sh: » (M: 272)
Yirminci Mektub'un Onuncu Kelimesine Zeyldir
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ
اَلاَ بِذِكْرِ اللّهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ { ضَرَبَ اللّهُ مَثَلاً رَجُلاً فِيهِ شُرَكَاءُ مُتَشَاكِسُونَ
Sual: Sen çok yerlerde demissin ki: "Vahdette nihayet derecede kolaylik var; kesrette ve sirkte nihayet müskilât oluyor. Vahdette vücub derecesinde bir sühulet var; sirkte, imtina' derecesinde bir suûbet var." diyorsun. Halbuki gösterdigin müskilât ve muhalât, vahdet tarafinda da cereyan eder. Meselâ diyorsun: "Eger zerreler memur olmazlarsa; herbir zerrede, ya bir ilm-i muhît veya bir kudret-i mutlaka veya hadsiz manevî makinalar, matbaalar bulunmak lâzim gelir. Bu ise yüz derece muhaldir. Halbuki o zerreler memur-u Ilahî de olsalar, yine öyle bir mazhariyet lâzim gelir.. tâ hadsiz muntazam vazifelerini yapabilsinler. Bunun hallini isterim."
Elcevap: Çok Sözlerde îzah ve isbat etmisiz ki: Bütün mevcudat birtek Sâni'a verilse, birtek mevcud gibi kolay ve sühuletli olur. Eger müteaddid esbaba ve tabiata isnad edilse; birtek sinek, semavat kadar; bir çiçek, bir bahar kadar; bir meyve, bir bahçe kadar müskilâtli ve suûbetli olur. Mâdem su mes'ele baska Sözler'de îzah ve isbat edilmis; onlara havale edip, surada yalniz üç isaret ile, o hakikata karsi nefsin itminanini temin edecek üç temsil beyan edecegiz:
Birinci Temsil: Meselâ seffaf parlak bir zerrecik, bizzât kendi basiyla kalsa bir kibrit basi kadar bir nur içinde yerlesmez ve ona masdar olamaz. Kendi cirmi kadar ve mahiyeti mikdarinca bil'asale cüz'î zerre gibi bir nuru olabilir. Fakat o zerrecik, Günese
sh: » (M: 273)
intisab edip ona karsi gözünü açip baksa; o vakit o koca Günes'i ziyasiyla, elvan-i seb'asiyla, hararetiyle hattâ mesafesiyle içine alabilir ve bir nevi tecelli-i azamina mazhar olur. Demek o zerre kendi kendine kalsa, bir zerre kadar ancak is görebilir. Eger Günes'e memur ve mensub ve mir'at sayilsa; Günes gibi, Günes'in icraatindaki bir kisim cüz'î nümunelerini gösterebilir.
Iste وَلِلّهِ اْلمَثَلُ اْلاَعْلَى herbir mevcud, hattâ herbir zerre, eger kesrete ve sirke ve esbaba ve tabiata ve kendi kendine isnad edilse; o vakit herbir zerre, herbir mevcud, ya bir ilm-i muhît ve kudret-i mutlaka sahibi olmali veyahut hadsiz manevî makine ve matbaalar, içinde tesekkül etmeli; tâ ona tevdi' edilen acib vazifeleri yapabilsin. Eger o zerreler Vâhid-i Ehad'e isnad edilse; o vakit her bir masnu, herbir zerre ona mensub olur, onun memuru hükmüne geçer. Su intisabi onu tecelliye mazhar eder. Bu mazhariyet ve intisabla, nihayetsiz bir ilim ve kudrete istinad eder. Hâlikinin kuvvetiyle, milyonlar defa kuvvet-i zâtîsinden fazla isleri, vazifeleri; o intisab ve istinad sirriyla yapar.
Ikinci Temsil: Meselâ: Iki kardes var. Birisi cesur, kendine güvenir. Digeri hamiyetli, milliyet-perverdir. Bir muharebe zamaninda kendine güvenen adam devlete intisab etmez, kendi basiyla is görmek ister. Kendi kuvvetinin menba'larini belinde tasimaya mecbur olur. Techizatini, cephanelerini kendi kuvvetine göre çekmeye muztardir. O sahsî ve küçük kuvvet mikdarinca, düsman ordusunun bir onbasisiyla ancak mücadele eder; fazla birsey elinden gelmez. Öteki kardes kendine güvenmiyor ve kendisini âciz, kuvvetsiz biliyor.. padisaha intisab etti, askere kaydedildi. O intisab ile, koca bir ordu ona nokta-i istinad oldu. Ve o istinad ile arkasinda, padisahin himmetiyle bir ordunun manevî kuvveti tahsid edilebilir bir kuvve-i maneviye ile harbe atildi. Tâ düsmanin maglub ordusu içindeki sahin büyük bir müsirine rastgeldi; kendi padisahi namina, "Seni esir ediyorum! Gel!" der. Esir eder getirir. Su halin sirri ve hikmeti sudur ki:
Evvelki basibozuk, kendi menba'-i kuvvetini ve techizatini kendisi tasimaya mecbur oldugu için, gayet cüz'î is görebildi. Su memur ise; kendi kuvvetinin menbaini tasimaya mecbur degil, belki onu ordu ve padisah tasiyor. Mevcud telgraf ve telefon teline makinasini küçük bir tel ile rabtetmek gibi, su adam bu intisabla
sh: » (M: 274)
kendini o hadsiz kuvvete rabteder.
Iste وَلِلّهِ اْلمَثَلُ اْلاَعْلَى eger her mahlûk, her zerre dogrudan dogruya Vâhid-i Ehad'e isnad edilse ve onlar ona intisab etseler; o vakit o intisab kuvvetiyle ve seyyidinin havliyle, emriyle; karinca, Firavun'un sarayini basina yikar, basasagi atar.. sinek, Nemrud'u gebertip Cehennem'e atar.. bir mikrop, en cebbar bir zalimi kabre sokar.. bugday tanesi kadar çam çekirdegi, bir dag gibi bir çam agacinin destgâhi ve makinasi hükmüne geçer.. havanin zerresi, bütün çiçeklerin, meyvelerin ayri ayri islerinde, tesekkülâtlarinda muntazaman, güzelce çalisabilir. Bütün bu kolaylik, bilbedahe memuriyet ve intisabdan ileri geliyor. Eger is basibozukluga dönse, esbaba ve kesrete ve kendi kendilerine birakilip sirk yolunda gidilse, o vakit hersey, cirmi kadar ve suuru mikdarinca is görebilir.
Üçüncü Temsil: Meselâ iki arkadas var. Hiç görmedikleri bir memleketin ahvaline dair istatistikli bir nevi cografya yazmak istiyorlar.
Birisi, o memleketin padisahina intisab edip, telgraf ve telefon dairesine girer. On paralik bir tel ile, kendi telefon makinasini devletin teline rabteder. Her yer ile görüsür, muhabere eder, malûmat alir. Gayet muntazam ve mükemmel cografya istatistigine ait san'atkârane bir eser yapar.
Öteki arkadas ise, ya elli sene mütemadiyen gezecek ve müskilâtla heryeri görüp her hâdiseyi isitecek veyahut milyonlarla lirayi sarfedip, devletin tel ve telefon temdidati kadar ve padisah gibi telgraf sahibi olacak. Tâ evvelki arkadasi gibi o mükemmel eseri yapsin. Öyle de: وَلِلّهِ اْلمَثَلُ اْلاَعْلَى eger hadsiz esya ve mahlûkat Vâhid-i Ehad'e verilse, o vakit o irtibat ile hersey birer mazhar olur. O Sems-i Ezelî'nin tecellisine mazhariyetle, kavanin-i hikmetine ve desatir-i ilmiyesine ve nevamis-i kudretine irtibat peyda eder. O vakit havl ve kuvvet-i Ilâhiye ile hersey'i görür bir gözü ve her yere bakar bir yüzü ve her ise geçer bir sözü hükmünde bir cilve-i Rabbaniyeye mazhar olur. Eger o intisab kesilse; o sey, bütün esyadan dahi inkita' eder, cirmi kadar bir küçüklüge sigisir. O halde bir Ulûhiyet-i Mutlaka sahibi olmali
sh: » (M: 275)
ki, evvelki vaziyette gördügü isleri görebilsin.
Elhâsil: Vahdet ve îman yolunda, vücub derecesinde bir sühulet ve kolaylik var. Sirk ve esbabda, imtina derecesinde müskilât ve suûbet var. Çünki bir vâhid, külfetsiz olarak kesîr esyaya bir vaziyet verir ve bir neticeyi istihsal eder. Eger o vaziyeti almayi ve o neticeyi istihsal etmeyi, o esya-yi kesîreye havale edilse; o vakit pek çok külfetle ve pek çok hareketlerle ancak o vaziyet alinir ve o netice istihsal edilir. Meselâ Üçüncü Mektub'da denildigi gibi: Semavat meydaninda, Sems ve Kamer kumandasi altinda yildizlar ordusunu harekete getirmekle, her gece ve her sene, sasaali tesbihkârane bir seyeran ve cereyan vermek demek olan cazibedar, sevimli vaziyet-i semaviye ve mevsimlerin degismesi gibi büyük maslahatlarin vücud bulmasi demek olan o ulvî, hikmetli netice-i Arziye, eger vahdete verilse; o Sultan-i Ezel kolayca Küre-i Arz gibi bir neferi, o vaziyet ve o netice için ecram-i ulviyeye kumandan tayin eder. O vakit Arz, emir aldiktan sonra, memuriyet nes'esinden mevlevî gibi zikr ü semaa kalkar; az bir masrafla o güzel vaziyet hasil olur, o mühim netice vücud bulur. Eger Arz'a, "Sen dur, karisma!" denilse; ve o netice ve o vaziyetin istihsali de semavata havale edilse; ve vahdetten, kesrete ve sirke gidilse; hergün ve her sene, binler derece Küre-i Arz'dan büyük olan milyonlar adedince yildizlar hareket etmek, milyarlar sene mesafeyi yirmidört saatte ve bir senede kestirmek lâzimdir.
Netice-i Meram: Kur'an ve ehl-i îman, hadsiz masnûati bir Sâni'-i Vâhid'e verir. Dogrudan dogruya her isi ona isnad eder. Vücub derecesinde sühuletli bir yolda gider, sevkeder. Ve ehl-i sirk ve tugyan, bir masnu-u vâhidi hadsiz esbaba isnad ederek, imtina' derecesinde suûbetli bir yolda gider. Su halde Kur'an yolunda, bütün masnuatla; dalâlet yolunda, bir masnu-u vâhid beraberdirler. Hattâ belki bütün esyanin vâhidden sudûru, bir vâhidin hadsiz esyadan sudûrundan çok derece eshel ve kolaydir. Nasilki bir zabit, bin neferin tedbirini, bir nefer gibi kolay yapar ve bir neferin tedbiri, bin zabite havale edilse; bin nefer kadar müskilâtli olur, kesmekese sebebiyet verir.
Iste su hakikati su âyet-i azîme, ehl-i sirkin basina vuruyor, dagitiyor:
ضَرَبَ اللّهُ مَثَلاً رَجُلاً فِيهِ
شُرَكَاءُ مُتَشَاكِسُونَ وَرَجُلاً سَلَمًا لِرَجُلٍ
sh: » (M: 276)
هَلْ يَسْتَوِيَانِ مَثَلاً َاْلحَمْدُ لِلّهِ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لاَ يَعْلَمُونَ
سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
اَللُّهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّمْ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ ذَرَّاتِ الْكَائِنَاتِ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ آمِينَ وَالْحَمْدُ ِللّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
اَللّهُمَّ يَا اَحَدُ يَا وَاحِدُ يَا صَمَدُ يَا مَنْ لاَ اِلهَ اِلاَّ هُوَ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ يَا مَنْ لَهُ الْمُلْكُ وَ لَهُ الْحَمْدُ وَ يَا مَنْ يُحْىِ وَ يُمِيتُ يَا مَنْ بِيَدِهِ الْخَيْرُ يَا مَنْ هُوَ عَلَى كُلِّ شَيْئٍ قَدِيرٌ* يَا مَنْ اِلَيْهِ الْمَصِيرُ بِحَقِّ اَسْرَارِ هذِهِ الْكَلِمَاتِ اِجْعَلْ نَاشِرَ هذِهِ الرِّسَالَةِ وَ رُفَقَائَهُ وَ صَاحِبَهُ سَعِيدًا مِنَ الْمُوَاحِّدِينَ الْكَامِلِينَ وَ مِنَ الصِّدِّيقِينَ الْمُحَقِّقِينَ وَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ الْمُتَّقِينَ آمِينَ
اَللّهُمَّ بِحَقِّ سِرِّ اَحَدِيَّتِكَ اِجْعَلْ نَاشِرَ هذَ الْكِتَابِ نَاشِرًا ِلاَسْرَارِ الَّتَوْحِيدِ وَ قَلْبَهُ مَظْهَرًا ِلاَنْوَارِ اْلاِيمَانِ وَ لِسَانَهُ نَاطِقًا بِحَقَائِقِ الْقُرْآنِ آمِينَِ آمِينَِ آمِينَ
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Said Nursî