Sayfa 1/3 123 SonSon
21 sonuçtan 1 ile 10 arası

Konu: SÖZLER / Risale-i Nur'dan 10. Söz

    Share
  1. #1
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart SÖZLER / Risale-i Nur'dan 10. Söz

    بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ
    Onuncu Söz
    Hasir Bahsi
    IHTAR: (Su risalelerde tesbih ve temsilleri, hikâyeler Sûretinde yazdigimin sebebi; hem teshil, hem hakaik-i Islâmiye ne kadar makul, mütenasib, muhkem, mütesanid oldugunu göstermektir. Hikâyelerin mânâlari, sonlarindaki hakikatlerdir. Kinaiyat kabilinden yalniz onlara delâlet ederler. Demek, hayalî hikâyeler degil, dogru hakikatlerdir.)

    بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ
    فَانْظُرْ اِلَى آثَارِ رَحْمَةِ اللّهِ كَيْفَ يُحْيِى اْلاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَآ اِنَّ ذَلِكَ َلمُحْيِى اْلمَوْتَى وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
    Birader, hasir ve âhireti basit ve avâm lisaniyla ve vâzih bir tarzda Beyânini ister isen, öyle ise su temsilî hikâyecige nefsimle beraber bak, dinle:
    Bir zaman iki adam, Cennet gibi güzel bir memlekete (su dünyaya isarettir) gidiyorlar. Bakarlar ki: Herkes ev, hâne, dükkân kapilarini açik birakip muhafazasina dikkat etmiyorlar. Mal ve para, meydanda sahibsiz kalir. O adamlardan birisi, her istedigi seye elini uzatip, ya çaliyor, ya gasbediyor. Hevesine tebaiyet edip her nevi zulmü, sefaheti irtikâb ediyor. Ahali de ona çok ilismiyorlar. Diger arkadasi ona dedi ki:
    "Ne yapiyorsun? Ceza çekeceksin; beni de belaya sokacaksin. Bu mallar mîrî malidir. Bu ahali çoluk çocuguyla asker olmuslar veya memur olmuslar. Su islerde sivil olarak istihdam ediliyorlar.

    sh: » (S: 51)
    Onun için sana çok ilismiyorlar. Fakat intizâm sediddir. Padisahin her yerde telefonu var ve memurlari bulunur. Çabuk git, dehâlet et" dedi. Fakat o sersem inad edip dedi:
    "Yok, mîrî mali degil, belki vakif malidir, sahibsizdir. Herkes istedigi gibi tasarruf edebilir. Bu güzel seylerden istifadeyi men'edecek hiçbir sebeb görmüyorum. Gözümle görmezsem inanmayacagim" dedi. Hem feylesofane çok safsatiyati söyledi. Ikisi arasinda ciddî bir münazara basladi. Evvelâ o sersem dedi:
    "Padisah kimdir? Tanimam."
    Sonra arkadasi ona cevaben: "Bir köy muhtarsiz olmaz. Bir igne ustasiz olmaz, sahibsiz olamaz. Bir harf kâtibsiz olamaz, biliyorsun. Nasil oluyor ki, nihayet derecede muntâzam su memleket hâkimsiz olur? Ve bu kadar çok servet ki, her saatte bir simendifer (Hasiye) gaibden gelir gibi kiymettar, Mûsanna' mallarla dolu gelir. Burada dökülüyor gidiyor. Nasil sahibsiz olur? Ve her yerde görünen ilânnameler ve Beyânnameler ve her mal üstünde görünen turra ve sikkeler, damgalar ve her kösesinde sallanan bayraklar nasil mâliksiz olabilir? Sen anlasiliyor ki, bir parça firengî okumussun. Bu Islâm yazilarini okuyamiyorsun. Hem de bilenden sormuyorsun. Iste gel, en büyük fermani sana okuyacagim."
    O sersem döndü dedi:
    "Haydi padisah var; fakat benim cüz'î istifadem ona ne zarar verebilir. Hazinesinden ne noksan eder? Hem burada hapis mapis yoktur, ceza görünmüyor."
    Arkadasi ona cevaben dedi:
    "Yahu su görünen memleket bir manevra meydanidir. Hem sanayi-i garibe-i sultaniyenin mesheridir. Hem muvakkat temelsiz misafirhaneleridir. Görmüyor musun ki, her gün bir kafile gelir, biri gider, kaybolur. Daima dolar bosanir. Bir zaman sonra su memleket tebdil edilecek. Bu ahali baska ve daimî bir memlekete nakledilecek. Orada herkes hizmetine mukabil ya ceza, ya mükâfat görecek." dedi.
    Yine o hain sersem, temerrüd edip: "Inanmam. Hiç mümkün müdür ki, bu memleket harab edilsin; baska bir memlekete göç etsin." dedi. Bunun üzerine emin arkadasi dedi:
    "Mâdem bu derece inad ve temerrüd edersin. Gel, hadd ve hesa-
    ____________________
    (Hasiye): Seneye isarettir. Evet bahar, mahzen-i erzak bir vagondur. Gaibden gelir...

    sh: » (S: 52)
    bi olmayan delâil içinde Oniki Sûret ile sana gösterecegim ki: Bir mahkeme-i kübrâ var, bir dâr-i mükâfat ve ihsan ve bir dâr-i mücâzat ve zindan var ve bu memleket her gün bir derece bosandigi gibi, bir gün gelir ki, bütün bütün bosanip harab edilecek.
    BIRINCI SûRET: Hiç mümkün müdür ki: Bir saltanat, bâhusus böyle muhtesem bir saltanat, hüsn-ü hizmet eden mutilere mükâfati ve isyan edenlere mücâzati bulunmasin. Burada yok hükmündedir. Demek baska yerde bir mahkeme-i kübrâ vardir.
    IKINCI SûRET: Bu gidisata, icraata bak! Nasil en fakir, en zaîften tut, tâ herkese mükemmel, mükellef erzak veriliyor; kimsesiz hastalara çok güzel bakiliyor. Hem gâyet kiymetdar ve sahane taamlar, kaplar, murassa nisanlar, müzeyyen elbiseler, muhtesem ziyafetler vardir. Bak senin gibi sersemlerden baska, herkes vazifesine gâyet dikkat eder. Kimse zerrece haddinden tecavüz etmez. En büyük sahis, en büyük bir itaatle mütevâziyane bir havf ve heybet altinda hizmet eder. Demek su saltanat sahibinin pek büyük bir keremi, pek genis bir merhameti var. Hem pek büyük izzeti, pek celâlli bir haysiyeti, nâmusu vardir. Halbuki kerem ise, in'am etmek ister. Merhamet ise, ihsansiz olamaz. Izzet ise gayret ister. Haysiyet ve nâmus ise, edebsizlerin tedibini ister. Halbuki su memlekette o merhamet, o nâMûsa lâyik binden biri yapilmiyor. Zâlim izzetinde, mazlûm zilletinde kalip buradan göçüp gidiyorlar.
    Demek bir mahkeme-i kübrâya birakiliyor.


    Seni çok Özledim Annem

  2. #2
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: SÖZLER / Risale-i Nur'dan 10. Söz

    ÜÇÜNCÜ SûRET: Bak ne kadar âlî bir hikmet, bir intizâmla isler dönüyor. Hem ne kadar hakikî bir âdalet, bir mizanla muameleler görülüyor. Halbuki hikmet-i hükûmet ise, saltanatin cenah-i himayesine iltica eden mültecilerin taltifini ister. Adâlet ise, raiyetin hukukunun muhafazasini ister; tâ hükûmetin haysiyeti, saltanatin hasmeti muhafaza edilsin.
    Halbuki su yerlerde o hikmete, o adâlet e lâyik binden biri icra edilmiyor. Senin gibi sersemler, çogu ceza görmeden buradan göçüp gidiyorlar.
    Demek bir mahkeme-i kübrâya birakiliyor...
    DöRDÜNCÜ SûRET: Bak hadd ü hesaba gelmeyen su sergilerde olan misilsiz mücevherat, su sofralarda olan emsalsiz mat'umat gösteriyorlar ki: Bu yerlerin pâdisahinin hadsiz bir sehaveti, hesabsiz dolu hazineleri vardir. Halbuki böyle bir sehavet ve tükenmez hazineler, daimî ve istenilen her sey içinde bulunur bir dâr-i ziyafet ister. Hem ister ki, o ziyafetten telezzüz edenler ora-

    sh: » (S: 53)

    da devam etsinler. Tâ zeval ve firak ile elem çekmesinler. Çünki zeval-i elem, lezzet oldugu gibi, zeval-i lezzet dahi elemdir. Bu sergilere bak! Ve su ilânlara dikkat et! Ve bu dellâllara kulak ver ki, mu'ciznümâ bir padisahin antika san'atlarini teskil ve teshir ediyorlar. Kemâlâtini gösteriyorlar. Misilsiz cemâl-i mânevîsini Beyân ediyorlar. Hüsn-ü mahfîsinin letâifinden bahsediyorlar. Demek onun pek mühim, hayret verici Kemâlât ve cemâl-i mânevîsi vardir. Gizli, kusursuz Kemâl ise; takdir edici, istihsan edici, mâsâallah deyip müsahede edicilerin baslarinda teshir ister. Mahfî, nazîrsiz cemâl ise; görünmek ve görmek ister. Yâni, kendi cemâlini iki vecihle görmek: Biri, muhtelif âyinelerde bizzât müsahede etmek. Digeri, müstak seyirci ve mütehayyir istihsan edicilerin müsahedesi ile müsahede etmek ister. Hem görmek, hem görünmek, hem daimî müsahede, hem ebedî ishad ister. Hem o daimî cemâl, müstak seyirci ve istihsan edicilerin devam-i vücudlarini ister. Çünki daimî bir cemâl, zâil müstaka razi olamaz. Zira dönmemek üzere zevale mahkûm olan bir seyirci, zevalin tasavvuruyla muhabbeti adavete döner, hayret ve hürmeti tahkire meyleder. Çünki insan, bilmedigi ve yetismedigi seye düsmandir. Halbuki su misafirhanelerden herkes çabuk gidip, kayboluyor. O Kemâl ve o cemâlin bir isigini belki zayif bir gölgesini, bir anda bakip doymadan gidiyor.
    Demek bir seyrangâh-i daimîye gidiliyor...
    BESNCI SûRET: Bak bu isler içinde görünüyor ki, o misilsiz zâtin pek büyük bir sefkati vardir. Çünki her musibetzedenin imdadina kosturuyor. Her suale ve matluba cevab veriyor. Hattâ bak, en edna bir hacet, en edna bir raiyetten görse, sefkatle kaza ediyor. Bir çobanin bir koyunu, bir ayagi incinse, ya merhem, ya baytar gönderiyor.
    Gel gidelim, su adada büyük bir içtima var. Bütün memleket esrafi orada toplanmislar. Bak, pek büyük bir nisani tasiyan bir yâver-i ekrem bir nutuk okuyor. O sefkatli padisahindan bir seyler istiyor. Bütün ahali: "Evet, evet biz de istiyoruz" diyorlar. Onu tasdik ve teyid ediyorlar. Simdi dinle, bu padisahin sevgilisi diyor ki:
    "Ey bizi nimetleriyle perverde eden sultanimiz! Bize gösterdigin nümunelerin ve gölgelerin asillarini, menba'larini göster. Ve bizi makarr-i saltanatina celbet. Bizi bu çöllerde mahvettirme. Bizi huzuruna al. Bize merhamet et. Burada bize tattirdigin leziz nimetlerini orada yedir. Bizi zeval ve teb'îd ile tazib etme. Sana müstak ve mütesekkir su mutî raiyetini basi bos birakip îdam etme."

    sh: » (S: 54)
    diyor ve pek çok yalvariyor. Sen de isitiyorsun. Acaba bu kadar sefkatli ve kudretli bir pâdisah, hiç mümkün müdür ki; en edna bir adamin en edna bir merâmini ehemmiyetle yerine getirsin, en sevgili bir yâver-i ekreminin en güzel bir maksûdunu yerine getirmesin? Halbuki o sevgilinin maksudu, umumun da maksududur. Hem padisahin marzîsi, hem merhamet ve adâletinin muktezasidir. Hem ona rahattir, agir degil. Bu misafirhânelerdeki muvakkat nüzhetgâhlar kadar agir gelmez. Mâdem nümûnelerini göstermek için bes-alti gün seyrangâhlara bu kadar masraf ediyor, bu memleketi kurdu. Elbette hakikî hazinelerini, kemâlâtini, hünerlerini makarr-i saltanatinda öyle bir tarzda gösterecek, öyle seyrangâhlar açacak ki, akillari hayrette birakacak.
    Demek bu meydan-i imtihanda olanlar, basi bos degiller; saadet saraylari ve zindanlar onlari bekliyorlar...
    ALTINCI SûRET: Iste gel bak, bu muhtesem simendiferler, tayyareler, techizatlar, depolar, sergiler, icraatlar gösteriyorlar ki, perde arkasinda pek muhtesem bir saltanat vardir, (Hasiye) hük


    Seni çok Özledim Annem

  3. #3
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: SÖZLER / Risale-i Nur'dan 10. Söz

    (Hasiye): Meselâ: Nasil su zamanda manevra meydaninda harb usûlünde, "Silâh al, süngü tak" emriyle koca bir ordu bastan basa dikenli bir mesegâha benzedigi gibi; her bir bayram gününde resm-i geçit için: "Formalarinizi takip, nisanlarinizi asiniz" emrine karsi ordugâh, serâser rengârenk çiçek açmis müzeyyen bir bahçeyi temsil ettigi misillü; öyle de rûy-i zemin meydaninda, Sultân-i Ezelî'nin nihayetsiz envâ'-i cünudundan melek ve cinn ve ins ve hayvanlar gibi suursuz nebâtat taifesi dahi, hifz-i hayat cihadinda Emr-i كُنْ فَيَكُونُ ile: "Müdafaa için silâhlarinizi ve cihazatinizi takiniz" emr-i Ilahîyi aldiklari vakit, zemin bastan asagiya bütün ondaki dikenli agaçlar ve nebatlar süngücüklerini taktiklari zaman, aynen süngülerini takmis muhtesem bir ordugâha benziyor.
    Hem baharin herbir günü, herbir haftasi, birer taife-i nebatâtin birer bayrami hükmünde oldugu için, herbir taifesi dahi kendi Sultaninin o taifeye ihsan ettigi güzel hediyeleri teshir için ona taktigi murassa nisanlari birer resm-i geçit tarzinda o Sultan-i Ezelî'nin nazar-i suhud ve ishâdina arzettiginden ve öyle bir vaziyet gösterdiginden, bütün nebatât ve escar gûya "San'at-i Rabbâniye murassaatini ve çiçek ve meyve denilen fitrat-i Ilahiyenin nisanlarini takiniz, çiçekler açiniz" emr-i Rabbâniyeyi dinliyorlar ki, rûy-i zemin dahi gâyet muhtesem bir bayram gününde, sahane resm-i geçitte, sürmeli formalari ve murassa nisanlari parlayan bir ordugâhi temsil ediyor.
    Iste su derece hikmetli ve intizâmli teçhizat ve tezyinât; elbette nihayetsiz kadîr bir sultanin, nihayet derecede hakîm bir hâkimin emriyle oldugunu kör olmayanlara gösterir.

    sh: » (S: 55)
    mediyor. Böyle bir saltanat, kendisine lâyik bir raiyet ister. Halbuki görüyorsun, bütün raiyet bu misâfirhanede toplanmislar. Misâfirhane ise her gün dolar, bosanir. Hem bütün râiyet manevra için bu meydan-i imtihanda bulunuyorlar. Meydan ise, her saat tebdil ediliyor. Hem bütün raiyet, padisahin kiymettar ihsânâtinin nümunelerini ve hârika san'atlarinin antikalarini sergilerde temâsa etmek için su teshirgâhta birkaç dakika durup seyrediyorlar. Mesher ise, her dakika tahavvül ediyor. Giden gelmez, gelen gider. Iste bu hâl, su vaziyet kat'î gösteriyor ki: Su misâfirhane ve su meydan ve su mesherlerin arkasinda daimî saraylar, müstemir meskenler, su nümûnelerin ve sûretlerin hâlis ve yüksek asillariyla dolu bag ve hazineler vardir.
    Demek burada çabalamak onlar içindir. Surada çalistirir, orada ücret verir. Herkesin istidâdina göre orada bir saadeti var...
    YEDINCI SÛRET: Gel, bir parça gezelim. Su medenî ahali içinde ne var, ne yok görelim. Iste bak! Her yerde, her kösede, müteaddid fotograflar kurulmus, sûret aliyorlar. Bak, her yerde müteaddid kâtibler oturmuslar, bir seyler yaziyorlar. Her seyi kaydediyorlar. En ehemmiyetsiz bir hizmeti, en âdi bir vukûâti zabtediyorlar. Hâ, su yüksek dagda padisaha mahsus bir büyük fotograf kurulmus ki (Hasiye); bütün bu yerlerde ne cereyan eder, Sûretini aliyorlar. Demek o zât emretmis ki; mülkünde cereyan eden bütün muamele ve isler zabtedilsin. Demek oluyor ki; o zât-i muazzam bütün hâdisati kaydettirir, Sûretini alir. Iste su dikkatli hifz ve muhafaza, elbette bir muhasebe içindir. Simdi, en âdi raiyetin en âdi muamelelerini ihmal etmeyen bir Hâkim-i Hafîz, hiç
    (Hasiye): Su Sûretin isaret ettigi mânâlarin bir kismi Yedinci Hakikat'te Beyân edilmis. Yalniz burada padisaha mahsus bir büyük fotograf isareti ve hakikati "Levh-i Mahfûz" demektir. Levh-i Mahfûz'un tahakkuk-u vücudu Yirmialtinci Söz'de söyle isbat edilmis ki: Nasil küçük küçük cüzdanlar, büyük bir kütügün vücudunu ihsas eder ve küçük küçük senedler, bir defter-i kebirin bulundugunu is'ar eder ve küçük kesretli teressuhatlar, büyük bir su menbaini ismâm eder. Aynen öyle de: Küçük küçük cüzdanlar hükmünde; hem birer küçük Levh-i Mahfûz mânâsinda; hem büyük Levh-i Mahfûz'u yazan kalemden teressuh eden küçük küçük noktalar sûretinde olan benî-beserin kuvve-i hâfizalari, agaçlarin meyveleri, meyvelerin çekirdekleri, tohumlari; elbette bir hâfiza-i kübrâyi, bir defter-i ekberi, bir levh-i mahfûz-u âzami ihsas eder, is'ar eder ve isbat eder. Belki keskin akillara gösterir.

    sh: » (S: 56)
    mümkün müdür ki raiyetin en büyüklerinden en büyük amellerini muhafaza etmesin, muhasebe etmesin, mükâfat ve mücâzat vermesin. Halbuki o zâtin izzetine ve gayretine dokunacak ve se'n-i merhameti hiç kabûl etmeyecek muâmeleler, o büyüklerden sudûr ediyor. Burada cezâya çarpmiyor.
    Demek, bir Mahkeme-i Kübrâya birakiliyor...
    SEKIZINCI SÛRET: Gel, ondan gelen bu fermanlari sana okuyacagim. Bak, mükerrer va'dediyor ve siddetli tehdid ediyor ki: "Sizleri oradan alip, makarr-i saltanatima getirecegim ve mutîleri mes'ûd, âsîleri mahbus edecegim. O muvakkat yeri harab edip, müebbed saraylari, zindanlari hâvi diger bir memleket kuracagim." Hem o vaad ettigi seyler, ona gâyet rahattir. Raiyetine, gâyet mühimdir. Va'dinde hulf ise, izzet-i iktidarina gâyet zittir. Iste bak ey sersem! Sen yalanci vehmini, hezeyanci aklini, aldatici nefsini tasdik ediyorsun. Ve hiçbir veçhile hulf ve hilâfâ mecburiyeti olmiyan ve hiçbir cihetle hilâf haysiyetine yakismayan ve bütün görünen isler sidkina sehadet eden bir zâti tekzib ediyorsun. Elbette büyük bir cezaya müstehak olursun. Misâlin suna benzer ki: Bir yolcu, günesin ziyasindan gözünü kapiyor, hayâline bakiyor; vehmi, bir yildiz böcegi gibi kafa fenerinin isigiyla dehsetli yolunu tenvîr etmek istiyor. Mâdem vaad etmis, yapacaktir. Halbuki îfââsi Ona çok rahat ve bize ve herseye ve Ona ve saltanatina pek çok lâzimdir.
    Demek bir mahkeme-i kübrâ, bir saadet-i uzmâ vardir.
    DOKUZUNCU SûRET: Simdi gel! Bu dâirelerin ve Cemâatlerin Bâzi rüesâlarina ki, (Hasiye) her biri bizzât Pâdisahla görüsecek husûsî birer telefonu var. Hem Bâzi onun hûzuruna çikmislar. Ne diyorlar bak: Bunlar ittifakla ihbar ediyorlar ki: O zât, mükâfat ve mücâzat için pek muhtesem ve dehsetli bir yer ihzâr etmis. Gâyet kavî vaad ve siddetli tehdid ediyor. Hem Onun izzet ve celâleti hiç bir vecihle hulf-ül va'de tenezzül edip, tezellülü kabûl etmez. Halbuki o muhbirler hem tevâtür derecesinde çok, hem
    (Hasiye): Su Sûretin isbat ettigi mânâlar Sekizinci Hakikat'te görünecek. Meselâ, dairelerin reisleri su temsilde Enbiya ve Evliyaya isarettir. Ve telefon ise, ma'kes-i vahy ve mazhar-i ilham olan kalbden uzanan bir nisbet-i Rabbâniyedir ki, kalb o telefonun basidir ve kulagi hükmündedir.

    sh: » (S: 57)
    icmâ kuvvetinde bir ittifakla haber veriyorlar ki: Su bâzi âsâri görünen saltanat-i azîmenin medâri ve makarri, buradan uzak bir baska memlekettedir ve su meydan-i imtihanda binalar muvakkattirlar. Sonra daimî saraylara tebdil edilecek. Bu yerler degisecekler. Çünki eserleriyle âzameti anlasilan su muhtesem, zevalsiz saltanat; böyle geçici, devamsiz, bîkarar, ehemmiyetsiz, mütegayyir, bekasiz, nâkis, tekemmülsüz umûrlar üzerinde kurulmaz, durulmaz... Demek ona lâyik, daimî, müstekar, zevalsiz, müstemir, mükemmel, muhtesem umûrlar üzerinde duruyor.
    Demek bir diyâr-i âher var; elbette o makarra gidilecektir...


    Seni çok Özledim Annem

  4. #4
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: SÖZLER / Risale-i Nur'dan 10. Söz

    ONUNCU SûRET: Gel, bugün nevrûz-u sultânîdir. (Hasiye) Bir tebeddülât olacak, acîb isler çikacak. Su baharin su güzel gününde, su güzel çiçekli olan su yesil sahraya gidip bir seyran ederiz. Iste bak! Ahali de bu tarafa geliyorlar. Bak bir sihir var. O binalar birden harab oldular, baska bir sekil aldi. Bak, bir mu'cize var. O harab olan binalar, birden burada yapildi. Âdeta bu hâlî bir çöl, bir medenî sehir oldu. Bak, sinema perdeleri gibi her saat baska bir âlem gösterir, baska bir sekil alir. Buna dikkat et ki; o kadar karisik, sür'atli, kesretli, hakikî perdeler içinde ne kadar mükemmel bir intizâm vardir ki, hersey yerli yerine konuluyor. Hayâlî sinema perdeleri dahi, bunun kadar muntâzam olamaz. Milyonlar mâhir sihirbazlar dahi, bu san'atlari yapamazlar. Demek, bize görünmeyen o pâdisahin çok büyük mu'cizeleri vardir.
    Ey sersem! Sen diyorsun: "Nasil bu koca memleket tahrib edilip, baska yere kurulacak?"

    Iste görüyorsun ki: Her saat, senin aklin kabûl etmedigi o tebdîl-i diyar gibi çok inkilablar, tebdiller oluyor. Su toplanmak, dagilmak ve su hallerden anlasiliyor ki: Bu görünen sür'atli içtimalar, dagilmalar, teskiller, tahribler içinde baska bir maksad var.
    (Hasiye): Bu Sûretin remzini Dokuzuncu Hakikat'te göreceksin. Meselâ: Nevruz günü, bahar mevsimine isarettir. Çiçekli yesil sahra ise, bahar mevsimindeki rûy-i zemindir. Degisen perdeler, manzaralar ise, fasl-i baharin ibtidasindan, yazin intihasina kadar Sâni'-i Kadîr-i Zülcelâl'in, Fâtir-i Hakîm-i Zülcemâl'in kemâl-i intizâm ile degistirdigi ve Kemâl-i rahmet ile tazelendirdigi ve birbiri arkasinda gönderdigi mevcûdât-i bahariye tabakatina ve masnuat-i sayfiye taifelerine ve erzak-i hayvaniye ve insâniyeye medâr olan mat'ûmata isarettir.

    sh: » (S: 58)
    Bir saatlik içtima için on sene kadar masraf yapiliyor. Demek bu vaziyetler maksûd-u bizzât degiller. Bir temsildir, bir takliddirler. O Zât mu'cize ile yapiyor. Tâ sûretleri alinip terkib edilsin ve neticeleri hifzedilip yazilsin. -Nasilki, manevra meydan-i imtihaninin herseyi kaydediliyordu ve yaziliyordu.- Demek, bir mecma-i ekberde muamele, bunlar üzerine devam edip dönecek. Hem bir mesher-i âzamda daimî gösterilecek. Demek su geçici, kararsiz vaziyetler; sâbit sûretler, bâki meyveler veriyorlar.
    Demek bu ihtifâlât; bir saadet-i uzmâ, bir mahkeme-i kübrâ, bilmedigimiz ulvî gayeler içindir...
    ONBIRINCI SûRET: Gel, ey muannid arkadas! Bir tayyareye... ya sarka veya garbe yâni mâzi ve müstakbele giden bir simendifere binelim. Su mu'cizekâr zâtin, sâir yerlerde ne çesit mu'cizeler gösterdigini görelim. Iste bak, gördügümüz menzil ve meydan ve mesher gibi acâibler, her tarafta bulunuyor. Lâkin san'atça, sûretçe birbirinden ayridirlar. Fakat buna iyi dikkat et ki: O sebatsiz menzillerde, o devamsiz meydanlarda, o bekasiz mesherlerde; ne kadar bâhir bir hikmetin intizâmâti, ne derece zâhir bir inâyetin isârâti, ne mertebe âlî bir adâlet in emârâti, ne derece vâsi' bir merhametin semerati görünüyor. Basiretsiz olmayan herkes yakînen anlar ki: Onun hikmetinden daha ekmel bir hikmet ve inâyetinden daha ecmel bir inâyet ve merhametinden daha esmel bir merhamet ve adâlet inden daha ecell bir adâlet olamaz ve tasavvur edilemez.
    Eger faraza tevehhüm ettigin gibi, daire-i memleketinde daimî menziller, âlî mekânlar, sâbit makamlar, bâki meskenler, mûkîm ahali, mes'ud raiyeti bulunmazsa; su hikmet, inâyet, merhamet, adâletin hakikatlarina su bekasiz memleket mazhar olamadigi mâlûm ve onlara mazhar olacak, baska yerde de bulunmazsa; o vakit gündüz ortasinda günesin isigini gördügümüz halde günesi inkâr etmek deecesinde bir ahmaklikla, su gözümüz önündeki hikmeti inkâr etmek ve su müsahede ettigimiz inâyeti inkâr etmek ve su gördügümüz merhameti inkâr etmek ve su pek kuvvetli emârâti, isârâti görünen adâleti inkâr etmek lâzimgelir. Hem bu gördügümüz icrâat-i hakîmane ve ef'âl-i kerîmâne ve ihsânât-i rahîmânenin sahibini; -hâsâ sümme hâsâ!- sefih bir oyuncu, gaddar bir zalim oldugunu kabûl etmek lâzimgelir. Bu ise, hakikatlerin zidlarina inkilabidir.Halbuki inkîlâb-i hakaik, bütün ehl-i aklin


    sh: » (S: 59)
    ittiffakiyla muhaldir, mümkün degildir. Yalniz, herseyin vücudunu inkâr eden Sofestâî eblehler hariçtir.
    Demek, bu diyardan baska bir diyar vardir. Onda bir mahkeme-i kübrâ, bir ma'dele-i ulyâ, bir mekreme-i uzmâ vardir ki; tâ su merhamet ve hikmet ve inâyet ve adâlet tamamen tezahür etsinler...
    Onikinci Sûret: Gel simdi dönecegiz. Su Cemâatlerin reisleriyle ve zâbitleriyle görüsecegiz ve teçhizatlarina bakacagiz ki; o teçhizat, yalniz o meydandaki kisa bir müddet içinde geçinmek için mi verilmistir? Yahut baska yerde uzun bir saadet hayati tahsîl etmek için mi verilmistir? Görelim. Herkese ve her teçhizata bakamayiz. Fakat nümune için su zâbitin cüzdan ve defterine bakacagiz: Bu cüzdanda zâbitin rütbesi, maasi, vazifesi, matlubati, düstur-u harekâti vardir. Bak, bu rütbe birkaç günlük için degil; pek uzun bir zaman için verilebilir. "Su maasi hazine-i hassâdan filan tarihte alacaksin" yazilidir. Halbuki o tarih, çok zaman sonra ve bu meydan kapandiktan sonra gelir. Su vazife ise; su muvakkat meydana göre degil, belki pâdisahin kurbünde daimî bir saadeti kazanmak için verilmistir. Su matlûbat ise, birkaç günlük bu misâfirhanede geçinmek için olamaz. Belki uzun ve mes'udâne bir hayat için olabilir. Su düstur ise, bütün bütün açiga verir ki; cüzdan sahibi baska yere namzeddir, baska âleme çalisir. Bak su defterlerde, âletler teçhizatinin Sûret-i istimâli ve mes'uliyetler vardir. Halbuki eger yalniz bu meydandan baska âlî, daimî bir yer bulunmazsa; su muhkem defter, o kat'î cüzdan, bütün bütün mânâsiz olur. Hem su muhterem zâbit ve mükerrem kumandan ve muazzez reis; bütün ahaliden asagi, herkesten daha bedbaht, daha bîçare, daha zelil, daha musibetli, daha fakir, daha zayif bir derekeye düser. Iste buna kiyas et. Hangi sey'e dikkat etsen sehadet eder ki: Bu fâniden sonra bir bâki var...
    Ey arkadas! Demek, bu muvakkat memleket bir tarla hükmündedir. Bir tâlimgâhtir, bir pazardir. Elbette arkasinda bir mahkeme-i kübrâ, bir saadet-i uzmâ gelecektir. Eger bunu inkâr etsen; bütün zâbitlerdeki cüzdanlari, defterleri techizatlari, düsturlari belki su memleketteki bütün intizâmâti, hattâ hükûmeti inkâr etmege mecbur olursun ve bütün vâki olan icraatin vücudunu tekzib etmek lâzimgelir. O vakit sana, insan ve zîsuur denilmez. Sofestâîlerden daha akilsiz olursun.
    Sakin zannetme; tebdil-i memleket delilleri bu "Oniki Sûret"e

    sh: » (S: 60)
    münhasirdir. Belki had ve hesaba gelmez emâreler, deliller var ki: Su kararsiz mütegayyir memleket; zevalsiz, müstekar bir memlekete tahvîl edilecektir. Hem had ve hesaba gelmez isâretler, alâmetler var ki: Bu ahali, su muvakkat misafirhanelerden alinacak, saltanatin makarr-i daimîsine gönderilecek.


    Seni çok Özledim Annem

  5. #5
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: SÖZLER / Risale-i Nur'dan 10. Söz

    Bâhusus, gel sana "Oniki Sûret" kuvvetinden daha kuvvetli bir bürhân daha gösterecegim.
    Iste gel bak, su uzaktaki görünen Cemâat-i azîme içinde, evvel adada gördügümüz büyük nisan sahibi Yâver-i Ekrem bir tebligatta bulunuyor. Gidelim, dinleyelim. Bak o parlak yâver-i ekrem, bak o yüksekte ta'lik edilmis ferman-i âzami ahaliye bildiriyor ve diyor ki: "Hâzirlaniniz; baska, daimî bir memlekete gideceksiniz. Öyle bir memleket ki, bu memleket ona nisbeten bir zindan hükmündedir. Pâdisahimizin makarr-i saltanatina gidip merhametine, ihsanlarina mazhar olacaksiniz. Eger güzelce bu fermani dinleyip itaat etseniz... Yoksa isyan edip dinlemezseniz, müdhis zindanlara atilacaksiniz." gibi tebligatta bulunuyor. Sen de görüyorsun ki: O Ferman-i âzamda öyle i'câzkâr bir turra var ki, hiçbir veçhile kabil-i taklid degil. Senin gibi sersemlerden baska herkes; o ferman, pâdisahin fermani oldugunu kat'î bilir ve o parlak yâver-i ekremde öyle nisanlar var ki, senin gibi körlerden baska herkes O Zâti, pâdisahin pek dogru tercümân-i evâmiri oldugunu yakînen anlar.
    Acaba o Yâver-i Ekrem o ferman-i a'zamla beraber bütün kuvvetiyle dâva edip teblig ettikleri su tebdil-i memleket mes'elesi, hiç kabil midir ki îtiraz kabûl etsin. Evet kabil degil! Illâ ki, bütün bu gördügümüz her sey'i inkâr edesin...
    Simdi ey arkadas!. Söz senindir, söyle. Ne diyorsan de!
    - Ben ne diyecegim, daha buna karsi bir sey denebilir mi? Gündüz ortasinda günese karsi söz söylenir mi? Yalniz derim ki: Elhamdülillah. Yüzbin defa sükür olsun ki; vehim ve heva tahakkümünden, nefis ve heves esaretinden kurtulup, daimî hapis ve zindandan halâs oldum ve inandim ki: Bu karmakarisik, kararsiz misafirhanelerden baska ve kurb-u sahanede bir diyar-i saadet vardir; biz de ona namzediz...
    Iste, Hasir ve âhiretten kinaye ve ibaret olan su hikâye-i temsiliye burada tamam oldu. Simdi tevfik-i Ilahî ile hakikat-i ulyâyâ geçecegiz. Geçmis "Oniki Sûret"e mukabil "Oniki mütesanid Hakikat" ile bir "Mukaddime" Beyân edecegiz.

    sh: » (S: 61)
    Mukaddime
    Birkaç isâretle baska yerlerde yâni Yirmiikinci, Ondokuzuncu, Yirmialtinci Sözlerde îzah edilen birkaç mes'eleye isâret ederiz.
    BIRINCI ISARET: Hikâyedeki sersem adamin o emin arkadasiyla,'' Üç Hakikatlari'' var.
    Birincisi: Nefs-i emmârem ile kalbimdir.
    Ikincisi: Felsefe sâkirdleriyle, Kur'an-i Hakîm tilmizleridir.
    Üçüncüsü: Ümmet-i Islâmiye ile millet-i küfriyedir.
    Felsefe sâkirdleri ve millet-i küfriye ve nefs-i Emmârenin en müdhis dâlâleti, Cenâb-i Hakk'i tanimamaktadir. Hikâyede nasil emin adam demisti: "Bir harf kâtibsiz olmaz, bir kanun hâkimsiz olmaz." Biz de deriz:
    Nasilki bir kitab, bâhusus öyle bir kitab ki; her kelimesi içinde küçük kalemle bir kitab yazilmis, her harfi içinde ince kalem ile muntâzam bir kaside yazilmis. Kâtibsiz olmak, son derece muhaldir. Öyle de su kâinat nakkassiz olmak, son derece muhal-ender muhaldir. Zîra bu kâinat öyle bir kitabdir ki, her sahifesi çok kitablari tâzammun eder. Hattâ her kelimesi içinde bir kitab vardir. Her bir harfi içinde bir kaside vardir. Yeryüzü bir sahifedir. Ne kadar kitab içinde var. Bir agaç bir kelimedir, ne kadar sahifesi vardir. Bir meyve bir harf; bir çekirdek, bir noktadir. O noktada koca bir agacin programi, fihristesi var. Iste böyle bir kitab, evsaf-i Celâl ve Cemâle, nihayetsiz kudret ve hikmete mâlik bir Zât-i Zülcelâl'in naks-i kalem-i kudreti olabilir. Demek âlemin suhûdiyle, bu imân lâzim gelir. Illâ ki, dalâletten sarhos olmus ola...
    Hem nasilki bir hâne ustasiz olmaz. Bâhusus öyle bir hâne ki; hârika san'atlarla, acîb nakislarla, garib zînetlerle tezyin edilmis. Hattâ herbir tasinda, bir saray kadar san'at dercedilmis. Ustasiz olmak, hiçbir akil kabûl edemez, gâyet mâhir bir san'atkâr ister. Bâhusus o saray içinde sinema perdeleri gibi her saatte hakikî
    sh: » (S: 62)
    menziller teskil edilip, kemâl-i intizâmla elbise degistirdigi gibi degistiriyor. Hattâ herbir hakikî perde içinde, müteaddid küçük küçük menziller icadediliyor. Öyle de su kâinat nihayetsiz hakîm, alîm, kadîr bir sâni' ister. Çünki su muhtesem kâinat öyle bir saraydir ki: Ay, Günes lâmbalari; yildizlar, mumlari; zaman, bir ip, bir serittir ki, o Sâni'-i Zülcelâl her sene bir baska âlemi ona takip, gösteriyor. O taktigi âlemin içinde üçyüzaltmis tarzda muntâzam Sûretlerini tecdîd ediyor. Kemâl-i intizâmla ve hikmetle degistiriyor. Yeryüzünü bir sofra-i nimet yapmis ki, her bahar mevsiminde, üçyüzbin enva'-i masnûatiyla tezyin ediyor. Had ve hesaba gelmez enva'-i ihsanatiyla dolduruyor. Öyle bir tarzda ki, nihayet ihtilât içinde ve karismis olduklari halde, nihayet derecede imtiyaz ve farkla birbirlerinden ayriliyor. Baska cihetleri buna kiyas et... Nasil, böyle bir sarayin Sâni'inden gaflet edilebilir?
    Hem nasilki bulutsuz, gündüz ortasinda, Günesin deniz yüzünde bütün kabarciklar üstünde ve karada bütün parlak seylerde ve kar'in bütün parçalarinda cilvesi göründügü ve aksi müsahede edildigi halde Günesi inkâr etmek, ne derece acib bir divânelik hezeyanidir. Çünki O vakit birtek Günesi inkâr ve kabûl etmemekle; katarat sayisinca, kabarciklar mikdarinca, parçalar adedince, hakikî ve bil'asâle günescikleri kabûl etmek lâzimgeliyor. Her zerrecikte (ki ancak bir zerre sikisabildigi halde) koca bir Günesin hakikatini içinde kabûl etmek lâzim geldigi gibi, aynen öyle de: Su siravâri içinde her zaman hikmetle degisen ve düzgünlük içinde her vakit tazelenen su muntâzam kâinati görüp, Hâlîk-i Zülcelâl'i evsaf-i Kemâliyle tasdik etmemek, ondan daha berbat bir dalâlet divaneligidir, bir mecnunluk hezeyanidir. Zira herseyde, hattâ herbir zerrede bir Ulûhiyet-i Mutlaka kabûl etmek lâzimdir. Çünki Meselâ havanin herbir zerresi; herbir çiçek ile herbir meyveye, herbir yapraga girer ve isleyebilir. Iste su zerre, eger memur olmazsa, bütün girebildigi ve isledigi masnularin tarz-i teskilâtini ve Sûretlerini ve heyetlerini bilmek lâzimdir, Tâ içinde isleyebilsin. Demek muhit bir ilim ve kudrete mâlik olmali ki, böyle yapsin.
    Meselâ, toprakta herbir zerresi kabildir ki, muhtelif bütün tohumlar ve çekirdeklere medâr ve mense olsun. Eger memur olmazsa, lâzim geliyor ki: Otlar ve agaçlar adedince mânevî cihazat ve makineleri tâzammun etsin. Veyahut onlarin bütün tarz-i teskilatini bilir, yapar, bütün onlara giydirilen Sûretleri tanir, dikebilir bir
    sh: » (S: 63)
    san'at ve kudret vermek lâzimgelir. Daha sâir mevcûdâti da kiyas et. Tâ anlayacaksin ki:Her sey'de âsîkâre, vahdâniyyetin çok delilleri var. Evet bir seyden her sey'i yapmak ve hersey'i birtek sey yapmak, hersey'in hâlikina has bir istir.
    وَ اِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ fermân-i zîsânina dikkat et. Demek Vâhid-i Ehadi kabûl etmemek ile, mevcûdat adedince ilâhlari kabûl etmek lâzimgelir.


    Seni çok Özledim Annem

  6. #6
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: SÖZLER / Risale-i Nur'dan 10. Söz

    IKINCI ISARET: Hikâyede bir Yaver-i Ekremden bahsedilmis ve denilmis ki: Kör olmayan herkes O'nun nisanlarini görmekle anlar ki: O Zât, pâdisahin emriyle hareket eder ve O'nun has bendesidir. Iste o Yaver-i Ekrem, Resul-i Ekrem'dir (Aleyhissalâtü Vesselâm). Evet söyle müzeyyen bir kâinatin, öyle mukaddes bir Sâniine böyle bir Resul-i Ekrem, isik semse lüzumu derecesinde elzemdir. Çünki Nasil Günes, ziya vermeksizin mümkün degildir. Öyle de Ulûhiyyet de, Peygamberleri göndermekle kendini göstermeksizin mümkün degildir.
    Hem hiç mümkün olur mu ki, nihayet kemâlde olan bir cemâl; gösterici ve târif edici bir vasita ile kendini göstermek istemesin?
    Hem mümkün olur mu ki; gâyet cemâlde bir Kemâl-i san'at, onun üzerine enzar-i dikkati celbeden bir dellâl vasitasiyla teshir istemesin?
    Hem hiç mümkün olur mu ki; bir Rubûbiyyet-i âmmenin saltanat-i külliyyesi, kesret ve cüz'iyyat tabakatinda vahdâniyyet ve samedâniyyetini, zülcenaheyn bir meb'us vasitasiyla ilânini istemesin! Yâni O Zât, ubûdiyyet-i külliyye cihetiyle kesret tabakatinin dergâh-i Ilâhiyye elçisi oldugu gibi, kurbiyyet ve Risâlet cihetiyle dergâh-i Ilâhînin kesret tabakatina memurudur.
    Hem hiç mümkün olur mu ki; nihayet derecede bir hüsn-ü zâtî sahibi, cemâlinin mehâsinini ve hüsnünün letâifini âyinelerde görmek ve göstermek istemesin! Yâni bir habib resûl vasitasiyla ki; hem habibdir, ubûdiyyetiyle kendini O'na sevdirir, âyinedârlik eder. Hem resuldür; Onu mahlukatina sevdirir, Cemâl-iEsmâsini gösterir.
    Hem hiç mümkün olur mu ki; acib mu'cizelerle, garib ve kiymettar seylerle dolu hazineler sahibi, sarraf bir târif edici ve
    sh: » (S: 64)
    vassaf bir teshir edici vasitasiyla enzâr-i halka arz ve baslarinda izhar etmekle, gizli kemâlâtini Beyân etmek irade etmesin ve istemesin?
    Hem mümkün olur mu ki; bu kâinati bütün esmâsinin kemâlâtini ifade eden masnuatla tezyin ederek seyir için garib ve ince san'atlarla süslenilmis bir saraya benzetsin de, rehber bir muallim tâyin etmesin?
    Hem hiç mümkün olur mu ki; bu kâinatin sahibi, su kâinatin tahavvülâtindaki maksad ve gaye ne olacagini, müs'ir-i tilsim-i muglâkini, hem mevcûdâtin "Nereden? Nereye? Necisin?" Üç suâl-i müskilin muammasini bir elçi vasitasiyla açtirmasin!
    Hem hiç mümkün olur mu ki; bu güzel masnuât ile kendini zîsuura tanittiran ve kiymetli nimetler ile kendini sevdiren Sâni'-i Zülcelâl; onun mukabilinde zîsuurdan marziyyati ve arzulari ne oldugunu bir elçi vasitasiyla bildirmesin!
    Hem hiç mümkün olur mu ki; nev-i insani, suurca kesrete mübtelâ, istidadca ubûdiyyet-i külliyyeye müheyya Sûretinde yaratip, muallim bir rehber vasitasiyla onlari kesretten vahdete yüzlerini çevirmek istemesin!
    Daha bunlar gibi çok vezaif-i Nübüvvet var ki, herbiri bir bürhân-i kat'îdir ki: Ulûhiyyet, Risâletsiz olamaz...
    Simdi acaba âlemde Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm'dan -Beyân olunan evsaf ve vezaife- daha ehil ve daha câmi' kim zuhur etmis? Ve rütbe-i Risâlete ve vazife-i teblige O'ndan daha elyak, daha evfak hiç zaman göstermis midir? Hâyir, aslâ ve kat'â!. Belki O, bütün resullerin seyyididir, bütün Enbiyanin imamidir, bütün Asfiyanin serveridir, bütün mukarrebînin akrebidir, bütün mahlukatin ekmelidir, bütün mürsidlerin sultanidir. Evet ehl-i tahkikatin ittifakiyla, Sakk-i Kamer ve parmaklarindan su akmasi gibi bine bâlig mu'cizâtindan had ve hesaba gelmez delâil-i nübüvvetinden baska, Kur'an-i Azîmüssan gibi bir bahr-i hakaik ve kirk vecihle mu'cize olan mu'cize-i kübrâ, Günes gibi Risâletini göstermege kâfidir. Baska risalelerde ve bilhassa Yirmibesinci Söz'de Kur'anin kirka karîb vücûh-u i'câzindan bahsettigimizden burada kisa kesiyoruz.
    ÜÇÜNCÜ ISARET: Hatira gelmesin ki: Bu küçücük insanin ne ehemmiyeti var ki, bu azîm dünya onun muhasebe-i a'mâli için kapansin, baska bir daire açilsin? Çünki Bu küçücük insan, câmiiyet-i fitrat itibariyle su mevcûdat içinde bir ustabasi ve bir
    sh: » (S: 65)
    dellâl-i saltanat-i Ilahiyye ve bir ubudiyyet-i külliyyeye mazhar oldugundan büyük ehemmiyeti vardir. Hem hatira gelmesin ki: Kisacik bir ömürde nasil ebedî bir azaba müstehak olur? Zira küfür; su mektûbât-i Sâmedâniyye derecesinde ve kiymetinde olan kâinati mânâsiz, gayesiz bir derekeye düsürdügü için, bütün kâinata karsi bir tahkir oldugu gibi; bu mevcûdâtta cilveleri, nakislari görünen bütün Esmâ-i Kudsiyye-i Ilâhiyyeyi inkâr ile red ve Cenâb-i Hakk'in hakkaniyyet ve sidkini gösteren gayr-i mütenahî bütün delillerini tekzib oldugundan nihayetsiz bir cinâyettir. Nihayetsiz cinâyet ise, nihayetsiz azabi îcab eder...


    Seni çok Özledim Annem

  7. #7
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: SÖZLER / Risale-i Nur'dan 10. Söz

    DÖRDÜNCÜ ISARET: Nasilki hikâyede Oniki Sûretle gördük ki: Hiçbir cihetle mümkün degil; öyle bir pâdisahin, öyle muvakkat misafirhane gibi bir memleketi bulunsun da, müstekar ve hasmetine mazhar ve saltanat-i uzmâsina medâr diger daimî bir memleketi bulunmasin... Öyle de hiçbir vecihle mümkün degil ki; bu fâni âlemin bâki Hâlik'i, bunu îcad etsin de, bâki bir âlemi îcad etmesin? Hem mümkün degil: Su bedi' ve zâil kâinatin sermedî Sânii bunu halk etsin de, müstekar ve daimî diger bir kâinati icad etmesin? Hem mümkün degil: Bu mesher ve meydan-i imtihan ve tarla hükmünde olan dünyanin Hakîm ve Kadîr ve Rahîm olan Fâtir'i onu yaratsin, onun bütün gayelerine mazhar olan Dâr-i Âhireti halk etmesin? Bu hakikata "Oniki kapi" ile girilir. "ONIKI HAKIKAT" ile o kapilar açilir. En kisa ve basitten baslariz:
    BIRINCI HAKIKAT: Bâb-i Rububiyyet ve Saltanattir ki, Ism-i Rabb'in cilvesidir.

    Hiç mümkün müdür ki: Se'n-i Rububiyyet ve Saltanat-i Uluhiyyet, bâhusus böyle bir kâinati, Kemâlâtini göstermek için gâyet âlî gayeler ve yüksek maksadlar ile îcâd etsin, onun gayât ve makasidina karsi îmân ve ubudiyyetle mukabele eden mü'minlere mükâfati bulunmasin. Ve o makasidi red ve tahkir ile mukabele eden ehl-i dalâlete mücâzat etmesin?
    IKINCI HAKIKAT: Bâb-i Kerem ve Rahmettir ki, Kerim ve Rahîm isminin cilvesidir.
    Hiç mümkün müdür ki: Gösterdigi âsâr ile nihayetsiz bir kerem ve nihayetsiz bir rahmet ve nihayetsiz bir izzet ve nihayetsiz bir gayret sahibi olan su âlemin Rabbi; kerem ve rahmetine lâyik mükâfat, izzet ve gayretine sayeste mücâzatta bulunmasin. Evet su dünya gidisatina bakilsa görülüyor ki; en âciz, En zaîften tut


    sh: » (S: 66)
    (Hasiye-1) tâ en kavîye kadar her canliya lâyik bir rizik veriliyor. En zaîf, en âcize en iyi rizik veriliyor. Her dertliye ummadigi yerden derman yetistiriliyor. Öyle ulvî bir keremle ziyafetler, ikramlar olunuyor ki, nihayetsiz bir kerem eli içinde isledigini bedâheten gösteriyor.
    Meselâ, bahar mevsiminde cennet hûrileri tarzinda bütün agaçlari sündüs-misâl libaslar ile giydirip, çiçek ve meyvelerin murassaatiyla süslendirip hizmetkâr ederek onlarin lâtif elleri olan dallariyla, çesit çesit en tatli, en Mûsannâ meyveleri bize takdim etmek; hem zehirli bir sinegin eliyle sifali en tatli bali bize yedirmek; hem en güzel ve yumusak bir libasi elsiz bir böcegin eliyle bize giydirmek; hem rahmetin büyük bir hazinesini küçük bir çekirdek içinde bizim için saklamak; ne kadar cemil bir kerem, ne kadar lâtif bir rahmet eseri oldugu bedâheten anlasilir. Hem insan ve Bâzi canavarlardan baska, Günes ve Ay ve Arz'dan tut, tâ en küçük mahluka kadar hersey Kemâl-i dikkatle vazifesine çalismasi, zerrece haddinden tecavüz etmemesi, bir azîm heybet tahtinda umumî bir itaat bulunmasi; büyük bir celâl ve izzet sahibinin emriyle hareket ettiklerini gösteriyor. Hem gerek nebatî ve gerek hayvanî ve gerek insanî bütün validelerin o rahîm sefkatleriyle (Hasiye-2) ve süt gibi o lâtif gida ile o âciz ve zaîf yavrularin terbiyesi, ne kadar genis bir rahmetin cilvesi isledigi bedâheten anlasilir.
    Bu âlemin mutasarrifinin mâdem nihayetsiz böyle bir keremi, nihayetsiz böyle bir rahmeti, nihayetsiz öyle bir celâl ve izzeti vardir. Nihayetsiz celâl ve izzet, edebsizlerin tedibini ister. Nihayetsiz kerem, nihayetsiz ikram ister, nihayetsiz rahmet; kendine lâyik
    _________________________
    (Hasiye-1): Rizk-i helâl, iktidar ile alinmadigina, belki iftikara binaen verildigine delil-i kat'î: Iktidarsiz yavrularin hüsn-ü maiseti ve muktedir canavarlarin dîk-i maiseti; hem zekâvetsiz baliklarin semizligi ve zekâvetli, hileli tilki ve maymunun derd-i maisetle vücudça zaîfligidir. Demek rizik, iktidar ve ihtiyar ile mâ'kûsen mütenâsibdir. Ne derece iktidar ve ihtiyarina güvense, o derece derd-i maisete mübtelâ olur.
    (Hasiye-2): Evet aç bir arslan, zaîf bir yavrusunu kendi nefsine tercih ederek, elde ettigi bir eti yemeyip yavrusuna vermesi; hem korkak tavuk, yavrusunu himaye için ite, arslana saldirmasi; hem incir agaci kendi çamur yiyerek yavrusu olan meyvelerine hâlis süt vermesi, bilbedâhe nihayetsiz Rahîm, Kerim, Sefîk bir Zâtin hesabiyla hareket ettiklerini kör olmayana gösteriyorlar. Evet nebâtat ve behimiyat gibi suursuzlarin gâyet derecede suurkârane ve hakîmane isler görmesi bizzarure gösterir ki: Gâyet derecede Alîm ve Hakîm birisi vardir ki, onlari islettiriyor. Onlar, onun namiyla isliyorlar.
    sh: » (S: 67)
    ihsan ister. Halbuki bu fâni dünyada ve kisa ömürde, denizden bir damla gibi milyonlar cüz'den ancak bir cüz'ü yerlesir ve tecelli eder. Demek o kereme lâyik-ve o rahmete sayeste bir dâr-i saadet olacaktir. Yoksa gündüzü isigiyla dolduran Günesin vücudunu inkâr etmek gibi, bu görünen rahmetin vücudunu inkâr etmek lâzimgelir. Çünki bir daha dönmemek üzere zevâl ise; sefkati musibete, muhabbeti hirkate ve nimeti nikmete ve akli, mes'um bir âlete ve lezzeti eleme kalbettirmekle hakikat-i rahmetin intifasi lâzimgelir. Hem o Celal ve Izzete uygun bir dâr-i mücazat olacaktir. Çünki: Ekseriyâ zalim izzetinde, mazlum zilletinde kalip, buradan göçüp gidiyorlar. Demek bir Mahkeme-i Kübrâya birakiliyor, te'hir ediliyor. Yoksa, bakilmiyor degil. Bâzan dünyada dahi ceza verir. Kurûn-u sâlifede cereyan eden âsi ve mütemerrid kavimlere gelen azablar gösteriyor ki: Insan basi bos degil, bir celal ve gayret sillesine her vakit mâruzdur. Evet hiç mümkün müdür ki insan; umum mevcûdât içinde ehemmiyetli bir vazifesi, ehemmiyetli bir istidadi olsun da, insanin Rabbi de insana bu kadar muntâzam masnûâtiyla kendini tanittirsa, mukabilinde insan îmân ile onu tanimazsa.. hem bu kadar rahmetin süslü meyveleriyle kendini sevdirse; mukabilinde insan ibâdetle kendini O'na sevdirmese.. hem bu kadar bu türlü nimetleriyle muhabbet ve rahmetini ona gösterse; mukabilinde insan sükür ve hamdle Ona hürmet etmese; cezasiz kalsin, basi bos birakilsin, o izzet, gayret sahibi Zât-i Zülcelâl bir dâr-i mücâzat hâzirlamasin? Hem hiç mümkün müdür ki: O Rahmân-i Rahîm'in kendini tanittirmasina mukabil; îman ile tanimakla ve sevdirmesine mukabil, ibâdetle sevmek ve sevdirmekle ve rahmetine mukâbil, sükür ile hürmet etmekle mukabele eden mü'minlere bir dâr-i mükâfati, bir saadet-i ebediyeyi vermesin!


    Seni çok Özledim Annem

  8. #8
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: SÖZLER / Risale-i Nur'dan 10. Söz

    ÜÇÜNCÜ HAKIKAT: Bâb-i Hikmet ve Adâlet olup, Ism-i Hakîm ve Âdil'in cilvesidir.
    Hiç mümkün müdür ki: (Hasiye) Zerrelerden güneslere kadar

    ___________________________
    (Hasiye): Evet, «Hiç mümkün müdür ki» su cümle çok tekrar ediliyor. Çünki mühim bir sirri ifade eder. Söyle ki: Ekser küfür ve dalalet; istib'addan ileri gelir. Yâni akildan uzak ve muhal görür, inkâr eder. Iste Hasir Söz'ünde kat'iyen gösterilmistir ki: Hakikî istib'ad, hakikî muhaliyet ve akildan uzaklik ve hakikî suûbet, hattâ imtina' derecesinde müskilât, küfür yolundadir ve dalâletin meslegindedir.. ve hakikî imkân ve hakikî makuliyet, hattâ vücub derecesinde sühulet; îmân yolundadir ve Islâmiyet caddesindedir.
    Elhasil, ehl-i felsefe istib'ad ile inkâra gider. Onuncu Söz, istib'ad hangi tarafta oldugunu o tâbir ile gösterir. Onlarin agizlarina bir samar vurur.

    sh: » (S: 68)
    cereyan eden hikmet ve intizâm, adâlet ve mizanla Rubûbiyyetin saltanatini gösteren Zât-i Zülcelâl, Rubûbiyyetin cenah-i himayesine iltica eden ve hikmet ve adâlete îmân ve ubûdiyyetle tevfîk-i hareket eden mü'minleri taltif etmesin? Ve o hikmet ve adâlete küfür ve tugyan ile isyan eden edebsizleri tedib etmesin? Halbuki bu muvakkat dünyada o hikmet, o adâlete lâyik binden biri, insanda icra edilmiyor, te'hir ediliyor. Ehl-i dalâletin çogu ceza almadan; ehl-i hidâyetin de çogu mükâfat görmeden buradan göçüp gidiyorlar. Demek bir Mahkeme-i Kübrâya, bir saâdet-i uzmaya birakiliyor.
    Evet görünüyor ki; su âlemde tasarruf eden Zât, nihayetsiz bir hikmetle is görüyor. Ona bürhân mi istersin? Her seyde maslahat ve faidelere riayet etmesidir. Görmüyor musun ki: Insanda bütün âza, kemikler ve damarlarda, hattâ bedenin hüceyratinda, her yerinde, her cüz'ünde faydalar ve hikmetlerin gözetilmesi, hattâ bâzi âzâsi, bir agacin ne kadar meyveleri varsa, o derece o uzva hikmetler ve faydalar takmasi gösteriyor ki; nihayetsiz bir hikmet eliyle is görülüyor. Hem herseyin san'atinda nihayet derecede intizâm bulunmasi gösterir ki, nihayetsiz bir hikmet ile is görülüyor.
    Evet güzel bir çiçegin dakik programini, küçücük bir tohumunda dercetmek, büyük bir agacin sahife-i a'mâlini, tarihçe-i hayatini, fihriste-i cihâzâtini küçücük bir çekirdekte mânevî kader kalemiyle yazmak; nihayetsiz bir hikmet kalemi isledigini gösterir.
    Hem herseyin hilkatinde gâyet derecede hüsn-ü san'at bulunmasi; nihayet derecede hakîm bir Sâniin naksi oldugunu gösterir. Evet su küçücük insan bedeni içinde bütün kâinatin fihristesini, bütün hazâin-i rahmetin anahtarlarini, bütün Esmâlarinin âyinelerini dercetmek; nihayet derecede bir hüsn-ü san'at içinde bir hikmeti gösterir. Simdi hiç mümkün müdür ki, söyle icraat-i rubûbiyyette hâkim bir hikmet; o rubûbiyyetin kanadina iltica eden ve îmân ile itaat edenlerin taltifini istemesin ve ebedî taltif etmesin?
    Hem adâlet ve mizan ile is görüldügüne bürhân mi istersin? Herseye hassas mizanlarla, mahsus ölçülerle vücud vermek, Sûret giydirmek, yerli yerine koymak; nihayetsiz bir adâlet ve mizan ile is görüldügünü gösterir.
    Hem her hak sahibine istidâdi nisbetinde hakkini vermek, yâni
    sh: » (S: 69)
    vücudunun bütün levâzimâtini, bekâsinin bütün cihâzâtini en münasib bir tarzda vermek; nihayetsiz bir adâlet elini gösterir.
    Hem istidâd lisaniyla, ihtiyac-i fitrî lisaniyla, izdirar lisaniyla sual edilen ve istenilen herseye daimî cevab vermek; nihayet derecede bir adl ve hikmeti gösteriyor.
    Simdi hiç mümkün müdür ki, böyle en küçük bir mahlûkun, en küçük bir hâcâtinin imdadina kosan bir adâlet ve hikmet; insan gibi en büyük bir mahlukun beka gibi en büyük bir hâcetini mühmel biraksin? En büyük istimdâdini ve en büyük sualini cevabsiz biraksin? Rubûbiyyetin hasmetini, ibâdinin hukukunu muhafaza etmekle muhafaza etmesin? Halbuki su fâni dünyada kisa bir hayat geçiren insan, öyle bir adâletin hakikatina mazhar olamaz ve olamiyor. Belki bir Mahkeme-i Kübrâya birakiliyor. Zira hakikî adâlet ister ki: Su küçücük insan, su küçüklügü nisbetinde degil, belki cinâyetinin büyüklügü, mahiyetinin ehemmiyeti ve vazifesinin âzameti nisbetinde mükâfat ve mücâzat görsün. Mâdem su fâni, geçici Dünya; ebed için halk olunan insan hususunda öyle bir adâlet ve hikmete mazhariyyetten çok uzaktir. Elbette âdil olan o Zât-i Celil-i Zülcemâl'in ve Hakîm olan o Zât-i Cemil-i Zülcelâl'in daimî bir Cehennem'i ve ebedî bir Cennet'i bulunacaktir.
    DöRDÜNCÜ HAKIKAT: Bâb-i Cûd ve Cemâldir. Ism-i Cevvad ve Cemîl'in cilvesidir.
    Hiç mümkün müdür ki: Nihayetsiz cûd u sehâvet, tükenmez servet, bitmez hazineler, misilsiz sermedî cemâl, kusursuz ebedî kemâl; bir dâr-i saadet ve mahall-i ziyafet içinde daimî bulunacak olan muhtaç sâkirleri, müstak âyinedârlari, mütehayyir seyircileri istemesinler? Evet Dünya yüzünü bu kadar müzeyyen masnûâtiyla süslendirmek, Ay ile Günesi lâmba yapmak, yeryüzünü bir sofra-i nimet ederek mat'ûmatin en güzel çesitleriyle doldurmak, meyveli agaçlari birer kab yapmak, her mevsimde birçok defalar tecdid etmek; hadsiz bir cûd u sehâveti gösterir. Böyle nihayetsiz bir cûd u sehâvet; öyle tükenmez hazineler ve rahmet, hem daimî, hem arzu edilen hersey içinde bulunur bir dâr-i ziyafet ve mahall-i saadet ister. Hem kat'î ister ki; o ziyafetten telezzüz edenler, o mahall-i saadette devam etsinler, ebedî kalsinlar. Tâ zeval ve firakla elem çekmesinler. Çünki: Zeval-i elem lezzet oldugu gibi, zeval-i lezzet dahi elemdir. Öyle sehâvet, elem çektirmek istemez.


    sh: » (S: 70)
    Demek ebedî bir Cennet'i, hem içinde ebedî muhtaçlari ister. Çünki nihayetsiz cûd ve seha, nihayetsiz ihsan etmek ister, nimetlendirmek ister. Nihayetsiz ihsan ve nimetlendirmek ise, nihayetsiz minnettarlik, nimetlenmek ister. Bu ise, ihsana mazhar olan sahsin devam-i vücudunu
    ister. Tâ, daimî tena'umla o daimî in'ama karsi sükür ve minnettarligini göstersin. Yoksa zeval ile acilasan cüz'î bir telezzüz, kisacik bir zamanda öyle bir cûd u sehanin muktezasiyla kabil-i tevfik degildir.
    Hem dahi mesher-i san'at-i Ilahiyye olan aktâr-i âlem sergilerine bak. Yeryüzündeki nebâtat ve hayvanatin ellerinde olan ilânat-i Rabbâniyeye dikkat et (Hasiye-1), mehâsin-i rubûbiyyetin dellâllari olan enbiya ve evliyaya kulak ver. Nasil müttefikan Sâni'-i Zülcelâl'in kusursuz Kemâlâtini, hârika san'atlarinin teshiriyle gösteriyorlar, Beyân ediyorlar, enzar-i dikkati celbediyorlar.
    Demek bu âlemin Sâniinin pek mühim ve hayret verici ve gizli kemâlâti vardir. Bu hârika san'atlarla onlari göstermek ister. Çünki: Gizli, kusursuz kemâlât ise, takdir edici, istihsan edici, mâsâallah diyerek müsahede edicilerin baslarinda teshir ister. Daimî kemâlât ise, daimî tezâhür ister. O ise, takdir ve istihsan edicilerin devâm-i vücûdunu ister. Bekasi olmayan istihsan edicinin nazarinda, kemâlâtin kiymeti sukut eder (Hasiye-2). Hem dahi, kâinatin yüzünde serilmis olan gayetle güzel ve san'atli ve parlak ve süslü su mevcûdât; isik Günesi bildirdigi gibi, misilsiz mânevî bir cemâlin mehâsinini bildirir ve nazîrsiz, hafî bir hüsnün letâifini is'ar ediyor.


    Seni çok Özledim Annem

  9. #9
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: SÖZLER / Risale-i Nur'dan 10. Söz

    (Hasiye-1): Evet kemik gibi bir kuru agacin ucundaki tel gibi incecik bir sapta gâyet münakkas, müzeyyen bir çiçek ve gâyet Mûsanna ve murassa bir meyve, elbette gâyet san'atperver mu'cizekâr ve hikmettar bir Sâniin mehâsin-i san'atini zîsuura okutturan bir ilânnâmedir. Iste nebâtata hayvânâti dahi kiyas et.

    (Hasiye-2): Evet durûb-u emsaldendir ki: Bir dünya güzeli, bir zaman kendine meftun olmus âdi bir adami huzurundan tardeder. O adam kendine teselli vermek için: "Tuh, ne kadar çirkindir" der. O güzelin güzelligini nefyeder.
    Hem bir vakit bir ayi, gâyet tatli bir üzüm asmasi altina girer. Üzümleri yemek ister. Koparmaga eli yetismez. Asmaya da çikamaz. Kendi kendine teselli vermek için kendi lisaniyla "Eksidir" der. Gümler gider...
    sh: » (S: 71)
    (Hasiye-). O münezzeh hüsün, o mukaddes cemâlin cilvesinden, esmâlarda, belki her isimde çok gizli defineler bulundugunu isaret eder. Iste su derece âli, nazîrsiz, gizli bir cemâl ise; kendi mehâsinini bir mir'âtta görmek ve hüsnünün derecâtini ve cemâlinin mikyaslarini zîsuur ve müstak bir âyinede müsâhede etmek istedigi gibi, baskalarinin nazariyla yine sevgili cemâline bakmak için, görünmek de ister. Demek iki vecihle kendi cemâline bakmak; biri: Herbiri baska baska renkte olan âyinelerde bizzat müsâhede etmek. Digeri: Müstak olan seyirci ve mütehayyir olan istihsancilarin müsâhedesi ile müsahede etmek ister. Demek hüsün ve cemâl, görmek ve görünmek ister. Görmek, görünmek ise; müstak seyirci, mütehayyir istihsan edicilerin vücûdunu ister. Hüsün ve cemâl, ebedî sermedî oldugundan müstaklarin devam-i vücûdlarini ister. Çünki daimî bir cemâl ise; zâil bir müstâka râzi olamaz. Zira dönmemek üzere zevale mahkûm olan bir seyirci, zevâlin tasavvuruyla muhabbeti adavete döner, hayreti istihfafa, hürmeti tahkire meyleder. Çünki hodgâm insan bilmedigi sey'e düsman oldugu gibi, yetismedigi sey'e de ziddir. Halbuki nihayetsiz bir muhabbet, hadsiz bir sevk ve istihsan ile mukabeleye lâyik olan bir cemâle karsi zimnen bir adâvet ve kin ve inkâr ile mukabele eder. Iste kâfir, Allah'in düsmani oldugunun sirri bundan anlasiliyor.
    Mâdem o nihayetsiz sehavet-i cûd, o misilsiz cemâl-i hüsün, o kusursuz kemâlât; ebedî mütesekkirleri, müstaklari, müstahsinleri iktiza ederler. Halbuki su misafirhane-i dünyada görüyoruz; herkes çabuk gidip, kayboluyor. O sehavetin ihsanini ancak az bir parça tadar. Istihasi açilir, fakat yemez gider. O cemâl, o kemâlin dahi ancak biraz isigina, belki bir zaîf gölgesine bir anda bakip, doymadan gider. Demek, bir seyrangâh-i daimîye gidiliyor.
    Elhasil: Nasilki su âlem bütün mevcûdâtiyla Sâni'-i Zülcelâl'ine kat'î delâlet eder; Sâni'-i Zülcelâl'in de sifât ve Esmâ-i Kudsiyyesi, dâr-i âhirete delâlet eder ve gösterir ve ister.
    _____________________________
    (Hasiye-3): Âyine-misâl mevcûdâtin birbiri arkasinda zeval ve fenalariyla beraber, arkalarindan gelenlerin üstünde ve yüzlerinde ayni hüsün ve cemâlin cilvesinin bulunmasi gösterir ki: Cemâl onlarin degil; belki o cemâller, bir hüsn-ü münezzeh ve bir Cemâl-i Mukaddesin âyâti ve emârâtidir.
    sh: » (S: 72)
    BESINCI HAKIKAT: Bâb-i sefkat ve Ubûdiyyet-i Muhammediyyedir (Aleyhissalâtü Vesselâm). Ism-i Mucîb ve Rahîmin cilvesidir.
    Hiç mümkün müdür ki: En edna bir hâceti, en edna bir mahlûkundan görüp kemâl-i sefkatle ummadigi yerden is'âf eden ve en gizli bir sesi, en gizli bir mahlûkundan isitip imdad eden, lisan-i hâl ve kal ile istenilen hersey'e icabet eden nihayetsiz bir sefkat ve bir merhamet sahibi bir Rab; en büyük bir abdinden (Hasiye), en sevgili bir mahlûkundan en büyük hâcetini görüp bitirmesin, is'âf etmesin; en yüksek duayi isitip kabûl etmesin!.. Evet meselâ hayvanatin zaîflerinin ve yavrularinin rizik ve terbiyeleri hususunda görünen lütûf ve sühûleti gösteriyor ki: Su kâinatin Mâliki, nihayetsiz bir rahmetle rubûbiyyet eder. Rubûbiyyetinde bu derece rahîmâne bir sefkat, hiç kabil midir ki mahlûkatin en efdalinin en güzel duasini kabûl etmesin!.. Bu hakikati Ondokuzuncu Söz'de izah ettigim vechile, surada dahi mükerreren söyle Beyân edelim:
    Ey nefsimle beraber beni dinleyen arkadas! Hikâye-i temsiliyyede demistik: Bir adada bir içtima var... Bir yâver-i ekrem bir nutuk okuyor. Onun isaret ettigi hakikat söyledir ki: Gel! Bu zamandan tecerrüd edip, fikren Asr-i Saâdet'e ve hayâlen Ceziret-ül Arab'a gidiyoruz. Tâ ki, Resûl-i Ekrem'i (Aleyhissalâtü Vesselâm) vazife basinda ve ubûdiyyet içinde görüp, ziyaret ederiz. Bak! O Zât nasilki Risâletiyle, hidâyetiyle saadet-i ebediyyenin sebeb-i husûlü ve vesile-i vusûlüdür. Onun gibi, ubûdiyyetiyle ve duâsiyla, o saadetin sebeb-i vücûdu ve Cennet'in vesile-i îcadidir.
    Iste bak! O Zât öyle bir salât-i kübrâda, bir ibâdet-i ulyâda
    _____________________________
    (Hasiye):Evet, binüçyüz elli sene saltanat süren ve saltanati devam eden ve ekser zamanda üçyüzelli milyondan ziyade raiyeti bulunan ve her gün bütün raiyeti Onunla tecdid-i biat eden ve Onun Kemâlâtina sehâdet eden ve kemâl-i itâatle evâmirine inkiyad eden ve Arzin nisfi ve nev-i beserin humsu o zâtin sibgi ile sibgalansa, yâni mânevî rengiyle renklense ve o zât onlarin mahbub-u kulûbu ve mürebbi-i ervahi olsa; elbette O Zât, su kâinatta tasarruf eden Rabb'in en büyük abdidir. Hem, ekser enva'-i kâinat O Zâtin birer meyve-i mu'cizesini tasimak Sûretiyle Onun vazifesini ve memuriyetini lasa, elbette O Zât; su kâinat Hâlikinin en sevgili mahlûkudur. Hem bütün insâniyyet, bütün istidadiyla istedigi beka gibi bir haceti ki: o hâcet ise, insani esfel-i sâfilînden â'lâ-yi illiyyîne çikariyor. Elbette o hâcet, en büyük bir hâcettir ve en büyük bir abd, umumun namina onu Kadiyy-ül Hâcât'tan isteyecek.

    sh: » (S: 73)
    saadet-i ebediyye için dua ediyor ki, güya bu cezîre, belki bütün Arz Onun âzametli namaziyla namaz kilar, niyaz eder. Çünki ubûdiyyeti ise; Ona ittiba eden ümmetin ubûdiyyetini tâzammun ettigi gibi, muvafakat sirriyla bütün enbiyanin sirr-i ubûdiyyetini tâzammun eder. Hem O salât-i kübrâyi öyle bir Cemâat-i uzmada kilar, niyaz ediyor ki; güya benî-Âdemin Hazret-i Âdem'den asrimiza kadar, belki kiyamete kadar bütün nuranî ve kâmil insanlar Ona tebaiyyetle iktida edip duasina âmîn derler.(Hasiye-1) Bak, hem öyle beka gibi bir hacet-i âmme için dua ediyor ki; degil ehl-i Arz, belki ehl-i semâvât, belki bütün mevcûdât niyazina istirak edip lisan-i hâl ile: «Oh.. evet yâ Rabbenâ!. ver, duasini kabûl et. Biz de istiyoruz.» diyorlar. Hem bak!.. Öyle hazînane, öyle mahbûbane, öyle müsâkane, öyle tazarrûkârane saadet-i bâkiye istiyor ki; bütün kâinati aglattirip, duasina istirâk ettiriyor.
    Bak hem öyle bir maksad, öyle bir gaye için saadet isteyip, dua ediyor ki; insani ve bütün mahlukati esfel-i sâfilîn olan fena-yi mutlaka sukuttan, kiymetsizlikten, faidesizlikten, abesiyyetten a'lâ-yi illiyyîn olan kiymete, bekaya, ulvî vazifeye, mektûbât-i Samedâniyye olmasi derecesine çikariyor.
    Bak hem öyle yüksek bir fîzâr-i istimdadkârane ile istiyor ve öyle tatli bir niyaz-i istirhamkârane ile yalvariyor ki: Güya bütün mevcûdâta, semâvata, arsa isittirip vecde getirip duasina: "Âmîn, Allahümme âmîn" dedirtiyor.(Hasiye -2)


    Seni çok Özledim Annem

  10. #10
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: SÖZLER / Risale-i Nur'dan 10. Söz

    (Hasiye-1): Evet münâcât-i Ahmediyye (A.S.M.) zamanindan simdiye kadar bütün ümmetin bütün salâtlari ve salâvatlari Onun duasina bir âmîn-i daimî ve bir istirâk-i umumîdir. Hattâ Ona getirilen herbir sâlavat dahi, Onun duasina birer âmîndir ve ümmetinin herbir ferdi, her bir namazin içinde ona salât ü selâm getirmek ve kametten sonra Safiîlerin Ona dua etmesi; Onun saadet-i ebediyye hususundaki duasina gâyet kuvvetli ve umumî bir âmîndir. Iste bütün beserin fitrat-i insâniyyet lisan-i haliyle, bütün kuvvetiyle istedigi beka ve saadet-i ebediyyeyi; o nev-i beser namina Zât-i Ahmediyye (A.S.M.) istiyor ve beserin nuranî kismi, Onun arkasinda âmîn diyorlar. Acaba hiç mümkün müdür ki, su dua kabûle karîn olmasin!
    (Hasiye-2): Evet su âlemin mutasarrifi, bütün tasarrufati bilmüsahede suurane, alîmane, hakîmane oldugu halde; hiçbir cihetle mümkün degildir ki; o mutasarrif, kendi masnûati içinde en mümtaz bir ferdin harekâtina suuru ve ittilâi bulunmasin. Hem hiçbir cihetle mümkün degildir ki; o Mutasarrif-i Alîm, o ferd-i mümtazin harekâtina ve daavâtina (dualarina) ittilâi bulundugu halde ona karsi lâkayd kalsin, ehemmiyet vermesin. Hem hiçbir cihetle mümkün degildir ki; o Mutasarrif-i Kadîr-i Rahîm; onun dualarina lâkayd kalmadigi halde, o dualari kabûl etmesin. Evet Zât-i Ahmediyye'nin (A.S.M.) nuruyla âlemin sekli degisti. Insan ve bütün kâinatin mahiyet-i hakikiyyeleri o nur, o ziya ile inkisaf etti ve göründü ki: Su kâinatin mevcûdâti; Esmâ-i Ilahiyyeyi okutan birer mektûbât-i Samedâniyye, birer muvazzaf memur ve bekaya mazhar kiymettar ve mânidar birer mevcûddurlar. Eger o Nur olmasa idi, mevcûdât fena-yi mutlaka mahkûm ve kiymetsiz, mânâsiz, faidesiz, abes, karmakarisik, tesadüf oyuncagi bir zulmet-i evham içinde kalirdi. Iste su sirdandir ki: Insanlar Zât-i Ahmediyye'nin (A.S.M.) duasina âmîn dedikleri gibi, ars ve fers ve seradan süreyyaya kadar bütün mevcûdât onun nuruyla iftihar edip, alâkadarlik gösteriyorlar. Zâten ubûdiyyet-i Ahmediyyenin (A.S.M.) ruhu, duadir. Belki kâinatin harekâti ve hidemâti, bir nevi duadir. Meselâ: Bir çekirdegin hareketi; Hâlikindan, bir agaç olmasina bir nevi duadir.
    sh: » (S: 74)
    Bak hem öyle Semî' ve Kerim bir Kadîr'den, öyle Basîr ve Rahîm bir Alîm'den saadet ve bekayi istiyor ki; bilmüsahede en gizli bir zîhayatin en gizli bir arzusunu, en hâfî bir niyazini görür, isitir, kabûl eder, merhamet eder. Lisan-i hal ile de olsa icabet eder. Öyle Sûret-i hakîmane, basîrane, rahîmânede verir ve icabet eder ki; sübhe birakmaz o terbiye ve tedbir öyle Semî' ve Basîr'e mahsus, öyle bir Kerim ve Rahîm'e hastir.
    Acaba bütün benî-Âdemi arkasina alip su Arz üstünde durup, ars-i âzama müteveccihen el kaldirip, nev-i beserin hülâsa-i ubûdiyyetini câmi' hakikat-i ubûdiyyet-i Ahmediyye (A.S.M.) içinde dua eden su seref-i nev-i insan ve ferîd-i kevn ü zaman olan Fahr-i Kâinat (A.S.M.) ne istiyor, dinleyelim. Bak, kendine ve ümmetine saadet-i ebediyye istiyor, beka istiyor, Cennet istiyor. Hem mevcûdât âyinelerinde cemâllerini gösteren bütün esmâ-i kudsiyye-i Ilâhiyye ile beraber istiyor. O esmâdan sefaat taleb ediyor, görüyorsun. Eger âhiretin hesabsiz esbab-i mûcibesi, delâil-i vücudu olmasa idi; yalniz su zâtin tek duasi, baharimizin icadi kadar Hâlik-i Rahîm'in kudretine hafif gelen su Cennet'in binasina sebebiyet verecekti...(Hasiye-1)
    ____________________________
    (Hasiye-1): Evet âhirete nisbeten gâyet dar bir sahife hükmünde olan rûy-i zeminde had ve hesaba gelmeyen hârika san'at nümunelerini ve hasir ve kiyametin misâllerini göstermek ve üçyüz bin kitab hükmünde olan muntâzam envâ'-i masnûati, o tek sahifede Kemâl-i intizâm ile yazip dercetmek; elbette genis olan âlem-i âhirette lâtif ve muntâzam Cennet'in binasindan ve îcadindan daha müskildir. Evet Cennet bahardan ne kadar yüksek ise, o derece bahar bahçelerinin hilkâti, o Cennet'ten daha müskildir ve hayretfezâdir denilebilir.
    sh: » (S: 75)
    Evet baharimizda yer yüzünü bir mahser eden, yüzbin hasir nümunelerini îcad eden Kadîr-i Mutlak'a, Cennet'in îcadi nasil agir olabilir? Demek nasilki onun risâleti, su dâr-i imtihanin açilmasina sebebiyet verdi, لَوْلاَكَ لَوْلاَكَ لَمَا خَلَقْتُ اْلاَفْلاَكَ sirrina mazhar oldu. Onun gibi, ubûdiyyeti dahi öteki dâr-i saadetin açilmasina sebebiyet verdi... Acaba hiç mümkün müdür ki, bütün akillari hayrette birakan su intizâm-i âlem ve genis rahmet içinde kusursuz hüsn-ü san'at, misilsiz Cemâl-i Rububiyyet; o duaya icabet etmemekle böyle bir çirkinligi, böyle bir merhametsizligi, böyle bir intizâmsizligi kabûl etsin? Yâni en cüz'î, en ehemmiyetsiz arzulari, sesleri ehemmiyetle isitip îfââ etsin, yerine getirsin. En ehemmiyetli, lüzumlu arzulari ehemmiyetsiz görüp isitmesin, anlamasin, yapmasin? Hâsâ ve kellâ, yüzbin defa hâsâ! Böyle bir cemâl, böyle bir çirkinligi kabûl edip çirkin olamaz (Hasiye-2). Demek, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm; Risâletiyle dünyanin kapisini açtigi gibi, Ubûdiyyetiyle de Âhiretin kapisini açar...
    عَلَيْهِ صَلَوَاتُ الرَّحْمنِ مِلْءَ الدُّنْيَا وَ دَارِ الْجِنَانِ
    اَللّهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّمْ عَلَى عَبْدِكَ وَ رَسُولِكَ ذلِكَ الْحَبِيبُ الَّذِى هُوَ سَيِّدُ الْكَوْنَيْنِ وَ فَخْرُ الْعَالَمَيْنِ وَ حَيَاتُ الدَّارَيْنِ وَ وَسِيلَةُ السَّعَادَتَيْنِ وَ ذُو الْجَنَاحَيْنِ وَ رَسُولُ الثَّقَلَيْنِ وَ عَلَى اَلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ وَ عَلَى اِخْوَانِهِ مِنَ النَّبِيِّنَ وَ الْمُرْسَلِينَ آمِينَ


    Seni çok Özledim Annem

Sayfa 1/3 123 SonSon

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •