Sayfa 5/10 İlkİlk ... 34567 ... SonSon
95 sonuçtan 41 ile 50 arası

Konu: günün sohbeti

  1. #41
    ***
    DIŞARDA
    Points: 25.810, Level: 96
    Points: 25.810, Level: 96
    Level completed: 46%,
    Points required for next Level: 540
    Level completed: 46%, Points required for next Level: 540
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    mihrab - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    May 2009
    Mesajlar
    4.559
    Points
    25.810
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    21

    Standart Cevap: günün sohbeti

    İstihazasız son ay esas alınır
    Renklerin açıklaması:



    Kural:
    Önceki ayda 10 günden fazla kan gelmişse, 10 günden az kan gelen yani istihaza olmayan son aydaki âdetinin de bilinmesi gerekir. Yeni âdeti hesaplanırken, istihazasız son aydaki âdeti esas alınır.

    Örnekler:



    1)
    Âdeti 25 temiz, 5 hayz iken, 17 temiz, 11 kan görse, bu aydaki kanlı günler 10 günü aştığı için, istihaza var demektir. Bu aydaki kanlı günler, önceki âdetine 3 gün rastladığı için, rastlayan bu 3 gün hayz, bu 3 günden önceki 8 kanlı gün istihaza olur. Temizlik gün sayısı değişmez, hayzı 3 güne düşmüş olur. İstihaza olan günlerdeki kılmadığı namazlarını daha sonra kaza eder. 2. ay istihazalı olduğu için, bu aydaki kanlı ve kansız günler sonraki aylardaki hayzı hesaplanırken hesaba katılmaz. Hayzı geçerli olan ay hesaba katılır.

    2) Aynı kadın üçüncü ay, 18 temiz 11 gün kan görse, bu aydaki kanlı günler 10 günü aştığı için, yine istihaza var demektir. Bu aydaki kanlı günler, istihazasız olan 1. aydaki hayzlı günlere 4 gün rastladığı için, rastlayan bu 4 gün hayz, bu 4 günden önceki 7 kanlı gün istihaza olur.

    3) Aynı kadın dördüncü ay, 27 temiz 12 gün kan görse, bu aydaki kanlı günler 10 günü aştığı için, yine istihaza var demektir. Bu aydaki kanlı günler, önceki âdetine 3 gün rastladığı için, rastlayan bu 3 gün hayz, bu 3 günden sonraki 9 kanlı gün istihaza olur.

    4) Aynı kadın beşinci ay, 30 temiz 11 gün kan görse, bu aydaki kanlı günler de 10 günü aştığı için, yine istihaza var demektir. Bu aydaki kanlı günler, önceki âdetine hiç rastlamadığı için, istihazasız olan ilk aydaki durum esas alınır. İlk aydaki âdeti 5 gündü, âdeti yine 5 gün olur. İlk 5 günden sonraki 6 gün istihaza olur.

    5) Aynı kadın altıncı ay, 28 temiz 11 gün kan görse, bu aydaki kanlı günler de 10 günü aştığı için, yine istihaza var demektir. Bu aydaki kanlı günler, önceki âdetine 2 gün rastladığı için, hiç dikkate alınmaz. Dikkate alınması için, en az 3 gün rastlaması gerekir. İstihazasız olan ilk aydaki durum esas alınır. İlk aydaki âdeti 5 gündü, âdeti yine 5 gün olur. İlk 5 günden sonraki 6 gün istihaza olur.

    6) Aynı kadın yedinci ay, 27 temiz 10 gün kan görse, bu aydaki kanlı günler 10 günü aşmadığı için, istihaza yok demektir. Bu durumda eski âdetlerinin hiçbiri dikkate alınmaz. Âdeti değişip 10 güne çıkmış olur. Temizlik de 27 gün olur.

    7) Aynı kadın sekizinci ay, 18 temiz 11 gün kan görse, bu aydaki kanlı günler 10 günü aştığı için, yine istihaza var demektir. Bu aydaki kanlı günler, istihazasız olan, geçerli olan son âdetine yani yedinci aydaki âdetine 2 gün rastladığı için dikkate alınmaz. İstihazasız olan bir önceki aydaki durum esas alınır. Bir önceki aydaki âdeti 10 gündü yine 10 gün olur. Son 1 kanlı gün istihaza olur.




    alıntı
    Sessizlik de bir çeşit konuşma sanatıdır





    hasretin rüzgarında savrulan bir hayat

  2. #42
    ***
    DIŞARDA
    Points: 8.888, Level: 63
    Points: 8.888, Level: 63
    Level completed: 46%,
    Points required for next Level: 162
    Level completed: 46%, Points required for next Level: 162
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    mehasin - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Üye

    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Mesajlar
    1.152
    Points
    8.888
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    17

    Standart Cevap: günün sohbeti

    Hayızlı iken hangi ibadetleri yapabiliriz? Hayız ve nifas hâlinde olan bir kadının namaz kılması ve Kur'an okuması haramdır. Peygamber Efendimiz hayızlı, loğusa ve cünübün Kur’an okuması ile ilgili şöyle buyurmuştur; “Hayızlı kadın ve cünüp olan kimse Kur’an’dan bir şey okuyamaz” buyurmuşlardır.( Tirmizi, Taharet, 98; İbni Mace, Taharet, ,105; Darakutni, Sünen, 1/117)Ayrıca hz. Ali (r.a.)de şöyle demiştir: “Allah Resülünü cünüplüğün dışında Kur’an okumadan bir şey alıkoymazdı.” (Ebu Davud, Taharet, 90; Neseî, Taharet, 170; İbn Mace, Taharet, 105) Dolayısıyla bu hadisler cünüp ile hayızlı Kur’an okuyamayağı hususunda önemli bir delildir.(Aynî, el-Binaye, 1/644)
    Bu hadislerden hareketle İslam alimlerinin çoğunluğu hayızlı kadının Kur’an’dan, Kur’an okuma maksadıyla bir ayet bile okuyamacağını söylemişlerdir. Aynı zamanda bunlar bu halde iken Kur’an ayetlerini de yazamazlar. Bu konuda Tevrat, İncil ve Zebur da Kur’an gibidir.(İbn-i Abidin, Haşiyetu Reddi’l-Muhtar, 1/293)

    Fatiha dua niyetiyle okunabilir. Ayrıca Kur’andaki duaya benzeyen ayetler de Kur’an okuma niyetiyle değil de dua maksadıyla okunabilir. Mesela; Rabbena atina fiddünya haseneten ve filahireti haseneten ve gına azabennar gibi.

    Aynı şekilde sevinçli bir haber duyan bir kimse “Elhamdülillah” diyebilir. Üzücü bir haber duyan da “İnna lillah ve inna ileyhi raciun” diyebilir. (İbrahim Halebi, Halebi, Sağir, s.37-39; İbn-i Abidin, Haşiyetu Reddi’l-Muhtar, 1/293)

    İmam Malik’e göre hayızlı kadın mazeretli olduğundan ve Kur’an okumaya da muhtac olmasından dolayı cevaz vermiştir. Ancak hayız kanı kesildikten sonra gusl etmeden önce okuyamaz. (Zuhayli, el-Fıkhu’l-İslamî, 1/471)

    Diğer yandan zikir çekebilir dua edebilir. Bunlara bir mani yoktur. Hatta özel günlerindeki bir bayanın kıbleye doğru oturarak zaman zaman tesbih çekmesi dua etmesi isabetli bir davranış olur böylelikle adet gördüğü günlerinde bu şekilde manen beslenmiş olur.

    Hayızlı ve nifaslı kadınların veya cünüplerin kunut vesaire gibi çeşitli duaları okumalarında, tesbih ve tehlil kelimelerini söylemelerinde ve Hazret-i Peygambere salât ve selâm getirmelerinde hiçbir mahzur yoktur. Hayız ve nifaslı halde olanlar, Kur'an-ı Kerîm'i okuyamamakla beraber, onu dinleyebilirler.

    Kur'an Kursu öğretmenliği yapan bir kadın, hayız hâlinde öğretim işini yardımcısına yaptıracaktır. Yardımcısı yoksa Hanefî ulemasından Kerhî ve Tahavî'ye göre öğretimini devam ettirecektir. Kerhî: Öğretmen hanım hayız hâlinde kelime kelime, Tahavî ise, yarımşar âyet söylemekle öğretim yapılmasında 'beis yoktur' demişlerdir.

    Netice itibariyle İslam alimlerinin çoğunluğu Hanefî, Şafiî ve Hanbelî mezhebine göre hayızlı ve cünüp olan Kur’an ayetlerinden okuyamaz. (Zuhayli, el-Fıkhu’l-İslamî, 1/471)
    ALLAH'I TANIYAN İTAAT EDEN, ZİNDANDA DAHİ OLSA BAHTİYARDIR.ONU UNUTAN SARAYLARDA DA OLSA ZİNDANDADIR, BEDBAHTTIR....

  3. #43
    ***
    DIŞARDA
    Points: 25.810, Level: 96
    Points: 25.810, Level: 96
    Level completed: 46%,
    Points required for next Level: 540
    Level completed: 46%, Points required for next Level: 540
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    mihrab - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    May 2009
    Mesajlar
    4.559
    Points
    25.810
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    21

    Standart Cevap: günün sohbeti

    İffet abideleri

    İslâm ahlakçıları insanda üç temel duygunun bulunduğunu söylemiş; belli ölçüde de olsa hakikatleri görüp fayda ya da zarar getirecek şeyleri birbirinden ayırma melekesine “kuvve-i akliye”; kin hiddet kızgınlık ve atılganlık gibi hislerin kaynağı sayılan güce “kuvve-i gadabiye”; arzu iştiha ve cismânî hazların menşei kabul edilen duyguya da “kuvve-i şeheviye” demişlerdir. Kuvve-i şeheviye’nin hayâ hissinden tamamen sıyrılarak her türlü cürmü işleyecek kadar kayıtsız kalma şeklindeki ifrat hâlini “fısk u fücûr”; helal nimet ve lezzetlere karşı dahi hissiz ve hareketsiz kalma durumunu da “humûd” olarak isimlendirmişlerdir. Kuvve-i şeheviye açısından istikamet ve itidal üzere bulunarak meşru dairedeki zevk ve lezzetlere karşı istekli davranmanın yanı sıra gayr-i meşru arzu ve iştihalara iradî olarak kapalı kalma tavrını ise “iffet” kelimesiyle ifade etmişlerdir. Bu zaviyeden iffet umumî manasıyla iradenin gücünü kullanarak cismanî ve behimî arzuları kontrol altına almak zinadan ve sefihlikten uzak durmak demektir.

    Kur’an-ı Kerim iman edenlerin iffetli hayâlı ve edep yerlerini koruyan insanlar olduklarını nazara vermiş (Mü’minûn 23/5-7); iffetli yaşamanın mükafatı olarak Allah’ın mağfiretini ve âhiret sürprizlerini müjdelemiş (Ahzâb 33/35); mevzunun önemine binâen kadınları ve erkekleri ayrı ayrı zikrederek bütün mü’minlere iffetli olmalarını ve iffetsizlik için bir giriş kapısı sayılan haram nazardan kaçınmalarını emir buyurmuştur (Nur 24/30-31). Ayrıca Hazreti Yusuf ve Hazreti Meryem gibi iffet abidelerini misal vererek inananlara hayâ ve ismet ufkunu göstermiştir.

    Evet Hazreti Yusuf aleyhisselam vezirin hanımından gelen bir günah çağrısı karşısında “Ya Rabbî! Bu kadınların beni dâvet ettikleri o işten zindan daha iyidir.” (Yusuf 12/33) diyerek iffetine toz kondurmaktansa senelerce hapiste yatmayı göze almış ve kıyamete kadar gelecek olan bütün ehl-i imana bir hayâ timsali olmuştur.

    Cenâb-ı Allah’ın “İffet ve namusunu gerektiği gibi koruyan Meryem’i de an. Biz ona rûhumuzdan üfledik hem onu hem oğlunu cümle âlem için bir ibret yaptık.” (Enbiya 21/91) diyerek yücelttiği Hazreti Meryem de bütün insanlık için tam bir iffet örneğidir. Öyle ki temiz ve nezih bir atmosferde iffetli ve şerefli bir şekilde yetişen Meryem validemiz o paklardan pak mahiyetiyle adeta mücessem iffet haline gelmiştir. Bundan dolayıdır ki Hazreti İsa’nın doğumunu dile dolayan bazı kimselerin yakışıksız sözleri karşısında bin bir ızdırapla “Keşke bu iş başıma gelmeden öleydim adı sanı unutulup gitmiş biri olaydım!” (Meryem 19/23) diye inlemiştir.

    İffetin bu umumî manasını hatırda tutmakla beraber onu daha geniş ve şümullü olarak ele almak da mümkündür. Bediüzzaman hazretlerinin “Helal dairesi geniştir keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur.” şeklinde dile getirdiği ölçüye göre iffet meşru daire içinde yaşayıp gayr-i meşru sahaya nazar etmeme el uzatmama adım atmama demektir. Dolayısıyla iffetli bir insan göz kulak el ayak gibi bütün âzâların helal dairedeki lezzetleriyle iktifâ etmeli hiçbir şekilde ve hiçbir yolla haram işlememeli izzet ve haysiyetine dokunacak durumlardan da sakınmalıdır.

    Fakir Ama Afîf

    Bu açıdan insanın kendi el emeği ve alın teriyle kazandığına razı olması başkasının malına göz dikmemesi daha çok kazanma ve daha rahat yaşama hırsıyla gayr-i meşru daireye el uzatmaması ve dilencilik yapmaması da iffetin ayrı bir yanıdır. Evet insan kendi emeği ve alın teriyle geçimini sağlamalı gerekirse inşaatlarda taş kırmalı hamallık yapmalı ama asla başkalarına el açmamalıdır.

    Kur’an-ı Kerim ihtiyacı olduğu halde dilenmeyenleri takdirle anmış ve onların durumunu da iffet çerçevesine dahil etmiştir. “Bu yardımlar kendilerini Allah yoluna vakfeden yoksullar içindir. Bunlar yeryüzünde dolaşma imkânı bulamazlar. Halktan istemekten geri durmaları sebebiyle onların gerçek hallerini bilmeyenler onları zengin sanarlar. Ey Rasûlüm sen onları simalarından tanırsın. Onlar yüzsüzlük ederek halktan bir şey istemezler. Hem hayır adına her ne verirseniz mutlaka Allah onu bilir.” (Bakara 2/273) mealindeki ayet-i kerime işte bu manadaki iffeti ve iffetlileri anlatmaktadır. Sadakaların kimlere verileceğini belirten bu ayet Peygamber halkasının Allah yoluna adanmış talebeleri olan mescidde yatıp kalkan Rasûl-ü Ekrem’in sohbetlerini dinleyip öğrenerek sonraki nesillere nakletmeye çalışan vakitlerini ibadetle ilimle değerlendiren ve iâşeleri de Allah Rasûlü tarafından karşılanan “Ashab-ı Suffe” başta olmak üzere kendini öğrenip öğretmeye vakfeden dolayısıyla malı-mülkü olmayan başka bir meslekte çalışmaya vakit bulamayan ya da güç yetiremeyen ama her şeye rağmen başkalarına da el açmayan hayâ ve iffetlerinden ötürü dilencilikte bulunmayan her devirdeki fakir fakat afîf müslümanları takdir etmektedir.

    Evet bu müstağni insanlar kimseden karşılıksız bir şey kabul etmeyen kimseye evvel ve âhir diyet ödeme mecburiyetinde kalmayan aziz ruhlardır. Halden anlamayanlar izzet-i nefislerini korumayı açlığa tercih eden ve yokluklara katlanıp asla isteme zilletine düşmeyen bu insanları zengin zannederler. Aslında dikkat edilse hallerinde fakirlik emareleri görülecektir. Fakat onlar kimseden bir şey isteyemezler hele hele ısrarla ve bıktırırcasına hiç istemez ve kat’iyen dilencilik yapmazlar.

    Haddizatında Peygamber Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) hakiki fakiri bu çerçeve içinde zikretmiş; “Fakir kapı kapı dolaşan ve bir iki lokma veya bir iki hurma ile baştan savılan kimse değildir. Gerçek fakir durumu bilinmediği için kendisine sadaka verilmediği halde ihtiyaç içerisinde olmasına rağmen iffetinden dolayı başkalarına el açmayan ve halktan hiçbir şey istemeyen insandır.” buyurmuştur.

    Ashab-ı Suffe’den olan Ebu Hüreyre gibi sahabe efendilerimiz açlıktan kıvrım kıvrım kıvrandıkları halde kimseden bir şey istememeyi ahlâk haline getirmişlerdir. Öyle ki Hazreti Sevban ve Hakîm b. Hizam’ın da aralarında bulunduğu bazı sahabiler insanlardan bir şey istememe konusunda Allah Rasûlü’ne söz vermiş ve ömürlerinin sonuna kadar sâdık kaldıkları bu vaadlerinden dolayı asla sadaka kabul etmemiş; hatta deve üzerindeyken kırbaçları yere düşse onu bile kimseden istememeleriyle meşhur olmuşlardır. İşte “Her kim iffetli olmaya çalışır yüzsüzlükten sakınırsa Allah da onun iffetini korur ve arttırır. Bir insanın bir ip alıp sırtında odun taşıyarak onu azıcık hurmaya satması dilenmesinden daha hayırlıdır.” buyuran Peygamber Efendimiz’in bu tavsiyesine uygun yaşamak da iffetin önemli bir derinliğini teşkil etmektedir.

    Rasûl-ü Ekrem Efendimiz’in (aleyhi ekmelü’t-tehayâ) sabah-akşam tekrar ettiği dualardan biri “Allah’ım! Senden hidayet takva iffet ve gönül zenginliğiyle beraber başkalarına muhtaç olmayacak kadar rızık istiyorum.” niyazıdır. Her söz hal ve tavrıyla hidayet üzere olan muttakilerin imamı ve iffetlilerin en afîfi Allah Rasûlü’nün hidayet takva iffet ve gönül tokluğu istemesi hem bu hususlardaki temadî ve derinlik talebi şeklinde anlaşılmalı hem de ümmet-i Muhammed’in (aleyhissalatü vesselam) neler istemesi gerektiğine bir işaret olarak kabul edilmelidir.

    Meslek Ahlakından Fikir Namusuna...

    Diğer taraftan bir insanın haddini bilmesi teklif edilen bir makam-mansıp karşısında hemen ileri atılmaması hevesleriyle hareket etmemesi o işe liyakat sahibi olup olmadığını iyi değerlendirebilecek kimselerin kanaatlerine göre tavır belirlemesi gerekiyorsa müstağni davranması ve bir başkasını o işe teklif etmesi ama şartlar ne olursa olsun kendine terettüp eden bir vazifeden de kaçmaması gibi hususlar da bir yönüyle iffetin çerçevesine dahildir. Öyle ki bu duygu ve düşüncelerle omuzlanılan bir vazifenin hakkını vermeye “meslek namusu” ya da “meslek ahlakı” denilegelmiştir. Her doktor öğretmen üniversite hocası avukat asker savcı ya da hâkim kendi mesleğine ait bazı disiplinlere uymak bir kısım kural ve kaidelere göre iş yapmak ve “meslek ahlakı” dediğimiz değerler bütününe sadık kalarak çalışmak zorundadır. Dolayısıyla böyle kurallı bir intizam içinde ve hakperestçe çalışma da iffetin farklı bir yanı olarak değerlendirilebilir.

    Ayrıca söz ve yazılarımızda sık sık kullandığımız ve bazen “fikir namusu” bazen de “düşünce iffeti” olarak zikrettiğimiz bir husus daha vardır. Özellikle heva ve hevesi fikir suretinde takdim etmeme; ulvî ve derin hakikatleri anlatırken fantastik ve muğlak ifade avcılığı yapmama fakat pespâye sözlere ve bayağı ifadelere de yer vermeme; kullandığımız hemen her kelimeyi bir mücevherci titizliğiyle seçerek dilin saffetini korumaya çalışma ve okuyucuyu mutlaka hayra güzele sevk etme gibi konularda hassas davranma da iffetin bu çeşidini oluşturmaktadır.

    Aslında düşünce iffetini yakalamak ve korumak için tahayyül ve tasavvur planındaki duyguları dahi temiz tutmaya çalışmak gerekir. Çünkü fikir söz ve ameller bir yönüyle hayalde mayalanır. Bundan dolayıdır ki Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) “Fena duygular seni hayallerinde yakalayınca ilk fırsatta hemen onlardan kurtulmaya çalış; yoksa bir müddet sonra götürüldüğün yerden geriye dönemezsin” demektedir. Evet bir şeytanî ok gelip hayalinize çarptığı zaman dönebiliyorsanız hemen geriye dönmeli ve zihninizde meydana gelen yırtığı vakit geçirmeden dikmeye çalışmalısınız. O ok daha derinlere nüfuz etmeden ve aldığınız yara sizi öldürecek seviyeye ulaşmadan bir tabyaya sığınmalı ezelî düşmanınızın saldırılarından korunmalısınız. Aksi halde bazı hayal deryalarına yelken açmış olur onun dalgaları içinde savrulur durur ve sahile çıkmaya yol bulamayacak kadar kıyıdan uzaklaşırsınız. Öyleyse yol yakınken ve iradenizin gücü yetiyorken kötü duygu ve fena tutkulardan kurtulmalısınız!..

    Küçükken Önemsemezsen Büyüyünce Halledemezsin

    Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i sahîha “sedd-i zerâî” adı altında bu mevzuya vurguda bulunmakta ve değişik hadiseler münasebetiyle farklı ifadelerle bu hususu nazara vermektedir. Bildiğiniz gibi; “sedd” menetme ve engellemenin adıdır; “zerâî” de sebep ve yol manasına gelen “zerîa” kelimesinin çoğuludur. “Sedd-i zerâî” ise fenalıklara ve günahlara götüren yolları tıkama harama sebep olabilecek fiillerden kaçınma demektir. Mesela zina büyük bir günahtır. Harama nazar bu günaha götüren bir sebep olduğu için o da günahtır ve yasaklanmıştır. Bunun için Kur’an-ı Kerim “Zina etmeyin” “Yetim malı yemeyin” emrini ifade ederken “Zinaya yaklaşmayın” “Yetim malına yaklaşmayın” şeklinde seslenmekte ve neticede günaha götürebilecek atmosferden uzak durmayı emretmektedir.

    Evet göz görür kulak dinler dil telaffuz eder; görülen duyulan ve söylenen şeyler zihinde kurgulanır; tahayyül tasavvura dönüşür o da gidip taakkulle belli bir kalıba dökülür bir kılıfa girer.. ve sonra bu vetire insanın iradî davranışlarına tesir eder; el tutar ayak gider... Dolayısıyla daha tahayyül durağında iken günahın önü kesilmeli; onun tasavvura ve sonrasına ulaşmasına mani olunmalıdır. Mesela; harama nazar önü alınabilecek ve iradeyle kaçınılabilecek bir tehlikedir. Biraz gayret etseniz bakmamaya katlanabilirsiniz. Gözünüze ilişen çirkin bir manzaradan sıyrılma iradenizin belini bükebilecek kadar büyük bir yük değildir; gözünüzü kapamaya irade gücünüz yeter. Fakat nazarlarınızı haramdan çevirmez kendinizi o işe salar ve bir “bakma tiryakisi” olursanız artık geriye dönme ihtimaliniz azalır. Hele bir de gözünüzden zihninize akan manzaraları tasavvurla taakkulle besler ve büyütürseniz sahilden ayrılmış sayılırsınız. Ondan sonra geriye dönmek çok daha büyük cehd ü gayret ister. Şair bir arkadaşımın “İsyan deryasına yelken açmışım / Kenara çıkmaya koymuyor beni!..” dediği gibi Allah muhafaza o günah deryası dalgaları arasında sizi evirir çevirir ve kıyıya çıkmanıza izin vermez.

    Üç İffet Kahramanı

    Tam günah eşiğinde ve uçurumun kenarında iken geri dönebilen ve büyük bir felaketten kurtulan yiğitler de yok değildir. Mahşerin dehşet verici tehlikelerinden “zıllullah”a sığınarak korunacak olan yedi grup insan anlatılırken böyle bir iffet kahramanına da işaret edilmektedir. Zira namus ve haysiyetini muhafazada fevkalâde hassas ve şehevânî isteklerine karşı alabildiğine kararlı o babayiğit güzellik ve servet sahibi bir kadının günaha davetini “Ben Allah’tan korkarım” çığlığıyla reddedebilmiş ve irade ile aşılamaz gibi görünen bir akabeyi aşabilmiştir.

    Hazreti Ömer’in (radıyallahu anh) gözünün nuru olan delikanlı da o ismet ufkunun temsilcilerindendir. O da bir tuzağa düşüp günaha karşı hafif bir temayül gösterecek gibi olunca birdenbire “Allah’a karşı gelmekten sakınanlara şeytandan bir dürtü ilişince hemen düşünüp kendilerini toparlar basiretlerine tam sahip olurlar.” (A’raf 7/201) mealindeki ayeti hatırlamış; Cenâb-ı Allah’tan hayâ etmiş; günah eşiğinden geri dönmüştür.. dönmüştür ama vicdanı o kadarcık bir meyli bile iffetine yakıştıramamış gönlü Allah korkusundan hâsıl olan heyecana dayanamamış ve genç oracığa yığılıp kalmıştır. Bedeni oracığa yığılıp kalsa da “iffet şehidi” ya da “ismet şehidi” denebilecek o yiğidin hatırası da bir yâd-ı cemil olarak günümüze kadar ulaşmıştır.

    “Mağara hadîsi” olarak da bilinen bir hadis-i şerifte de yine böyle bir iffet kahramanından bahsedilmektedir. Gecelemek için bir mağaraya sığınan üç kişi dağdan kopan büyük bir kaya parçası yuvarlanıp çıkışı kapayınca bir türlü oradan çıkamazlar. Bunun üzerine sırayla Hak katında makbul olduğuna inandıkları bir ameli vesile edinerek Cenâb-ı Hak’tan kayanın yuvarlanıp gitmesini dilerler. Her birinin duasıyla kaya biraz hareket eder ve nihayet o üç arkadaş kurtulurlar. Onlardan birincisi anne-babasına karşı ihsanla davranışına tevessül ederek niyazda bulunur; sonuncusu da çalıştırdığı işçinin ücretini vaktinde veremeyince daha sonra onun parasını işletip nemalandırarak eksiksiz teslim edişi hürmetine rahmet-i ilahiyeden yardım ister. İkinci şahıs ise “Allahım! Amcamın bir kızı vardı. Onu herkesten çok seviyordum. Ondan kâm almak istedim ama bana hiç yüz vermedi. Fakat bir kıtlık senesinde elime düştü. Ona kendini teslim etmesi mukabilinde yüz yirmi dinar verdim mecburen kabul etti. Ne var ki arzuma nâil olacağım sırada “Allah’tan kork da iffetime dokunma!” dedi. Ben de o söz üzerine insanlar arasında en çok sevdiğim kimse olduğu halde onu bıraktım verdiğim parayı da geri almadım. Allahım eğer bunu Senin rızan için yapmışsam bizi bu sıkıntıdan kurtar!” diyerek iffetini muhafaza edişini makbul bir amel olarak Allah’a arz eder.

    İşte bu üç misaldeki afîf insanların ortaya koyduğu kahramanlıklar herkese müyesser olmaz. Bunlar çok istisnaî olan irade zaferleridir. O türlü durumlarda devrilmeme her insanın ulaşabileceği bir başarı değildir. Pek çokları o kaygan zeminlerde ayakta kalamaz ve yıkılır. Dolayısıyla daha o noktaya kadar götürmeden meselenin önünü almak gerekir. Öyle tehlikeli sahalara hiç girmemek uçurumun kenarına hiç yaklaşmamak ve günah sahillerinde asla dolaşmamak icap eder. Nitekim Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) “Kim Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa kendine helal olmayan ve yanında mahremi bulunmayan bir kadınla baş başa kalmasın. Zira onların üçüncüleri şeytan olur.” buyurmakta ve arz ettiğim sedd-i zerâî düsturuyla günah yollarını daha baştan kapamamız ikazında bulunmaktadır.

    Dilin İffeti

    Aynı hususu doğru konuşma mevzuunda da düşünebilirsiniz. Bir yalan insanı haline gelmeden temrinat yapa yapa doğru söylemeye kendinizi şartlandırmalı ve asla hilaf-ı vaki beyanda bulunmamalısınız. Özellikle de bir insanın sözünü ya da bir meseleyi naklederken her hususu kelimesi kelimesine aktarmaya ve yarım kelime de olsa farklı bir söz katmamaya çok dikkat etmelisiniz. Çünkü yalanın iki tarifi vardır: Birincisi konuşan şahsın gerçek düşüncesini saklayıp kanaatinin aksini söylemesidir. İkincisi ise vâkîye mutabık olmayan bir beyanda bulunmaktır; tabir-i diğerle Allah nezdindeki hakikate ve Cenâb-ı Hakk’ın gördüğü duyduğu bildiği bir meseleye aykırı bir söz söylemektir. Öyleyse söylediğiniz her cümlenin gerçekten gönlünüzün sesi olup olmadığına özen göstermeli ve mutlaka kesin bildiğiniz şeyleri tam doğru olduğuna inandığınız şekilde söylemeli; bunu yaparken de “İşin hakikatini Allah bilir” düşüncesini zihninizden ırak etmemelisiniz. Günlük konuşmalarınızdaki sıradan gördüğünüz cümlelerinizde bile böyle bir doğruluk aramalı ve yalanın öldürücü bir virüs olarak kalbinize musallat olmasına meydan vermemelisiniz.

    Sıdk konusundaki hassasiyetiyle hüsn-ü misal olan Abdullah b. Mes’ud hazretleri hadis rivayet ederken tir tir titrermiş. Peygamber Efendimiz’in mübarek beyanlarını naklederken o kadar titiz davranırmış ki heyecandan adeta bütün vücudu ürperir ve alnından boncuk boncuk terler akarmış. Mesela herkes tarafından bilinen “Bir günahtan tevbe eden onu hiç işlememiş gibidir.” mealindeki hadis-i şerifi söylerken bile birkaç defa ileri gider geri gelir ellerini ovuşturur; “Lâ havle velâ kuvvete illâ billah..” der o sözü eksiksiz ve ziyadesiz aktarabilmek için âdetâ göbeğini çatlatır ve sonunda da yine “Allahu a’lem” kaydını düşermiş. Talebelerinden biri der ki “Bir sene boyunca İbn-i Mesud hazretlerinin yanında kaldığım halde onun bir kere bile “Rasûlullah buyurdu ki” dediğini duymadım.”

    İşte böyle bir hassasiyete de isterseniz “dil iffeti” diyebilirsiniz. Adına ne derseniz deyin söylediğiniz sözlerin vâkıa mutabık olması ve Allah ilmindeki hakikate yani o meselenin mahiyet-i nefsü’l-emriyesine denk düşmesi de iffetin diğer bir parçasıdır. İnsan iffet ve hayâ perdesini yırtmamak için doğrulukta temrin yapa yapa hilaf-ı vâkî beyanlara da bütün bütün kapanmalı ve yalanın gölgesine bile yaklaşmamalıdır.

    Açgözlülüğe Karşı

    Dünyevî güzelliklere ve mala-mülke karşı tama duygusunun da henüz zihinde bir görüntü gibiyken oracıkta boğulması lazımdır; gelişip büyüyerek başkasının kazancını çekememezliğe hasede ve kıskançlığa dönüşmesine fırsat verilmemelidir. Zira bu zaaf daha küçükken önü alınmazsa değil insanı dilenciliğe sevk etmek karakter bakımından zayıf kimseleri hırsızlığa bile götürebilir.

    Evet insan mal-mülk mevzuunda da kendinde bir zaaf görüyorsa daha baştan ayaklarını sağlam tutabileceği yerde durmalı ve yıkılabileceği alanlarda dolaşmamalıdır. Gözünü servet hissi bürümüş bir kimsenin makam mansıp ve imkan sahibi olması buzlu yolda ulu orta koşması gibi bir şeydir. Onun kayıp düşmesi her an muhtemeldir. Öyleyse o insan yüzüstü kapaklanmayacağı sahalara yönelmeli; dönebileceği yerde geri dönmeli ve henüz iş işten geçmemişken iradesinin hakkını vermelidir. Aksi halde iradesinin sırtına çok ağır bir yük yükleyip devrildikten ve “iffetsiz” damgasını yedikten sonra “Ben ne kadar da iradesizmişim” diyerek yakınmasının bir manası yoktur.

    Sözün özü; “iffet” dil göz kulak el ayak gibi uzuvları günahlardan koruyarak ve helal dairedeki zevk ve lezzetlerle iktifa ederek haramlardan uzak kalmaktır. Ahlakî değerlere bağlı ve günahlardan âzâde yaşamanın en mühim vesilelerinden biri sedd-i zerâî prensibine uygun şekilde davranmak ve ayakları kaydıracak zeminlere hiç yaklaşmamaktır. İffeti düşünce namusundan meslek ahlakına kadar geniş bir çerçevede değerlendirmek daha doğru olsa gerektir. Nitekim müstağni davranmak başkalarına el açmamak dilencilik yapmamak ve kimseye yüz suyu dökmemek de iffetin çok önemli derinliklerinden sayılmıştır.



    alıntı
    Sessizlik de bir çeşit konuşma sanatıdır





    hasretin rüzgarında savrulan bir hayat

  4. #44
    ***
    DIŞARDA
    Points: 25.810, Level: 96
    Points: 25.810, Level: 96
    Level completed: 46%,
    Points required for next Level: 540
    Level completed: 46%, Points required for next Level: 540
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    mihrab - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    May 2009
    Mesajlar
    4.559
    Points
    25.810
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    21

    Standart Cevap: günün sohbeti

    Tertip sahibi olmak
    Sual: Namazda tertip ne demektir?

    CEVAP
    Namazları sırasıyla kılmak demektir.
    Bir günlük beş vakit farz namazla vitri kılarken ve kaza ederken tertibe riayet etmek, yani sıralarını gözetmek farzdır.
    Sabah namazına uyanamayan, hutbe okunurken bile hatırlarsa, hemen bunu kaza etmelidir. Bir namazı kılmadıkça ve bunu kaza etmedikçe, bundan sonraki beş vakit namazı kılmak caiz olmaz. Hadis-i şerifte, (Bir namazı uykuda geçiren veya unutan kimse, sonraki namazı cemaatle kılarken hatırlarsa, imamla namazı bitirip, sonra önceki namazını kaza etsin! Bundan sonra, imamla kıldığını tekrar kılsın!) buyuruldu.
    [Mesela öğle namazını kılmayı unutup ikindi vakti girse, tertip sahibi kimsenin, önce öğleyi kaza etmesi gerekir. Uyuyup öğle namazını kaçıran kimse de, önce öğleyi kaza ettikten sonra ikindiyi kılar.]
    Sabah namazına başlamadan veya namaz arasındayken, vitri kılmadığını hatırlayan kimse, vitri kaza etmeden sabah namazını kılsa, kabul olmaz. Güneş doğmasına, yalnız vitri kaza edecek kadar zaman kalmışsa, ancak bu halde sabah namazı kabul olur. Demek ki, bir namaz vaktinin sonunda, kazayı da kılacak kadar zaman kalmazsa, kazayı önce kılmak lüzumu affolur.
    Vakit daraldı sanarak, vakit namazının farzını kılan, sonra daha zaman olduğunu anlasa, kazayı ve sonra vaktin farzını tekrar kılar.
    Vaktin namazına başlarken veya namaz içindeyken, kazası olduğunu unutursa, namazdan sonra hatırlasa da, kıldığı namazı kabul olur, çünkü unutmak özürdür.
    [Mesela sabah namazını kılarken vitri kılmadığını unutsa, namaz kıldıktan sonra hatırlasa bile sabah namazı sahih olur. Eğer namaz içindeyken hatırlarsa, o namaz sahih olmaz. Önce vitri kılması gerekir. Bir başka örnek: Sabahı kılmadığını hatırladığı halde öğleyi kılarsa öğle sahih olmaz, fakat sabahı kılmadığını unutarak öğleyi kılarsa sahih olur. Unutmak özür oluyor.]
    Kazaya kalan namaz sayısının altı olması da, sırayla kılmayı affettiren bir özürdür. Kılmadığı veya kılıp da kabul olmayan farz namazı sayısı altı olan bir kimse, tertip sahibi olmaz. Kaza namazlarının birbiri arasında ve bunlarla vakit namazları arasında sırayı gözetmesi lazım olmaz. Mesela bir farzı kılmayan kimse, bunu hatırladığı halde, beş tane vakit namazı kılsa, bu beşi kabul olmayacağı için, kılınmamış namaz sayısı altı olur. Vitir namazı, burada hesaba katılmaz. Eskiden kazaya kalmış farzlar da hesaba katılır.
    Namazlar arasında sırayı gözetmek lüzumunu gideren bir başka sebep, sırayla kılmanın lazım olduğunu bilmemektir. Nass veya icma olmayan şeyi bilmemek özürdür. Mesela, sabahı kılmayan, bunu hatırladığı halde, öğleyi kılsa, bu kabul olmaz. Sonra, sabahı kaza edip, sonra ikindiyi kılsa, ikindi kabul olur, çünkü kıldığı öğlenin kabul olduğunu sanmaktadır.
    Beşten fazla kazaları olan, bunları kaza ederken, kılmadığı namaz sayısı altıdan aşağıya inince, sırayı gözetmek lüzumu tekrar geri gelmez. Bunları da sırasız kılabilir. Sonra eda ettiği namaz sayısı, kazaya kalanla birlikte altı olunca, eda etmiş olduğu namazlar, tekrar kabul olur. Mesela, bir farzı veya vitri kılmasa, sonra gelen namazları kılsa, bu namazlar kabul olmaz. Beşinci namazı kılmadan, önce kılmamış olduğu namazı kaza ederse, kıldığı namazlar nafile olmuş olur. Kazayı kılmadan önce kıldığı beşinci namazın vakti çıkarsa, kazaya kalan ile kabul olmayan namaz sayısı altı olur. Bu halde, kılınan beş namaz tekrar sahih olur.
    Kıldığı beş namazın her birinde, kazası olduğunu hatırlamak lazımdır. Birkaçında hatırlamadıysa, bunlar hesaba katılmaz. Sabah namazını kılmayan kimse, sonra gelen namazları kılsa, ertesi gün güneş doğarken, kılmış olduğu beş namazın hepsi kabul olur. (S. Ebediyye)



    alıntı
    Sessizlik de bir çeşit konuşma sanatıdır





    hasretin rüzgarında savrulan bir hayat

  5. #45
    ***
    DIŞARDA
    Points: 25.810, Level: 96
    Points: 25.810, Level: 96
    Level completed: 46%,
    Points required for next Level: 540
    Level completed: 46%, Points required for next Level: 540
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    mihrab - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    May 2009
    Mesajlar
    4.559
    Points
    25.810
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    21

    Standart Cevap: günün sohbeti

    Öfkeliyken boşamak
    Sual: S. Ebediyye’de, (Kinaye söyleyince, boşamaya niyet ettiyse veya öfkeliyse bir bain talakla boşamış olur) deniyor. Bu ifadeden, öfkeli olunca, kinaye söz söylese, mesela (babanın evine git) dese, fakat boşamaya niyet etmese de yine boş olduğu mu anlaşılıyor?
    CEVAP
    Evet, boşamış oluyor. İbni Abidin hazretleri buyuruyor ki:
    Talak müzakeresi ile, öfke hali de niyet hükmündedir. Bir kimse (sen benden üç defa) dese, boşamaya niyet etmişse yahut talak müzakeresi halindeyse, kadın boş olur. Öfke ve müzakere hallerinde, niyetsiz talak vaki olur. Öfke veya müzakere, kadaen yani hukuken [mahkemece] niyetin yerini tutar. (Redd-ül muhtar)

    Bir kimse, karısına, (Sen, üç ilesin) dese; eğer bu durumda, talâka niyet etmişse, karısı üç talâkla boş olur. (Talâka niyet etmedim) der, fakat o sırada, talâkla ilgili müzakere yapıyorsa, bu sözü kabul edilmez. (Fetava-i Hindiyye)

    Talak müzakeresi demek, karı koca arasında, kavga esnasında boşanma konusunun görüşüldüğü durumdur.

    İç sürmesi
    Sual: Tam İlmihal
    ’de özür bahsinde, abdesti bozduğu bildirilen iç sürmesi ne demektir?

    CEVAP
    İç sürmesi, ishal demektir.



    alıntı
    Sessizlik de bir çeşit konuşma sanatıdır





    hasretin rüzgarında savrulan bir hayat

  6. #46
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: günün sohbeti

    Bu güzel emeğinizin karşılığını ruz-i mahşerde HZ ALLAH C.C Versin İNŞALLAH. Elleriniz dert görmesin.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  7. #47
    ***
    DIŞARDA
    Points: 25.810, Level: 96
    Points: 25.810, Level: 96
    Level completed: 46%,
    Points required for next Level: 540
    Level completed: 46%, Points required for next Level: 540
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    mihrab - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    May 2009
    Mesajlar
    4.559
    Points
    25.810
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    21

    Standart Cevap: günün sohbeti

    Amin cümlemize inşallah
    okuyan gözleriniz dert görmesin...
    Sessizlik de bir çeşit konuşma sanatıdır





    hasretin rüzgarında savrulan bir hayat

  8. #48
    ***
    DIŞARDA
    Points: 25.810, Level: 96
    Points: 25.810, Level: 96
    Level completed: 46%,
    Points required for next Level: 540
    Level completed: 46%, Points required for next Level: 540
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    mihrab - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    May 2009
    Mesajlar
    4.559
    Points
    25.810
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    21

    Standart Cevap: günün sohbeti

    Efendim demek
    Sual: Gayrimüslime efendim demek küfür müdür?
    CEVAP
    Tazim [hürmet] edilmesi emredileni tahkir [aşağılamak] ve tahkir edilmesi emredileni de tazim etmek küfürdür. (Birgivi vasiyetnamesi şerhi)

    Hadis-i şerifte, (Münafık [ve her çeşit kâfir] ile konuşurken, efendim demeyin) buyuruldu. Zalime, kâfire hürmet etmek, saygıyla selam vermek, üstadım demek, küfür olur. (Berika)

    Saygı için efendim demek küfürse de, âdet olan kelimelerle hitap etmek küfür olmaz. Telefonda bir gayrimüslime, buyurun efendim demek küfür olmaz, çünkü âdet böyledir. Gayrimüslime selam vermek de küfürdür, çünkü kâfire dua edilmez. Selam da duadır, ancak iş düşünce âdet olarak selam verilebilir. Onlar zaten selamı bilmez. Onlar gibi söylemekte, mesela Bonjour, Good morning, Guten morgen, Günaydın, İyi günler veya İyi akşamlar demekte mahzur yoktur.

    Mister, Miss, Mösyö, Madam, Matmazel gibi kelimeler de böyledir. Mailin, mektubun sonuna, Sincerely yazılıyor. Sayın anlamında dear deniyor. Bunlar saygı için değil, âdet olduğu için söyleniyor. Bir de, gayrimüslimi üzmemek için de, bu kelimelerin kullanılması caizdir.
    Sessizlik de bir çeşit konuşma sanatıdır





    hasretin rüzgarında savrulan bir hayat

  9. #49
    ***
    DIŞARDA
    Points: 25.810, Level: 96
    Points: 25.810, Level: 96
    Level completed: 46%,
    Points required for next Level: 540
    Level completed: 46%, Points required for next Level: 540
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    mihrab - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    May 2009
    Mesajlar
    4.559
    Points
    25.810
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    21

    Standart Cevap: günün sohbeti

    CENNETE İLK GİREN KOCASINA SADIK OLAN KADINDIR

    Hazreti Fatımatüzzehra (r.a.) Hazretleri bir gün babası Peygamberimiz (s.a.s.)'e:

    — Babacığım cennete en önce kadınlardan kim girecek? diye sordu.

    Peygamberimiz (s.a.s.):

    — Falan mahallede bir kadın var. O kadın ilk cennete girecek kadındır, buyurdular.

    Hazreti Fatıma çok merak etmişti:

    — Benden de mi evvel girecek babacığım? diye sordu. Hazreti Peygamberimiz:

    — Senden de evvel girecek, istersen git de bir tanış. O zaman sen de neden önce onun gireceğini öğrenirsin, buyurdular.

    Hazreti Fatıma'nın o kadın hakındaki merakı iyice artmıştı. Bir gün kadının evini sora sora buldu, kapısını çaldı, içerden ihtiyar bir kadın sesi duyuldu:

    — Kim o?

    Hazreti Fatıma, kendisini tanıtıp görüşmek istediğini söylediğinde kadın:

    — Canım sana feda ey Allah Resulünün kızı. Sizinle çok görüşmek arzu ederdim. Fakat dışarı çıkmadığım için ziyaretinize gelemedim. Sizin beni arayıp bulmanız benim için bir lütuftur. Ancak ne var ki ben kocamdan izin almadan size kapıyı açamayacağım. Sizden çok özür dilerim. Yarın gelirseniz içeri girmeniz için izin alır kapıyı açarım, görüşürüz, dedi.

    Hazreti Fatıma geri gitti, kadın da meseleyi anlatıp kocasından izin aldı. İkinci gün kadınla görüşeceğine emin olarak gelen Hazreti Fatıma yanına Hazreti Hasan'ı da alarak geldi. Kadının kapısını çalarak geldiğini bildirdi. Fakat kadın Hazreti Fatıma'nın yanında bir çocuk bulunduğunun farkına varmıştı. Hazreti Fatıma'ya:

    — Yanınızda bir de çocuk var. Ben yalnız sizin için izin almıştım, içeri siz girebilirsiniz, fakat çocuk dışarda kalır, isterseniz yarın gelin onun için de izin alayım, beraber içeri girersiniz, dedi.

    Hazreti Fatıma ikinci defa içeri giremeden geri döndü. Üçüncü gün yanına Hazreti Hüseyin'i de alarak gitmişti.- Kapıda yine aynı durumla karşılaşarak Hüseyin'i içeri alamayınca geri dönmek mecburiyetinde kaldı. Üçüncü gün üçü birden gittiklerinde kadın kocasından her üçü için de izin almıştı, içeri girdiler. Hazreti Fatıma bir de baktı ki, içerde kendisini karşılayan dışarda sesinden tanıdığı kadın değil. Genç ve güzel bir kadın... Hayretle sordu:

    — Sizinle dışardan konuşurken sesiniz başka idi, şimdi başka, bu nasıl oluyor? dedi.

    Kadın;

    — Sizinle konuşurken sesim dışarıya çıkmakta idi. Ben de sesimi yabancı erkek duyar da günaha girerim diye ağzıma taş parçası alarak konuşuyordum. Şimdi ise o taşı çıkardım, dedi.

    Hazreti Fatıma'nın gözleri yaşarmıştı. Babasının neden cennete evvelâ bu kadının gireceğini söylediğini anladı.


    Kadın Hazreti Fatıma (r.a.)'ya:

    — Ey Allah'ın Resulünün kızı! Acaba ben kocama karşı vazifemi ifa etmiş oluyor muyum? "Allah beni kocama itaatsizlikten dolayı hesaba çeker diye korkuyorum, dedi.

    Hazreti Fatıma babasının müjdesini bildirdi:

    — Hayır! Sen bil'akis babamın cennete ilk girecek kadın diye müjdelediği birisin. Hiçbir kadın sizin yaptığınızın onda - birini bile yapamaz, dedi.

    Ve cennete ilk girecek olan kadınla bir hayli sohbet ettikten sonra müsaade isteyerek oradan ayrıldı
    Sessizlik de bir çeşit konuşma sanatıdır





    hasretin rüzgarında savrulan bir hayat

  10. #50
    ***
    DIŞARDA
    Points: 25.810, Level: 96
    Points: 25.810, Level: 96
    Level completed: 46%,
    Points required for next Level: 540
    Level completed: 46%, Points required for next Level: 540
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    mihrab - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    May 2009
    Mesajlar
    4.559
    Points
    25.810
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    21

    Standart Cevap: günün sohbeti

    Cennette pişmanlık
    Sual: Cennette üzüntü yok denirken, pişmanlığın olduğu söyleniyor. Bu ikisi, birbirine zıt değil midir?
    CEVAP
    Cennette hiçbir üzüntü, sıkıntı olmadığı gibi, Cehennemdekilerin pişmanlığı gibi bir pişmanlık da yoktur. Cennette monoton bir hayat da yoktur. Hayal bile edilemeyecek nice nimetler olacak, bunlardan alınacak zevk de her an artacaktır. Bunu, dünyadaki nimetlere benzeterek anlamak mümkün değildir.

    Cehennem ehli, (Keşke biz de iman etseydik de Cennetteki sonsuz nimetlere kavuşsaydık) diye üzülürler. Cennet ehli ise, daha çok iyilik ibadet etseydik de, daha yüksek derecelere kavuşsaydık temennisinde bulunur. (Ne kadar gafletteymişiz ki, Allah’ı zikretmeden geçirdiğimiz anlar olmuş) derler. İki hadis-i şerif meali şöyledir:
    (Cennet ehli hiçbir şeye pişmanlık duymaz. Yalnız, Allah’ı zikirsiz geçirdikleri vakitler için pişman olurlar.) [Hâkim]

    (Kıyamette, fâsık salih herkes pişman olur. Fâsık, fıskı [günahı] bırakıp doğruluk ve takva üzere bulunmadığına; salih ise, daha çok ibadet etmediğine pişman olur.) [Feraid-ül fevaid]

    Padişahın biri, gece bir yerden geçerken askerlerine, (Buradaki taşlardan alabilirsiniz) der. Kimi emre uyar az veya çok taş alır, kimi taşın yükünü niye çekeyim diye almaz. Ülkelerine gelince, aldığı taşlara bakarlar ki hepsi kıymetli taşlar. Almayan pişman olduğu gibi, alan da pişman olur. Alan niye daha çok almadım diye pişman olur. Çok alan da niye daha çok almadım diye pişman olur. Elbette çok alanla hiç almayanın pişmanlığı aynı olmaz. Cennette gittikçe artan nimetlere kavuşan insanın pişmanlığı da üzüntü meydana getirmez.



    alıntı
    Sessizlik de bir çeşit konuşma sanatıdır





    hasretin rüzgarında savrulan bir hayat

Sayfa 5/10 İlkİlk ... 34567 ... SonSon

Benzer Konular

  1. Horoz Ile Köpeğin Sohbeti
    By yagmurdamlasi in forum Hayata Dair
    Cevaplar: 1
    Son Mesaj: 31.12.09, 19:07
  2. Bediüzzaman'ın sarhoşla sohbeti
    By BaRLa in forum Bediüzzaman Talebeleri
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 30.11.09, 06:53
  3. Erenlerin sohbeti
    By SiLa in forum Evliyayı sevmekle ilgili şiirler
    Cevaplar: 2
    Son Mesaj: 28.07.09, 10:38
  4. -horoz ile köpeğin sohbeti
    By SiLa in forum Dini Hikâyeler
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 28.06.09, 18:47
  5. Erenlerin sohbeti
    By Konyevi Nisa in forum Evliyayı sevmekle ilgili şiirler
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 29.12.08, 10:25

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •