırakmasıdır Hasen yani güzel talâk da, kişinin karısını üç tuhur içinde üç kere boşamasıdır ki, buna bid'î mukabıli "sünnî" denilir Bid'î talâk da bir sözle üç talâk'ı birden tuhur halinde vermek demektir
    Hayız hâlinde veya temizlendikten sonra kendisiyle birleşme vâki olmuş kadını boşamak, bazı İslâm hukukçularına göre iki durumda Kitâb ve Sünnet'e aykırıdır Dolayısıyla böyle bir talâk geçerli değildir Bunlar, Cenâb-ı Hakk'ın şu buyruğunu gösterirler:
    "Ey peygamber! kadınları boşamak istediğiniz zaman iddetleri içinde boşayınız ve iddeti hesaplayın Rabbiniz olan Allah'tan korkunuz " (et-Talâk, 65/1)
    "Boşama iki defadır Bundan sonra kadınlar ya iyilikle tutulur ya da güzellikle bırakılır (el-Bakara, 2/229)
    Bunlardan başka İbn Ömer'in hayız halindeki karısını boşaması üzerine Resulullah (sas)'in ona hanımına dönmesini emretmesi ve İbn Ömer ile Ebu'z-Zübeyr'den gelen rivayetlere göre Resulullah (sas) hayız halindeki boşamaları geçerli saymadığına" dâir hadisleri;
    "Her kim sünnetimize uymayan bir iş işlerse o merduttur, geçerli değildir" mealindeki sahih hadisler bu tür talâk'ın İslâm'da muteber olmadığını göstermektedir (Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, VI, 239)
    Fakat bu görüş ve delillere rağmen dört mezhep imamı da dahil olmak üzere Cumhur'a göre böyle bir boşama bid'at ve haram olmakla beraber geçerli bir boşamadır Erkek talâk hakkını kullanmış olur ve kadın da boş düşer (H Karaman, Mukayeseli İslâm Hukuku, İstanbul 1986, I, 306 vd)
    Bu tür talâkın geçerli olduğunu söyleyen müçtehidlerin görüşleri ise şu delillere dayandırılmaktadır:
    İbn Ömer'le alâkalı hadiste Resulullah'ın eşine dönmesini emretmesi bu boşamanın bir talâk sayıldığına delâlet eder; çünkü talâk olmadan ric'at da olmaz
    Ayrıca İbn Ömer'in böyle bir boşamanın sadece bir talâk sayılacağını bildirmiş olması (el-Buhârî, Talâk,1), bu talâk'ın geçerli olduğunu göstermektedir derler
    Bu iki görüş İslâm hukuk tarihi boyunca günümüze kadar varlığını devam ettirmiştir
    Bir temizlik içinde veya bir mecliste üç kere boşama durumuna gelince dört mezhep imamı da dahil olmak üzere Cumhur-u Ulemâ ister bir defada, ister arka arkaya birkaç defada ifâde edilen talâk'ın muteber olduğu görüşünü savunuyorlar Meselâ bir erkek hanımına "üç kere boşsun" veya "üç talâk ile boşsun" dese karısını beynûnet-i kübrâ ile boşamış olur Aynı şekilde bir temizlik içinde birden fazla zaman ve yerde birden fazla talâk ile boşama da evlilik bağını sona erdirme bakımından muteberdir Böyle bir talâk şekline karşı iki ayrı görüş ileri sürülmüştür:
    Birincisi böyle bir boşama Kitâb ve Sünnet'e uymayan yani bid'i talâk olduğundan muteber değildir, kadını böyle bir talâk'la boşamak bir şey ifade etmez
    İkinci görüş bir mecliste veya bir temizlik müddeti içinde birden fazla boşamalar bir boşama (ric'i talâk) sayılır Bu görüşü savunanlar şu delilleri ileri sürerler:
    -Cumhur'un delilleri bid'i talâk'ın vâki olacağına ait olup yukarıda belirtilen delillerdir Ayrıca şu hususlarda ilâve edilebilir:
    -Hanımının zina ettiğini gördüğü halde bunu ispat edemediği için mülâane yoluna baş vuran Uveymir, lânetleşmeden sonra karısını üç talâk ile boşamıştır Fakat burada boşanmanın mülâane ile olabileceği unutulmamalıdır Yani Uveymir'in bu boşaması doğrudan doğruya üç talâk ile boşama değildir
    -Üç talâk ile boşanmış kadınların boşayan eşleri ile tekrar evlenebilmelerinin mümkün olup olmadığı mevzuunda Resulullah'tan sorulan suallerden Hz Peygamber'in bu nevi boşamaları sahih gördüğü anlaşılmaktadır (Buhârî Talâk, 3)
    Muhalifler bu delillere de şu cevabı vermişlerdir: Bu suallerde geçen üç talâk ile boşamanın bir mecliste veya bir defada olduğu sâbit değildir Çeşitli zamanlarda ve sünnete uygun bir şekilde boşanmış ve âdet üçe varınca Hz Peygamber'e sorulmuş olabilir
    Böyle bir talâk'ı bir talâk kabul edenler ise şu delilleri ileri sürerler:
    "Boşama (talâk) iki keredir Sonra ya iyilikle geçinmek yahut güzellikle ayrılmak gerekir Allah'ın had'leri bunlardır; bunları açmayın Allah'ın koyduğu sınırları aşanlar kendilerine zulmetmiş olurlar (Bundan sonra koca) karısını boşarsa, kadın başka bir koca ya varmadan artık ona helâl olmaz Şâyet bu (ikinci) koca onu boşar ve onlar da Allah'ın koyduğu sınırları koruyacaklarına kanaat getirirlerse birbirlerine dönmelerinde günah yoktur" (el-Bakara, 2/229-230)
    Bu ayetler boşama haklarının bir anda kullanılmamasını, ayrı ayrı zamanlarda kullanılıp arada düşünülmesini bundan sonraki hayat hakkında iyi niyetle karar verebilmek için fırsat bırakılmasını ortaya koymaktadır
    Sessizlik de bir çeşit konuşma sanatıdır





    hasretin rüzgarında savrulan bir hayat

  3. #43
    ***
    DIŞARDA
    Points: 25.810, Level: 96
    Points: 25.810, Level: 96
    Level completed: 46%,
    Points required for next Level: 540
    Level completed: 46%, Points required for next Level: 540
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    mihrab - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    May 2009
    Mesajlar
    4.559
    Points
    25.810
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    21

    Standart Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi

    BİLMEYEREK KÜFRÜ GEREKTİREN BİR SÖZ SÖYLERSE KAFİR OLUR MU?
    Bilmeyerek küfrü gerektiren bir söz söyleyen kimsenin kafir olup olmayacağı hususunda ihtilaf vardır Buhara ve Semerkand ulemasına göre cehalet mazeret sayılmaz Bilmeyerek de olsa kelime-i küfür söylemek küfürdür Bazı ulemaya göre, küfrü gerektiren sözün muhtevasına inanmayan kimse böyle bir kelime söylerse kafir olmaz Özellikle avam tabaka hangi kelimenin küfre vesile olduğunu,hangisinin olmadığını bilmedikleri için, onları tekfir etmemek daha uygundur Yoksa, müslümanların çoğunu tekfir etmemiz lazımdır İbn Nüceym: "Küfründe ihtilaf bulunan bir kimseyi tekfir etmemeğe yemin ettim" diyor (Nuhbetul-Leali şarh Bedül emalı)













    BORÇ
    Geri verilmek üzere alınan para veya eşya; bir veya birkaç kişiye yahut bir kuruma karşı yerine getirilmesi gereken yükümlülük ödünç
    Borç yahut fıkhî terim olarak "deyn" genellikle borçlunun ödemeyi teahhüt ettiği nakit veya borçlunun zimmetinde bulunan mislî eşya; yani ölçü, tartı vb yollarla benzeri ile ödenebilen eşya karşılığında kullanılan bir terimdir Borcun zimmetinden maksat da şahsın borcu yüklenme kabıliyetidir
    Insanların birbirleriyle yardımlaşma yollarından biri de borç alıp vermedir Borç alıp verme işlemi Islâm'da nakit para gibi sayılabilen; buğday, arpa, pirinç gibi ölçülebilen; yahut altın, gümüş ve et gibi tartılabilen; ya da yumurta ve ceviz gibi büyüklükleri birbirlerine yakın olan mallarda geçerlidir Fakat hayan vs gibi her birinin kendine göre ayrı ayrı değer ve özelliği bulunan mallarda borçlanmanın olup olmayacağı hususu ise Islâm hukukçuları arasında ihtilaflı bir konudur Böyle bir borçlanmanın caiz olmadığı kanaatinde olan Hanefî hukukçuları; "alınan borç harcanır, sonra benzeri ödenir Canlı bir koyun borç alındığında tamamen aynı özelliklere sahip bir koyun bulunmayabilir Onun için bu gibi borçlanmalarda taraflardan biri mağdur olabilir" demektedirler Borç alınan para para ile; buğday buğday ile ödenir Fazla bir şey verilmez, istenirse faiz olur
    Borç verme Islâm'da sevaptır Dinimiz bunu teşvik etmiştir Hatta bazı durumlarda sadaka vermekten de sevaptır Cenâb-ı Hakk şöyle buyurur: "Eğer Allah'a içten gelen istekle ödünç verirseniz, Allah onu sizin için kat kat artırır ve sizi bağışlar " (et-Teğâbun, 64/17) Peygamber Efendimiz (sas) de bir sadakaya on misli sevap verileceğini, borç vermeye ise onsekizmisli sevap verileceğini bildirmiştir (et-Tergîb ve't-Terhîb, II, 40)
    Bir kimse borç verdiği para vs'nin bir kısmını veya tamamını bağışlayabilir Borçlusu güç durumda ise ona kolaylık gösterilmesine, hatta mümkün ise alacağını bağışlamasını teşvik etmiştir Kur'an-ı Kerîm'de:
    "Borçlu darda ise eli genişleyinceye kadar ona mühlet verin Bilmiş olsanız borcu bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır" (el-Bakara, 2/280) buyrulur Yani şayet borçlulardan herhangi bir kimse zor durumda kalmış ise "darda ise, eli genişleyinceye kadar mühlet veriniz " Böyle bir durumda verilecek olan hüküm, onun borcunu rahatlıkla ödeyebileceği zamana kadar imkân tanımaktır
    " Eğer bilirseniz sadaka olarak bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır "
    Borçlunuz olan kimse borcunu ödeyemeyecek kadar zor durumda olursa ona mallarınızı veya bir kısmını sadaka olarak bağışlamanız kıyamet gününde sizin için daha hayırlıdır Burada "eğer bilirseniz" şartının getirilmesi teorik olarak bilmeden kasıt, beraberinde amelin de söz konusu olduğu bir bilgidir Buna göre takdirî mana şöyle olur: "Şayet sizler bunun Allah katında olduğunu bilerek gereğince amel edecek olursanız, ona sadaka olarak bağışlamanız için daha hayırlıdır"
    Tebarânî'nin Ebu Umâme (ra)'den nakline göre Rasûlullah (sas) şöyle buyurdu: "Kendi gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmayacağı bir günde Allah'ın kendisini gölgelendirmesini arzu eden bir kimse, zor durumda kalmış olana kolaylık sağlasın veya onun borcunu indirsin" Bu manada pek çok hadis vardır (Ibn Kesîr, Tefsiru'l-Kur'anı'l-Azım, Istanbul 1984, I, 491)
    Buhâri Ebu Hüreyre'den şöyle rivayet etmektedir: Hz Peygamber (sas) şöyle buyurdu: "Insanlara borç veren bir tüccar vardı Zor durumda kalmış birisini görünce çocuklarına, onun borcunu affedin, belki Allah bizi bağışlar derdi Nihayet Allah da onu bağışladı " (Ibn Kesîr, aynı yer)
    Imam Ahmed'in rivayetine göre Ibn Ömer şöyle dedi: Rasûlullah (sas) şöyle buyurdu: "Duasının kabul olunmasını, kederlerinin açılmasını isteyen, borcunu ödeyemeyen, zorda kalmış kimseyi bu durumdan kurtarsın" (Ahmed b Hanbel, II, 23)
    Taberâni Ibn Abbas'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasûlullah (sas) şöyle buyurdu: "Borcunu ödemekte zorluk çeken birisine kolaylıkla ödeyeceği zamana kadar mühlet veren bir kimseye, Allah da günahı sebebiyle tövbe edinceye kadar mühlet verir " Ibn Abbâs'ın rivayet edip Imam Ahmed'in kaydetmiş olduğu hadise göre Rasûlullah (sas) şöyle buyurmuştur: "Borcunu ödemekte zorluk çeken birisine mühlet veren veya borcunun bir kısmını bağışlayan kimseyi yüce Allah Cehennem ateşinden korur" (Buhârî, Buyû' 17; Müslim, Zühd 74; Tirmizî, Buyû' 67; Ibn Mace, Sadakat 14; Ahmed b Hanbel I, 327, II, 359)
    Imam Ahmed Bureyde'den rivayetle: "Peygamber (sas)'in şöyle buyurduğunu dinledim: "Borcunu ödemekte zorluk çeken birisine mühlet veren bir kimse her gün için onun gibi bir sadaka vermiş gibi olur" Bureyde devamla dedi ki: Sonra da onun şöyle buyurduğunu dinledim: "Borcunu ödemekte zorluk çeken birisine mühlet veren bir kimseye, mühlet verdiği her gün için iki katısadaka yazılır " Bunun üzerine ben:
    "-Ey Allah'ın Rasûlü, seni, borcunu ödemekte zorluk çeken birisine mühlet verene her gün için onun gibi sadaka vardır, derken dinledim; sonra da yine seni, borcunu ödemekte zorluk çeken birisine mühlet veren kişiye her gün için iki kat sadaka verilmiş gibi olur buyurduğunu işittim" Hz Peygamber şu cevabı verdi:
    "Borcun vadesi gelmeden önce verdiği her bir mühlet için onun gibi bir sadaka vardır Borcun vadesi geldiğinde ona mühlet verecek olursa iki katısadaka vermiş gibi olur" (Ahmed b Hanbel, IV, 442-443, V, 300, 308)
    Borçlunun alacaklıdan biraz indirim yapmasını istemesi caizdir Mâlikîlerden bazıları bunu mekruh görmüşlerdir; zira bunda bir minnete katlanma vardır Kurtubî: "Ihtimal kerahati mutlak söyleyenlerin maksatları bunun hilâf-ı evlâ olduğunu anlatmaktır" demiştir Aynî, Imam A'zam'ın görüşünün de böyle olması gerektiğini söylemiştir Nevevî indirim istemekte beis olmadığını söyledikten sonra: "Lâkin zarûret yokken ısrar derecesine, nefsi tahkîre veya ezâya vardırmamak şarttır" diyor
    Rasûlullah (sas) borçlu olarak ölenin cenazesini kılmazdı (Bir gün) bir cenaze getirildi
    Rasûlullah (sas):
    "- Onun borcu var mı?" diye sordu

    Evet iki dinar borcu var, dediler "- Arkadaşınızın namazını kılınız, " buyurdu


    Bunun üzerine, Ensâr'dan olan Ebû Katâde;

    O iki dinarı ben yükleniyorum, Ya Rasûlullah, dedi Hz Peygamber de adamın namazını kıldı


    Allah (cc), Rasûlüne fetihler müyesser buyurunca, efendimiz:
    "Ben her mümine kendi nefsinden daha evlâyım Her kim borç bırakırsa (borçlu ölürse) onu ödemek bana aittir Kim de mal bırakırsa varislerine aittir" buyurdu (Buhârî, Ferâiz 15; Müslim, Ferâiz, 16; Ebû Davûd, Buyû, 9; Tirmizî, Cenâiz, 69; Ibn Mâce, Mukaddime,11; Sadakat 13; Nesâi, Cenâiz, 67; Iydeyn, 22)
    Rasûlullah (sas) bir kâfileden, yanında parası olmadığı halde bir dana satın aldı Danaya kâr verildi Rasûlullah da sattı Kârı, Abdülmuttaliboğullarının muhtaç kadınlarına dağıttı ve: "Bundan sonra yanımda para olmadan hiçbir şey satın almayacağım" buyurdu (Ahmed b Hanbel, I, 235, 323)
    Diğer bir husus da borcun gereksiz ve mazeretsiz olarak geciktirilmesidir Bu konuda Hz Peygamber şöyle buyurmuşlardır:
    "Zenginin borcunu geciktirmesi zulümdür Biriniz (alacağı) bir zengine havale edilirse kabul etsin (Buhârî, Havale 1-2; Istikraz, 12; Müslim, Müsâkât, 33; Ebû Davûd, Buyû', 10; Nesâi, Buyû, 100, 101; Tirmizî, Buyü', 68; Ibn Mâce, Sadaka, 8; Mâlik, Buyü', 84; Dârimî, Buyû', 48; Ahmed b Hanbel II, 71, 245, 254, 260)
    Burada matl (geciktirme): bir kimsenin borcunu vermeyi geciktirmesi, alacaklıyı oyalaması, savsaklaması karşılığında kullanılmıştır Kurtûbi bu kelimenin, "ödemesi gereken borcu, imkânı varken ödememek" manasına olduğunu söyler
    Hadis-i şerif'te, önce borcunu ödeme imkânına sahip olduğu halde, borcu ödemeyip geciktirmenin zulüm olduğu belirtilmektedir
    Bazı âlimler ise bu cümlenin "zengine olan borcu geciktirmek zulümdür" manasına geldiğini söylerler Bu durumda hadisi "Zengine olan borcu ödemeyip geciktirmek zulüm olduğuna göre, fakire olanı geciktirmek öncelikle zulümdür" şeklinde anlamak gerekir Ancak, yukarıda da işaret edildiği gibi, âlimlerin büyük çoğunluğu önceki manayı benimsemiş ve hadis "Zenginin borcunu geciktirmesi zulümdür" şeklinde anlamışlardır
    Rasûlullah (sas) genç bir deve borç almıştı Kendisine, sadaka develeri geldi Bana, (alacaklı) adama genç devesini ödememi emretti Ben efendimize: "Develer arasında altı yaşınıdoldurmuş güzel bir deveden başkasını bulamadım" dedim Bunun üzerine Peygamber Efendimiz:
    "-Adama onu ver, şüphesiz insanların en hayırlısı borcunu en iyi ödeyendir " buyurdu (Müslim, Musâkât, 118, 128; Tirmizî, Buyû', 73; Nesâi, Buyû', 64; Ibn Mâce, Ticaret, 62; Dârimî, Buyû', 31; Mâlik, Buyû', 89; Ahmed b Hanbel, VI, 375, 390)
    Nevevî ise "Zekât mallarını başkasına teberru olarak vermek caiz olmadığına göre, nasıl olmuş da Hz Peygamber aldığı borcu, zekât develerinden fazlasıyla ödemiştir" şeklindeki muhtemel bir itiraza cevap verirken şöyle der: Hz Peygamber (sas), genç deveyi kendisi için ödünç almıştı; sonra zekât develerinden birisini satın aldı ve borcunu ödedi Ebû Hureyre'nin rivayetindeki, "Onun için bir deve satın alıp alacaklıya verdiler" şeklindeki ifade de buna delâlet eder"
    Görüldüğü gibi Nevevî, Hz Peygamber'in genç deveyi kendisi için satın aldığı görüşündedir
    Hz Peygamber'in deveyi kendisi için borç alıp bunu ihtiyaç sahiplerine vermiş olması da mümkündür
    Hadîs'in zâhiri, hayvanı borç alıp vermenin caiz olduğuna delâlet etmektedir Evzai, Leys, Imam Malık, Imam Şafii ve Ahmed b Hanbel bu görüştedirler
    Hanefilere göre, yukarıda ifade edildiği gibi sadece para ve mislî olan mallar borç verilebilir
    Mislî mal; piyasada benzeri bulunan, telef edildiğinde değeri değil, misli ile tazmin olunan mallardır Bunlar, mekil (ölçekle alınıp satılan mallar) mevzûn (tartı ile alınıp satılan mallar) ve ceviz, yumurta gibi büyüklükleri biribirlerine çok yakın olan aded-i mütekarıb mallardır
    Hanefiler bu sayılanların dışındaki mallarda borç alıp vermeyi kabul etmezler Çünkü bu adaletli bir ödemeye imkân vermez Hayvan da, borç olarak verilmesi caiz olmayan mallardandır
    Nevevî bu hadislerin Hanefiler aleyhine delil olduğunu, delil olmadan nesh davasının kabul edilemeyeceğini söyler
    Hanefi âlimleri Hz Peygamber'in hayvan ödünç aldığına delâlet eden hadislerin mensuh* olduğunu ve nesh* davasının delilsiz olmadığını söylerler Tahavî, Meâni'l-Âsâr adındaki eserinde, hayvanı borç vermenin caiz olmadığına işaret eden bazı hadisler rivayet eder
    Ibn Abbas (ra) şöyle der: "Hz Peygamber (sas) veresiye olarak hayvan mukabılinde satmayı nehyetti" (Şerhu Meâni'l-Âsâr, IV, 60)
    Câbir (ra) şöyle demiştir:
    "Rasûlullah (sas) -peşin olarak iki hayvanı bir hayvan karşılığında satmakta bir beis görmez, fakat veresiye olarak satışım kerih görürdü (Şerhu Meâni'l-Âsâr, IV, 60)
    Tahavî; bu hadislerin hayvanı hayvan mukabılinde veresiye olarak satmayı caiz gören hadisleri neshettiğini: hayvanı ödünç almanın da aynı hükümde olduğunu söyler Tahavî daha sonra, karşı görüş sahipleri tarafından ileri sürülen bazı itirazlara işaret ederek, bunları cevaplandırır
    Hadis-i Şerif'in delâlet ettiği diğer bir anlam da şudur:
    Borç alan kişi, borcunu aldığından daha üstün bir şekilde ödeyebilir Çünkü Hz Peygamber borç olarak genç bir deve almış ve bunu yedi yaşına girmiş iyi bir deve ile ödemiştir
    "Bekr" denilen genç deve, yedi yaşına giren deveye nisbetle daha az değerlıdır Üstelik bu iyi bir davranıştır, müstehaptır Üstünlük borcun miktarı yönünden olabileceği gibi; kalitesi yönünden de olabilir Meselâ bin TL borç alan bir kimse,borcunu binyüz TL olarak verebilir Yine ikinci kalite buğday borç alan, borcunu öderken birinci kaliteden ödeyebilir Ancak bunun borç verme esnasında şart koşulmamış olması gerekir Ama borç alınırken borcu daha fazlasıyla veya daha iyisiyle ödeme, ya da borçlunun alacaklıya fayda temin edecek başka bir şeyi yapması şart koşulursa bu caiz değildir; faizdir Peygamber Efendimiz bir hadisinde "Menfaat sağlayan her türlü borç faizdir" buyurmuştur (Suyutî, el-Camiu's-Sağlır, II, 94)
    Imam Malık'e göre şart koşulmamış bile olsa, borcu miktar olarak fazlasıyla ödemek caiz değildir Hadisteki
    "insanların en hayırlısı, borcunu en iyi şekilde ödeyendir" cümlesi Imam Malık'e karşı delil olarak ileri sürmüştür
    Borcun Yazılması: Kur'an'daki her hüküm ayetindeki açıklık gibi borçlanma konusunda da öylesine pratik bir hüküm ortaya konmuştur ki, bu hükme uyanlar hiç bir zaman öteki hükümleri kabul edenler gibi perişan olmazlar Çünkü Kur'an, müminler için rahmet ve şifadır Onun şifa oluşu ona teslim olanlar tarafından görülmüş ve yaşanmaktadır Hakikatte onu kabul eden ve fakat hükmüne teslim olmayan için Kur'an, ne rahmet, ne de şifadır Bugün alışverişlerini Kur'an'a göre yapmıyanlar, ekonomik bir takım prensiplerden medet ummaktadırlar Oysa Allah Teâlâ'nın emri dikkate alınmış olsa ve bu emirle yaşanmış olunsa bütün iç ve dış borçlanmalar kendiliğinden ve Allah'ın yardımıyla bir rahmet olarak karşımıza çıkar
    Kur'an'da toplum içinde yerleştirilmek istenen prensip, malın yok olmaması ve muayyen bir zaman için alınan borçlar hususunda borcun miktarının yazılmasıdır Bunu yazmak isteğe bağlı olarak değil, ayet-i kerîme ile farz kılınmış bir husustur Ayet de hiç bir yoruma tabi tutulmayacak kadar açıktır
    "Ey iman edenler, muayyen bir zaman vaadıyle borçlandığınızda onu yazın Aranızda bir kâtip de doğrulukla yazsın Yazan Allah'ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan çekinmesin Yazsın Hak kendi üzerinde olan da yazdırsın Şayet, borçlu, sefih, küçük ve kendisi yazdıramıyacak durumda ise, velisi dosdoğru yazdırsın Erkeklerden iki de şahit yapın Eğer iki erkek bulunmazsa Şahitlerden razı olacağınız bir erkek, biri unuttuğunda diğeri ona hatırlatacak iki kadın olabilir Şahitler çağırıldıklarında çekinmesinler Borç, küçük veya büyük olsun onu müddeti ile beraber yazmaktan üşenmeyin Bu Allah yanında adalete daha uygun, şahitlik için daha sağlam, şüpheye düşmemenize de daha yakındır " (el-Bakara, 2/282)
    Süfyan es-Sevrî "Ey iman edenler, muayyen bir vade ile borçlandığınız zaman onu yazın " ayet-i kerîmesi hakkında Ibn Abbâs'tan şu sözü nakleder: "Bu ayet-i kerîme belli bir vade ile yapılan selef (vâdeli satış) hakkında nazıl olmuştur"
    Katâde Ibn Abbâs'tan rivayet ediyor ki, O: "Ben şehadet ederim ki belli bir vade taşıyan selef (vâdeli satış)'ı Allah Teâlâ helâl kılmış ve buna izin vermiştir" deyip, sonra da: " Ey iman edenler, muayyen bir vade ile borçlandığınız zaman, onu yazın" ayet-i kerîmesini okumuştur
    Süfyan Ibn Uyeyne tarikıyla Ibn Abbâs'tan rivâyet edildiğine göre o şöyle demiştir:
    Rasûlullah (sas) Medine'ye geldiğinde Medineliler bir, iki ve üç senenin meyvesinden selef (vâdeli satış) yapıyorlardı (Parayı peşin alarak bir, iki ve üç senenin mahsulünü satıyorlardı) Rasûlullah (sas) şöyle buyurdular:
    "Kim selef yaparsa belli bir ölçü, belli bir ağırlık ve belli bir vade ile selef yapsın" (Buhârî, Selem, 7)
    Ibn Cüreyc der ki: Kim borçlanırsa yazsın, kim alış-veriş yaparsa şahit tutsun
    Katâde der ki: "Bize anlatıldığına göre, Ebu Süleyman el-Mar'aşî Kâ'b'ın arkadaşlarından birisiydi Bir gün arkadaşlarına şöyle sordu: "Rabbına dua ettiğinde duasına icabet edilmeyen mazlûmu biliyor musunuz?" ona "Bu nasıl olur?" diye sorduklarında:
    "Bir adam belli bir vade ile satış yapar, şahit tutmaz ve yazmaz, malının zamanı gelince sahibi bunu inkâr eder, o da Rabbına dua eder, ama duasına icabet edilmez Çünkü o, Rabbına isyan etmiştir" dedi
    "Aranızda bir kâtip de doğrulukla (hak üzere) yazsın Yazarken kimseye ihanet etmesin Ne eksik ne fazla; tarafların ittifak ettiği şeyi yazsın Yazan Allah'ın kendisine (bilmediği şeyleri) öğrettiği gibi (herhangi bir zarûret olmasa da insanlar kendisinden bir Şey yazmasını istedikleri vakit) yazmaktan çekinmesin ve yazsın" Ilâhî hükmü ile bu hususta görev yapacakların tavır ve görevleri de belirleniyor
    Allah'u Teâlâ buyuruyor: "Hak kendi üzerinde olan (borçlu da zimmetinde olan borcu yazdırsın Rabbi olan Allah'dan korksun da ondan bir şey (gizleyip) eksiltmesin Şayet borçlu beyinsiz sefih, küçük (ya da deli) veya (konuşamama ya da yanlıştan doğruyu ayııamıyacak derecede cahil olması sebebiyle) kendisi söyleyip yazdıramayacak durumdaysa, velisi dosdoğru yazdırsın"
    Allah Teâlâ'nın: "Erkeklerinizden iki de şahit yapın" buyruğu, yazıyla birlikte daha sağlam olması için şahit tutmayı emretmektedir "Eğer iki erkek bulunmazsa bir erkek iki kadın olabilir" Bu durum ancak mallarda ve kendisiyle malın kastolunduğu şeylerde (akidlerde) olabilir
    Islâm'ın insanlığa getirdiği güzel mesajlardan biri müsamaha ve sevimliliktir Islâm, tamahkârlık, bencillik, egoistlik ve cimrilik sahrasında, insanoğlunun sığınabileceği yegane gölgeliktir Bu din hem borçlanan, hem de borç veren için ve gölgesine sığınan bütün topluluklar için bir rahmet ve şefkat kucağıdır
    Çağdaş cahiliyyenin bencil duygularıyla yetişmiş olan kimselere bu kelimeler bir mana ifade etmez Bilhassa faizle beslenmiş kapıtalistlerin dünyasında bu güzel duyguların hiç yeri yoktur
    Sessizlik de bir çeşit konuşma sanatıdır





    hasretin rüzgarında savrulan bir hayat

  4. #44
    ***
    DIŞARDA
    Points: 25.810, Level: 96
    Points: 25.810, Level: 96
    Level completed: 46%,
    Points required for next Level: 540
    Level completed: 46%, Points required for next Level: 540
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    mihrab - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    May 2009
    Mesajlar
    4.559
    Points
    25.810
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    21

    Standart Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi

    BORÇLARDA ENFLASYON Verilen borcun üzerinden bir yıl gibi bir zaman geçmekle enflasyonun sebep olduğu değer farkını almak câiz midir?
    Imam Ebû Yusuf'a göre, câizdir, diğerlerine göre câiz değildir Günümüzde olduğu gibi enflasyonun her yıl, hattâ hergün paranın reel değerini büyük ölçüde aşındırdığını hesaba katarsak, selim vicdanlar, bu konuda Ebû Yusuf'un görüşüne katılır Bazı âlimler de Hanefî mezhebine göre fetvanın bununla verileceğini söylerler (bk Nezih Kemal, "Tegayyuru'n-nukûd" (mk) 69) Bunu belirlemede en sihhatli ölçü ise altındır Ancak en iyisi, meselenin çözümünü sona bırakmadan, borç verirken altın olarak verip yine altın olarak alacağını söylemektir Bu, herkese göre câizdir Ancak son zamanlarda altın dahi enflasyona yenilir olmuştur Buna göre değeri başka yollarla hesaplanmalıdır
    2 Taksitli Satışlar
    Taksitle eşya alımın faiz olduğunu, bu yüzden de câiz olmadığını söylüyorlar, doğru mudur?
    Taksitle eşya almanın fâiz olduğunu söyleyen yoktur Fâiz; taksitli satışlardaki vâde farkında söz konusu olabilir Yalnız her vade farkının fâiz olmadığı da bilinmelidir Buna göre vâdeli satışlardaki muhtemel durumları şöylece maddeleyebiliriz:
    1- Fiyat farkı olmadan, ödeme süresi belli taksitle satış: Herkese göre câizdir
    2- Peşin, meseIâ bin liraya satılırken, müşteriye peşin mi, vadeli mi Istiyorsun diye sorduktan sonra, vadeli istediğini öğrenince, bin ikiyüz lira diyerek yapılan ve ödeme süresi bilinen vadeli satış: Herkese göre câizdir
    3- Peşin, meselâ bin lira, altı ay vadeli bin ikiyüz lira deyip, sözleşme sırasında birinde karara varılan vadeli satış: Çoğunluğa göre câizdir
    4- Peşin bin lira, vadeli bin ikiyüzlira, deyip, hangisine karar verildiği belirtilmeden kabul edilen vadeli satış: Herkese göre haramdır
    5- Geciktigin her ay için, yüzde, meselâ beş ödersin, şeklinde, süresi ve dolayısıyla fiyatın tamamı bilinmeyen vadeli satış: Herkese göre haramdır













    BORCU DÖVİZE ÇEVİRME: Altı ay sonra alacağım bir milyon TLyi şu anda dövize, meselâ dolara çevirebilir miyiz?
    Bu sorunun cevabını anlayabilmemiz için şu bilgileri tazelememiz gerekir:1 Paranın para ile veresiye satışı caiz değildir 2 Sırf Allah için bir yardım olsun, bir iş görülsün diye başkasına verilen para (ve misli olan diğer eşya) karz'dır ve karzda, Hanefilere göre, bağlayıcı bir zaman tayini caiz değildir Zaten karzı faizden ayıran özellik de budur Yoksa ben bin lira borç versem ve buna, altı ay sonra diye bir ödeme süresi belirlesek bu, verdiğim para ile alacağım paranın veresiye satışı olmuş olur ki, bu faizdir Ancak bağlayıcı olmamak üzere bir süre belirlemede de mahzur yoktur 3 Veresiye satışlarda zimmete geçen borca ise deyn denir ve bundaki süre bağlayıcıdır Türkçede karz'a da, deyn'e de borç tabir edilir Oysa aralarında zikrettiğimiz gibi bir fark vardır 4 Bir borcun, verecekliden başkasına satılması, ya da bu borç karşılığında verecekliden başkasından bir mal (ya da hizmet) satın alınması caiz değildir(bk Bilmen, VI/96) 5 Alacaklının, bir kısım alacağını, bağışlamayı kabul etmesi farklı meblağların satışı değil, hakkının bir kısmından vazgeçmesi demek olduğundan bu caizdir, faiz değildir Buna göre meselâ, bin lira (karz) alacağı olan, su anda altı yüz lira ver kalanını istemiyorum diyebilir Günü gelmiş bin lira (deyn) alacağı olan da aynı şeyi yapabilir, ayrıca misli ile ileri ve belli bir tarihe erteleyebilir Çünkü bu satış değil, hakkından vazgeçmelidir 6 Günü gelmiş bin lira (deyn) alacağını daha sonra ödemek üzere, meselâ marka çeviremez Çünkü bu farklı paraların veresiye satışıdır ve faiz olur (Buna göre, Allah'u a'lem, bin liralık karz alacağını, hemen kabzetmese bile, başka bir paraya çevirebilmelidir Çünkü karzda süre olmadığından bu, farklı paraların veresiye satışı olmuş olmaz) Ileri bir zamandaki bin lira (deyn) alacağını, şu anda meselâ altı yüz liraya ya da o miktar mark'a değiştiremez Çünkü bu paranın para ile mübadelesindeki zaman farkı, ya da farklı paraların veresiye satışı olur ki, ikisi de faizdir Beşinci madde ile bunu birbirine karıştırmamak gerekir Orada sözkonusu olan alacak karz'dır Burada ise deyn'den sözedilmektedir
    Bütün bunlara göre altı ay sonra alacağınız bir milyon TL karzın dışındaki bir borç ise onu su anda dövize çevirip,borcu döviz olarak sürdüremezsiniz Çünkü bu farklı paraların veresiye satışı demektir ki, bu faizdir Ancak günü geldiğinde onu, üzerinde anlaşacağınız herhangi bir dövizle tahsil edebilirsiniz Ama işin başında, alırken meselâ mark olarak alırım diyemezsiniz Yok eğer bu alacağınız deyn değil de karz ise ve bağlayıcı olmasa dahi, bir süre söylenmemişse, onu (Allah'u a'lem) şu anda herhangi bir dövize çevirmeniz ve vereceklinin artık o döviz üzerinden borçlu olması, caiz olmalıdır (Konu için zikredilen kaynaktan başka ayrıca bk Mavsilî, E1-Ihtiyâr, NI/8-9 (Ist))















    BOŞADIĞI EŞİNE DÖNMEK Bir hanımı, boşanmak istemediği halde, eşi boşarsa ve koca tekrar eşine dönmek isterse bu, dinen câiz olur mu?
    Islâm fıkhına göre eşler birbirlerine üç bağ ile bağlıdırlar Koca, karı-kocalık ilişkisi içinde yaşadığı eşiyle bu bağların üçünü birden koparırsa normal şartlarda artık ona dönemez: Birini ya da ikisini koparırsa bakılır: eğer "ric'î" talâkla (yani talâk ve boşama sözü ederek) boşamışsa, iddet süresi içerisinde, kadın istemese dahi, istediği zaman dönebilir "Bâin" talâkla (yani ayrılık ifade eden sözlerle) boşamışsa, ya da "ric'î" talâkla boşayıp ta, kadının iddeti dolmuşsa, artık kadın kâbul etmedikçe, koca kendi istediğinde ve yeni bir nikâh yapmadan dönemez Sizin boşanmanızın ne tür bir boşanma olduğunu bilmeden size özel bir şey söyleyemeyeceğiz
    Sessizlik de bir çeşit konuşma sanatıdır





    hasretin rüzgarında savrulan bir hayat

  5. #45
    ***
    DIŞARDA
    Points: 25.810, Level: 96
    Points: 25.810, Level: 96
    Level completed: 46%,
    Points required for next Level: 540
    Level completed: 46%, Points required for next Level: 540
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    mihrab - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    May 2009
    Mesajlar
    4.559
    Points
    25.810
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    21

    Standart Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi

    BOŞAMA (TALAK) Islâm'da boşama hakkının erkeğin elinde olması, erkeğin, kadın istediği anda boşayabilmesi demek olacağı, bu yüzden boşanma olaylarının çoğalmasıyla kadınların gadre ugrayacağı iddia edilerek, IsIâm'daki "talak=boşama" müessesesi tenkit edilir
    Konunun Islâmî yönüne değinmeden, diyalektik açıklamasını vermeye çalışalım:
    Önemli olan boşama yetkisini kadına ya da erkeğe vermek mi, yoksa boşanma olaylarını olabildiğince azaltarak, bundan doğacak maddî ve manevî zararların maksimum düzeyde önüne geçmek mi? Elbette ikincisi denilecektir Öyleyse Islâmî olan ve olmayan toplumlar arasında, boşanma olayları konusunda karşılaştırnmalı bir istatistik yapıp, bunun hangisinde daha zararlı boyutlara vardığına bakmak, daha gerçekçi bir yol olmaz mi? Biz hemen şuracıkta, İslam'ın bu öğretisini haksızlık gören batı ülkelerinin en gelişmişi olan Amerika'da, seksenli yıllardaki boşanma oranını söyleyiverelim, yüzde kırk sekiz Ve hemen ekleyiverelim: Günümüzde olduğu gibi, tarih boyunca İslam'ın hayattan olabildiğince uzaklaştırıldığı dönemlerde bile, Islâm toplumlannda bu oran, bunun yarısına dahi çıkmamıştır Öyleyse niçin sistemlerin sonuçlarına değil de, prensiplerine bakılıyor?,
    Şimdi islâm'a dönelim: Erkeğin daha önce sözünü ettiğimiz konumundan ve tüm malî sorumlulukların onun omuzlarında olduğundan ötürü Islâm'da boşama yetkisi ona verilmiştir Erkek yerine kadına verilmesi gerektiğini söyleyen zaten olmadığına göre, tek ihtimal, bu hakkı ikisinin beraberce kullanmaları ihtimalı kalıyor O takdirde:

    1- Kadın güçlü olan duygusal davranışların etkisiyle boşanma olayını daha çok gündeme getirecek ve ailenin huzurunu bozacaktır

    2- Iki taraftan da gelebileceği için boşanma isteği en az (çünkü kadın daha duygusaldır) iki katına çıkacak veya karşı tarafın da bunu kabul etmesiyle boşanma olayları da yine en az iki kat daha artacak, (Nitekim Amerika'daki istatistikler bunu gösteriyor) ya da kabul etmemesiyle düşmanlık, sürtüşme ve geçimsizlik daha da çoğalacaktır
    3- Böyleec ya, evleri kendilerine zindan haline getirilen eşler başka ilişkilerle hayat sürdürmeye devam edecekler ve artık birbirlerinin, sevecekleri eşle huzur dolu bir yuva kurmalarına engel olacaklar, ya da bir taraf boşanmada aşırı istekli olan diğer tarafın bu arzusunu istismar edip, ondan ancak çok büyük meblâglar alarak boşanmayı kabul edecek ve diğerini zarara sokacaktır
    4- Bu arada boşanmak isteyen eşlerin ömürleri mahkeme kapılarında geçecek ve herkesin huzurunda birbirinin kirli çamaşırlarını ortaya dökerek, ondan sonraki hayatlarını da lekeleyecek ve karartacaklardır

    Halbuki Islâmî boşama tarzı, özellikle aile hayatının da Islâmî olduğu bir toplumda, hem işleyişi, hem de sonuçları açısından son derece fitrî ve makul görünmektedir:

    (1) Bir defa boşama, helâl olmakla beraber, "Allah katında helâlların en çirkinidir" (Ebû Dâvûd, talak 3; ibn Mâce, talak 1 ) ve en son başvurulacak bir çâredir "Allah sık sık eş değiştiren çeşnici erkeklere ve çeşnici kadınlara lânet eder" (el-Hindî, Kenzu'l-Ummâl IX/661; Suyûtî, e!-Câmi'us-sağîr H No 3288 (Taberânî'den)) Yani boşama, büyük ölçüde dinî engelle karşı karşıyadır

    (2) Sünnetin öğrettiği boşama biçimi hiçbir sistemde bulunmayan birleştirici ve yapıcı özellikler taşır:

    a) Kadın erkeği âdetli halinde boşayamayacak, âdeti bittikten sonra hiç cinsel ilişkide bulunmadığı temizlik süresinde boşayacaktır Böylece cinsel ilişkiye acıktığı bir anda onu gözden çıkaramayacak ve boşaması zorlaşacaktır

    b) Islâm'da kadınla erkek birbirine üç bağla bağlı bulunduklarından, birinci boşamada kadının erkekle bütün ilişkileri kesilmeyecek, kadın "iddet" dönemine girecektir Böylece erkek yalnızlığın tadını birazcık tadacak, karısını arzulayacak ve boşadığı andaki duygularından sıyrılmış olarak düşünme imkânı bulacak ve köklü bir sebep yoksa, yeni bir nikâha bile gerek kalmadan karısına dönecektir Aynı imkân ikinci boşamasında da tanınacak, üçüncü defa boşaması ise böyle önemli bir kurumu hafife alma anlamı taşıyacağından, artık o kadına dönmesine izin verilmeyecek ve erkek bir bakıma cezalandırılmış olacaktır

    (3) Boşamada sünnete uymaz ve yasaklanan bid'at türü bir boşama ile karısıyla kendi arasındaki bütün bağları bir anda koparırsa, bu boşama da geçerlidir Ancak erkek bir suç işlemiştir ve cezasını görmelidir Bir defa yaptığı iş bir günahtır ve manevî sorumluluğu vardır Karısına artık istese de dönemeyecektir Onun "iddeti" süresince her türlü nafakasını sağlayacak ve malî bir cezaya çarptırılacaktır Ve görüldüğü gibi, bu sistemde gadre ugrayan kadın değil, aslında erkektir Bu yüzden, işin manevî sorumluluğu bir tarafa, bu riskleri göze alamayınca erkek kolay kolay boşama yoluna gidemeyecektir Bu, işin işleyiş biçimine değil, sonucuna bakmakla kolayca anlaşılabilir

    Diğer yönden boşanmak için ciddi sebepler varsa, kadın-erkek bir sürü engelle karşılaşmadan, mahkemelere düşüp, milletin huzurunda birbirlerini rezil etmeden kolayca ayrılabilecekler ve özledikleri yuvayı kurmak için şanslarını yeniden deneyebileceklerdir
    Boşama uygulaması bu söylediğimiz biçimde olmaz ve kadının hakları çiğnenirse, mahkemeleri yanında bulacak ve "haklı, hakkını alıncaya kadar güçlü" olacaktır













    BOŞAMA YETKİSİNİ KADINA VERMEK Islâmda boşanma hakkı erkeğe verilmiştir Kadın ancak mahkeme kararı ile boşanma isteyebilir ve meşru sebepler varsa boşanır
    Ancak erkek kendi iradesi ile kendisinin olan boşama hakkına karısına verebilir ve buna da Islâm hukukunda "tefvîzu't-talâk" adı verilir Koca talakı karısına nikâh esnasında "tefviz" edebileceği gibi sonradan da edebilir ve bu bir "tevkîl=vekîl kılma" değil, "temlîk=mülküne verme, ona mülk kılma" olur Çünkü vekil başkası adına çalışan kimsedir Kendisini boşama yetkisi alan kadın ise, kendisi adına iş göreceğinden vekil olamaz, nikâhına doğrudan sahip olur Bu durumda:
    1 Kadın nikâh esnasında "boşama yetkisine bana vermen şartı ile seninle evlenmeyi kabul ederim" der, koca da kabul ederse koca bu hakkını artık geri alamaz, kadın istediği zaman kendisini boşar ve bu bir "bâin" talâk olur ,
    2 Nikâhtan sonra herhangi bir zaman koca karısına: Kendini boşama konusunda muhayyersin, ya da bu konuda yetki senin elindedir, veya dilersen boşanabilirsin, demesi ve karının da o mecliste bunu kabul etmesi halinde durum yine aynıdır Cumhur (fıkıhçılar çoğunluğu) karının, kabul ettiğini bildirmeksizin o meclisten kalktıktan sonra artık kabul hakkının kalmayacağını söylerler Çünkü bu bir "temlik" tir ve gerçekleşebilmesi için o mecliste kabul görmesi gerekir Ancak bunu söyledikten sonra koca da bundan cayamaz Çünkü bunda yemin, yani talâkı, karının boşamasına bağlama, ta'lik anlamı vardır (Merginânî, Hidâye I/244) Ancak Ibn Hümâm, bu ifadelerle boşama yetkisi kendisine verilen kadının, bunu o mecliste de, o meclisin dışında da (yani sonradan da) kabul yetkisi vardır, der: Çünkü Rasûlullah Aişe validemize, böyle bir durum söz konusu olduğunda: "Annene babana sormadan acele karar verme" (Ibn Hümam, Fethu'I-Kadir N/410) diye buyurmuşlardır Kocanın: "Istediğin zaman kendini boşayabilirsin" gibi bir ifade kullanması halinde karı, kendisini istediği zaman boşayabilir (Merginânî,)
    Sessizlik de bir çeşit konuşma sanatıdır





    hasretin rüzgarında savrulan bir hayat

  6. #46
    ***
    DIŞARDA
    Points: 25.810, Level: 96
    Points: 25.810, Level: 96
    Level completed: 46%,
    Points required for next Level: 540
    Level completed: 46%, Points required for next Level: 540
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    mihrab - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    May 2009
    Mesajlar
    4.559
    Points
    25.810
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    21

    Standart Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi

    BOŞAMADA PİŞMANLIK Evli bir çift mahkeme kararı ile ayrılıyorlar Sonra kadın pişman olup tekrar kocasına dönmek istiyor, bu mümkün müdür?
    Isâmda boşama yetkisi erkeğe aittir Boşamanın mahkemede olması da şart değildir Karı-koca birbirlerine üç bağla bağlıdırlar Haram ve çirkin bir davranış olmakla beraber, erkek bu bağların üçünü birden koparmışsa artık karısına istediği anda dönemeyecektir Sözünü ettiğiniz olayda, henüz mahkemeye gidilmemişken, ya da mahkemede erkek karısını üç "talak"la boşamışsa, karısının ya da kendisinin pişman olması artık fayda vermez ve birbirlerinden kesinkes ayrılmış olurlar Eğer koca karısının, bütün bağlarını koparmayı kastederek üç talakla boşanmamışsa tekrar birbirlerine dönebilirler Boşama şekli "ric'î" (cayılabilir) ise nikâh yapmalarına bile gerek yoktur




















    BOŞANMA İLGİLİ BAZI ÖNEMLİ MESELELER Koca, başka bir beldede adresli olan karısına gönderdiği mektup vs ile de kadını boşayabilir
    Saralı koca, sarası esnasında hanımına "Boş ol" dese kadın boş olmaz
    Dayak veya şiddetli hastalıktan dolayı aklı zail olan kocanınboşaması geçerli değildir
    Koca bir kere "Şart olsun" deyip üç boşama kasdetse bir boşama meydana gelir
    Koca "Boş ol" dedikten sonra sesli ve ilave ederek "Inşaallah" dese boşanma olmaz
    Koca karısına, "Beş talak (boşama ile boş ol) dese kadın üç talakla boş olur
    Koca karısına "Anasını filân ettiğim" dese boş olmaz
    Koca, karısının kız kardeşi ile cinsel ilişkide bulunsa karısı boş olmaz
    Koca karısına "Bre kahpe" dese boş olmaz
    Koca kızdığı anda, karısını boşadığını bilip kaç aded boşadığını bilmese bir boşama meydana gelmiş olur
    "Başına gün doğsun" demek, "Karım boş olsun" manasında örf bulunan yerdeki koca, karısına "Başına gün doğsun" dese karısı boş olur
    Koca, karısına "Birden üçe kadar boş ol" dese iki boşama gerçekleşmiş olur
    Delinin boşaması geçerli olmaz
    Koca karısına "Eğer istersen benden üç boşama ile boş ol" deyip kadın susup ağlayacak olsa, boş olmaz

    Diliyle söylemediği müddetçe, işaretle boşama ve boşama adedi gerçekleşmiş olmaz

    Uyuyanın uykuda ki boşaması geçersizdir
    Koca karısına "Sen bana yaramaszin" dese kadın boş olmaz
    Koca "Falan işi işlemessem, şart olsun" der, fakat zam'an tayin etmezse hayatının son anına kadar boşama gerçekleşemez
    Koca izin vermeden bir diğer şahsın, kocanın karısını boşaması geçersizdir
    Karı kocasına "Ben seni istemiyorum, beni boşa" der, koca da "Var benden falan ol" deyip boşamaya niyet ederse karısı boş olur
    Koca "Evime girmeni yasaklamasam" diye şart etse, birinci defa yasaklayıp daha sonra yasaklamasa kadın boş olmaz
    Koca karısına "Istediğin yere gidersen, benim karım değilsin" deyip, kadın da istediği yere gitse boş olmaz
    Koca karısına "Ben seni bugün babamın evine götürmeye şartliyim, gel gidelim" der fakat kadın gitmeyip o gün götürmek mümkün olmasa, koca bu sözüyle boşama şartını kasdetmiş ise karısı boş olur
    Başkasından nesebi belli olan karısı için "Kızımdır" dese boşanma meydana gelmez
    Koca karısına "Seninle kırk güne kadar geçinelim kırk günden sonra ayrılalım sonra da kız kardeşim ol" demekle "kız kardeş gibi haram ol" manasını kasdederse karısı boş olur
    Karısına "Bugün seni üç boşama ile boşamassam üç boşama (talak) ile boş ol" deyip o gün "Bana şu kadar para vermek üzere seni üç boşama ile boşadım" dese fakat kadın kabul etmese,boş olmaz
    Koca karısına "Şimdiden sonra anam ol" deyip haram olmak anlamını kasdederse kadın bain boşama ile boş olur
    Bazan kendine gelen deli aklı başında iken hanımını boşasa kadın boş olur
    Koca "Odadan dışarı çıkarsan, şart olsun dese, emir olmaksızın başka birisini arkasına alırdısan çıkarırsa boşama gerçekleşmiş olmaz
    Koca karısına "Kız kardeşiin ol" deyip boşamayı kasdetmese kadın boş olmaz
    Boşama konuşulurken, kızarak kayınpederine "Kızını istemem, kime isterse gitsin" dese, boşamaya niyet etmediği müddetçe kadın bain boşama ile boş olmaz
    Koca karısına "Var, yikil git" deyip, boşamaya niyet etmese boş olmaz
    Karısına "seni iple bağlamadım, boşsun" der, fakat maksadı boşama olmazsa sözüyle tasdik olunur
    Kadın kocasına "riikah ve nafakamdan vaz geçtim, beni boşa" der koca da "çünkü sen beni istemezsin ben de senden vaz geçtim" dese kadın bain boşama ile boş olur
    Koca karısını nafakasız bırakıp başka bir beldeye gitmek istediği zaman, kadın nafakası için kocasından kefil isteyebilir
    Koca karısıyla beraber yemek yememeğe şart edip bir sofrada ayrı bir sahandan yemek yese boşama gerçekleşmiş olmaz
    Koca arkadaşına hitaben "Eğer falan işi işlersem her ne dersen öyle olsun" der ve o işi isleyip boşamayla alâkalı söz söylemeseler boşama olmaz
    Koca karısını haksız yere dövmeyeceğine şart edip kadın kocasına "Haram yiyici" ve benzeri bir söz sarfeder, kocası da onu döverse boşanma meydana gelmez
    Karısına "Seni istemem" dese -boşamaya niyet etmemişse- kadın boş olmaz
    Koca "Iznim olmadan oturduğumuz evden disan çıkarsan" diye karısına şart kosup, kadın da bir defa izniyle birisine gidip daha sonraları izinsiz olarak gittiği kişiye gidecek olsa boşanma meydana gelir
    Peşin mehri ödenmiş kadını koca evine getirse fakat kadın cinsel ilişkiyi kocaya yasaklasa kadın nasize olmaz
    "Bana kadın lâzim değil" demekle boşama olmaz
    "Filân yerde olduğum müddetçe, filanca ile sohbet edersem, şart olsun" deyip, o kişiyle başka bir yerde sohbet edecek olursa boşanma olmaz
    Kayınpederine "Sen ve kızınla bir alâkam yoktur" deyip boşamaya niyet etmemişse boşanma meydana gelmez
    Fakir olan karı ve kocanınnafakaları zengin ogulları üzerinedir
    Koca karısına "Aramızda nikâh yoktur" der, boşamaya da niyet ederse kadın boş olur
    Koca karısına "Bana namahrem oldun ve bana haramsın" dese hanımı bain olarak boş olmaz
    Kocaya "karın var mi?" denilip "yoktur" dese boşanma meydana gelmez
    Kadın kocasına "ben sana karı olmam" der koca da "öyle ise karım yoktur" dese boşanma olmaz
    Koca, "Şart" lafi "Boşama" anlamında örf olan yerde, şarta bağladığı boşama gerçekleşecek olsa ricî boşama gerçekleşir
    Boşanma konuşulurken koca "karımdan vazgeçtiin" dese kadın bain olarak boş olur Boşanmaya niyet olunmamissa boşama gerçekleşmez
    Boşanma iki şarta bağımlı kilinip, biri meydana gelir, diğeri gelmezse boşanma meydana gelmez
    Koca karısına "Sana bu ayda falan şeyi hibe etmezsem" diye şart edip o ayda vadettiği şeyi hibe eder fakat karısı kabul etmese boşanma gerçekleşmez
    Koca karısına "Sen bana haramsın" deyip boşamayı kasdetmese boşanma meydana gelir
    Koca, alacaklıya borcunu vermemeye şart edip, başkasına emretmekle borcunu verecek olsa boşanma meydana gelir
    Cinsel ilişkide bulunulan kadın bain boşama iddet süresi tamamlanamadan önce birisiyle evlenecek olsa nikâh akdi sahih olmaz
    Koca "Her kim filân işi işlerse karısı boş olsun" deyip kendisi o işi islese boşanma gerçekleşir
    Karısına "Iznim olmadan filân işi işlersen şart olsun" der, kadın da izinsiz o işi işlerse boş olur
    Kocanıntenasül uzvu kısa olup, kadının tenasül uzvunun içine girdiremediğinden dolayı kadın kocasından ayrılmak için girişimde bulunamaz
    Kocaya "karıni boşadın mi?" denildiğinde" "boşadım" diye haber verse kadın boş olur
    Boşama konuşulurken karısına "Iraden elinde olsun" der, kadın da orada kendini boşarsa bain olarak boş olur
    Koca kadını nikâhlarken boşama yetkisi kadının elinde olmak üzere nikahlayacak olursa kadın kendisini boşayabilir
    Koca "karımı yakın zamanda boşamassam" diye şart etse, bir sene geçip boşamayacak olursa boşanma gerçekleşir
    Kadın "Her ne zaman istersem boşanma yetkisi benim elimde olacak" şartıyla evlenecek olursa boşanma konusundaki ilk teklif (veya yetki) kadının hakkı olup diledigi anda kocasından boşanabilir
    Koca "Evime girersem karım boş olsun" dedikten sonra birkaç kişi bunu tutup zorla evine çekerek içeri sokacak olsalar, karısı boş olmaz Bu durumda koca evinden çıkıp bilâhare kendi isteğiyle eve girse yaptığı şarta binaen karısı boş olur
    Koca "Bugünden sonra şu evde oturursam şart olsun" deyip kendisi çıksa fakat çoluk-çocuğunu ve eşyalarını o evde bıraksa boşanma meydana gelir Onları da çıkarır başka evde sakin olursa hanımı boş olmaz
    Kocaya "Filan işi işlersen, karın boş olsun mu?" denildiğinde, susup o işi islese karısı boş olmaz
    Koca "Karımı bir defa boşa" diye vekil tayin ettiği kimse üç defa boşasa -Imam-ı Azam'la (ra) göre- boşama olmaz
    Koca "Filân işi işlersem şart olsun" dedikten sonra o işi işlerse maksadı da boşama ise, boşanma meydana gelir
    "Falan işi işlersem helâlim haram olsun" diyen koca, o işi isleyecek olursa kadın bain olarak boş olur
    Erkek yabancı bir kadına "Eğer seninle evlenirsem boş ol" dese, evlendiği zaman boş olur
    Bekâr erkek "Eğer filan işi işlersem her helâl bana haram olsun" der ve evlendikten sonra o işi isleyecek olsa karısı boş olmaz
    Erkek, "Şu kadını nikâhla" diyene cevab olarak "nikahlamam, ne zaman nikâhlarsam benden üç boşama ile boş olsun" der ve bilâhere nikahlayacak olursa üç boşama gerçekleşir
    Içkiden sarhoş olmuş kişinin karısını boşaması ve boşama adedi geçerlidir (Ancak içki kendisine zorla içirilip hanımını boşamışsa bu boşama geçersizdir Esrar vs ile sarhoş olanlar için de hüküm aynıdır)
    Içkiden sarhoş olan koca cinsel ilişki lâfziyle hanımına sövecek olsa boşanma olmaz
    Koca karısına "Eğer filân kişinin evine varırsam, helâlim haram olsun" deyip, varacak olursa hanımı bain boşanma ile boş olur
    Koca karısı için "Izinsiz filancanın evine varırsa boş olsun" deyip sonra arkadan izin haber gönderir, haber ulaştığı zaman kadın eve varmışsa boş olmaz
    "Boş ol" lafziyle ric'î boşanma meydana gelir
    Koca boşamayı bir işi işlemeye bağladıktan sonra herhangi bir sebebden dolayı nikâhı yok olup, bilâhere başka bir kadını nikâhlayıp o işi isleyecek olursa boşanma meydana gelmez
    Koca karısına "sen benim üzerime annem ve kız kardeşim gibi haramsın" der ve boşanmaya niyet ederse bain boşama meydana gelir
    Koca bir başka adama "Seni evime korsam" diye şart edip Kocanın izni yok iken adam eve girecek olsa boşanma meydana gelmez
    Koca bir işi yaptığı halde "Eğer o işi isledimse" diye şart etse boşanma meydana gelir
    Koca karısını dövüp, sorulduğunda "Eşyamı kaybetti onun için dövdüm Eğer onun için değilse şart olsun" der, kadın da kaybetmediğine dair yemin ederse, boşanma meydana gelmez
    Hayız gören hamile olmayan, boşanmış kadın üç hayız görmeden başkasıyla evlenemez
    Bekâr erkek bir işi işlememeye -bekârken- şart edip evlenince o işi isleyecek olsa boşanma meydana gelmez
    Mektup göndermekle cinsel ilişkide bulunmuş olduğu hanımını boşayacak olsa ric'î boşanma meydana gelir
    Koca karısını nikâhladıktan sonra "Eğer onu nikâhladımsa onu boşamak üzerime olsun" dese, kadın boş olur
    Ric'î boşama ile kocasından boşanmış olan kadın, boşayan kocasına şehvetle dokunur veya onu öpecek olursa kocasına dönmüş olur
    Kocanın boşamayı bağlı kıldığı şart gerçekleşince, boşanma meydana gelir
    Kocası ölmüş hamile kadının iddeti doğumla nihayete erer (Iddet: Bir kadının, kocasının ayrılması veya ölmesinden sonra belli bir müddet başkası ile evlenemeyip bekledigi süredir)
    Koca "Falan eşyayı satmaz isem" diye şart edip, sattıktan sonra yine satın alacak olursa boşanma meydana gelmez
    Müslüman olan kimseden (dinden çıkmayı gerektiren) küfür kelimesi sadır olmakla hanımı -mahkemeleşmeksizin- bain olarak boşanır(Fetevây-i Netice)
    Koca "Bu köyde oturursam, şart olsun dese çoluk çocuğu çıkıp bir diğer köye yerleşdikten sonra bazı işleri için daha önceki köye gelse, hanımı boş olmaz
    Koca karısının memesini, annesinin memesine benzetse keffâret-i zihar lâzım gelmez (Başını da benzetse durum aynıdır, gerekmez) (Keffaret-i Zihar: Karısının tamamını veya onun yarısı gibi yaygın bir uzvunu kendisine ebediyen nikâhı haram olan bir kadının tamamına veya bakması haram olan bir uzvuna benzeten kimseye gerekli olan keffaret demektir)
    Koca karısına "Üzerine evlenirsem alacağım boş olsun" demiş olsa aldığı hanım boş olur
    Bir kaç -dinden çıkmayı gerektirecek- küfür kelimesinin meydana gelmesiyle nikâh yenilenecek olsa nikâh adedi tamamlanmış olmaz
    Erkeğin tenasül uzvunun ve husye(haya)'lerinin kesik olduğunu bilmeden evlenen kadın bilâhere duruma vakıf olsa nikâhı feshettirebilir
    Koca karısına "Sen öldükten sonra eğer evlenirsem anam avradım olsun" der, kadın ölür, kocada evlenecek olursa boşanma meydana gelmez
    Koca bir diğer adama "Evime girersen şart olsun" der, evi başkasına sattıktan sonra adam o eve girecek olursa boşanma meydana gelmez
    Koca karısına "Zaman tayin etmeksizin seni boşamaz isem şart olsun" derse boşanmadan ümit kesildiği an boşanma meydana gelir
    Başkasının karısını nikâhlamak veya onunla evlenmek caiz değildir
    Cinsel ilişkiden ve halvetten önce boşanan kadının iddet beklemesi gerekmez
    Ric'î boşamada iddet bitiminden sonra nikâh olunmadan izdivaç muamelesi olmaz
    Kocasından (dinden çıkaran) küfür kelimesi sadır olmakla bain olarak boşanan kadına, imanı tazelemesinden sonra yeniden nikâh için baskı yapılamaz
    Kendinden küfür kelimesinin sadır olmasıyla bain olarak boşanan kadına iman tazelemesinden sonra yeniden nikâh için baskı yapılır
    Kocaya "Filan işi işlersen hanımın üç boşama ile boş olsun mu?" dediklerinde "Boş olsun" deyip, o işi islese hanımı üç boşama ile boş olur
    Kadın zengin kocası varken oğlundan nafaka talebinde bulunamaz
    Fakir kadının nafakası beraberce kızının zengin oğlu ile kızının zengin kızları üzerinedir
    Vefat eden kocanın karısı kocasının terekesinden nafaka alamaz
    Karısını ve küçük çocuklarını nafakasız bırakıp kaybolan kocanınBabası, oğluna müracaat etmek üzere bu kadına ve çocuklara nafaka vermeye zorlanır
    Kocası olmayan fakir kadının nafakası zengin baba ile zengin oğul ve kızları üzerine gerekli olur
    Kocanın boşamış olduğu kadından olan kızı on yaşına girince kadın kocasına "A1 sen terbiye et" diyebilir
    Baskı ile olan boşama geçerlidir
    Sessizlik de bir çeşit konuşma sanatıdır





    hasretin rüzgarında savrulan bir hayat

  7. #47
    ***
    DIŞARDA
    Points: 25.810, Level: 96
    Points: 25.810, Level: 96
    Level completed: 46%,
    Points required for next Level: 540
    Level completed: 46%, Points required for next Level: 540
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    mihrab - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    May 2009
    Mesajlar
    4.559
    Points
    25.810
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    21

    Standart Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi

    BİR KAÇ SENE EVVEL BİR KADINLA EVLENDİM ONDAN MEMNUNUM ANCAK ANNEM VE BABAM ONDAN MEMNUN DEĞİLLER VE ONU BOŞAMAMI İSTİYORLAR DEDİKLERİNİ YERİNE GETİRMEDİĞİM TAKDİRDE ALLAH İNDİNDE MES'UL MUYUM? Boşama kapısı ihtiyaca binaen açılmıştır Gerek olmadan boşamaya başvurmak mekruhtur Peygamber (sav): "Allah indinde helal olan şeylerin en sevimsizi boşamadır", başka bir hadiste: "Gerek olmadan kocasından boşanma talebinde bulunan kadına cennet kokusu haramdır" buyurmuşlardır (Buhari-Müslim)
    Alimlerin kaydettiğine göre boşanmayı gerektiren hallerden biri de Anneye Babaya itaat etmektir İbn Ömer (ra) şöyle diyor:''Sevdiğim bir eşim vardı ,yalnız babam ondan hoşlanmazdı Ve onu boşamamı istediOnun istediğini yerine getirmediğim için Peygamber (SAV) ‚e durumu anlattı,bunun üzerine Peygamber (SAV):Ey Abdullah karını boşa'' dedi
    Yalnız anne ve babanın boşama talepleri bir sebebe dayalı olmalıdırHatta hanbeli Mezhebinin görüşüne göre,adil de olsa kadını boşamak hususunda anne ve babaya itaat etmek gerekmez(el Fıkhül islami c7s358)















    BOŞANMANIN ÜÇ TALAKLA OLMASI

    Boşama için üç talak şart mıdır? Bir erkek kagıda, "üçten dokuza kadar benden boşsun" yazdığında karısını boşamış olur mu? Bu hüküm Islam'a göre boşanmayı bilmeyen erkekler için geçerli midir? Yani kendisi yazdığının ne manaya geldiğini bilmiyorsa ve birileri böy1e yazmasını söylediği için yazmışsa yine karısını boşamış olur mu?
    Boşama için üç talak şart değildir Nikâhlı olan karı-koca birbirlerine üç itibârî bağla bağlıdırlar Sünnet olan boşama, erkeğin bu bağları belli şartlarla ve tek tek koparmasıdır Tâ ki, düşünmeye ve başka ihtimallere fırsat bırakılmış olsun Ancak erkek bu üç bağı birden koparırsa, çirkin bir bid'at olmakla beraber bu da gerçekleşir
    Yazı ile boşanmaya gelince bu; ya tam bir vesîka gibi başlıklı, imzalı olur, ya da alelâde bir yere yazılmakla olur Bu alelâde yazılan, eğer havaya, suya ve benzeri şeylere yazılır ve yazıldığı yerde okunmaz durumda olursa; boşamak niyeti olsa da olmasa da karısını boşamış olmazYine alelâde olmak üzere, rastgele bir duvara, bir kitabın ya da defterin kenarına, sıradan bir kâgıda okunacak şekilde boşadığını yazarsa, boşama niyeti olması halinde karısı boş olur, boşama niyeti olmaması halinde ise boş olmaz Ama başta söylediğimiz gibi, bir evrak niteliğinde isimli, imzalı, mühürlü vs bir kâğıda karısını boşadıgını yazarsa, niyeti olsun olmasın, karısını boşamış olur (bk Fetâvâ-yi Hindiye I/378-79) Buralardan da anlaşılıyor ki, erkeğe, kendisinin ne olduğunu bilmediği bazı cümleler yazdırılsa, bunlar da boşamayı ifade eden cümle olsa karısı boş olmaz; çünkü yazdığı kağıt bir tutanak değildir ve böyle bir niyeti yoktur Ancak bu, "diyâneten", yani Allah indinde böyledir Ama faraza, bir Islâm mahkemesi olsa ve bunu mahkemeye ispat etseler, mahkeme niyeti bilemeyeceğinden boşanmalarına karar verir












    BÜLBÜL VE KANARYA GİBİ KUŞLARA KARŞI HEVESİM VARDIR ONLAR İÇİN KAFES ALIP BESLİYORUM BU HUSUSTA DİNİ BİR SAKINCA VAR MIDIR? Bülbül ve kanarya gibi kuşlarla oynayıp onlarla vakit geçirmek doğru değildir İnsan Allah'ın halifesi olduğundan kendisine düşen büyük vazifeler vardır Lüzumsuz şeylerle uğraşmamak lazımdır Bununla beraber böyle kuşları evde bulundurup kafeste hapsetmek haram değildir Haram olduğuna dair hiç bir şey varid olmamıştır
    Onları kafeste tutmak haramdır, denilmez Çünkü hayvan için ahır ne ise kuş için kafes öyledir Yani hayvanları ahırda hapsetmek caiz olduğu gibi kuşları da kafeste hapsetmek caizdir Peygamber (sav)'imiz hizmetinde bulunan Enes bin Malık'in annesinin evine arasıra giderdi Küçük çoğunun bir kuşu vardı Peygamber (sav) kuşu ne yaptı diye latife edip çocuğa soradı Şayet kuşu hapsetmek caiz olmasaydı, Peygamber (sav) mutlaka onu yasakalayacaktı (el-Fetava al-Kübra)












    BÜLÛĞ, BÜLÛĞA ERME

    Yetişmek, ulaşmak, ulaştırmak, kararlaştırılan bir iş, yer ve zamanın nihayetine ermek İnsan hayatının devrelerinden olan çocukluk çağının sona erip, olgunluk (erginlik) çağının başladığı nokta Yaş ile ilgili olarak bülûğ çağına erme ifadesi Kur'an'da bir çok yerde geçmektedir

    İnsanın dünya hayatı merhalelerinden bahseden bir ayette Allah Teâlâ şöyle buyurur "Dilediğimizi belirtilmiş bir süreye kadar rahimlerde tutuyoruz, sonra sizi bir bebek olarak çıkarıyoruz Sonra gücünüze ermeniz için (sizi büyütüyoruz) içinizden kimi (çocukken) öldürülüyor, kimi de ömrün en kötü çağına (ihtiyarlığa) itiliyor ki bilirken birşey bilmez hale gelsin " (el-Hâc, 22/5)
    Ayette bildirildiği gibi, insan tabii ecelin daha evvel gelmemesi halinde çocukluk, olgunluk ve ihtiyarlık çağlarını geçirir Yine Kur'an, henüz ergenlik çağına gelmemiş çocukların soyunma ve yatma vakti olan üç vakitte yatak odalarına izinsiz girmemelerini (en-Nûr, 24/58), bildirerek çocukluk çağından bahseder (Bülûğ çağı için bk Kur'an, 6/152,12/22,18/82, 28/14, 37/102, 40/67, 46/15)
    İnsanın bir emir veya yasakla sorumlu tutulabilmesi için, öncelikle akıllı ve çocukluk devresinden kurtulup bâliğ olması şarttır İslâm'da "ef'âl-i mükellefîn*, sorumluluk durumunda olan kimselerin yapmaları veya yapmamaları gereken bir takım emir ve yasaklar vardır Bunlar; farz, vacip, sünnet, müstehab helâl, mübah, mekruh, haramdır Müslümanlar da bunlardan bir kısmını yapmakla,bir kısmını da yapmamakla yükümlüdürler Bu yükümlülükler, büluğ çağı dediğimiz yaşa gelince başlar Bu nedenle İslâm'ın bülûğ çağı ile çok yakından ilgisi vardır Bülûğ çağının başlangıcı, kızlarda dokuz: erkek çocuklarda oniki yaşın bitimidir Son sınırı ise soğuk iklimlerde veya anormal hallerde erkeklerde onsekiz; kızlarda da onyedi yaştır Artık erkek onsekiz, kız da onyedi yaşına gelince bülûğa ermiş sayılırlar Ancak kız veya erkek, bülûğa erme sınırının son yaşlarına gelmeden, uykuda veya uyanıkken ihtilam olurlar, menileri gelir veya kadın ve erkek evlenmeleri halinde biri hamile kalmaya, diğeri de hamile bırakmaya müsait duruma gelirlerse, artık bülûğa ermiş sayılırlar (Mecelle, mad 985) Yukarıda saydığımız bülûğa erme sıfatları genellikle kızlarda dokuz, erkeklerde oniki yaşlarında meydana gelir İklimin sıcak olduğu bölgelerde yetişme daha erken olacağından, bu özellikler daha erken yaşlarda da görülebilir Bu özelliklerin görüldüğü andan itibaren de İslâmî sorumluluklar başlar Bu yaşa gelmeyenlere İslâmî sorumluluk yüklenmemiştir (Tecrid-i Sarîh, I, 80) İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed'e göre, gerek erkek, ve gerek kızlar için bülûğ yaşının son sınırı onbeş yaştır (Mecelle, mad 987) Hanefî mezhebinde fetva da buna göre verilmiştir Şâfiî ve Hanbelî mezhebinde bülûğ yaşının son sınırı onbeş, Mâlikî mezhebinde onsekiz yaş olarak belirlenmiştir
    Bazı insanlarda erkek ve kadın tenasül uzuvları aynı nisbette vardır Bunlara "hünsa-i müşkil" denir Bunlarda bülûğ yaşının son sınırı onbeş yaştır Bülûğ yaşının son sınırına gelmeden evvel kız ve erkekte meydana gelen ihtilam olma, meni gelme ve hayız olma halleri, bülûğa ermenin alâmetleridir Bülûğ çağına eren kız ve erkek gusül, abdest, namaz, oruç, malî imkânlar müsait ise hac* ve zekât*, erkekler için cuma* ve bayram namazları* gibi vecibeleri, kendi malında tasarruf hakkı ve diğer dinî sorumlulukları yerine getirmek zorundadırlar Bu yaşa gelen çocuklar, ebeveynlerinin ve büyük kardeşlerinin soyunma odalarına giremezler, ayn cinsten kardeşler bir yatakta yatamazlar, ayrı cinsten nikâhlanmaları yasak olmayan kimselerle yalnız başlarına kalamazlar Hz Peygamber (sas):
    "Çocuklarınız yedi yaşına gelince onlara namazı emrediniz; on yaşına geldikleri halde kılmazlarsa -incitmeyecek şekilde- dövünüz" (Ebû Davûd, Salât; 26) buyurmuştur Bülûğ yaşının başlangıcına geldiği halde henüz bâliğ olmayan şahsa hakikaten veya hükmen bâliğ oluncaya kadar erkek ise "mürahik* ", kız ise "mürahika" denir (Mecelle, mad 986)
    Sessizlik de bir çeşit konuşma sanatıdır





    hasretin rüzgarında savrulan bir hayat

  8. #48
    ***
    DIŞARDA
    Points: 25.810, Level: 96
    Points: 25.810, Level: 96
    Level completed: 46%,
    Points required for next Level: 540
    Level completed: 46%, Points required for next Level: 540
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    mihrab - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    May 2009
    Mesajlar
    4.559
    Points
    25.810
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    21

    Standart Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi

    BURÇ VE FAL Burç, gökyüzündeki özel yıldız kümelerinin herbirine verilen addır ve bilinen oniki burç vardır Bunların, astronomik konumları itibariyle, meselâ Güneş gibi Dünya ile çeşitli etkileşimleri olabilir Ancak gelecekle ve gaypla ilgili bilgilerin onlardan alınması mümkün değildir Çünkü "gaybı sadece Allah (cc) bilir" (157 En'âm (5) 59) Fal ise, Kur'ân-ı Kerim'in ifadesiyle "şeytanın işlerinden bir pisliktir" (158 Mâide (5) 90) Bu yolla da gaybî bilgiler elde edilemez Dikkat edilirse "Burç" ve "Yıldız Falı" gibi şeytanlıklarla insanları meşgul eden gazete ve dergiler, aslında "gayb"a hiç inanmayan insanların elindedir Öyleyse inananlar, onların bu hurâfelere niçin bu kadar önem verdikleri konusunu iyi düşünmelidirler Görülecektir ki, bu şeytanlıkların iki önemli hedefi vardır: Umudundan başka birşeyi olmayan fukaranın o umudunu bile sömürüp kasalarını şişirmek, inanmayı asılsıza çıkararak inançları sarsmak











    BÜYÜ, BÜYÜCÜLÜK

    Buna Arapça'da "sihir" adı da verilir Bir insanı istenilen şeyi yapmağa sevk eden gizli kuvvet, tabiata aykırı haller vücuda getiren etkiler Bunları yapanlara "büyücü" denilir Büyüyü şöyle tarif etmek mümkündür Herhangi bir çıkar uğruna başkasına zarar vermeye yönelik meşru olmayan yollarla bir takım gizli kuvvetleri yönlendirerek yapılan ve gerçeğe uymayan gözbağcılık, düzenbazlık, oyunculuk şeklindeki işler Gözbağcılık, düzenbazlık gibi oyunlarla insanları aldatan kişiye büyücü, bu kişilerin yaptığı işe büyü, bu işin meslek haline getirilmesine de büyücülük denir Büyücülük, İslâm'dan önce Araplar'da, Rumlar'da, Hintliler'de, Mısırlılar'da yaygın idi Özellikle Hz Musa zamanında büyücülük itibarlı bir meslek idi Hz Süleyman zamanında da yaygındı Büyünün kendine göre özellikleri ve çeşitleri vardır

    Kara büyü: Asıl sihir bu olup bazı kimseler, perilerin ve özellikle şeytanların müdahalesiyle, tabiatüstü bir takım fiiller yapabilecekleri iddiasındadırlar
    Mecaz yoluyla büyü: Anlaşılamaz, akıldan hariç şey demektir
    Beyaz yahut (tabii) büyü: Zahiren acaip, fakat aslında tabii sebeplerle meydana gelmiş bir takım fiiller yapmak sanatıdır Hokkabaz kuleleri gibi
    İslâm toplumlarında sihir: Müslümanlardan bazıları büyüde Yahudilerden, Suriyeliler'den, İranlılar'dan, Keldânîler'den ve Yunanlılar'dan ders almışlardır Tütsü, tılsım, muska, cadılık, fala bakmak vs hep oralardan gelmiştir Müslümanlar cinlere inandıkları için bu inanç sihre inanmaya da yolaçabiliyordu Rasûlullah (sas) "isabet-i ayn"a, yılan sokması ve genellikle hastalıklara karşı rukyayı yani duayı caiz görmüştür Fakat büyü ile Hz Peygamber'in (sas) duası arasında hiçbir ilişki yoktur Bir takım fal kitapları vardır ki kelime ve harflerin suretiyle geleceği bilmeye çalışırlar
    Büyü ve büyücülük İslâm'da yasaklanmıştır Kur'an-ı Kerîm'de büyücülerin iflah olmayacağı (Tâhâ, 20/69) belirtilmiştir Kâfirler, kendilerini haklı çıkarabilmek, Allah'ın elçilerini yalanlamak için onları büyücülükle, büyü yapmakla suçlamışlardır Büyücülükle suçlananlar arasında Hz İsa (es-Sâf, 61/6); Hz Musa (ez-Zuhruf, 43/49); (ez-Zâriyat, 51/39), Hz Süleyman (el-Bakara, 2/102), Hz Muhammed (el-Hicr, 15/6) zikredilmektedir Başka bir ayette, inanmayan kişilerin bütün peygamberleri büyücülükle suçladıkları görülmektedir (ez-Zâriyat, 51/52) Hz Peygamber (sas) bir hadisinde yedi şeyden sakınınız" buyururken ikinci sırada "sihir yapmayı" zikretmiştir (Buhârî, Iiasâya 23; Müslim, İman,144) Başka bir hadiste büyü yapan kişinin küfre girdiğini belirtmiştir Muhabbet için efsun yapmanın, ipliğe okumanın, büyü yapmanın şirk olduğunu da belirtmiştir (Nesâî, Tahrim 19) Büyüye inanan kişinin Cennet'e giremeyeceği de (Ahmed İbn Hanbel, II, 83; IV, 399) belirtilmiştir
    Başka bir hadiste de büyücüye, müneccime, gaibden haber veren kimseye inanan kişinin Kur'an'ı inkâr etmiş olduğu belirtilmektedir (Ebû Davûd, Tıp, 21)
    Sessizlik de bir çeşit konuşma sanatıdır





    hasretin rüzgarında savrulan bir hayat

  9. #49
    ***
    DIŞARDA
    Points: 25.810, Level: 96
    Points: 25.810, Level: 96
    Level completed: 46%,
    Points required for next Level: 540
    Level completed: 46%, Points required for next Level: 540
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    mihrab - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    May 2009
    Mesajlar
    4.559
    Points
    25.810
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    21

    Standart Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi

    BÜYÜK GÜNÂHLAR (KEBÂİR)

    Allah'ın emirlerine aykırı davranış, kötü amel, isyan, karşı gelme, suç, kabahatlerin büyükleri İslâm literatüründe bu tür fiillerin bir kısmı büyük günah, bir kısmı da küçük günah olarak adlandırılır Bu tabirin geçtiği ayetlerde şöyle denilmektedir: "Eğer size yasaklanan büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi ağırlanacağınız bir yere sokarız " (en-Nisâ, 4/31)
    "Büyük günahlardan ve çirkin işlerden kaçınırlar, kızdıkları zaman onlar, affederler" (eş-Şurâ, 42/37)
    "O (muhsin ola)nlar ki günahın büyüklerinden ve çirkin işlerden kaçınırlar, yalnız bazı küçük kusurlar işleyebilirler " (en-Necm, 53/32)
    Aynı ifadenin geçtiği Hadislerden bir kısmında ise Hz Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:
    Abdullah b Mes'ud anlatıyor: Rasûlullah'a "Allah indinde en büyük günah nedir?" dedim "Seni yaratan Allah'a Şirk koşmandır" buyurdu
    "Bu gerçekten pek büyük, bundan sonra nedir?" dedim "Seninle beraber yemek yemesinden, tüketici olmasından korkarak evlâdını öldürmendir " dedi "Ondan sonra nedir?" dedim "Ondan sonra komşunun hanımı ile zina etmendir" buyurdu
    Yine Abdullah b Mesud'dan değişik bir senetle aynı hadis rivayet edildikten sonra şu ayetin nazil olduğu ilâve edilmiştir
    "Allah'ın (halis) kulları o kimselerdir ki, Allah'tan başka ilâha dua etmezler; Allah'ın haram kıldığı nefsi öldürmezler; meğer ki hakla ola Zina da etmezler Her kim de bunları yaparsa ağır cezaya çarptırılır " (el-Furkan, 25/68)
    Abdurrahman b Ebû Bekr, babasından, şöyle dediğini rivayet ediyor:Rasûlullah (sas)'ın yanında idik Üç defa şöyle buyurdu: "Size büyük günahların en büyüğünü haber vereyim mi? Allah'a Şirk koşmak, anaya babaya itaatsizlik etmek ve yalancı Şahitliği yapmak " (Buharî, Edeb 6; İman, 16)
    Başka bir hadiste, büyük günahlar, "el-Mubîkât: helâk edici" kelimesiyle ifadelendirilerek şöyle buyurulmuştur: "Yedi helâk edici Şeyden kaçının" Bunlar nedir yâ Rasûlallah diye sorulunca: "Allah'a şirk koşmak; sihir yapmak; Allah'ın haram kıldığı halde bir kimseyi haksız yere öldürmek; yetim malı yemek; faiz yemek; düşmana hücum anında harpten kaçmak: namuslu, kendi halinde mümin kadınlara zina iftirası atmaktır" buyurdular Diğer bir hadiste ise: "Büyük günahlar dokuzdur: Allah'a şirk koşmak; haksız yere adam öldürmek; temiz bir kadına kötülük isnat etmek; zina yapmak; düşmana hücum esnasında firar etmek; sihirbazlık; yetim malı yemek; müslüman ana babaya asî olmak; emredilenleri yapmamak ve yasakları yapmak sûretiyle aileye karşı doğruluğu terketmektir " Diğer Hadislerde yukardaki maddelere faiz yemek, hırsızlık ve şarap içmek de ilâve edilmiştir (Buhârî, Vasâya 23; Müslim, İman 141-146; Ebû Davûd, Vasâya 10)
    Kebâir kelimesiyle ifade edilmediği halde, yukardaki Hadislerde bildirilen fiillerin dışında bir çok suçlar daha vardır ki, onlar İslâm âlimlerince, ayet ve hadisler doğrultusunda, büyük günah kabul edilmiştir: Bilerek ve kasten İslâm'ın şartlarını terketmek; içki içmek; kumar oynamak; hırsızlık yapmak; adaletten ayrılmak gibi İslâm âlimlerinden bir kısmı genel hatlarıyla "büyük günah"ları şöyle tarif etmişlerdir:
    İbn Abbâs'a göre: "Allah'ın yasak ettiği her şey büyük günahtır Ayrıca büyük ve küçük günah arasındaki fark şudur: Allah'ın Cehennem, gazap, lânet, veya azap gibi ifadelerle sona erdirdiği her günah büyüktür Diğerleri küçüktür" Hasan Basrî de buna yakın bir ifade kullanmıştır
    Ebû Amr İbn Salâh'a göre: "Büyük ismi verilecek şekilde büyük olan ve mutlak surette büyüklükle vasıflanan her günah büyüktür" Buna göre büyük günahların bazı alâmetleri vardır
    "Şer'i cezayı icab ettirmek; Cehennem azabıyla tehdit olunmak; yapana fasık denilmek; lâ'net olunmak"
    Cumhûr-ı ulemaya göre; günahlar büyük ve küçük olmak üzere ikiye ayrılır Beş vakit namaz, Ramazan orucu, hac, umre, abdest gibi hayırlı amellerin kendilerine keffaret olabileceği günahlar "küçük günah"; bu tür ibadetlerin keffâret olamadığı günahlar ise "büyük günah"lardır Mesela: "İki umre, aralarında yapılan günahlara keffarettir (Ahmed İbn Hanbel, II, 461) "Kabul edilmiş bir hac, o yıl ki hatalara keffarettir " (Ahmed İbn Hanbel, II, 348), "Şehidden akan ilk damla kan, onun bütün günahları için keffarettir" (Ahmed İbn Hanbel, IV, 300), "Allah, cuma'yı kılanın iki cuma arasındaki günahlarını örter" (Ahmed İbn Hanbel, V, 181) Hadislerde, başka ibadetlerin kendilerine keffaret olduğu bildirilen cinsten günahlar küçük günahtır Ancak herhangi bir ibadetin, kendisi hakkında keffaret kabul edilmediği günahlar ise büyük günahlardır Meselâ: hiç bir ibadet adam öldürmeye, zina yapmaya, içki içmeye ve benzeri günahlara keffaret olarak kabul edilmez; bunlara ancak Şerîat'ın, haklarında takdir ettiği cezalar tatbik edilir
    Hz Ömer'le İbn Abbas (ra) "İstiğfarla büyük günah, ısrarla da küçük günah kalmaz" demişlerdir Yani (Şerîat'in verdiği cezalar tatbik edildikten sonra) istiğfarla büyük günahlar affedilir Fakat küçük günahlar ısrarla işlenmeye devam edilirse, onlar da büyük günah olur Bu ifadelere göre büyük günahlara sayısal açıdan sınır koymak mümkün olmaz
    Büyük günahların başında gelen ve en büyük günah olarak kabul edilen "şirk"in küfür olduğu muhakkaktır Diğer günahların, onu işleyen mümin bir kulu imandan çıkarıp çıkarmayacağı hususunda İslâm Kelâm âlimleri ihtilaf etmişlerdir
    Özetle, Şerîat'ın hakkında tehdit edici bir nass (korkutucu bir delil) tahsis ettiği veya büyük günah olarak bildirdiği bir günahı işleyen hakkında Ehl-i Sünnet mezhebinin görüşü şudur: Büyük günah mümini imandan çıkarmaz ve onu küfre sokmaz Ancak böyle bir mümin asi sayılır Ameller imandan bir cüz (parça) değildir Ancak işlenen günahı helâl saymak, onu hafife ve alaya almak, kesinlikle küfürdür
    Mu'tezile mezhebinin görüşü: Büyük günah işleyen ne mümin, ne de kâfirdir O fasıktır ve iki menzil arasındaki bir menzildedir Bu mezhep, imanı kalbin tasdiki, dilin ikrarı ve amellerin yapılması şeklinde tarif ettikleri için; büyük günah işleyenleri mümin kabûl etmemişlerdir Ancak kâfir de kabul etmemişlerdir Çünkü, Peygamber (sas) asrında ve takip eden dönemlerin hiçbirinde büyük günah işleyenlere, dinden çıkanlara verilen ölüm cezası verilmemiştir Eğer kâfir olsalardı, imandan sonra küfre gitmenin cezası olarak öldürülmeleri gerekirdi Bu yapılmamıştır, onun için bunlar iman ile küfür arasındadırlar Bunlara "fâsık" denir
    Haricîlere göre; büyük ve küçük günah işleyen kimse kâfir olur İslâm'ın, yapılmasını emrettiği ameller imanın bir parçasıdır Yani amel imandan bir cüz'dür
    Hasan el-Basrî'ye göre; büyük günah işleyen kimse "münafık"tır Kalben inanmadığı halde dıştan inanmış gibi görünenlere münafık denildiği halde Hasan Basri nifâkı; imanı gizleyip büyük günahı işlemek suretiyle küfrü açığa çıkarmak, şeklinde kabul etmiştir
    Haricîlerden bir fırka olan el-Ezârika'nın görüşü: Büyük günah işleyen kimse "müşrik"tir Çünkü böyle kimse hem Allah için, hem de Allah'tan başkası için amel etmektedir Yaptığı büyük günah ile Allah'tan başkasını (nefsini veyahut şeytanı) ona ortak koşmuştur
    Yukarda belirlenen bütün görüşler, sahiplerince bir takım delillere dayandırılmıştır Biz bunlardan sadece Ehl-i Sünnet'in deliline bakacağız Diğerleri için akaid kitaplarında geniş malûmat verilmiştir; oraya bakılabilir
    1 Delil: İman, kalp ile tasdiktir Mümin'in imandan çıkması için kalbindeki tasdikin değişmesi gerekir Hangi beşerî zaaflardan kaynaklanırsa kaynaklansın, işlenen büyük günahlar, tasdiki değiştirecek mahiyette olmadığı sürece işleyenini imandan çıkarmaz Kalpteki tasdiki değiştirme ise ancak yapılan günahı helâl sayarak veya o hükmü alaya alarak meydana gelir Şer'i hükümlerle alay etmedikçe, hafife almadıkça ve helâlleri haram, haramları da helâl kabul etmedikçe; kalpteki tasdik değişmemiş olur O değişmedikçe de kâfir olunmaz
    "Allah, kendisine şirk koşulmasını affetmez Bunun dışındaki (günahları) dilediğine affeder " (en-Nisa, 4/116) ayeti, ancak şirkin affedilmeyeceğini, diğer günahların ise -eğer Allah dilerse- affedebileceğini ifade etmektedir Eğer büyük günahlar da küfür kabul edilseydi, ayetin ikinci bölümünde "ma dûne zâlik = bunun dışındakiler" ifadesinin kullanılmasına gerek kalmazdı
    2 Delil: "Asi" denilen büyük günah sahiplerinin gerçekte mümin olduklarını belirten bir çok ayet vardır:
    "Ey iman edenler, şarap, kumar, dikili taşlar, şans okları, şeytan işi pisliklerdir " (el-Mâide, 5/90)
    "Eğer müminlerden iki zümre birbirleriyle savaşırlarsa " (el-Hucurât, 49/9)
    "Ey iman edenler, yürekten, hâlis (samimi) bir tevbe ile tövbe ederek Allah'a dönün " (et-Tahrim, 66/8)
    "Ey iman edenler, öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı " (el-Bakara, 2/178) Ayetlerde görüldüğü gibi büyük günah işleyenlere "Ey inananlar" diye hitap edilmiştir
    3 Delil: Mümin bir kimse öldüğü zaman cenaze namazı kılınır ve müslüman kabristanına defnedilir Asr-ı saadetten bugüne kadar büyük günah işlemiş ve tövbe etmemiş olsa bile (gizli halleri Allah'a ait olmak üzere), ölen her müslüman için, günahkâr veya günahsız ayrımı yapılmaksızın cenaze namazı kılınmış ve müslüman kabristanına defnedilmiştir Peygamber'in tatbikatı böyle olmuştur ve İslâm âlimleri bu konuda icmâ* etmişlerdir
    "Kendisine emanet edilemeyen kimsenin imanı yoktur "Zina eden kimse, mümin iken zina etmez, mümin iken hırsızlık yapmaz, mümin iken içki içmez " (Buhârî, Mezalim 30; Müslim, İman 100,104; Ebû Davûd, Sünnet, 15; Tirmizî İman, 11) Şeklinde varid olan hadisler, büyük günah işleyenlerin kâfir olduklarına delil değil; ancak imanlarının kâmil olmadığına delildir Kâmil bir iman, büyük günahların işlenmesine engeldir
    Hepsi bu kadar olmamakla birlikte aşağıda sıralayacağımız suçlar, İslâm'da büyük günahlar olarak kabul edilmiş ve bunlardan bir kısmına İslâm hukukuna göre bazı cezalar takdir edilmiştir:
    " Allah'a şirk koşmak, içki içmek, kumar oynamak " (el-Bakara, 2/219); haram aylarda harbetmek (el-Bakara, 2/217); bakmakla yükümlü olduğu yetimin malını kendi malına katarak O'nun rızası olmaksızın yemek (en-Nisa, 4/2; İsra, 17/34); fakirlik korkusuyla kendi çocuğunu öldürmek (İsra, 17/31); insanlar arasında fitne çıkarmak (el Bakara 2/217); faiz yemek (el-Bakara, 2/275); Allah'tan başkasına ibadet etmek (İsra,17/23); ana-babaya isyan etmek (İsra,17/23), akrabaya miras hakkını vermemek (en-Nisa, 4/7, 13; İsra, 17/26); malı gereksiz yere israf etmek (İsra, 17/27); zina yapmak (İsra 17/32; en-Nisa, 4/15-16); haksız yere adam öldürmek (İsra, 17/33); ölçü ve tartıyı tam yapmamak (İsra, 17/35); kibirlenmek (İsra, 17/37); iffetli kadına zina isnat etmek (en-Nisa, 4/23); tesettüre riayet etmemek (en-Nur, 24/31 ); yalan yere yemin; Peygamber'e (sas) yalan hadis uydurmak (Peygamber'e yalan yere hadis uydurmak, büyük günah olmanın ötesinde, küfür sayılabilir Çünkü şerîat'ın temel kaynaklarından ikincisi "sünnettir" Sünnete yalan isnat etmek; bazı konularda İslâm'ı temelinden yıkabılir); insanları diliyle çekiştirmek; kaş göz hareketleriyle alay etmek (Hümeze, 104/1 )











    BÜYÜK GÜNAHLARDAN BAZILARI
    " Allah'a şirk koşmak, içki içmek, kumar oynamak " (el-Bakara, 2/219); haram aylarda harbetmek (el-Bakara, 2/217); bakmakla yükümlü olduğu yetimin malınıkendi malına katarak O'nun rızası olmaksızın yemek (en-Nisa, 4/2; Isra, 17/34); fakirlik korkusuyla kendi çocuğunu öldürmek (Isra, 17/31); insanlar arasında fitne çıkarmak (el Bakara 2/217); faiz yemek (el-Bakara, 2/275); Allah'tan başkasına ibadet etmek (Isra,17/23); ana-babaya isyan etmek (Isra,17/23), akrabaya miras hakkını vermemek (en-Nisa, 4/7, 13; Isra, 17/26); malı gereksiz yere israf etmek (Isra, 17/27); zina yapmak (Isra 17/32; en-Nisa, 4/15-16); haksız yere adam öldürmek (Isra, 17/33); ölçü ve tartıyı tam yapmamak (Isra, 17/35); kibirlenmek (Isra, 17/37); iffetli kadına zina isnat etmek (en-Nisa, 4/23); tesettüre riayet etmemek (en-Nur, 24/31 ); yalan yere yemin; Peygamber'e (sas) yalan hadis uydurmak (Peygamber'e yalan yere hadis uydurmak, büyük günah olmanın ötesinde, küfür sayılabilir Çünkü şerîat'ın temel kaynaklarından ikincisi "sünnettir" Sünnete yalan isnat etmek; bazı konularda Islâm'ı temelinden yıkabılir); insanları diliyle çekiştirmek; kaş göz hareketleriyle alay etmek (Hümeze, 104/1 )
    Sessizlik de bir çeşit konuşma sanatıdır





    hasretin rüzgarında savrulan bir hayat

  10. #50
    ***
    DIŞARDA
    Points: 25.810, Level: 96
    Points: 25.810, Level: 96
    Level completed: 46%,
    Points required for next Level: 540
    Level completed: 46%, Points required for next Level: 540
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    mihrab - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    May 2009
    Mesajlar
    4.559
    Points
    25.810
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    21

    Standart Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi

    devam edecek...
    Sessizlik de bir çeşit konuşma sanatıdır





    hasretin rüzgarında savrulan bir hayat

Sayfa 5/26 İlkİlk ... 34567 ... SonSon

Benzer Konular

  1. Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi.....İNDİR
    By BuRaK in forum E-kitap bölümü
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 12.06.09, 08:23

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •