- İSLAM DİNİNİN ANA KAYNAKLARI - 1

KİTAP

Kur'anı Kerîmdir. Kur'anı Azîmüşşan, İslâm dininin temel kitabı, müslü-manlarm anayasasıdır. Allah Teâlanın emirlerini, yasaklarını, toplu olarak bulunduran bir "Kitabı Mübîn" Efendimize nazil olmuş, Râsûlüllahtan da zamanımıza kadar "tevatür" yoluyla nakledilegelmiş ve böylece, kıyamete kadar da devam edip gidecektir.
Kur'anı Kerim toptan, bir defada gelmedi. Âyet, âyet sûre, sûre indirildi. Şanı büyük Allanın sübhânî iradesine göre, yirmiiki küsur yılda tamamlandı. Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimize, Cebrail (Cibrîl) adındaki melek vasıtasıyle "vahy" olundu. "Arabca" olarak bildirildi.
Kur'anı Mübîn, insanları yanlış yoldan-doğru yola çeviren, onları Tek Tanrı (Tevhîd) inancı etrafında toplayan, daima okunmak üzere gönderilen "Tek Kitab" olduğu için, ona "Kur'an" denildi.
Kur'ânı Kerimin harfi de, lâfzı da, mânânın toplamı da "Allah sözü"dür. Bu yüzden, Kur'an'a "Vahyi Metlüv" denir: (Tilâvet olunan vahy demektir.) Vahy işinde Cebrail bir vasıta, Peygamberimiz ise bir elçidir.
Kur'ânı Kerimde: 114 sûre, 6666 âyet (Zemahserîye göre) vardır. Bu âyetler, insanların inançlarına göre, zaman zaman gelirdi. Rasûl-i Ekrem bunları, kendi gözü önünde, vahy kâtiplerine yazdırır, yerli yerine koydururdu. Kâğıt yerine de hurma dalı, hurma kabuğu, deri, düz taşlar vesaire kullanırdı. Birer suretleri saklanırdı. Aynı zamanda ashâb tarafından bellenirdi.
Ashabın bir kısmı Kur'anın hepsini, bazıları yarısını, bazıları da üçtebiri-ni hıfzederdi. Bütün âyetleri ezber edenlere "Kurrâ" denirdi. Hazreti Cibrîl, âyetleri tebliğ ederken, yerlerini de bildirirdi: (770).
Şu halde, Kur'ânı Kerim, Rasûl-i Ekremin hayatında, Onun emriyle, Onun gözü önünde yazılmış, tertiplenmiş, ashabı tarafından ezberlenmiş ve beş vakit namazlarda ve her yerde okunmuş ve muhafaza olunmuştu: (771).
Rasûl-i Ekrem, bütün Kur'anın okunmasını, her sene bir defa Hazreti Cib-rilden dinlerdi. Ölüm senesi, bütün Kur'ânı iki defa dinledi772).
Ancak, Rasûl-i Ekrem zamanında Kur'anın bütün âyetlerini, bir cild halinde toplamak mümkün olamadı. Çünkü, Peygamber Efendimiz, en son âyetin gelişinden sonra, çok yaşayamadı. Onsekiz gün sonra vefat eyledi: (773).
Rasûl-i Ekremden sonra, ilk olarak halife seçilen Hazreti Ebûbekr -radıyallahu an h- zamanında Arab yarımadasında türeyen yalancı peygamber (mütenebbîler) den "Müseylimetülkezzâb" ile yapılan "Yemâme" savaşında yetmiş kadar kurrâ (hafızlar) şehîd düşmüştü. Hazreti Ömer -radıyallahu anh- in hatırlatması üzerine Hazreti Ebûbekr bütün âyetleri bir mushafta toplattı.
Rasûl-i Ekremin vefatından altı ay geçmişti: Halife Ebûbekr, bu işi vahy kâtiplerinden Zeyd bin Sâbit'in başkanlığında toplanan komisyona yaptırdı. Zeyd ibni Sabit, gayet ihtiyatlı davrandı. Kur'an âyetlerinin, yalnız hafızların ezberinde bulunmasını kâfi bulmadı. Aynı zamanda Peygamberimizin hayatında vahy kâtipleri tarafından yazılan bütün âyetleri ele aldı t774). Her bir âyet için, iki âdil şâhid dinlendi. Şâhidler, Râsûl-i Ekremin gözü önünde bu âyetlerin yazılmış olduğuna da şâhidlik ediyorlardı.
İlk halife Ebûbekir zamanında toplanmış bulunan bu Kur'an nüshası, Haz-reti Ebûbekirden sonra, ikinci halife Hazreti Ömere geçti. Ömer -radıyallahu anh- den sonra Hazreti Ömerin kızı ve Rasûl-i Ekremin zevcesi Hazreti Haf-saya kaldı.
Hicretin 30 uncu (650) senesiydi: Üçüncü halife Hazreti Osman -radıyallahu anh- zamanında, Kur'anın okunuşunda bazı ihtilâflar yüz gösterince, ikinci bir komisyon daha toplandı. Başkanı yine "Zeyd İbni Sabit" oldu. Abdullah ibni Zübeyr, Saîd İbnil'Âs, İbni Abbâs, Enes ibni Mâlik Hazretleri, Zeyd ibni Sabit ile birlikti. Ebûbekir zamanında toplanmış bulunan ilk Kur'an nüshası Hazreti Hafsadan getirtilerek esas tutuldu. Nüshalar çoğaltıldı.
Görülüyor ki, Rasûl-i Ekrem zamanında dağınık bir halde yazılı bulunan Kur'an âyetleri, Hazreti Ebûbekir devrinde toplanmış, Hazreti Osman zamanında ise, nüshaları çoğaltılarak yayılmıştı: (775)
Bu ikinci komisyonda ashâbdan oniki zat bulunuyordu. Kur'anı Kerîm bir rivayette beş nüsha, diğer rivayetlere göre de altı (776) veya yedi nüsha olarak istinsah olundu ve müslüman memleketlerine gönderildi.
Bu yedi Kur'an nüshasından bir tanesi Medine'de alıkonuldu. Bir tanesi Mekke'ye, biri Şama biri Yemene, biri Bahreyne, biri Basraya, biri de Küfeye yollandı.
Rasûl-i Ekremin zevcesi Hazreti Hafsadan alınan esas nüsha, geri kendisine verildi. Ancak, bu nüshalar yayıldıktan sonra, bazı kimselerin yaymış oldukları nüshaları, yeni fethedilen memleketlerde okunuş (kırâet) ihtilâflarına sebep olduğu için ortadan kaldırıldı777).
Bugün elimizde bulunan Kur'anı Kerim, Hazreti Osman tarafından yayılmış bulunan nüshaların aynıdır. Zeyd ibni Sabit Hazretlerinin tertibidir. Bu meselede ashabın ittifakları vardır: (778). Hazreti Zeydin tertibinde, sûrelerin nüzul tarihlerine bakılmamış, yalnız sûreler arasındaki münasebetler göze-tilmiştir. Bununla beraber, Hazreti Osman nüshasına uymayan tertipler yok değildir. Nitekim, Hazreti Ali, Rasûl-i Ekremin vefatından sonra, nüzul (iniş) sırasına göre, sûreleri toplamıştı. Hazreti Ali'nin tertibine göre, Mekkeli sûreler önce, Medineli sûreler sonra yazılmıştı779).
Kur'anı Kerimin noktalarla, harekelerle işaretlenmesi daha sonra yapıldı.
İslâmdan önce, Arab yarımadasında üç türlü yazı vardı. Arabistanın kuzeyinde Nebtî yazısı, güneyinde, Himyerîyazısı, Irakta da Hîrî yazısı kullanılırdı. Nebtî yazısından nesih yazısı, Hîrî yazısından da Kûfî yazı doğdu.
Meşhur tarihçi Corci Zeydana göre, Hulefâi Râşidin devrinde ve Emevî halifeliği zamanında vKur'anı Kerim, Kûfî yazısıyle yazılmıştı.
Arablarm kullandıkları bu eski yazılarda nokta ve hareke gibi işaretler yoktu. Kur'anı Kerimin noktalanma ve harekelenme işinde üç rivayet var:
1 - Emevî halifelerinden Abdülmelik zamanında, ilk defa harekeyi ortaya koyan Ebûl'Esved, Kur'anı ilk olarak noktalayan da Nasr ibni Âsim oldu. Nasr, meşhur zâlim Haccâcın kâtiplerindendi.
2 - Tarihçi meşhur muhaddis "Hafız Zehebî" ye göre, Kur'anı Kerimi noktalayan ve harekeleyen, Emevîler devrinde, Horasanda Merv Hâkimi Yahya ibni Ya'mer (vefatı: 89/707) idi.
3 - Mısır Tarifli yazarı muhaddis "Celâleddini Süyûtî" nin rivayetine göre de, Kur'anı Kerimi noktalayan meşhur müctehid Hasan Basrî Hazretleri (vefatı: 110/728) idi. Kur'anı Kerimin diğer işaretlerini tamamlayan da Halil ibni Ahmed (vefatı: 170/789) oldu.
Bunca asırlar geçtiği halde Kur'anı Kerim, Rasûl-i Ekrem zamanında nasıl yazîlmış, nasıl tebliğ edilmişse, kelimesi kelimesine, harfi harfine.-ayniyle muhafaza olunarak zamanımıza kadar gelmiş, her asırda yüzbinlerce hafız tarafından ezberlenmek suretiyle, hatasızca nakledilmişti. Dost ve düşman, bütün dünya tarafından Kur'anın hiç bir değişikliğe uğramamış bulunduğu kabul olunmaktadır.
İbâdete "Arabca" olarak okunan Kur'anı Kerim, mânâsının halka gizli kalmaması için, hemen her asırda çeşitli zatlar tarafından Türkçemize çevrildiği gibi, yeryüzünde bütün dillere de terceme edilmiş ve tefsirleri de yapılmıştır.
Ancak, Kur'an tercemeleri, "Kur'an" değildir. Belki Kur'anı Kerimi terceme edenlerin kendi anlayışları ve Kur'anı Kerimin mânâlarıdır. Allah sözü (kelâmı) olan Kur'anı Kerim, Arabca olarak Rasûl-i Ekreme inen "metn"in adıdır. Hiç bir Arab şairi, Kur'anın en kısa sûresinin bile benzerini ortaya koyamamış, bütün Arab edip ve şairleri, Kur'anın fesahat ve belâgati karşısında âciz kalmışlardı.
Halbuki Kur'anı Kerim, Rasûl-i Ekreme vahyolunduğu sıralarda, Arab dili fesahat ve belagatin şahikasına ulaşmış bulunuyordu. Bu sebepten, Kur'anı Kerim, müslümanlığın en büyük mucizesidir.
Asrı Saadette Kur'anı müslümanlara açıklayan Peygamber Efendimiz idi. Ondan sonra da Peygamberin mirasçıları olan "din âlimleri" oldu. Tahsili buIun mayan Arablar, nasıl Kur'anın Arabca metninden lâyıkıyla bir mânâ çıka-ramazlarsa, Kur'anın hazırlık bilgilerinden mahrum kalmış, Türkler de, Türkçe tercemelerinden bir şey anlıyamazlar. Her meslekte, her branşta nasıl yüksek ihtisas adamlarına ihtiyaç kendini gösteriyorsa, İslâm dininde de Kur'anı Kerîmi anlayacak ve hükümleriyle birlikte anlatacak yüksek din bilginlerine ihtiyaç daha fazladır.