Sayfa 1/11 123 ... SonSon
108 sonuçtan 1 ile 10 arası

Konu: Ölçü veya Yoldaki ışıklar

    Share
  1. #1
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Ölçü veya Yoldaki ışıklar

    TAKDİM

    Bailey, “En çok yaşayan, en çok düşünendir.” der. James Allen de aynı mânâyı, “Hareket, düşüncenin tomurcuklanması; neş’e veya keder, onun meyvesidir. Ve insan, böyle kendi eseri olan acı-tatlı meyvelerle yaşar.” şeklinde ifade eder. Efendimiz’in, bir saat tefekkürü senelerce nafile ibadetten üstün görmesi, düşüncenin önemini ifade bakımından apayrı bir öneme sahiptir.

    Düşünce, sancı çeken bir beynin sevimli yavrusudur. Descartes, “Düşünüyorum, öyleyse varım.” derken, hayatın gâye ve hedefini, var olmanın hikmet ve sebebini vecizelendirmiş oluyordu.

    Bir düşüncenin bizden evvel düşünülmüş olması, bizim düşünmemize mani olmadığı gibi; bizim düşünmemiz de, bizden başkalarının aynı şeyi düşünmesine mani değildir. Ancak hiçbirimiz, aynı düşünceyi aynı üslûpla ifade edemeyiz. Üslûp bir ifade tarzıdır ve sadece kendisinin aynıdır. Dolayısıyla her bir insanın üslûbu, diğerlerinden farklıdır. Üslûbun düşünceye de tesiri varsa, birbirinin aynısıymış gibi görünen iki düşünce, en azından bu açıdan belirgin bir farklılık arz edecektir.

    Düşünmek bir meziyet, düşünceye şekil vermek ise bir maharettir. “Varlık, kendiliğinden sırlarını ortaya koymaz; onları biz, düşünce yollarından geçtikten sonra buluruz.” İnsan, düşüncenin kanunlarını yine düşünce ile keşfeder. Sebep-netice bütünlüğü en güzel şekliyle ancak düşüncede vardır.

    Tefekkürün mahrem odasında, sessiz fakat hummalı bir çalışmanın verdiği yorgunluktan sonra, kuru akıl ve mantık, ilhamın önünü tıkamaz ve muhayyilenin kanatlanmasına engel olmazsa, tersi yönde, ilham ve muhayyile de gerçekçi akıl ve mantığın süzgecine hayır demezse, artık fikir denen kutlu kıvılcım tutuşmuş demektir. Böyle fikirler ise, bütün insanlık için eskimeyen servettir.

    Düşünce, idrakin helezonik yükselişi. Şuurun “kelime-i tayyibe” hâline gelişi. Kalb ve kafa dengesi. “Cevâmiü’l-kelim” bereketi. İrşad kandili. Tecrübe atlası. Tebliğ hevengi. Telkin bûsesi. İlham buketi. Sır sarnıcı. Efektif bilgi. İdeal filengi. Misyonun “Mors alfabesi”. Ve elinizdeki eser yönüyle de, nur dekorlu muhtevanın silueti.

    Yayın evimiz, “Ölçü veya Yoldaki Işıklar”ı, siz saygıdeğer okuyucularımıza bu duygu ve düşüncelerle arz etmekten mutluluk duyar.

    Anlama cehdini ona yoldaş yapmanız dileğiyle...



    Nİl Yayınları



  2. #2
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar

    ÖTELERE SEYAHAT ÜZERİNE

    Ey Yücelerden Yüce!


    Yolumuz üzerine serip sergilediğin, sonra da bizi görmeye davet ettiğin meşherlerini, en mükemmel şekiller hâlinde sarıp sarmaladığın en bedî, en çarpıcı san’at eserlerini ve Sana ait gizli güzelliklerin tecellileri olarak binbir renk cümbüşü hâline getirip ve yine Senin bir san’at mecmuan olan tabiatın sînesine yerleştirdiğin o gözleri kamaştıran, başları döndüren resimlerin en parlağı, en mevzunu ve birbirleriyle fevkalâde tenasüp içinde bulunan eşya ve hâdiseleri seyredip, kaleminin sesinde ve o kalemle yazıp ortaya koyduğun kitabının âhenginde Seni görüp, Seni duyup ruhumuzla kanatlanırken, isimlerinin ışığı altında açılan menfezlerden görülen bütün nizam ve âhenklerin, müşahede edilen umum renk ve sûretlerin, her tarafta duyulan ses ve nağmelerin ve bu seslerden meydana gelen koro ve senfonilerin menbaına gözlerimiz takıldı; gönüllerimiz, o her şeyin kaynağı olan yüce âlemlerin esrarıyla kendinden geçti...

    Kalb ve iman gözüne açılan o ayrı ayrı pencerelerden öteleri seyre dalıp, gönüllerimizdeki “Tûbâ-i Cennet” çekirdeğinin bir ağaç hâlindeki aslî hüviyetini müşahedeye cür’et ettik.. ve ötelere, ötelerin de ötesine uzayıp giden çok uzun, çok çetin, fakat çok zevkli bir seyahate yeltendik. Bunu yaparken de Beyan’ını ruhumuza rehber eyleyerek, isim ve sıfatlarının aydınlatıcı tayfları altında ve yine yol yol sonsuzluğa giden nurdan hakikatlerle kanatlanıp yollara döküldük.

    Kelâmında anlatılıp resmedilen, en ince teferruatına kadar haritası çizilen, nihayet bir Kutlu’nun mirâcıyla bütün bütün kapıları açılıp, her mârifet erinin gönlündeki arşiyeleriyle o âlemlere yükselme imkânı doğan işte böyle bir ulu seyahatte, haddimizi aşıp esrarlı kapılarının tokmağına dokundu isek, edep ve erkân bilmeyen ham ruhlarımızın görgüsüzlüğüne vererek, bizi bağışlamanı diler, affına sığınırız.

    Ey bizleri varlığa erdiren ve var olmadaki sonsuz zevki gönüllerimize duyuran Güzeller Güzeli Yüce Yaratıcı! Bu koskoca kâinatları bir kitap gibi önümüze seren Sen; onun esrarını vicdanlarımıza duyuran Sen ve vicdanlarımızı lâhûtî esrarının mevcelenip geldiği iklime bir sahil yapan da yine Sensin! Sen bizleri var etmeseydin, bizler var olamazdık. Bu muhteşem kâinatları bir kitap gibi önümüze açıp, yüce teşrifatçı ve tarif edicilerinle anlatıp şerhetmeseydin, Seni bilemeyen, gönlünün enginliklerine eremeyen cahiller gürûhu olarak yıkılıp gidecektik. Lütfedip de kâmetlerimize göre kendini bize anlatmasaydın, haricî dünyalar ile vicdanlarımız arasında irtibatlar temin ederek, Zât-ı Ulûhiyetin adına bildiğimiz ve bileceğimiz şeyleri tutup yakalayacak, şekillendirip istikamet verecek ve ilmi ilim, mârifeti mârifet yapan o ilk tasdik ediciyi ruhumuza yerleştirmeseydin, nereden bunları ve Seni bilecek ve yoluna hayranlık duyacaktık!?..

    Bizler, Senin kapının boynu tasmalı kulları, vicdanlarımıza aksedip duran parıltılar da, Senin varlığının ziyasıdır. Biz neye mâliksek, Senin vergin, Senin atândır. Bunu bir kere daha ilân ediyor, kapının âzat kabul etmez kulları olduğumuzu itirafla ahd ü peymanımızı yenilemek istiyoruz.

    Ey zikri, fikri ruhlara itminan veren gönüller Sultanı! Senin öğrettiğin ve ruhlarımıza duyurduğun şeyleri, gönülleri gönüllerimiz gibi ölü ve derbeder olanlara ulaştırmak için, yer yer eşya ve hâdiselerin dolapları içine girerek, zaman zaman da benliğimize dönerek, olup biten şeylerden ve bu umumî gidişattan Senin varlığına bakan pencereleri, Senin huzuruna yükseltecek yolları araştırıp tespite çalıştık. Zât-ı Ulûhiyetini ve perdesiz, manisiz Seninle görüşeceğimiz o mutlu günü muhtaç gönüllere duyurmak isterken, en saf ve en duru ifadelerin resm ve nakşettiği yüce hakikatlere bağlı kalamadık. Kışırda kalmış ve gönlünü şu âlemin sûrî güzelliklerine kaptırmış bir kısım ham ruhlara bir şeyler anlatabilme düşüncesiyle mücerredin kudsî cidarlarını sarsarak, müşahhasa ve maddeye yahşiler çektik. Belki de, en açık hakikatleri saffet-i asliyesi içinde sunamadığımızdan cürümler işledik, hevâ ve hevesimize hizmet ettik..?

    Hata ettiysek, Sana gelirken ve başkalarına yol göstermeye çalışırken ettik. Kusur yaptı isek, Senin yolunda yaptık. Hata daima hata, kusur da daima kusurdur. Kalblerimiz ürperti içinde, ruhlarımız iki büklüm, boyunlarımızda tasma, vereceğin hükmü bin can ile intizar etmekteyiz. Bunu derken de biliyoruz ki, Senin sonsuza kadar uzayıp giden rahmetin, her zaman gazabının önünde olmuştur. Senin lütuflarını idrak etmiş kapı kullarına kusurun yaraşıp yakışmadığı muhakkak; ama, affın Sana çok yakıştığını söylememize lütfen müsaade buyurunuz!

    Evet, Sultanım: “Sultana sultanlık, nitekim gedâya da gedâlık yaraşır.”

    Şimdi bizi bağışlarsanız, ötelere seyahat hakikatini sînelerimizin en müstesnâ yerinde muhafaza ederek, yeniden Senin şu kâinat kitabının sayfalarını karıştırmak, yeni bir seyahat mülâhazasıyla upuzun mütalâalara dalmak, Seni anlatan dellâlları dinlemek ve Sana ait nağmelerle kendimizden geçmek istiyoruz. Bezmine ulaşmak isteyen muhtaç ve derbederlere kol-kanat lütfederek onları vuslatınla dilşâd eyle!..





  3. #3
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar

    SEYYAH ÜZERİNE

    İnsan, bir seyyah; kâinatlar da, onun mütalâasına takdim edilmiş rengârenk meşherler, zengin ve rengin kitaplardır. Seyyah, bu kitapları okumak, irfanını artırmak ve insanlığa yükselmek için bu âleme gönderilmiştir. Bu renkli ve zevkli yolculuk, her insana bir kere nasip olur.. ve zannediyorum duyguları hüşyâr, gönlü uyanık olanlar için bu biricik seyahat, İrem Bağları misillü cennetler kurmaya yeter ve artar. Gözü bağlı yaşayanlar ise, her şeye rağmen bir soluk yaşamış gibi geldikleriyle gittikleri bir olur.

    Tabiat ve hayat kanunlarını derinden derine düşünen ve değerlendiren birisi, çiçeklerin parıldayan renklerinden ağaçların kıpırdayan dallarına; yıldırımların ürpertici tarrakalarından kuşların, kuşçukların âhenkli nağmelerine kadar, her şeyde sonsuz bir güzelliğin cilvelerini görür ve her seste Kudreti Nihayetsiz’in takdis edildiğini duyar; ışık, hararet, câzibe, kimyevî alâka ve canlıların sevk ve idare edilme kanun ve hâdiselerinde ilâhî tecellilerin iz ve emârelerini müşahede eder.

    Ruh, maddî âlemin şu gürültülü ve dağdağalı atmosferinden uzaklaşarak vahdet âleminin derinliklerine gömüldükçe, Yüce Yaratıcı’nın kâinattaki o şâşaalı tecelliyâtını seyrederek kendinden geçer. Duygularında böylesine ilâhî visâle ermiş ve kendini sonsuz vecd ve istiğrakın dalgaları arasında med ve cezire terk etmişler için, okyanusların derinden derine kaynama ve velveleleri, tenha koruların sessiz manzarası, bulutlarla boy ölçüşen koca şâhikaların vakarlı duruşu; yemyeşil yamaçların eteklerinde oynayan akşam gölgeleri ve o füsunkâr endamlarıyla bütün zemine yayılmış bahçelerden, etrafı mest eden çeşit çeşit kokular; meltemle oynaşan mini mini çiçekler ve çiçeklere taht kurmuş, çevreye gamze çakan şebnemler, O’nun insanı büyüleyen sonsuz güzelliklerinden akisler değil de ya nedir?..

    Bizim O’nun mahiyetini bilip bilmememiz ne ifade eder; her ses O’ndan bir nağme ve her şey O’ndan bir nâme oldukdan sonra..? Alman hakîm ve şâiri Goethe, “Biz, hem kendi ruhumuzda, hem de tabiatta Allah’ın varlığını seziyoruz. Künhünü bilmememizin ne ehemmiyeti var? Evet, mahiyet-i Ulûhiyet’e dair ne biliyoruz? Allah hakkındaki sınırlı ve dar olan düşüncelerimiz ne ifade eder ki! O’nu yüzlerce isim ve bir sürü sıfatlarla yâd etsem de, yine hakikatin çok çok dûnunda olacağım. Mademki Ulûhiyet dediğimiz yüce varlık, yalnız insanda değil, âlemin büyük küçük bütün hâdiselerinde, tabiatın zengin ve kudretli sînesinde her suretle tecelli etmektedir. Böyle bir Zât-ı Ekmel hakkında beşerî vasıflara göre edinebileceğimiz fikir kâfi ve ihâtalı olabilir mi?” derken, eserleriyle kendini gösteren ve Zâtıyla dünya hayatında görünmeyen O Mevcud-u Meçhûl’e dikkat çekiyordu.

    Biz de, eserleriyle kendini bize tanıttırmak isteyen gözlerden pinhân o Zât için seyyahlar ve seyahatler düşünüyor, hep O’nun yolunda olmak, hep O’na açılan kapıları aşındırarak sonu gelmeyen bir yola çıkmış bulunuyoruz. Cihan durdukça da, hep O’na ait türkülerle etrafı velveleye verme kararındayız... Nasıl vermeyelim ki, biz ve her şey, O’nu tanımak ve tanıtmak üzere bulunuyoruz ve bundan daha yüce bir vazife de bilmiyoruz. Biz, hepimiz O’nun varlığının gölgeleri, O ise, her şeyin menbaı ve merciidir.

    Yerden suları fışkırtan ve cömertliğinden çeşmeler akıtan; güneşe ışıktan kemer bağlayan ve hararetten onun başına taç koyan; toprağı rengârenk çiçeklerle süsleyen ve zemine binbir formayı birden giydiren O’dur. Göklerin, yerin ve engin denizlerin varlığı O’ndandır. Bulutlar denizlerin gözüyle O’na bakmakta, denizler de bulutların diliyle O’nu anmaktadır. Toprağın içini binbir ızdırapla dolduran, mercanın ciğerini kızıl kana boyayan O’dur. Güneşler, O’nun kapıkulu; dünyalar da O’nun boynu tasmalı köleleridirler.

    Ey Yüce Yaratıcı! Cihanın bütün mülk ve saltanatı Senin bayrağının altında Sana boyun eğmekte ve sultanlar Senin kapında Sana kölelik etmektedirler! Her şey Sana koşar, Senden varlık dilenir; Sen ise, kendinden varsın! Emanet varlıklar, var olur, şekillenir sonra da söner giderler; Sen ise, bütün bunlardan berî ve müstağnisin! Teksin. Eşsizsin. İhtiyaçsızsın! Bütün varlıklar birliğinden medet umar. Birliğin, çölde kalmışların kevseri ve cennetidir. Bu yerler, Senin emrinle yerinde durur. Gökkubbe, Senin kudret ve iradenle düzenini korur. Eğer bütün bunlar Sana dayanmasaydı, yıldızlar bağı çözülen tespih taneleri gibi kâinatın bağrına dağılıp giderdi de bunu kimse önleyemezdi.

    Biz hepimiz, Seninle mutluluğa erdik. Seni tanımakla gerçek saadeti tanıdık. Sana dayanmayan ve Senden gelmeyen mutluluktan kaçıyor ve Seni unutturan saadeti de lânetliyoruz. Evet Seni söylemeyen her şeye karşı susmak ve küsmek ve Seni hatırlamayanları da unutmak gerektir.

    Ey rahmeti sonsuz Yüce Yaratıcı! Bizler Senin kapının bendeleri ve bu uğurda dünya ve ukbâdan geçmeye kararlı sadık kulların olarak bugüne kadar kimseye secde edip kul olmadık. Derdimizi Senden başkasına açmadık. Açtıksa da, “bin tevbe” diyerek dönüp dergâhına sığındık. Sen, bu kapından ayrılmayanların kadehlerini muhabbetinle doldur ve asırlardan beri dudağı tebessüm bilmeyenlerin yüzünü güldür.

    Ey yaslıların ümit ve huzuru! Ey gariplerin sahibi! Ey çaresizlerin çaresi! Nâçâr kalmış kullarına bir perde aç; açlıklarını gider ve dertlerine derman ol!.. Biz, Seni resimlerle, şekillerle anlatmak ve bunlarla vicdanlarımızda duyduğumuz güzelliklerini başkalarına da duyurmak istemiştik... Eğer bununla, idrak edemediğimiz ulvî hakikatleri örseledi isek, Senden özür diliyor ve bizi bağışlamanı istiyoruz.





  4. #4
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar

    Birinci Bölüm: Hikmet Açısından

    İlim Üzerine


    Müspet ilimlerin ilhada götüreceğinden korkarak, onlardan uzak kalmak bir çocukluk; onları bütün bütün dine, imana zıt görerek, ilimleri inkâra vesile saymak da, bir peşin hükümlülük ve cehalettir.

    * * *

    İlimler, saadetimizi garanti edip, bizleri insanlığa yükselttiği ölçüde faydalıdırlar. Aksine, insanoğluna korkulu rüyalar yaşatan ilim ve teknoloji, yolumuzu kesmiş bir cadı ve şeytandır.

    * * *

    Asrımızın başında ilmi ilâhlaştırarak her şeyi ona kurban eden bir kısım sığ görüşlü materyalistlere karşı, çağın dünya çapındaki ilim adamı, “Dinsiz ilim kör, ilimsiz din de topaldır.” diyerek, bir asrı saran korkunç hezeyânı, en lâtif şekilde taşlıyordu. Bilmem ki, günümüzün hem kör hem de topallarını görseydi, ne diyecekti!

    * * *

    Müspet ilimlerin hiçbir şey olmadığını iddia etmek bir cehalet ve taassup, onun dışında her şeyi reddetmek, toyca bir yobazlık; kazandığı her yeni bilginin ışığında, bilmediği daha yığın yığın şeyler olduğunu idrak ve kabullenme ise, bir ilim zihniyeti ve düşünce istikametidir.

    * * *

    İlim ve teknik insanın hizmetindedir ve ondan korkmak için ciddî hiçbir sebep de mevcut değildir. Tehlike, ilmîlikte ve ilme göre bir dünya kurmakta da değildir. Tehlike, cehalette, şuursuzlukta ve mes’uliyet yüklenmekten kaçınmadadır.


  5. #5
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar

    İlimden Beklenen Gâye

    İnsanoğlu için gerçek hayat, ilim ve irfanla kâbil olacağından, öğrenip öğretmeyi ihmal edenler, hayatta olsalar dahi ölü sayılırlar. Zira, insanın yaratılışının en önemli gâyesi, görüp bilmek ve öğrendiklerini başkalarına bildirmekten ibarettir.

    * * *

    Bir ferdin tedbir ve isabetli kararları, o tedbir ve kararların akıl ve mantıkla münasebeti nispetindedir. Akıl ve mantık ise, ilim ve mârifetle doğru orantılı olarak gelişir. Onun içindir ki, ilim ve mârifetin olmadığı bir yerde, akıl âtıl, mantık aldatıcı, kararlar da isabetsizdir.

    * * *

    Bir insanın insanlığı, öğrenip öğretmek ve başkalarını aydınlatmakla belli olur ve ortaya çıkar. Bilmediği halde öğrenmeyi düşünmeyen; öğrendikleriyle kendini yenileyip başkalarına da örnek olmayan, sûretâ insan görünse de, sîreti açısından düşündürücüdür!

    * * *

    Öğrenip öğretilecek şeyler, insanın mâhiyetini ve kâinatın sırlarını keşfe yönelik olmalıdır. Benlik sırlarına ışık tutmayan, varlığın karanlık noktalarını ve tıkanıklıklarını açıp aydınlatmayan ilim, ilim değildir.

    * * *

    İlim ve mârifetle elde edilen mansıp ve pâye, başka yollarla elde edilen makamlardan daha yüksek ve daha uzun ömürlüdür. Zira ilim, sahibini, dünyada fenalıklardan uzak ve faziletli; öbür âlemde de, onun iman ve irfanıyla gönlünde kurduğu tasavvurları aşkın makamlarla mutlu kılar.

    * * *

    Her anne ve baba, çocuklarının kafaları gereksiz şeylerle doldurulmadan önce, onları mutlaka ilim ve irfanla doyurmalıdırlar. Çünkü, hakikat adına boş gönüller ve mârifetten mahrum ruhlar, her türlü fena düşüncenin serpilip gelişmesine müsait birer tarla mesâbesindedirler. Önceden onlara ne tür tohum saçılırsa, daha sonra hasat edilen de o olur.

    * * *

    İlim öğrenmekten maksat, bilginin insanoğluna mürşit ve rehber olması ve öğrenilen şeylerle, insanî kemâlâta giden yolların aydınlığa kavuşturulmasıdır. Binaenaleyh, ruha mâl edilmemiş ilimler, sahibinin sırtında bir yük; insanı ulvî hedeflere yöneltmeyen mârifet de, bir kalb ve düşünce hamallığıdır.

    “İlim, ilim bilmektir,

    İlim kendin bilmektir;

    Sen kendini bilmezsen,

    Ya nice okumaktır.” (Yunus)

    * * *

    Hedef ve maksadı belirlenmiş bir ilim, sahibi için, “ilelebet” devam edecek bir bereket vesilesi ve tükenmez bir hazinedir. Bu hazineye mâlik olanlar, yaşadıkları sürece, hatta daha sonra, bir tatlı su kaynağı gibi daima ziyaret edilir ve hayra vesile olurlar. Gönüllere şüphe ve tereddüt atan ve ruhları karartan hedefi belirlenmemiş boş faraziyeler ise, ümitsiz ve bulanık ruhların, etrafında uçuşup durduğu bir çöplük yığını veya ruh kapanıdırlar.

    * * *

    İlim ve fen, çeşit çeşit dalları ve her dalın ihtiva ettiği faydalarıyla, hemen herkes için yararlı ise de; insanın ömrü mahdut, imkânları da sınırlı olduğundan, bunların hepsini belleyip istifade etmesi mümkün değildir. Bu itibarla, her fert kendisi ve milleti için gerekli olan şeyleri öğrenip değerlendirmeli, gereksiz şeylerle ömrünü beyhûde zâyi etmemelidir.

    * * *

    Gerçek ilim adamı, çalışma ve araştırmalarını en doğru haberlerin, en aldatmaz beyanların ışığı altında ve ilmî tecrübelere göre düzenleyip sürdüreceğinden, her zaman gönlü rahat, işleri de kolay olacaktır. Bilginin gerçek kaynağından mahrum bir kısım zavallı ruhlar ise, durmadan yol ve yön değiştirip duracak ve bir türlü ham hayallerden kurtulamayacakları için, hep “âh u vah” edip inkisar içinde inleyeceklerdir.

    * * *

    Her şahsın kadir ve kıymeti, tahsil ettiği ilmin muhteva ve zenginliğine göredir. İlmi, sırf bir “dedikodu” unsuru olarak kullananın kıymet ve değeri o kadar; onu, eşya ve hâdiseleri tanımada bir “prizma” olarak kullanıp, mekânın en karanlık köşelerine kadar ulaşan ve irfanıyla kanatlanıp, “tabiat” ötesi hakikatlerle kucaklaşanınki de o kadar...



  6. #6
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar

    İlim ve Cehalet

    İlimleri fişleyip kitaplara işlemek, mevcut şeylerin bir kere daha anlatılması bakımından yararlı ise de, ilham ve istinbat ruhunu felç etmesi itibarıyla bin zararı olduğu söylenebilir...

    * * *

    İlim, önemli bir hidayet rehberidir.. hele bir de vahye dayanıp vahiyle beslenirse, bu takdirde o, arz u semâyı aşacak buutlara ulaşır ve ayrı bir kıymet alır.

    * * *

    Şimdi mûcit-kâşif yetişmiyor. Taklitçi adamlar yetişiyor. Kısmen her şeyi değiştirecek, isyancı ruha ihtiyaç var. Her şey değişecek. Kitap-mektep-kapı-sıra.. hepsi.. ve tenkit ile işe başlama esastır.

    * * *

    Cehalet, en kötü arkadaş; ilim, en vefâlı yoldaştır.

    * * *

    İlim, hilim (yumuşak huyluluk) ile birleşince baş döndürücü bir derinliğe ulaşır.

    * * *

    Câhil, öfkelenince bağırır-çağırır; akıllı ise, yapması gerekli olan şeyleri plânlar.

    * * *

    Fazilet, ilim-hilim-ibadet sacayağı üzerinde oturmaktadır.

    * * *

    İlim, amele kaynak olamamışsa, kuruması mukadderdir.

    * * *

    İhtiyaç, ilmî keşiflerin keskin gözlü bir kılavuzudur.

    * * *

    Anlamak başkadır, bilmek başkadır; bin şeyi bilmektense, bir şeyi anlamak daha iyidir.

    * * *

    Kendini “bilmiyorum” demeye alıştır ki, hiçbir zaman “bilmiyorum” deme utancını yaşamayasın..!

    * * *

    Türlü türlü müsabakalar gibi, bir de fakirlikler müsabakası yapılabilseydi, cehalet, böyle bir yarışmanın kralı olurdu...


  7. #7
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar

    Düşünceye Saygı

    Her şeyi tenkit, her şeye itiraz, bir yıkma hamlesidir. Şayet insan, bir şeyi beğenmiyorsa, ondan daha iyisini yapmaya çalışmalıdır. Zira, yıkmaktan harabeler, yapmaktan da mâmûreler meydana gelir.

    * * *

    Alenî hiddet ve şiddetten ziyade, gizli düşmanlık ve sinsi öfkelerden korkmak lâzımdır. Dostlar yüze karşı şiddetli olsalar da, arkadan arkaya hep bir koruma meleği gibi davranırlar. Düşmanlar ise, yumuşaklıklarında tuzak kurar; sertliklerini de, tıpkı bir örümcek gibi, tuzağa düşürdüklerini haklarlarken ortaya koyarlar.

    * * *

    “Falan kimse havadan nem kapıyor” derler! Ona ruhum feda.! Ya yağmur altında dahi ıslanmayanlara ne demeli..!

    * * *

    Bir mecliste her söze kıymet ver! Hatta fikrine uymayan düşünceleri bile hemen reddetme. Bir başka münasebetten dolayı ifade edilmiş olabileceğini düşün ve sonuna kadar sabret ve dinle!

    * * *

    Tecrübe, aklın hocası, düşüncenin de rehberidir.


  8. #8
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar

    Din

    İnsanoğlu, var olduğu günden bu yana gerçek huzuru dinin sıcak atmosferinde bulmuş ve ancak din sayesinde mutlu olabilmiştir. Dinin olmadığı bir yerde yüksek ahlâk ve faziletten bahsetmek mümkün olmadığı gibi, mutluluktan söz etmek de oldukça zordur. Zira, ahlâk ve faziletin kaynağı vicdandır. Vicdana hükmedecek yegâne unsur da, Allah’la irtibattan ibaret olan dindir.

    * * *

    Din, güzel huylar adına açılmış en feyizli, en bereketli bir mekteptir. Bu yüce mektebin talebeleri de, yediden yetmişe bütün insanlardır. Bu mektebe intisap eden herkes böyle bir intisapla er-geç huzura, emniyete ve itminana erer. Dışarıda kalanlar ise, özleri dahil, zamanla her şeylerini kaybederler.

    * * *

    Din, insanları kendi hür iradeleriyle hayırlara sevk eden ilâhî prensipler mecmuasıdır. İnsanın maddî-mânevî terakkisini, dolayısıyla da dünyevî ve uhrevî bütün saadetlerini hazırlayacak esasları dinin prensipleri içinde bulmak her zaman mümkündür.

    * * *

    Din, Allah’ı bilip birleme, O’nun yolunda hareketle ruh saffetine ulaşma, O’nun nâmına ve O’nun emirleri istikametinde insanlarla münasebetlerini düzene koyma, hatta O’nun hesabına bütün varlığa karşı derin bir alâka ve muhabbet duymanın unvanıdır.

    * * *

    Dini kabul etmeyenler, zamanla namus, vatan, millet gibi yüksek mefhumlara da saygısız davranmaya başlarlar.

    * * *

    Hemen bütünüyle ahlâksızlık, dinsizlik kaynağından fışkıran bir zift; her tür kargaşa ve anarşi de, dinsizlik vadilerinin sevimsiz zakkumlarıdırlar.

    * * *

    Hayatını din aleyhtarlığına vakfetmiş bir kısım inançsızların, hiç olmazsa dinsizliğin neye yaradığını, bir kısım meyveleriyle göstermeleri gerekmez miydi..?

    * * *

    Din ile gerçek ilim, bir hakikatin iki yüzü gibidirler. Din, insanı doğru yollarda gezdirir ve mesut edecek neticelere ulaştırır. Gâyesi ve hedefi belli olan ilim ise, bir meş’ale gibi, bu yollarda ve kendi alanı içinde onun önünü aydınlatır.

    * * *

    Bütün güzel çiçekler, dinin bağ ve bahçelerinde yetişmiştir. İşte onun prensipleri ve işte enbiyâ, evliyâ ve asfiyâ gibi pırıl pırıl meyveleri..! İnançsızlar, bu meyveleri görmezlikten gelseler de, onları ne kitapların sayfalarından, ne de insanların sînelerinden silmeye güçleri yetmeyecektir.

    * * *

    Peygamberler, insanlar arasında dağlar gibidirler. Yeryüzünde, yerin istikrar kazanması ve havanın tasaffi etmesi için dağlar nasıl emniyet unsuru ise, peygamberler de, insanlar içinde öyledir. Onun içindir ki, bu ikisi yer yer bir arada zikredilmiştir. Evet, Hz. Nuh–Cûdi, Hz. Musa–Tur, Hz. Muhammed (s.a.s)–Hira, bu muammadan sır perdesini aralayan birer işarettir.

    * * *

    Din, sağlam düşünceye, akl-ı selime ve ilme istinat eder. Bu zâviyeden de, onun hiçbir meselesini tenkit etmeye imkân yoktur. Onu tanımamazlıktan gelenlerin, ya düşünce sistemleri bozuk, ya ilim anlayışları yanlış ya da muhakemeleri yetersizdir.

    * * *

    Din, gerçek medeniyet prensiplerini ihtiva eden bereketli bir kaynaktır. Onun sayesinde insan, gönül ve his dünyasında ulvîleşir, başı fizik ötesi âlemlere ulaşır ve bütün hayırların, güzelliklerin, faziletlerin asıl kaynağından doya doya içme ufkuna ulaşır.

    * * *

    Fazilet aranırsa dinde aranmalıdır. Dinsizin faziletli olması ve gerçek dindarın da faziletsiz bulunması ender rastlanan vak’alardandır.

    * * *

    Din sayesinde insan, insanlık mânâsını idrak eder ve diğer canlılardan ayrılır. Dinsizin nazarında insanın, sâir hayvanlardan farkı yoktur.

    * * *

    Din, Allah yolu; dinsizlik ise, şeytan yoludur. Bundan dolayıdır ki, din ve dinsizlik mücadelesi, Âdem (a.s) zamanından günümüze kadar süregeldiği gibi, kıyamete kadar da devam edecektir.


  9. #9
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar


    Kur’ân

    Kur’ân, insanoğlunun kıymet ve değeri ölçüsünde, onun kalb-ruh-akıl ve cismaniyetini nazar-ı itibara alarak, yüksekler yükseğinden nüzûl ile insanlık ufkunda tulû etmiş, en mükemmel mesajlar ve ilâhî kanunlar mecmuasıdır.

    * * *

    Bugün yaklaşık bir milyar insanın tâbi olduğu Kur’ân, ebedî ve değişmeyen ilâhî prensipleriyle, topyekün beşer mutluluğunun ve o mutluluğa ulaştıran en kestirme, en aydınlık yolun göstericisi olarak, eşi benzeri bulunmayan tek kitaptır.

    * * *

    Kur’ân, içinde milyonlarca âlim, binlerce filozof ve mütefekkirin de bulunduğu, küre-i arzın kaderine hükmetmiş en muhteşem, en nuranî cemaatlerin ışık kaynağı bir kitaptır. Ve, bu mânâda onun saltanatına denk ikinci bir saltanat da yoktur.

    * * *

    Kur’ân, nâzil olduğu günden bu yana, ne itirazlara ne tenkitlere uğramıştır ama, bu mevzuda kurulan bütün mahkemeler Kur’ân’ın beraatiyle neticelenmiş ve mücadeleler onun zaferiyle noktalanmıştır.

    * * *

    Kur’ân, gönüllerde billûrlaşan bir nur, ruhlara ışık tutan bir aydınlık kaynağı ve baştan başa bir hakikatler meşheridir. Onu, gerçek çehresiyle ancak, bir çiçekte kâinattaki bütün güzellikleri sezebilen ve bir damlada tûfanları seyredebilen inanmış ruhlar tanıyıp anlayabilirler.

    * * *

    Kur’ân, öyle bir üslûba sahiptir ki, onun âyetlerini duyan Arap ve Acem beliğleri ona secde etmiş, onun muhteva güzelliklerini sezip anlayan hakikatşinas edipler, o Söz Sultanı’nın yanında edeple iki büklüm olmuşlardır.

    * * *

    Müslümanlar, ancak Kur’ân’ı tasdik ve ona iman etmekle aralarında bir birliğe ulaşabilmişlerdir ve yine onu tasdik ve ona iman etmekle birliğe ulaşabileceklerdir. Kur’ân’ı tasdik etmeyenler, müslüman olamayacakları gibi, aralarında kalıcı bir birlik tesis edebilmeleri de mümkün değildir.

    * * *

    “İman bir vicdan meselesidir.” demek, “Allah’ı (c.c), Peygamber’i (s.a.s), Kur’ân’ı yalnız dille değil, vicdanımla da tasdik ederim.” demektir. Her çeşidiyle bu anlayışa bağlı ibadet ise, bu sağlam tasdikin zarurî bir tezahürüdür.

    * * *

    İnsanlık, cehalet ve küfrün vahşetleri içinde bocalayıp durduğu bir dönemde, o vahşî muhitte bir aydınlık tûfanı şeklinde belirip, bir hamlede dünyaları nura gark etme gibi, tarihin emsâlini gösteremediği en büyük inkılâp bir kere olmuş, o da Kur’ân’la gerçekleştirilmiştir. Şâhit olarak buna tarih yeter..!

    * * *

    İnsana, insanın mânâ ve mahiyetini, hakkı, hikmeti, Allah’ın Zât, sıfât ve isimlerini en hassas muvazenelerle öğreten kitap Kur’ân’dır.. ve bu sahada ona denk ikinci bir kitap göstermek de mümkün değildir. Asfiyânın hikmetlerine, hakperest filozofların felsefelerine baksan, bunu sen de anlayacaksın..!

    * * *

    Hakikî adaleti, gerçek hürriyeti, dengeli müsâvâtı, hayrı, namusu, fazileti, hatta hayvanlara varıncaya kadar her varlığa şefkati emredip; zulmü, şirki, haksızlığı, cehaleti, rüşveti, faizi, yalanı, yalan şehadeti açıkça meneden biricik kitap Kur’ân’dır.

    * * *

    Yetimi, fakiri, mazlumu himaye edip, padişahla köleyi, kumandanla neferi, davalıyla davacıyı aynı sandalyeye oturtup muhakeme eden kitap da yine yalnız Kur’ân’dır.

    * * *

    Kur’ân’ı üstûre ve hurafelere kaynak göstermek, ondört asır evvelki cahiliye Araplarından bugünün dinsizlerinin tevârüs ettiği bir kısım tutarsız hezeyanlardan başka bir şey değildir. Böyle bir anlayışla hikmet ve hakikî felsefe alay eder...

    * * *

    Kur’ân ve onun getirdikleri hakkında söz söyleyenlerin, muvakkaten olsun, beşerin nizam, âhenk, huzur ve emniyeti adına bir şeyler söylemeleri gerekmez miydi.? Doğrusu, Kur’ân’a yabancı medeniyetlerin perişaniyet ve derbederliği, onun ışığından mahrum gönüllerin sıkıntı ve buhranlarla inim inim inlemesi karşısında, bu temerrüt ve bu inadı anlamak oldukça zor...

    * * *

    İnsanlık için en muntazam hayat, Kur’ân’ın solukladığı hayattır. Öyle ki medeniyetin, bugün dünyanın dört bir yanında takdirle yâd edilip alkışlanan bir kısım güzelliklerinin, tamamen Kur’ân’ın yüzlerce sene evvel teşvik ettiği şeyler olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Kusur ve kabahat kimde..!?

    * * *

    Bizde, öteden beri Kur’ân hakkında atıp-tutanlar ve onunla uğraşmayı meslek hâline getirenler, umumiyet itibarıyla, hep bilmediklerini dahi bilmeyen câhiller olmuştur. Ne acıdır ki, bu zavallılar, aleyhinde oldukları kitap hakkında ne bir araştırma yapmış, ne de bir şeyler okumuşlardır. Aslında bunların iddialarıyla, pozitif ilimlere karşı temerrüt gösteren câhillerin iddiaları arasında pek de fark yoktur ama, halkın hakikatlere uyanması için daha bir süre beklemek icap edecektir.

    * * *

    Kur’ân’a iman eden, Hz. Muhammed’e (s.a.s), Hz. Muhammed’e iman eden de, Allah’a (c.c) iman etmiş sayılır. Kur’ân’a inanmayan Hz. Muhammed’e, Hz. Muhammed’e inanmayan da Allah’a inanmış sayılmaz. İşte, gerçek Müslümanlığın buutları..!

    * * *

    Kur’ân sayesinde insan, Allah’a muhatap olma gibi, mevkilerin en yükseğine yükselmiştir. Böyle bir mevkide bulunduğunun şuurunda olan bir insan, kendi dilindeki Kur’ân’da Rabbini dinler, Rabbiyle konuşur ve Rabbiyle konuştuğuna yemin etse, yemininde yalancı sayılmaz.

    * * *

    Kur’ân’ın aydınlık ikliminde insan, daha dünyada iken kabirden, berzahtan geçer; Mahşer’i, Sırat’ı görür; cehennemlerin dehşetiyle ürperir ve cennetlerin âsûde yamaçlarında dolaştığını duyar ve hisseder gibi olur.

    * * *

    Müslümanları, Kur’ân’ı anlama ve onda derinleşmeden alıkoyanlar, dolayısıyla onları dinin ruhundan ve İslâm’ın özünden de uzaklaştırmış oldular.

    * * *

    Öyle zannediyorum ki, çok yakın bir gelecekte insanlığın takdir ve hayranlık dolu bakışları altında, Kur’ân okyanusuna doğru akan çeşitli ilim, teknik ve san’at çağlayanları esas kaynaklarına dökülüp onunla bütünleşince, âlimler, araştırmacılar ve san’atkârlar da, bir kere daha kendilerini o deryanın içinde bulacaklar...

    * * *

    Geleceğin Kur’ân devri olmasını çok görmemek lâzım! Zirâ Kur’ân, geçmişi bugünle, bugünü de yarınla bir arada görüp bilen bir Zât’ın kelâmıdır..!


  10. #10
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar

    Hz. Muhammed (s.a.s)

    İnsanlık, gerçek medeniyeti Hz. Muhammed (s.a.s) sayesinde tanıdı ve benimsedi. O’ndan sonra bu istikamette gösterilen her gayret, O’nun getirdiği esasları taklit ve ta’dilden öteye gitmemiştir. Bu itibarla da, O’na, hakikî medeniyetin kurucusu demek daha uygun olacaktır.

    * * *

    Tembele ve tembelliğe yüz vermeyen, çalışmayı ibadet sayıp, çalışkanı alkışlayan, arkasındakilere yaşadıkları çağın ötesini ve topyekün insanlığa muvazene unsuru olma noktalarını gösteren, Hz. Muhammed (s.a.s)’dir.

    * * *

    Hz. Muhammed (s.a.s), küfrün, vahşetin aleyhine bir celâdet ve belâgat kılıcı olarak ortaya çıkma, dört bir yanda avaz avaz hakikati ilân etme ve insanlığa gerçek var oluş yollarını göstermede eşi-menendi olmayan bir Zât’tır.

    * * *

    Yeryüzünde cehaletin, küfrün ve vahşetin sevmediği bir insan varsa, o da Hz. Muhammed (s.a.s)’dir. Ne olursa olsun, hakikati arayan ve irfana susamış bulunan gönüller, er-geç O’nu arayıp bulacak ve bir daha da O’nun izinden ayrılmayacaklardır.

    * * *

    Din, namus, vatan ve milleti koruyup kollamayı, bu uğurda mücadelenin bir cihad, cihadın da erişilmez bir kulluk vazifesi olduğunu fevkalâde bir muvazene içinde insanlığa tebliğ eden, Hz. Muhammed (s.a.s)’dir.

    * * *

    Gerçek hürriyeti insanlığa ilk defa ilân eden, insanların hukuk ve adalette birbirine müsâvi olduklarını vicdanlara duyuran, üstünlüğü ahlâk, fazilet ve takvada arayan, zalime ve zalim düşünceye karşı hakikati haykırmayı ibadet sayan, Hz. Muhammed (s.a.s) olmuştur.

    * * *

    Fânilik ve ölümün yüzündeki perdeyi yırtan, kabri ebedî saadet âleminin bekleme salonu olarak gösteren, her yaş ve her başta mutluluk arayan gönülleri Hızır çeşmesine ulaştırıp onlara ölümsüzlük iksiri içiren, Hz. Muhammed (s.a.s)’dir.


Sayfa 1/11 123 ... SonSon

Benzer Konular

  1. Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 19.05.09, 00:16
  2. ÖLÇÜ
    By ACİZKUL in forum Fıkıh ve Akaid
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 18.05.09, 04:17
  3. İnsanlikta ÖlÇÜ
    By Reyhani in forum Nasihatlar
    Cevaplar: 2
    Son Mesaj: 14.01.09, 14:02
  4. Yağmurdaki ölçü
    By Konyevi Nisa in forum Kur'an Mucizeleri
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 14.10.08, 08:04
  5. Bu Yoldaki Kimselerin Gözetmesi Gereken Edepler
    By Reyhani in forum Sofilik Adabı
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 24.09.08, 09:48

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •