بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ
Onbirinci Söz
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
وَالشَّمْسِ وَضُحَيهَا وَالْقَمَرِ اِذَا تَلَيهَا وَالنَّهَارِ اِذَا جَلَّيهَا وَ الَّيْلِ اِذَا يَغْشَيهَا
وَ نَفْسٍ وَمَا سَوَّيهَا وَ اْلاَرْضِ وَمَا طَحَيهَاوَ السَّمَآءِ وَمَا بَنَيهَا
Ey kardes! Eger hikmet-i âlemin tilsimini ve hilkat-i insanin muammasini ve hakikat-i salâtin rumuzunu bir parça fehmetmek istersen, nefsimle beraber su temsilî hikâyecige bak:
Bir zaman bir sultan varmis; servetçe onun pek çok hazineleri vardi. Hem o hazinelerde her çesit cevâhir, elmas ve zümrüt bulunuyormus. Hem gizli pek âcaip defineleri varmis. Hem Kemâlâtça sanâyi-i garîbede pek çok mehareti varmis. Hem hesabsiz fünûn-u acîbeye ma'rifeti, ihâtasi varmis. Hem, nihayetsiz ulûm-u bedîaya ilim ve ittilâi varmis. Her cemâl ve kemâl sahibi, kendi cemâl ve kemâlini görmek ve göstermek istemesi sirrinca; o sultan-i zîsan dahi istedi ki, bir mesher açsin, içinde sergiler dizsin; tâ nâsin enzarinda saltanatinin hasmetini, hem servetinin sa'saasini, hem kendi san'atinin hârikalarini, hem kendi ma'rifetinin garibelerini izhar edip göstersin. Tâ cemâl ve kemâl-i mânevîsini iki vecihle müsahede etsin:
Bir vechi: Bizzât nazar-i dekaik-âsinâsiyla görsün.
Digeri: Gayrin nazariyla baksin. Bu hikmete binâen, cesîm ve genis ve muhtesem bir kasri yapmaga basladi. Sâhâne bir Sûrette
sh: » (S: 126)
dairelere, menzillere taksim ederek hazinelerinin türlü türlü murassaatiyla süslendirip kendi dest-i san'atinin en lâtif, en güzel eserleriyle zînetlendirip, fünun-u hikmetinin en incelikleriyle tanzim edip düzelterek ve ulûmunun âsâr-i mu'cizekâraneleriyle donatarak tekmil ettikten sonra, herbir taam ve nimetlerinin bütün çesitlerinden en lezizlerini câmi' sofralar, o sarayda kurdu. Herbir tâifeye lâyik bir sofra tâyin etti. Öyle sehâvetkârane, san'atperverane bir ziyafet-i âmme ihzâr etti ki, güya herbir sofra, yüz sanâyi-i lâtifenin eserleriyle vücud bulmus gibi kiymetli hadsiz ni'metleri serdi. Sonra aktâr-i memleketindeki ahali ve raiyetini, seyre ve tenezzühe ve ziyafete dâvet etti. Sonra bir yaver-i Ekremine (ASM) sarayin hikmetlerini ve müstemilâtinin mânâlarini bildirerek Onu üstad ve târif edici tâyin etti. Tâ ki, sarayin Sâniini, sarayin müstemilâtiyla ahaliye târif etsin ve sarayin nakislarinin rumuzlarini bildirip, içindeki san'atlarinin isâretlerini ögretip, derûnundaki manzum murassalar ve mevzun nukus nedir? Ve ne vecihle saray sahibinin Kemâlâtina ve hünerlerine delâlet ettiklerini, o saraya girenlere târif etsin ve girmenin âdâbini ve seyrin merasimini bildirip, o görünmeyen sultana karsi marziyati dairesinde tesrifat merasimini târif etsin. Iste o muarrif üstadin herbir dairede birer avenesi bulunuyor. Kendisi en büyük dairede sâkirdleri içinde durmus, bütün seyircilere söyle bir tebligatta bulunuyor. Diyor ki:
«Ey ahali; Su kasrin meliki olan seyyidimiz, bu seylerin izhariyla ve bu sarayi yapmasiyla, kendini size tanittirmak istiyor. Siz dahi onu taniyiniz ve güzelce tanimaga çalisiniz. Hem su tezyinatla kendini size sevdirmek istiyor. Siz dahi onun san'atini takdir ve islerini istihsan ile kendinizi ona sevdiriniz. Hem bu gördügünüz ihsanat ile, size muhabbetini gösteriyor. Siz dahi itaat ile ona muhabbet ediniz. Hem su görünen in'am ve ikramlar ile, size sefkatini ve merhametini gösteriyor. Siz dahi sükür ile ona hürmet ediniz. Hem su Kemâlâtinin âsâriyla, mânevî cemâlini size göstermek istiyor. Siz dahi onu görmege ve teveccühünü kazanmaga istiyakinizi gösteriniz. Hem bütün su gördügünüz masnûat ve müzeyyenat üstünde birer mahsus sikke, birer hususî hâtem, birer taklid edilmez turra koymakla, hersey kendisine has oldugunu ve kendi eser-i desti oldugunu ve kendisi tek ve yekta, istiklâl ve infirad sahibi oldugunu size göstermek istiyor. Siz dahi Onu; tek ve yekta ve misilsiz, nazîrsiz bîhemta taniyiniz ve kabûl ediniz.» Daha bunun gibi, ona ve
sh: » (S: 127)
o makama münâsib sözleri seyircilere söyledi. Sonra, giren ahali iki güruha ayrildilar:
Birinci güruhû: Kendini tanimis ve akli basinda ve kalbi yerinde olduklari için, o sarayin içindeki acâiblere baktiklari zaman dediler: «Bunda büyük bir is var.» Hem anladilar ki: Beyhûde degil, âdi bir oyuncak degil. Onun için merak ettiler. «Acaba tilsimi nedir, içinde ne var.» deyip düsünürken, birden o muarrif üstadin(A.S.M.) Beyân ettigi nutkunu isittiler. Anladilar ki: Bütün esrarin anahtarlari Ondadir; Ona müteveccihen gittiler ve dediler: «Esselâmü Aleyke ya Eyyühel Üstad! Hakkan, söyle bir muhtesem sarayin, senin gibi sâdik ve müdakkik bir muarrifi lâzimdir. Seyyidimiz sana ne bildirmisse lütfen bize bildiriniz.» Üstad ise, evvel zikri geçen nutuklari onlara dedi. Bunlar güzelce dinlediler, iyice kabûl edip tam istifade ettiler. Padisahin marzîyati dairesinde amel ettiler. Onlarin su edebli muamele ve vaziyetleri o Padisahin hosuna geldiginden onlari has ve yüksek ve tavsif edilmez diger bir saraya dâvet etti, ihsan etti. Hem öyle bir Cevvâd-i Melik'e lâyik ve öyle mutî ahaliye sâyeste ve öyle edebli misâfirlere münasib ve öyle yüksek bir kasra sâyan bir Sûrette ikrâm etti... daimî onlari saâdetlendirdi.
Ikinci güruh ise; akillari bozulmus, kalbleri sönmüs olduklarindan, saraya girdikleri vakit, nefislerine maglub olup lezzetli taamlardan baska hiç bir sey'e iltifat etmediler; bütün o mehâsinden gözlerini kapadilar ve o üstadin (ASM) irsâd'atindan ve sâkirdlerinin îkazatindan kulaklarini tikadilar. Hayvan gibi yiyerek uykuya daldilar. Içilmeyen, fakat Bâzi seyler için ihzâr edilen iksirlerden içtiler. Sarhos olup öyle bagirdilar, karistirdilar; seyirci misafirleri çok rahatsiz ettiler. Sâni'-i Zîsan'in düsturlarina karsi edebsizlikte bulundular. Saray sahibinin askerleri de onlari tutup, öyle edebsizlere lâyik bir hapse attilar.
Ey benimle bu hikâyeyi dinleyen arkadas! Elbette anladin ki: O Hâkim-i Zîsan; bu kasri, su mezkûr maksadlar için bina etmistir. Su maksadlarin husûlü ise, iki sey'e mütevakkiftir:
Birisi: Su gördügümüz ve nutkunu isittigimiz üstadin (ASM) vücududur. Çünki: O bulunmazsa, bütün maksadlar beyhûde olur. Çünki: Anlasilmaz bir kitab, muallimsiz olsa; mânâsiz bir kâgittan ibaret kalir.