Sayfa 3/11 İlkİlk 12345 ... SonSon
108 sonuçtan 21 ile 30 arası

Konu: Ölçü veya Yoldaki ışıklar

  1. #21
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar

    Rüya

    Rüya, hakikat âlemine açılan pencerelerden, olmuş ve olacak hâdiselerin aynen veya bir kısım sembollerle müşahede edilmesinden ibarettir. İnsan zihni, değişik baskı ve şartlanmalardan uzak kaldığı ölçüde, her rüya, ötelerden bir ışık, bir işaret gibi insanın önündeki karanlıkları aydınlatıp, ona yol gösterebilir.

    * * *

    Rüyalarda göze, maddeye ve ışığa ihtiyaç duyulmadığı, görülen şeyler basiret ve ruhun idrakiyle sezildiği içindir ki, onlar çok defa insana, tasavvur edemeyeceği kadar güzel ve geniş şeyler de anlatabilirler. Bir tek rüya ile dün, bugün ve yarına dair kitaplara sığmayacak kadar geniş malûmatın verildiği hiç de az değildir.

    * * *

    Rüya görmeyen insan yok gibidir. Bu itibarla da ona, ruhun tabiî müşahedesi diyebiliriz. Bu müşahedeyle insan âdeta cismaniyet çeperinin dışında ve tamamen ayrı bir buudda yaşar ve aynı kuşakta kadere ait kim bilir, pek çok sırları sezebilir...

    * * *

    Aynıyla ortaya çıkan rüyalar o kadar çoktur ki, eğer her şahıs gördüğü rüyalardan sadece tabiri çıkanları tespit edebilseydi, bundan ciltlerle kitaplar meydana gelirdi.

    * * *

    Her temiz gönlün istidadına göre öteki âlemden insanın müşahede ufkuna sarkmış nice rüyalar vardır ki, gönül, o rüyalara girip tenezzüh eder, her biri birer gül bahçesi sayılan o bahçelerdeki kevser çeşmelerine varıp kana kana içer ve sonsuzluğa açılan o gizli menfezlerden gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve ruhların tasavvurundan âciz bulunduğu ne manzaraların müşahedesiyle kendinden geçer...

    * * *

    Rüyalar sayesindedir ki, kalb ve basiret gibi iki ayrı hassamızın var olduğunu idrak eder ve cismin üç boyutlu zindan ve mahbesinden kurtuluruz. Vâkıa, hakikatle bütünleşmiş yüksek ruhlar için öteleri müşahedede rüyalara ihtiyaç yoktur. Onlar her zaman, orayı ve burayı bir arada görür ve sonsuza ait güzelliklerle mest ü mahmur yaşarlar. Ne var ki, bu kapı herkese açık değildir; açıldığı kimselere de çok ciddî mücahede ve ruhî tecrübelerden sonra açılabilmektedir.

    * * *

    İnsan zihnini en pes şeylerin iç içe bulunduğu bir mezbelelik görenler veya bu mevzudaki tespitlerini hayvanî duyguların bulanık dünyalarında takip edenler, bin bir ilham esintisinin üfül üfül esip durduğu rüyaları, şuur altı hortlaklarının karnavalı görüp-göstermelerine karşılık, ilk ilhamlarını onlardan alan binlerce mucit ve binlerce hak dostu, misal âleminin bu feyyaz ve bereketli iklimine hep minnet duymaya devam edeceklerdir.

    * * *

    Dünyayı aydınlığa boğan En Yüksek Ruh, rüyalarla yelken açtığı mârifet denizlerinde seyrederken bile, yer yer bu ilk kutlu basamağa dönmüş ve peygamberliğin kırk şu kadar şubesinden bir parça sayılan bu mübarek fidanlığa göndermelerde bulunmuştur.




  2. #22
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar

    Aşk

    Aşk, Rahmeti Sonsuz’un, insanoğluna gelip ulaşan en gizli lütuflarından biridir. Aşk, bir nüve, bir çekirdek olarak hemen her fertte bulunur. Şartların elverdiği ölçüde de o çekirdek ve tohum, ağaçlar gibi dal-budak salar; çiçekler gibi uyanır ve meyveler gibi, başlangıç ve sonu bir araya getirerek, tekâmül halkasını tamamlar.

    * * *

    Aşk, bir duygu olarak göz, gönül ve kulak menfezlerinden insanın iç âlemlerine akar; vuslata dek de, bir baraj gibi şişer, bir çığ gibi büyür ve bir alev gibi insanın her yanını sarar. Aşk vuslatla noktalanınca, her şey durgunlaşmaya yüz tutar; ateş söner, baraj boşalır, çığ da dağılır gider...

    * * *

    Doğuştan bir mânâ ve nüve olarak hemen her ruhun önemli bir yanını teşkil eden aşk, gerçek ton ve rengini hakikî aşka inkılâp etmekte bulur; bulunca da ebedîlik kazanır ve gider vuslat eşiğinde mücerret bir lezzete inkılâp eder.

    * * *

    İnsanoğlunda Hak tecellilerine açık olan zirve, gönüldür. Gönüllerin bu tecellilere, dolayısıyla da Allah (c.c) sevgisine mazhar olmalarının en açık emaresi ise, o sînelerde Yüce Yaratıcı’ya duyulan aşk ve iştiyaktır.

    * * *

    İnsan-ı kâmil ufkuna ulaşma yollarının en keskin, en kestirme ve en sıhhatli olanı aşk yoludur. Aşka, iştiyaka açık olmayan yollarla, o ufka ulaşmak oldukça zordur. Denebilir ki, hakikata ulaşmada, “acz u fakr, şevk ü şükür” yolundan başka aşka denk ikinci bir yol yoktur.

    * * *

    Aşk, yitirdiğimiz Cennet’i bulabilme yolunda Cenab-ı Hakk’ın bizlere ihsan ettiği bir buraktır. Ve bu buraka binenlerden, şimdiye kadar takılıp yolda kalan hiç olmamıştır. Vâkıa bu semâvî burakın sırtında dahi, şatahat ve neş’e sarhoşluğuyla “yol kenarı” yürüyenlere rastlamak mümkündür. Ama bu, tamamen, onların Hak’la aralarındaki münasebetin ayarıyla alâkalıdır.

    * * *

    Aşk, insanı bütün bütün yakıp kül ettiği için, bundan böyle onu ne dünya ne de ukbâ ateşleri yakmaz ve yakamaz. Zira, iki emniyet ve iki korku, iki iştiyak ve iki ızdırabın bir insanda aynı anda bir arada bulunamayacağı esasına binaen, bütün bir hayat boyu sînesini aşkın alevlerine açan ve iç dünyasında cehennemî ateşlerle pençeleşen kimselerin, ikinci bir defa aynı ızdırap ve aynı elemleri yaşamaları düşünülemez...

    * * *

    İnsana kendi varlığını unutturup, onu sevdiğinin varlığıyla bütünleştiren aşk, kalbin, garazsız-ivazsız sadece mâşuku dileyip, onun arzu ve isteklerinde eriyip gitmesinin unvanıdır ve zannımca, insan olmadan murat da işte budur.

    * * *

    Aşk mesleğine göre âşıkın gözlerine başka hayallerin girmesi haramdır ve bu haramın işlenmesi aşkın ölümüdür. Aşkın hayatı, çevresinde duyulan şeylerin, sevgilinin ad ve unvanları, onun cemâlinin vasıfları ve kemâlinin destanları olması ölçüsünde devam eder; yoksa, söner ve ölür...

    * * *

    Âşık, hiçbir meselede mâşukuna muhalefeti düşünmez ve düşünemez. Hele, başka şeylerin ona gölge etmesini, önüne geçip onu unutturmasını kat’iyen istemez. Hatta ondan bahsetmeyen her sözü abes ve faydasız sayar; onunla alâkalı olmayan her işi de, ona karşı nankörlük ve vefâsızlık bilir.

    * * *

    Aşk, kalbin alâkası, iradenin meyli, duyguların ağyârdan arınması ve insan lâtifelerinin, mâşukun rüya ve hülyalarından gayrı hiçbir şey hissetmemesi hâletidir ki; âşıkın her davranışında sevgiliye ait bir mânâ parıldar: Kalbi, ona olan iştiyakla atar, dili hep onu mırıldanır, gözleri onun hayaliyle açılır-kapanır...

    * * *

    Âşık, esen yelde, yağan yağmurda, çağlayan ırmakta, uğuldayan ormanda, ağaran sabah ve kararan gecede hep dostunun kokusunu duyup canlanır; onun, çevreye akseden güzelliklerini görüp coşar; her esintide ona ait solukları hissedip neş’elenir ve yer yer de onun sitemlerini sezip inler...

    * * *

    Mâşuka ait emârelerin şafağına uyanan âşıklar, dudaklarında kıpkızıl kan, sînelerinde alev alev bir tûfan, kendilerini bir ateş çemberi içinde bulurlar. Bir daha da bu zevkli cehennemden dışarı çıkmak istemezler.

    * * *

    Aşkı, fasıkların şehevânî sevgilerinden ibaret saymak bir yanlışlık ve hakikî aşkı bilememenin ifadesidir. Vâkıa, bazen mecâzî aşkların dahi hakikî aşka ınkılâp ettiği olmuştur; ama bu, kat’iyen mecâzî aşkın zâtî bir değer ve kıymet ifade etttiği mânâsına gelmez; aksine onun eksik, kusurlu ve ebediyet ifade etmediğine delâlet eder.

    * * *

    Gerçek âşıkların, tutuldukları aşk hummasıyla, iç dünyaları daima bir yanardağ gibi dumanlı ve inim inimdir. Duyup sezebilenlerce, onların her iniltileri sînelerinden kopup gelen öyle “lavlar”dır ki; düştüğü her yeri yakar-yıkar ve yangınlar çıkarır.

    * * *

    Aşkın sözlerle anlatılması oldukça zor, hatta imkânsızdır. Bu itibarladır ki, aşk adına anlatılan şeylerin büyük bir kısmı, onun dışa aksetmiş eserleri olmadan öteye gitmez. Zira o, bir hâldir ve onu beyan edecek dil de, sadece âşıkın kendisidir.

    * * *

    Âşık, Hak sevgisini mezhep edinip ömrünü hayret, hayranlık ve sevdiğine karşı takdir hisleriyle donatmış öyle bir sermesttir ki, ihtimal ancak Kıyamet Sûru’yla kendine gelebilir.

    * * *

    Âşık, fevvâre gibidir, dâima içinden kaynar.

    * * *

    Fânilik elemini dindirecek, hazanla oturup kalkan ruhların ızdırap ateşini söndürecek tek bir şey vardır, o da hakikî aşktır. Evet, yıllardan beri bütün dertlerimize, onulmaz zannettiğimiz hastalıklarımıza, korku ve endişelerimize, kargaşa ve buhranlarımıza yegâne çare ve biricik devâ ancak aşktır.

    * * *

    Nesiller, ilim-irfan ve günümüzün kültürüyle ihyâ edilmeye çalışılırken, onların gönüllerine, az dahi olsa, aşk kıvılcımlarını saçmadığımız takdirde, hep eksik ve kusurlu kalacak ve kat’iyen cismanîliklerini aşamayacaklardır.


  3. #23
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar

    Kadın

    Çocukların tâlim ve terbiyesi, hânenin nizam, huzur ve âhengi adına insanlık mektebinin ilk hocası kadındır. Kadına yeni yeni yerler arandığı günümüzde bir kere daha, Kudret elinin ona bahşettiği bu müstesnâ mevkiin hatırlanması, bir kısım fuzûlî arayışları önleyeceği kanaatindeyiz.

    * * *

    Namuslu, terbiyeli ve yuvasına bağlı bir kadının bulunduğu ev, Cennet köşelerinden bir köşedir ve orada duyulan seslerin, solukların hûri, gılman nağmesinden ve Kevser çağıltısından farkı yoktur.

    * * *

    İnsan bazen, sûrî zînetinin altında ezilmiş herhangi bir kadını görünce, kendi kendine “acaba, kadının iç zîneti sayılan namus, iffet, fazilete de bu kadar değer veriyor mu?” diye düşünüyor.

    * * *

    Kadını, meleklerden daha ulvî yapan ve onu eşsiz bir elmas hâline getiren, onun iç derinliği, iffet ve vakarıdır. İffeti hakkında söz söylenen kadın kalp bir para, vakarsız ise alay mevzuu bir kukladır ki, böylelerinin öldürücü atmosferlerinde ne sağlıklı yuvadan, ne de sıhhatli nesillerden bahsetmeye imkân yoktur.

    * * *

    İç âlemiyle fazilete uyanmış bir kadın, bulunduğu hânede kristal bir âvizeye benzer. Onun her kıpırdanışında evin dört bir köşesinde ışıklar oynamaya başlar. Kendi ruh dünyasında karanlık düşüncelere teslim olmuş kadın kıyafetindeki talihsize gelince, o, öyle bir sis ve duman kaynağıdır ki, uğradığı her yeri kirletir geçer.

    * * *

    Kadının, elinden düşürmeden daima okuyacağı tek kitap, içtimâî terbiye kitabıdır ki, henüz en mükemmeliyle yazıldığı söylenemez.

    * * *

    Kendini nefsânî hevesâta salmış kadınları gördükçe, “kadının aklı kısadır” diyenleri çok müsamahalı görüyorum. Zannediyorum, böyle diyenler, günümüzde kadının reklâm mevzuu hâline getirildiğini görselerdi, diyecek şey bulamayacaklardı.

    * * *

    Eskiler, “Kadının elinde iğne, mücâhidin elinde mızrak gibidir.” derlerdi. Doğrusu ben, bu sözde hiç de mübalâğa görmüyorum.

    * * *

    Kadının başkaları için zevk metâı, eğlence mevzuu ve reklâm malzemesi olduğu devirler hiç de azımsanmayacak kadar çoktur. Bereket versin ki, bütün bu talihsiz dönemler, şimdiye kadar hep onun dirilip kendini yenilemesi ve özünü bulmasının başlangıcı olmuştur.

    * * *

    Oğlana “mahdum”, kız çocuğuna da “kerîme” derlerdi ki, gözbebeği ile aynı mânâya gelen bu kelime, çok kıymetli, kıymetli olduğu kadar lüzumlu, lüzumlu olduğu kadar da en nazik bir uzvu bütün önemiyle ifâde etmektedir.

    * * *

    “Eteğini tozdan-topraktan sakın.” deriz. Gözbebeği olan kadının ne kadar korunup kollanması lazım geldiğini, bilmem ki takdir edebiliyor muyuz?

    * * *

    Faziletli kadının süsü, zîneti namus ve iffeti olduğu gibi, en şâyân-ı takdir ve hayranlıkla karşılanacak yanı da, içtimâî terbiyesi ve eşine karşı sadakatidir.

    * * *

    İyi kadın, ağzında hikmet, ruhunda incelik ve letafet, davranışlarında herkese saygı ve hürmet telkin eden kadındır ki, âşina nazarlar onun bu mukaddes yanını sezerek, beşerî kaynaklı iç bulantılarını ibret ve tefekküre çevirirler.

    * * *

    Bedenî hayatıyla gelişirken, kalb ve ruh tomurcuklarını inkişâf ettirememiş bir kadın, belli bir süre başlarda gezen çiçeklere benzese de, arkadan hemen solup gitmesi, yaprak yaprak dökülüp ayaklar altında çiğnenmesi kaçınılmazdır. Ebedîleşme yolunu bulamayanlar için ne hazin âkıbet..!

    * * *

    Kadın, iğfal edilip çirkeflere düşürülmeyecek kadar muallâ bir cevherdir. Geleceğin ilme, irfâna, hakikata uyanmış talihli nesillerin, onu gözbebekleri gibi aziz tutacakları ümidimizi henüz yitirmedik...

    * * *

    Bizim kadınımız, millî şeref ve necâbetimizin de en sağlam temel taşıdır. Upuzun ve şanlı geçmişimizin inşâsında onun hissesi, hiç de düşmanla yaka-paça olan mücâhitlerin hissesinden geri değildir.

    * * *

    Kadınlık âlemi için hak ve hürriyet havarîliği yapanların çoğu, onu cismânî zevkleriyle coşturup, ruhunu hançerlemekten başka bir şey yapmamaktadırlar.

    * * *

    Ruhunda olgunluğa ermiş bir kadının, yetiştirip arkada bıraktığı hayırlı halefleri sayesinde, yuvası devamlı bir buhurdanlık gibi tüter ve içlere inşirah veren râyihalar salar. İşte bu râyihaların esip durduğu uhrevî mekân, her türlü tarif ve tavsifin üstünde tam bir Cennet bahçesidir.

    * * *

    Kalbini iman nurları, kafasını da ilim ve içtimâî terbiye ile aydınlatmış bir kadın, evini yeniden her gün inşâ ediyor gibi, ona yeni yeni güzellik buutları ekler. Sefih ve kendini bilmezlere gelince, mevcut yuvaları bile yıkıp harabeye, kasvetleştirip mezara çevirirler.

    * * *

    Kadın, bulaşık bir kap, değersiz bir maden parçası olmadığı gibi, yeri de bulaşık kaplarının, maden parçalarının bulunduğu yer değildir. O, eşsiz bir pırlantadır ve mutlaka sedef kakmalı pırlanta kutularında korunmalıdır.

    * * *

    Kadın, incelik, letafet ve hassasiyette müstesna bir yere sahiptir. O, bu hususiyetleriyle ancak kendi tabiat ve fıtratının çerçevesinde kaldığı sürece yuvasına, dolayısıyla da kendi toplumuna yararlı olabilir.

    * * *

    Bugüne kadar feministlerin kadın adına ileri sürdükleri her teklif, onu hoyratlaştırıcı, küçük düşürücü ve tabiat deformasyonuna uğratıcı olmuştur. Oysaki kadın, varlık zincirinde çok önemli bir halkadır ve onun en ehemmiyetli yanı da, kendi fıtrat ve tabiatının sınırlarına saygılı kalmasındadır.


  4. #24
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar

    Tabiat

    Tabiat, umumî mânâda varlığın bütünü, hususiyetleri ve onun yaratılıştan gelen özellikleri demektir. İnsanda ise, onun huyu, mîzacı, karakteri mânâsına gelir. Tabiat, hangi şekliyle ele alınırsa alınsın, Kudreti Sonsuz’un eliyle işlenmiş bir dantela, Yaratıcı Güç’ün elinde bir kanun ve O'nun hikmetlerini terennüm eden bir kitaptır. Tıpkı madde gibi, tabiat da hissiz, şuursuz ve idraksizdir. Bu itibarla da o, hem her gün bağrında var edilen bunca yaratıkların, hem de şuur, irade, idrak ve ilmî plânlar isteyen bütün varlıkların diliyle kendi âcizliğini ve fakirliğini haykırmaktadır. Yani o, arkasındaki muhît ilmi, muhteşem kudreti ve akıllara durgunluk veren bir iradeyi avaz avaz ilân etmektedir.

    * * *

    Tabiat, maddenin hususiyetleri ve onun yaratılıştan gelen özellikleri olduğuna göre, mevcudiyetini ona borçlu bulunduğu maddeden evvel olamaz. Öyle ise, varlık ve hâdiseleri ona dayamak ve onunla izah etmeye kalkışmak, bir aldatmacadan başka bir şey değildir.

    * * *

    Bugün tabiî ilimlerle en az meşgul olanlar bile, tabiatın kör ve sağır bir kuvvetten ibaret olduğunu ve onun hiçbir şeyi yaratamayacağını çok iyi bilmektedirler. İş böyleyken, onu Yaratıcı Kuvvet’in yerine koymaya çalışmak, küfür yobazlığından başka bir şey olmasa gerek...

    * * *

    Tabiatın mahiyeti apaçık bilindiği hâlde, onu, olduğundan farklı göstererek, nesillere yaratıcı bir güç gibi takdim etmek, ilimlere karşı bir muaraza ve her biri başlı başına harika birer san’at eseri olan şu dünya sergilerindeki bütün antika eserleri de tahkir sayılır.

    * * *

    Şayet tabiat varlığın kendisinden ibaret ise, “Tabiat yarattı” diyenler, bilmem ki, bu sözleriyle, “Varlık kendi kendini yarattı.” dediklerinin farkında mıdırlar? Yok, “tabiat” sözünden maksatları huy, sıfat, seciye, kanun, disiplin gibi şeylerse, tabiatın, kendilerine tezgâh ve beşik olduğu eşya ve hâdiseleri nasıl yaratıp tanzim edeceğini izah etmeleri gerekmez mi?


  5. #25
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar

    Basiret

    Basiret; ilim, tecrübe, firâset nuruyla görüp sezmeye, bilip değerlendirmeye esas teşkil eden hususları, ihâtalı ve tam tekmil kavramaya denir ki, bu mânâda basiretli insan, ötelere de açık olursa, artık o, insan-ı kâmil olmaya azmetmiş bir hakikat eri, bir mâneviyat kahramanı demektir.

    * * *

    Akıl, önemli bir ilim kaynağı; basiret ise, ciddi bir irfan menbaıdır. Aklı olup da basireti bulunmayan birisinin, çok şey bilip, çok şey anlasa da, bildikleriyle bir yere varabilmesi oldukça zor, hatta imkânsızdır.

    * * *

    Basiret, bir şeyi olduğu gibi veya olduğuna yakın kavramak ise, her akıllı insan basiretli sayılmayabilir.

    * * *

    Basiretsiz akılda sık sık şüphe, tereddüt ve kararsızlıklar görülmesine mukabil, basiret iklimi, her zaman sıcacık, yumuşak, kararlılık içinde ve emniyetle üfül üfüldür.

    * * *

    Akıl, fikir, dimağın en son kavrama seviyesi; basiret ise, ruhun ilk idrak mertebesidir. Basiretin zirvesi ise hikmettir ki, Kur’ân, “Kime hikmet verilmişse, şüphesiz o, birçok hayra erdirilmiş sayılır.” diyerek, bu hakikati nazara vermektedir.

    * * *

    Varlığa sadece gözleriyle bakanlar, onu ancak gözlerinin ihâtası ölçüsünde kavrayabilirler. Eşyayı basiretle didik didik edenlerdir ki, arının çiçeklerden bal özü topladığı gibi, onlar da, hemen her şeyden şeker-şerbet mânâlar çıkarabilirler.

    * * *

    Göz, baktığı kimselerin şekil, sîma ve kâmetlerini görür. Basiret, bunların ötesinde, ahlâk, fazilet ve ruhun derece-i kıymeti gibi şeyleri de sezer.

    * * *

    Gözler, eşya ve hâdiseleri dış yüzleri ve maddî yanlarıyla; basiret ise, muhteva, fayda, gâye ve hikmet gibi iç yüzleriyle de görür, tanır ve kavrar.

    * * *

    Basiret, akıl demek olmadığı gibi, düşünce de değildir. Düşünmek, akıl ve aklın semerelerini aşkın olduğu gibi, basiret de, düşüncenin çok ötesinde ilâhî bir melekedir.

    * * *

    İnsanı hayvanlardan ayıran şey, onun şuuru, basireti, sonra da ilham ve hikmete mazhariyetidir. Bu hasselerden mahrum bulunanlar, şekilleri ne olursa olsun, olmaları gerekli olan son noktaya ulaşamamış sayılırlar.




  6. #26
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar

    His ve Duygu

    His, insanın kendi duyma çizgisine giren şeyleri zâhir ve bâtın hasseleri, yani, dış ve iç duyularıyla kavraması demektir ki, bu mevzuda bir veya birkaç şeyi birden kavrayana hassas denir.

    * * *

    Akıl, dimağın; vicdan da, ruhun sezip kavramasıdır. Birincisini “bilmek” diye tarif edeceksek; ikincisine “his” demek uygun olur. Bu itibarladır ki, aklı âtıl, vicdanı ölü kimselerin, ne varlığı duyup hissetmeleri, ne de onun içinde olup biten şeyleri bilmeleri kat’iyen düşünülemez.

    * * *

    Hikmet açısından his, ruhun bizzat idrak mekanizması demek olan vicdandır. Bu bakımdan, hissiz insan bir mânâda vicdansız, vicdansız insan da hissiz demektir.

    * * *

    Daha has mânâda his, iyi ve güzelin, fena ve çirkinin bir iç seziyle sezilmesidir ki, böyle bir yolla pek çok insânî vasıflar ortaya çıkarılabilir. Meselâ, “Düşmanımızı esir etiğimiz zaman, öldürmek mi, affetmek mi? İffetimizi lekeledikleri zaman, lekelemek mi, insanca davranmak mı?”: Biz bunlar arasındaki tercihi hep bu mânâdaki hisle yaparız.

    * * *

    His, hikmetle terbiye edilir ve geliştirilir. Maddeci felsefe ise, onu söndürür ve köreltir. Bu itibarladır ki, her meseleyi götürüp akla dayayanlar, hissin aydınlık dünyasını hiçbir zaman tanıyamazlar.

    * * *

    Doğru his, garazsız, ivazsız bir duyarlılığı gerektirir. Hakikî ve tam bir duyarlılık da, hakikî ve tam bir histen doğar.

    * * *

    Hissiz ve vicdansızların bütün zaferleri tamamen hayvanî zaferlerdir ve birer rezalet silsilesinden ibarettir ki; cismanîliğin azgınlaşıp, nefsanîliğin gayyâlaşması; ruhun kolunun-kanadının kırılıp, vicdan mekanizmasının felç edilmesiyle noktalanır.

    * * *

    Din, vatan ve milletin maruz kaldığı musibetlerin ızdırap ve acısını vicdanlarında duyanlar, his dünyalarıyla uyanmış bir kısım yüksek ruhlardır ki, gönül verdikleri bu ulvî değerler uğrunda seve seve hayatlarını feda etmekten çekinmezler. Hissiz ve duygusuz kimselere gelince, fedakârlık adına çok laf etseler de, sözünü ettikleri şeylerin en küçüğünü yapmaya dahi güçleri yetmez...

    * * *

    Kendi zararları mevzuubahis olsa bile, başkalarını düşünme, onlar için yaşama, onların acılarını ve zevklerini paylaşma gibi, her biri başlı başına birer değer ifade eden hasletlerin bir insanda bulunması, ondaki ruhânî hissin güçlü olmasından ileri gelir. Böyle bir histen bütün bütün mahrum olan kimselerde ise, değil bu hasletlerin bütününü, onlardan bir tekini dahi görüp göstermek mümkün değildir. Böylelerinde fazilet ve civanmertlik adına görülen şeylere gelince, bunlar, daha çok, başkalarının besteleyip seslendirdiği bir parçaya mırıltıyla iştirak eden dahîllerin bestekârlığına benzer.

    * * *

    Bir milletin terakki ve teâlisi, o millet fertlerinde duygu birliğine ve duyarlılığın derinliğine bağlıdır. His dünyasında derinleşmiş kimselerdir ki, dâvâ ve düşünceleri uğruna malik oldukları her şeyi gözlerini kırpmadan feda ederler. Çaresiz kalınca da, ya cinnet getirir veya verem olur giderler.

    * * *

    Hissin en yüksek mertebesi, dînî ve millî değerlere tecavüz edildiğinde meydana gelen asabî bir hummadır ki, duyarlı ruhları bir sıtma gibi sarsar ve hırpalar. Biz, buna “hamiyet” de diyebiliriz.

    * * *

    Hamiyet, kıymetlerin alt üst olduğu, yüce-yüksek değerlerin yıkıldığı bir yerde ruhun hafakan ve ızdıraplarıdır ki, gerçek insanla, insan suretindeki varlıkları birbirinden ayıran en belirgin hususiyettir. Zirvedeki En Yüksek Ruh’tan günümüzün muzdariplerine kadar, birer buhurdanlık gibi tütüp duran bütün sancılı dimağlar, tutuldukları bu humma ile, kâh dağ başlarında, kâh mağaralarda, kâh mezarlarda yatmış-kalkmış, dolaşmış-düşünmüş, inim inim inlemiş ve iki büklüm olmuşlardır. Ve bence, tarihte en muhteşem devirleri inşâ edenler de, işte bu his ve hamiyet kahramanlarıdır.


  7. #27
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar

    Hikmet Parıltıları veya

    Felsefenin Bencesi


    Cumhura muhafelet hatadır. Ancak cumhur, cumhur olduğu zaman bu hüküm doğru ise de, aksine, muvafakat hatadır. Mühendislerin bir hasta hakkındaki görüşlerine muhalefet eden hata etmiş sayılmayacağı gibi, inşaat hesaplarında doktorların görüşlerini almamak da hata sayılmaz.

    * * *

    Âcizlik, sadece kuvvetsizlik ve iktidarsızlık demek değildir. Nice kuvvetli ve istidatlı kimseler vardır ki, değerlendirilip istifade edilmediğinden, âciz konumundadırlar.

    * * *

    Işığı kendinden olanların ziyaları zulmetlerle söndürülemediği gibi, bir başka ziya ile de mağlup edilemez. Böyle bir ışık kaynağı, tabiî ömrü içinde her şeye rağmen par par yanar ve aydınlatır.

    * * *

    Akıl, imanla kendini bezeyemeyenler için iz’aç edici bir alettir.

    * * *

    Sadece görüp öyle yapan, bilip yapan kadar muvaffak olamadığı gibi, bilip yapan da, vicdanında duyup yapan kadar muvaffak olamaz.

    * * *

    Yalnız parasızlık değil, ilimsizlik, düşüncesizlik, hünersizlik de birer fakirliktir. Bu itibarla, ilimsiz, fikirsiz, hünersiz zenginler de bir çeşit fakir sayılırlar.

    * * *

    Bazen gözlükler gözün ve her zaman göz aklın, akıl basiretin, basiret vicdanın, vicdan da ruhun müşâhede menfezi ve görme vasıtasıdır.

    * * *

    Tımarhanede en acınacak olan insan, akıllı insandır. Deli bizim içimize girse, acınacak hâle gelir. Herkes deli ama, cinnet keyfiyeti farklı.

    * * *

    İnsanlık bir ağaçtır; milletler de onun dalları.. şiddetli rüzgârlara benzeyen hâdiseler, şiddetleri ölçüsünde onları birbirine vurdurur ve çarpıştırır. Tabiî, zararı da ağaç çeker. “Herkes, ne ederse kendisine eder”in mânâsı da bu olsa gerek.

    * * *

    Geceler, insanın inkişâf edip gelişmesine ve insanlığın mutluluk ve saadetinin hazırlanmasına açılmış meydanlar gibidir. Yüksek fikir ve yüksek eserler, hep o karanlık döl yatağında gelişmiş ve insanlığın istifadesine arz edilmişlerdir.

    * * *

    Hemen her zaman gökler ötesi yolculuğa çağrılanlar, seher vakti yollara dökülenler arasından seçilmiştir.

    * * *

    Mide, hazm olunmayan ve işe yaramayan gıdaları dışarı atar, sonra da onların yüzüne tükürür. Faydasız insanlara da zaman ve tarih aynı şeyi yapar.

    * * *

    Pas, demirin; kurşun, elmasın; sefahet de, ruhun düşmanıdır. Bugün olmasa da yarın mutlaka, onu çürütür ve mahveder.

    * * *

    Her sarı, altın; her parlayan, ışık; her akan, su değildir...

    * * *

    Her sel, vücuduna ehemmiyet verilmeyen minik damlacıklardan meydana gelir ve mukavemet edilemeyecek bir seviyeye ulaşır. Toplumların bünyeleri de, her zaman bu türlü sellere açıktır; bazen olur ki bu seller, önlerinde “set” olmak isteyenleri de sürükler-götürür.

    * * *

    Görgüsüzlere ilim ve hakikat anlatmak, delilerle uğraşmak kadar zor olsa da, irşad erleri bu vazifeyi seve seve yapmalıdırlar.

    * * *

    Belanın en tehlikelisi, yüze gülerek gelenidir.

    * * *

    Çıplak hakikatleri herkes aynı seviyede anlayamadığından, tecrit yolu terkedilerek, teşhis ve temsil yolu seçilmiştir.

    * * *

    Şikayet, hep zamandan ve mekândan olur. Oysaki, asıl mücrim cehalettir. Zaman ve felek masum; insan ise, çok nankör ve çok câhildir.

    * * *

    Vatan, orman değil, bir bahçedir. Onun tanziminde meyveli fidanların ve çiçeklerin çoğaltılmasına ihtiyaç vardır.

    * * *

    Bahçeyi ayrık otlarının işgaline terkedip, sonra da, “Ah felek!” deyip şikayette bulunana bilmem ki ne demeli..!?

    * * *

    Nice güneşli, çimenli, çiçekli, pırıl pırıl yollar vardır ki, gider, öldüren çöllere ulaşır. Ve nice dikenli sarp patikalar da vardır ki, gider, Sırat’ın Cennet yakasıyla kavşaklaşır.

    * * *

    En büyük hikmetlerden biri, “İnsan, dilinin altında saklıdır.” sözü olsa gerek... Bence, bundan daha büyüğü de, “Dost istersen, Allah yeter; arkadaş istersen, Kur’ân” sözüdür.

    * * *

    İnsanlar, idraki ve idrak olunanı bilirler ama, idrak edeni bilemezler. Bilen ruhtur, akıl vasıta; gören ruhtur, göz vasıta...

    * * *

    Hareket, aklî veya tabiî sâikler neticesinde meydana geliyorsa hayvânî; irâdî ve vicdânî sâiklere dayanıyorsa, o zaman da ruhî ve insânîdir.

    * * *

    Yokluk, korkunç bir hiçtir. Hiçlik, öyle sonsuz ve başdöndürücü bir sahadır ki, onda varlığı gösterir bir zerre bile bulmak mümkün değildir.

    * * *

    Şimdi dindara “mutaassıp” diyorlar. Taassup, bâtılda asabiyet gösterip, körü körüne ısrar etmektir. Hakta ısrar bir fazilettir ve mü’minin bu davranışı da kat’iyen taassup değildir.

    * * *

    İlâhî vâridâta dayanmayan felsefe, düşüncenin falsosudur.

    * * *

    Gerçek felsefe, ancak ve ancak Allah’ın insanı hikmete uyarması ile meydana gelen bir ruh ve düşünce çilesidir.


  8. #28
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar

    Hikmet

    Aklın yolunu aydınlatıp ona yeni ufuklar açan bir ilâhî meş’ale vardır ki, onun aydınlığında bir senede kat’edilecek yollar bir saatte alınabilir: O da, fikirdir.

    * * *

    Fikrin işi, doğruyu araştırmaktır. Malzemesi ilâhî mevhibeler olan onun laboratuvarında, çok doğrular, doğruluk hesabına tekrar-ber-tekrar değiştirilir ki, fikrin asaleti de, işte buradadır.

    * * *

    Fikir, düşünmek demektir. Düşünmek, muhakeme etmeden akla gelen şeylere inanmak ve başkalarının ârızalarını bulup, onlara itirazlarla ömrünü çürütmekten daha ziyade, hakikata ulaştıran faziletli bir gayrettir ki, gücünü mantık, hikmet ve ilâhî vâridâttan alır...

    * * *

    Fikir, bir mânâda aklın inceliği ve nûrânîleşmesidir. Fikirsizlik, akılsızlık demek değildir. Aklın, her şeyi aydınlıkta yakalayıp değerlendirmesine mukabil, fikir, mütalâa edeceği şeyleri daha çok karanlıkta mütalâa etmeyi sever. Evet, fikir ile ruh, karanlıkta daha çok iş görürler...

    * * *

    Hikmet veya İslâmî felsefe, hep bu mânâdaki düşünce yamaçlarında boy atıp gelişmiştir. Sağlam düşüncenin hâkim olduğu her yer ve her devirde sağlam hikmet, sakat ve eksik düşüncenin hükümfermâ olduğu yerlerde ârızalı ve yanıltan felsefe zuhur etmiştir.

    * * *

    Eksiği ve gediği ile felsefeye hikmet diyeceksek, feylesof da, hikmet seven mânâsına hakîm demektir.

    * * *

    İnsan düşüncesini bulanıklıktan, gönlünü de vahşetten kurtararak, onun ruhunu tasfiye edip, vicdanının eline, uğrayacağı yerleri aydınlatacak bir meş’ale tutuşturan ve bu aydınlıkta varlığın çehresindeki yazıları okutturan en önemli ışık kaynaklarından biri de, hikmet veya İslâmî felsefedir.

    * * *

    İlimler, akıl dairesi içinde döner-dururlar; hikmet, ruhiyât atmosferinde çimlenir-gelişir. Mâneviyât, akıl ve ruh dairesinin çok ötesinde, ruhâniyât ikliminde doğar ve büyür.

    * * *

    Hikmetin gâyesi, Allah’a ve ruha giden yolları aydınlatmaktır. Bu aydınlatma, zaman zaman eserden eser sahibine, zaman zaman da eser sahibinden esere ulaştırma şeklinde olur. Her iki yol da, hikmet meş’alesini elinde taşıyanın niyet ve nazarının sağlamlığı ölçüsünde insanı hayra ve mutlak güzelliklere ulaştırabilir.

    * * *

    Âlim, bilen değil, bildiği şeyi vicdanında duyandır. Câhile karşı âlim ne ise, âlime karşı da hakîm ve feylesof odur.

    * * *

    Âlim, şehadet âlemi ve sırf mülk cihetiyle varlıklarla münâsebete geçer; hakîm ise, sürekli olarak gayb âlemi ve öteleri kurcalar durur...

    * * *

    Âlim, görüp şâhit olduğu, fakat vicdanında ledünnî bir zevk hâlinde duymadığı güzel şeyleri fena sayabilir. Hakîm, her şeye perde arkası durumu itibarıyla yaklaştığı için, bütün fikrî faaliyetlerini âdeta bir ibadet neşvesi içinde sürdürür.

    * * *

    Sevilmeyen her şey, mutlaka çirkin ve fena demek değildir. Çocuklar, okuma ve düşünmeyi, iğne ve ilacı sevmezler.. ama, ateş ve yılanla oynamaya bayılırlar... İlim aklıyla hikmet aklı da, aynı ölçüler içinde mütalâa edilebilir.

    * * *

    Bizdeki yeni felsefeciler, felsefe ile en az münasebeti olanlardır. Pek çoğunun yaptığı, yarım yamalak bir tercüme.. onu olsun mükemmel bir şekilde yapabilselerdi..!

    * * *

    Hikmet, akıl ile değil, ruhun tasdik ve şehadetiyle takdir edilebilir. Evet, hikmeti yine hikmet anlar; akıl, onun ya düşmanı veya samimî olmayan dostudur.

    * * *

    Aklın çok defa hikmeti beğenmemesi, onu idrak edememesindendir. Hikmetin meseleleri o denli ince ve akıl üstüdür ki, ilhamla kanatlanmayan aklın ona ulaşması çok zor, hatta imkânsızdır.

    * * *

    Akıl, gözün ak tabakası ise, hikmet onun siyah tabakasıdır ki, akıl nurundan sonraki zulmetten doğar...

    * * *

    Akıl, eşyayı el yordamıyla, hikmet ise gözle yakalamanın; akıl, varlığa gözlüklerle bakmanın; hikmet, onu dürbün veya teleskopla seyretmenin adıdır.

    * * *

    Akıl, maddenin sınırlarını aşamaz.. madde ötesini hikmet ve hakikî felsefe görüp sezebilir. Ne acıdır ki, insanlar, hikmetin o gürül gürül ve aldatmaz sesini dinleyeceklerine, gider, davul-zurna dinlerler...

    * * *

    Hayatın karanlık ve dolambaçlı yollarını aydınlatan iki meş’ale vardır: Biri sâlim akıl, öbürü de hikmet...

    * * *

    İlimler, aklın ziyası; hikmet ise, ruh semasında çakıp-duran şimşeklerdir.

    * * *

    Maddeci felsefe ile hikmeti birbirine karıştırmak, ikisini de bilememenin ifadesidir. Ne gariptir ki, şimdi her yanda duyulan da, bu tür câhillerin gevezeliği..!

    * * *

    Mâyesi hikmetle yoğrulmuş hakîm, hücresinin daracık duvarları içinde kâinatları seyreder ve öyle ulaşılmaz noktalara ulaşır ki, dünyaları gezen seyyahlar, onların yüzde birini bile göremezler...

    * * *

    Feylesofa kâinatşinas diyorlar; hakikatşinas ve “ârif-i billah” olmayan, hakikî feylesof olamaz.

    * * *

    Her söz, ferdin irfan ve kültür derecesine göre ruhundan fışkırır, ortaya çıkar ki, bunu da ancak, ufku o seviyede olanlar anlar. İnce sözleri, ince hakikatleri anlamamak veya âdî görmek, ruhun bilgisizlik ve kabalığından değil, onun irfansızlığındandır.

    * * *

    Milletler, sık sık hikmetsiz kuvvetin paletleri altında kalıp ezilmişlerdir. Aslında, hikmetsiz kuvvet, kuvvetsiz hikmeti ezerken, gerçekten ezilip ağlayan biri vardır: O da, hakikat...

    * * *

    Cevâhir kadrini sarraflar, ilim adamını âlimler, insanı da insanlığa yükselmiş olan kâmiller anlar. Cevher, bakırcılar çarşısında garip; âlim, câhiller arasında; insan, hayvânî ruhlar içinde; hakîm de, muhakeme ve vicdanın kulak ardı edildiği bir dünyada...


  9. #29
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar

    Hikmet Açısından Vicdan

    İnsanın kendini ve kendi varlığını sezişinin unvanı olan vicdan; dileyen, sezen, kavrayan ve sürekli sonsuza açık bulunan bir ruh mekanizmasıdır.

    * * *

    Ruhun irade, his, zihin ve kalb gibi duyu vasıtaları, aynı zamanda vicdanın da en önemli temel esaslarıdır ki, burada insanı insânî kemâlâta, ötelerde de ebedî mutluluk ve Cenâb-ı Hakk’ı müşahedeye ulaştırırlar.

    * * *

    Vicdan, Hakk’ı gösteren pırıl pırıl bir aynadır ve Zât-ı Ulûhiyet’e tercüman olmada da eşi-menendi yoktur. Elverir ki o, varlığını hissettirecek ruh ve sesini duyuracak kulaklar bulabilsin..!

    * * *

    Vicdan, ruhun hissi, müşahedesi ve idraki olduğundandır ki, o, hep mekân üstü, ötelere açık, kıstasları sağlam ve melek masumiyetine denk bir ismete sahip kabul edilmiştir.

    * * *

    Müftüler çoktur ve hemen hepsi de, anlayabildiklerince aynı kaynaklara müracaat eder ve fetva verirler. Vicdan, nazarı keskin öyle bir müftüdür ki, fetva verirken hakikata göre fetva verir ve verdiği fetvalarda da kimseyi yanıltmaz ve kimseye haksızlık etmez.

    * * *

    Vicdan-ı umumî, “sevâd-ı âzam” denilen büyük çoğunluğun hissi, sezişi ve idraki demektir ki; yanılması oldukça azdır. Hele hele, mâlumât ve müktesebatı aynı ilham kaynağına dayanıyorsa...

    * * *

    Vicdan-ı umumî, yanılmaz ve aldatılmaz bir hakim mesabesinde olunca, herkese, onun hükümlerine razı olma ve onu hakem kabul etme kalır ki, bu da, onun bir kısım meselelerde son mercî olması demektir.

    * * *

    Vazife o iştir ki, Allah, onu emreder; enbiyâ gibi selim vicdanlar da canlandırır. Artık onu kabul etmemek elden gelmez. Hak, hâkim-i mutlak; vicdan ise, onun en doğru aynasıdır. Ara sıra bulanık gösterse de, çok defa, gösterdiklerini doğru gösterir.

    * * *

    Bir insanın tavır ve davranışlarındaki intizam, onun ruh ve fikir intizamından meydana gelir. Hareketlerindeki ledünnîlik ise, vicdanının ötelere açık olmasından...


  10. #30
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar

    Hikmet Açısından Bilgi

    Okuma, mütalâada bulunma ve mârifet arayışında olma, ruhun en önemli gıdalarındandır. Bunlardan yoksun olmak ise, telâfisi imkânsız çok ciddî bir mahrumiyettir.

    * * *

    Yabancılar, dağ-taş ülkemizin her yanını didik didik edip, bize ait ilim, san’at ve kültür hazinelerinden istifade ederken; bizler, geçmişimize ait ilim ve kültür kaynaklarını araştırmaz, okumaz ve okuyamazsak, oturup hâlimize ağlamamız gerekir.

    * * *

    Şanlı cedlerimizin miras olarak bırakıp gittiği ve bugünkü dünyanın da aşkla-şevkle arkasına düşüp araştırdığı bunca ilmî ve edebî eserlere karşı milletçe alâkasızlığımız, doğrusu anlaşılır gibi değil...

    * * *

    Tam bilemediği, bilip hazmedemediği bilgilerle nesillerin düşüncelerini bulandıranlar, sadece zararlı değil, aynı zamanda hâin sayılırlar.

    * * *

    Izdırap, en duru ilham kaynağıdır.

    * * *

    Bir milletin varlık ve ihtişamı, o milletin kültür ve san’at derinliğiyle mebsûten mütenâsiptir (doğru orantılıdır). Dünyanın dört bir yanında ilim ve san’at eserleri sergilenen bir millet, o eserler sayısınca dillerle “Ben de varım.” demektedir.

    * * *

    İnsanlar arasında kıymet ve şeref, ilim ve mârifet iledir. Hasis ve değersiz bir adam bile her zaman zengin olabilir; ama, kat’iyen şerefli olamaz.

    * * *

    Bir insanın okuyup-öğrendikleri ne kadar çok olursa olsun, hiçbir zaman onu okuyup-öğrenmekten alıkoymamalıdır. Gerçek ilim adamları, daha çok, sürekli araştırmalarının yanında, bildiklerini yetersiz bulan kimseler arasından çıkmıştır.

    * * *

    Hak söylemeye başlayınca cehalet öfkelenir, taassup tedirgin olur; ilim ise, kulak kesilir dinler.

    * * *

    Her câhil için bilgisiz demek doğru değildir. Hakikî câhil, doğruyu hissetmekten mahrum olandır. Böyle bir insan, çok bilse de, yine câhildir.

    * * *

    Yaşamak; görüp bilmek, yiyip içmek değildir. O, duyup hissetmektir. Bilen faydalı, bilmeyen zararlıdır; az bilen ise, bilmeyenden daha zararlıdır. Tam bilenlerle hiç bilmeyenler, nadiren aldansalar da aldatmazlar; az bilen, çok aldatır.

    * * *

    İlim adına anlatılabilen şeyler, anlaşılmış kabul edilir; anlatılamayanlar ise, bir ölçüde hazmedilmemiş sayılır. Bu itibarladır ki, mekteplerde bir şey anlamayan gençler üzerinde durulurken, biraz da muallimlerin durumu ile meşgul olunmalıdır.

    * * *

    Mektepler gerçek muallimlerin elinde mâbet hâline getirileceği âna kadar, hapishanelerin boşalabileceğini beklemek beyhûdedir.

    * * *

    İnsan, herhangi bir iş yapmaya niyet edince, önce, o mevzu ile alâkalı şeyleri iyi öğrenmeye çalışmalı, yapabileceğine tam inandıktan sonra da teşebbüste kusur etmemelidir.

    * * *

    Herkes, işini, mesleğini çok iyi bilmeli ve imkânlar ölçüsünde kendi ihtisas sahası içinde kalmalıdır. Zira, herkes ihtisası dışında başarılı olamayabilir. Onun için, tabip, tabip olarak, mühendis de mühendis olarak kalmalı.. hoca, tabiplik yapmamalı; tabip de, hukukçu olacağım diye kendini zorlamamalıdır.


Sayfa 3/11 İlkİlk 12345 ... SonSon

Benzer Konular

  1. Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 19.05.09, 00:16
  2. ÖLÇÜ
    By ACİZKUL in forum Fıkıh ve Akaid
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 18.05.09, 04:17
  3. İnsanlikta ÖlÇÜ
    By Reyhani in forum Nasihatlar
    Cevaplar: 2
    Son Mesaj: 14.01.09, 14:02
  4. Yağmurdaki ölçü
    By Konyevi Nisa in forum Kur'an Mucizeleri
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 14.10.08, 08:04
  5. Bu Yoldaki Kimselerin Gözetmesi Gereken Edepler
    By Reyhani in forum Sofilik Adabı
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 24.09.08, 09:48

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •