Sayfa 2/4 İlkİlk 1234 SonSon
38 sonuçtan 11 ile 20 arası

Konu: Edep illa edep!!!!!

  1. #11
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: Edep illa edep!!!!!

    Hz. Şiblî; “Allah’ım bana üç hadiseyle ne kadar güzel ders verdin” diyor.

    Öğrencileri “Nedir bu üç şey?” “Siz mübârek bir zâtsınız nasıl üç başka şeyden ders alırsınız?” diyorlar.

    “Birinci hadise, bir hanım geldi yanıma. Kocası bir başka hanım yüzünden evini terk etmiş. Son derece üzgün, perişan, saçı başı darma dağın. ‘Bana kocamı bulun yalvarıyorum size. Sizin için Allah sevgilisi diyorlar. Yalvarırım kocamı bulun!’ diye gelmiş. Ben de kadını edebe davet edeyim diye hanıma dedim ki,”Saçını başını topla ve üstüne dikkat ederek öyle gel karşıma”.

    Kadın suratıma bakakaldı. Dedi ki,” Aman Yarabbi ben bir koca aşkıyla saçımı başımı göremiyorum da senin için Allah aşıklısı diyorlar. Nasıl benim saçımı başımı kıyafetimi gördün?”, deyince bundan çok büyük ders aldım diyor Şiblî Hz.’leri.



    İkincisi bir çocuktu. Mum yakar ŞİblÎ ve “Oğlum” der çocuğa biraz da eğitici bir tavırla,

    “Bu mumun ışığı nereden geldi gel söyle bana?”

    Oğlan gülerek gelir. “Püf” der. Mumu üfler ve “Nereye gittiyse oradan geldi” der.



    Üçüncüsü bir sarhoştur.

    Şıblî Hz’leri “Oğlum” demiş. “Niye bu kadar içiyorsun? Bak çamurlara yuvarlanacaksın. Kirleneceksin” deyince

    sarhoş ağzıyla, “Ey koca Şiblî, ben çamura yuvarlanırsam beni bir kova su temizler. Sen bende kusur gördün ya, sen yuvarlanırsan seni hiçbir şey temizleyemez” demiş. İşte gerçek edebi üç kişiden öğrendim diyen edep ehli bir sultan. Böylesine bir güzellikle edebin mânâsını bize anlatıyorlar.


    Seni çok Özledim Annem

  2. #12
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: Edep illa edep!!!!!

    Edep, her şeyin Hakk’ın tecellisi olduğunu bilerek her şeyi yerli yerine koymaktır. Buna da galiba sırât-ı müstakim diyoruz. Değil mi?

    Şimdi ben çok büyük bir edep ehli edep sahibi bir sultandan bahsetmek istiyorum. Peygamber Efendimiz’den. Peygamber Efendimiz ezel âleminde yaşadığı mîracın tekrarlanma zamanı geldiği zaman kendi içindeki yolculuğa gitmeden önce edebini sabrıyla şöyle göstermişti. Taşladılar. Her tarafından kanlar akıyordu. Pislikli işkembeler başına geçirdiler. Alay ettiler. O ellerini kaldırdı. “Bilmiyorlar, tanımıyorlar. Allah’ım bunları affet. Göremiyorlar, bunları affet. Bunlarda gördüğüm de Sensin” dedi. O gece o yüce sultana Mîraç nasiboldu. Mîraç onun içindeki makamların âşikâr olmasıydı. Muhyiddin-i Arabî böyle anlatıyor. Entresan bir olaydır. Necm Suresi çok hoş anlatır mîracı. Orada burağın, yani gösterdiği sabrın Peygamber Efendimizi önce Kudüs’e taşıması vardır. Beni hep çok şaşırtır. O yüce sultan her yeri bir yapmış olan sultan Kudüs’e giderek bize neyi öğretmeye çalıştı diye düşündüm hep. Sonra Kudüs’te Hz. İbrahim’in kesmek üzere oğlunu yatırdığı taşı gördüm. O zaman anladım ki, “Kendi hakikatinize mi ermek istiyorsunuz? Önce Allah’ın önünde teslim yerine ayak basın. Teslim olun.” diyor. Yani İslâm olun, diyor. Teslim, İslâm’dır. İslâm kelimesi teslim kelimesinden gelir. Ama selâm ve huzur da İslâm’dır. Yani teslim olana selâm ve huzur da gelir mânâsındadır. İşte buradan sonra o yüce sultan gene yükseliyorlar sabrıyla. Peygamberlerle karşılaştıkları o cennet seviyelerini geçiyorlar. En üst seviyede Hz. İbrahim’le karşılaşıyorlar. (Ayne’l yakin) Bir altta o yüceler yücesi sultan Hz. Musâ ile karşılaşıyorlar. (ilme’l yakîn) Ve ondan sonra Cebrail makamı olan akıl zaten sidre-i müntehâda Peygamber Efendimiz’e; “Ben dayanamıyorum,” der. Peygamber Efendimiz aklını, Cebrail’i, kendini oraya kadar götüreni, belki de kendine mürşidlik edeni dahi orada bırakarak oradan, Hz. Musâ’ya, “İki ayakkabını çıkar da gel. Benim arazime dal,” diyen Allah’ı duyar gibi dünyaya ait her şeyini bırakmış. Aşkı ve ezelden verilen velâyet sıfatı ile yükseliyorlar. Fakat büyük bir imtihanla yükseliyorlar. Allah onun önünde ezel-ebed her şeyi âşikâr ediyor. Yaşayan, yaşayacak olan, yaşamış olan her şey mânâsıyla açıktır önünde. Diyor ki Allah “Habibim, bütün bunları senin için yarattım. Sen benim hakikatimsin. Senin için yarattım bunları. Şimdi iste bunları sana vereyim”. Peygamber efendimiz o yüce kul ki, edep makamında “Ben seni isterim Efendim” diyor. “Bunları istemem. Seni isterim” diyor ve bu istek onu daha da yükseltiyor. Ahadiyete doğru taşıyor ve orada Necm suresinde anlatıldığı gibi yayın iki ucunun birleşmesi gibi daha doğrusu “Nerdeyim?” ben deyip şaşkın olduğu zaman, Muhyiddin-i Arabî’nin yorumuyla, “Sağ ayağını sol ayağının üzerine koy. Gör ki bendesin” diyen Allah’la, Allah’ın mânâsının zuhûrunun hissedilmesi gibi... O birliğin içinde o yüce sultan gene kul olduğunu hissedip bizler için dilekte bulunuyor. Bizim de o mânâyı kendi içimizde anlayabilmemiz için… (Belki o yüce sultan o an bizi hatırlamasaydı bizler o zevki hiç bilemeyecektik.) Onun için, kendileri Mahmud makamıdır. Yani şükredilmesi ve hamd edilmesi gereken en yüce makamdır. İşte Hz. Muhammed’in edebi, Necm Suresinin ilk iki ayetinde şöyle anlatılır: “Dönmekte olan yıldıza andolsun ki arkadaşınız Muhammed şaşırmadı, azıtmadı da.” Artık o, adına yemin edilecek bir sultandır. Ondan Allah’ın mânâsı tecelli etmektedir. Gördünüz mü programın başı ve sonu aynı yerde bitti. Nûr Suresinin mânâsı Peygamberin içinde edeple tecellidir. Allah nasip etsin inşallah.

    İyi akşamlar efendim. Bir Tasavvuf Deryasından programında yine Cemalnur Sargut hanımefendiyle birlikteyiz. Hocam geçen hafta edepten bahsetmiştik. Fakat edep konusu bu işin sanki hakikati ve özü gibi. Biz biraz daha bilgi istiyoruz. Geçen hafta demiştik ki; “Edep her şeyi Hakk’tan bilmektir. Hiçbir şeyi Hakk’tan gayrı görmemek ve olana itiraz etmemektir. Yani edebin mânâsı ‘lâ ilahe illallah’tır, demiştiniz. Acaba bunun üzerine biraz daha konuşabilir miyiz?

    C : Görüyoruz ki edep dinin temeli insanın mânâsının özü, gönlünün aydınlattığı mânâdır.İnsanın edepten ibaret olması lazımdır. Eğer insandaki nefis ruha aşık olur da ruhu görmeye başlarsa, ruhu Rab olarak kabul edip onun terbiyesi altına girmeyi kabul ederse ve bu aşk zirveye varıp nefis ruhta yok olursa insan baştan aşağı edep kesiliyor. Edep kesilmesi, her nereye baksa Hakk’ın birliğini görmek demektir. Biz bu makama vahdâniyet makamı diyoruz. Yani biz değil hâşâ, mutasavvıflar böyle yorum yapmışlar. Vahdâniyet kesrette; çoklukta Hakk’ı görmek ve birlemek demektir. “Lâ ilâhe illallah”, “lâ mevcûda illâllah” halini alır. Allah’tan gayrı hiçbir varlık yoktur. Bu mânâ idrak edilince, dünyanın baştan aşağı Kur’ân olduğu anlaşılır. Ve o zaman Kur’ân’a nasıl abdestsiz olarak el süremezsek, hatta içindeki şeytan ve Firavun kelimelerine de abdestsiz olarak parmak basamazsak, dünya da bir Kur’ân olduğuna göre, onun içinde bulunan Hakk’ın bütün isimlerine hakaret gözüyle bakamayız. O halde buradan öze girersek insanın yaradılışına gitmek lazım. Niye bunları birlemek gerekiyor? Niye Hakk’ın celâlî ve cemâlî sıfatlarını birlemek gerekiyor? Buradan bakarsak karşımıza iki âyet çıkar. Bir tanesi Yasin Suresi 71. âyet. Bu âyet te buyuruluyor ki; “Görmediler mi ki biz onlar için, ellerimizin yapıp ettiklerinden (kudretimizin) eseri olan nice enamlar yarattık da onlar bu enamlara sahip oluyorlar. ” Bu âyetin mânâsı çok derin. Âyette “enam” diye bahsedilen yumuşak hayvandır. Koyun olarak düşünüldüğünde; “Biz nice koyunlar yarattık ve onlardan insanlar nasıl yararlanıyorlar? Etleri mânâ haline dönüşüyor” diye açmak da mümkün. Ama biz daha iç mânâsından incelemeye çalışalım. Bazı mutasavvıflar, buradaki ellerle yapılıp edileni; celâl ve cemâlle yapılıp edilen diye açıklamışlardır. Allah’ın “iki elim” diye buyurduğu; “celâlî ve cemâlî sıfatlarımla yarattığım insan” mânâsındadır. Ve o insanın içinde hayvan makamında olan nefsinden yumuşatıp yumuşak ve faydalı hayvanlar zuhûr ettirdik, buyuruyor Allah. Yani nefsini işe yarayan, hizmet eden, rûhun idaresine giren, rûhun aşkında eriyen, rûhu sahip olarak bilen hayvana dönüştürdük, buyuruyor.


    Seni çok Özledim Annem

  3. #13
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: Edep illa edep!!!!!

    Celâlle terbiye sıkıntı, belâ veya bize belâ gibi gözüken hadiseler, ancak aslında belâ olmayan hadiselerle terbiyedir. Hakikatta celâl Allah’ın iradesi ve lutfu demektir. Yani Allah’ın -çok özür diliyorum edepsizliğimi sayın okuyucular da hoş görsünler- âdeta toprak üzerine tenezzülü demektir. Tabii ki bakın şu toprağa, Allah zuhûr etti mi, irade etti mi toprak onu karşılarken depremler oluyor. Yer yerinden oynuyor. Yer sarsıntıları oluyor. Bu vücut toprağı da Allah’ın zuhûrunu öyle bir karşılıyor ki, vücut içinde deprem oluyor. İşte buna celâl diyoruz. Cemâl ise lütuf, yumuşaklık, güzellik ve lütuflara gark olmamız demektir. Ama bu ikisi de gerekli. “Neden mi?” diyorsun. Hz. Mevlâna diyor ki; “Çamaşırı temizlemek için önce suya batırır ıslatırız. Sonra kuruturuz. Kurutacağımız bir şeyi niye ıslatıyoruz? Niçin böyle bir temizlik yapma yoluna giriyoruz? Çünkü başka türlü temizlenmiyor da ondan. O halde Allah bizi sırf kurutsa temizlenemeyiz. Bazen ıslatır. Yani bazen acılarla, ızdıraplarla, kötü muamelelerle, iftiralarla terbiye eder. Ondan sonra onu güzel karşıladığımızda içimizde huzur oluşur. İşte huzur da cemâldir. Yani önce ıslatıp kurutur ki tertemiz olalım diye. Bu muamele sonucunda insan içindeki nefsânî aşırı arzu ve isteklerini yumuşatıp işe yarar faydalı bir hale geçiriyor ki lütfa uğruyor demektir. Diğer bir âyette iş Hz. Âdem’e geliyor. Edep bahsinde Allah İblîs’e buyuruyor: “İki elimle yarattığım şeye secde etmekten seni alıkoyan nedir? ” (Sad Suresi -75)

    İşte iki âyet birbirini tamamlamaktadır. İki elimle yarattığım şeye yani Âdem’e secde etmekten seni alıkoyan nedir? İki elimle yarattığım şey derken, insandan bahsediyor Allah. Oysa insandan başka bütün yaratıklar tek elle yaratılmışlardır. Çünkü insan ya melek gibi cemâl sıfatının ya da azap melekleri, şeytan gibi celâl sıfatının kendisinde tecelli ettiği bir varlıktır. İnsan bu bütünü içinde toplayan karşılıklı iki denizi birleştiren ve bu iki denizin birbirine taşmasını önleyen bir geçit varlıktır. İnsan bir yönüyle Rab, diğer yönüyle kul olduğundan Hakk sûretinden çıkarılmış bir nüshadır. Rablık özelliklerini taşıması itibariyle mertebe bakımından insandan daha iffetli kılınmış bir yaratık olmadığı gibi, kulluk özellikleriyle de ondan daha aşağı kılınmış bir yaratık yoktur. O halde insanın içinde Allah’ın cemâlî sıfatları zuhûr eder. İnsan iki denizin kavuşmadığı gibi bir berzahta, akıl berzahıyla ayrılan bu gönlü içindeki cemâli rûhunu ve celâlî nefsini bir arada taşır. İşte âyetler böyle teyit ediyorlar insanın yaradılışında celâl ve cemâlin olduğunu (1). O halde biz ne celâle kızmak ne de cemâlden aşırı hoşnut olmak durumundayız. Öyleyse celâli ve cemâli bir kılmaya edep deniyor. Edep nedir? Kemaldir. İnsan, kâmil olmayan iki sıfatı birleştirdiğinde ve her baktığında Allah’ın tecellisini gördüğünde edepli olur. Allah bize hem dünya hem ahiret edebini nasip etsin.

    S : Hocam peki burada çok önemli bir soru çıkıyor karşımıza. Madem ki her şey Hakk’tır. Neden o zaman fenalık yapanlar ceza görüyorlar?

    C : İnsanın cezası üstünde. “Madem ki herkes bir vazifeyle mükellef ve memur, o halde fenalık yapan niye ceza görsün?” diye soru sorulursa çok nazik ve ince bir mesele ortaya çıkıyor. Çünkü Cenab-ı Hakk’ın birbirine zıt isimleri var. Meselâ izzet ve şeref veren “Aziz” kılan ismi olduğu gibi “Muzil” yani alçaltan, zillete düşüren, hor ve hâkir eden ismi de var. “Hâdi” yani hidayete kavuşturan, kulunu hayırla muvaffak kılan olduğu gibi, “Mudil” yani delâlete götürücü, saptırıcı da var. İnsanların günahlarının kendilerinde sorumluluk kalmayacak şekilde affeden olduğu gibi, “Müntakim” yani günahkârları adaletiyle müstehak olduğu cezayı veren ismi de var. Bu isimler, isimlerin küllü olan Cenâb-ı Hakk’tan “Yarabbi bize bu isimlerin gereğini yerine getirmek için bir zuhûr yeri ihsan et” diye niyâzda bulunup bir vücut istediği zaman bizi vücutlandıran Allah tarafından nasip edilmiş isimlerdir. Hiç kimse “Ben bu anayı babayı seçmemiştim. Ben bu özellikleri istememiştim. Niye geldim bu dünyaya?” demesin. Herkes ezel âleminde ismini bildiği için o isim bir an önce tekâmülünü tamamlayıp gene Allah’a kavuşmak için bir vücut kazanmak ister. Bu yüzden de kendi ailesini, kendi yolunu seçer. Sonuçta insan bu dünyaya gelir. O halde kahır yaptığı vakit karşısında mutlaka intikam alıcı ismi zuhûr eder. Birbirinin zıddı olan isimler birbirini cezalandırır bu dünya mevkiinde. Evet, bir kimseye fenalık yaparsan Allah’ın intikam alıcı ismi karşımıza gelir. Cenab-ı Hakk bütün eşyada tecelli eder. Fakat ondan herkes kendi yeteneğine göre yararlanır. Bu durum Allah’ın dilediğini yapan oluşuna ters düşmez. Çünkü Cenab-ı Hakk’ın yaptığı her iş bir hikmete dayanır. Her şeye yeteneği ölçüsünde tecelli etmek onun hikmetlerindendir. Meselâ o rahmet edilmesi gerekenden intikam almaz. İntikam alması gerekene ise acımaz. Bunun tersine hareket etmek onun hikmetine aykırıdır.

    Firavun Mûsâ’ya sordu: “Rabbin kimdir ya Mûsâ?”

    Mûsâ cevap verdi: “Bizim Rabbimiz öyle bir Allah’tır ki her şeye kendi hilkatinin îcâbını verdi sonra o işin yapılması ona sırât-ı müstakim oldu ve o işi yapmak o kimseye ısmarlandı. Yani hidayet edildi” (Taha Suresi, 50)


    Seni çok Özledim Annem

  4. #14
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: Edep illa edep!!!!!

    Evet bunu biraz açalım. Ahadiyette, yani “Yalnız ben vardım, benimle hiçbir şey yoktu” sonsuzluğunda, bütün yaratılmış ve bütün yaratılacak olan her mahlûkun esası, özü, a'yân-ı sâbitesi o bütün içinde vardı. O bütünle yoğrulmuştu. Sonra vahdaniyet yani kesret başladı. Orası a'yân-ı sâbitelerin birdeki çokluğundan başladı. Yani görüntü tekti ama çokluk olarak tecelli etti. Hepimizin özü levh-i mahfûzu zuhûr etti orada. İşte o levh-i mahfûz üzere bu dünyaya geldik. Yani ezelimizde ne varsa o ezelimize dönmek için bu dünyaya geldik. Ama Allah bize lütfedip bir vücut, ayrıca da bu levh-i mahfûzun açığa çıkması için çeşitli meşrepler nasip etti bu dünyada. İşte verdiği o ezeli isimlerin zıddıyla birlikte bizi dünyaya getirdi. Bu zıtlıklar bizi terbiye için dünyada vardır. Kötünün terbiyesi iyi iledir. İyinin terbiyesi kötü iledir. Bu Allah’ın adaletinin ve yüceliğinin, güzelliğinin âşikâr oluşudur.

    S : Hocam yaratılan her şeyin Allah’ın bir ismine mazhar olduğundan bahsettik. Bu bölümü biraz daha açar mısınız?

    C : Çünkü zerre kadar hayır yapsan hayır bulacaksın, şer yaparsan şer bulacaksın. (Zilzal, 7-8) İnsan hatalarından dolayı önce dünyada ceza bulur. Cehennemini ve cennetini önce dünyada yaşıyor insan. Zaten bu dünyada cenneti bulamayan insan öbür alemde de bulamayacaktır, demektir. Nedir cehennem? Meselâ çok sabırsız bir insanın sabırlı bir insanla aynı evde yaşaması onun cehennemidir. Yani zıt isimler birbirini terbiye etmek üzere dünyaya gelmiştir. Eğer sevgi hakim gelirse her aşk Allah’a olan aşktır. İnsanlar birbirlerini hoş görmeye başlarlar. O zaman güzellik zuhûr eder. Dünyada cenneti bulmuş olur. Veyahut o meşrep onu o kadar yorar, hırpalar ki insanın bütün hayatı cehennem içinde geçer. O zaman da hakiki gayeye ulaşmadan maalesef bu dünyadan gitmiş olur. O halde Allah’ın zâtî isimleriyle terbiye oluyoruz. Zira ilâhi hikmet, her yaratılmışa hikmeti a'yân-ı sâbitesinin yani levh-i mahfûzunun gerektiği oranda ve yeteneğine göre verir. Sonra da onu doğru yola iletir. Her şey bir isme mazhar oldu, demek o ismin mazhar olduğu vazifesini yerine getirmesi demektir. Biz hocama, cennete kim gidecek, cehenneme kim gidecek diye sorduğumuzda; “Onu bilmem de ikisine de gitmeyenler vardır, ikisinden de anlamayanlar vardır” demişti. “Örnek verir misiniz?” diye sorduğumuzda dedi ki; “Hayvan meşrepli insanı önce cennete sonra cehenneme götürmüşler, ikisinde de ‘ai ai’ demiş. Bu ne cehennemden anlıyor, ne cennetten anlıyor, biz bunu nasıl mükâfatlandıracağız ya da cezalandıracağız dediklerinde, bunun cezası üzerinde, eşekliğinde, ayrıca ceza vermeye lüzum yok ki ” , demişler. Mutasavvıflar, Allah sevgilisi cennete gittiğinde cennetin, “Bu güzeli götürün. Benim bütün güzelliklerimi örtüyor” dediğini, cehennemden geçtiğinde ise cehennemin, “Bu güzelin aşk ateşi, benim ateşimi söndürüyor” diye bağırdığını anlatıyorlar.



    Seni çok Özledim Annem

  5. #15
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: Edep illa edep!!!!!

    Evet. Zaten nefsin mertebelerinden, emmare dediğimiz ilk mertebede, emir eden insan için hakikati görmek mümkün değil. Emreden kimdir? Ben üstünüm, benden daha büyük yok diyen insan için gerçeği ve hakikati yaşamak mümkün değil. Her an emretmeye hazır oluşu onun cezasıdır. Zaten ayrı bir cezalandırmaya lüzum yoktur. Meselâ hiç ilkokul öğrencisini yakalayıp da niye Einstein kanunlarını bilmiyorsun diye döver misin? Allah da bunu yapıyor, canım sultanım. Öğrettiklerinden, levh-i mahfûzumuzda anlamaya müsait olduklarımızdan sorumlu tutuyor bizi değil mi? Onun için biz başkalarıyla meşgul olmayıp dünyada huzuru bulmak zorundayız. Huzur, huzurda olmak demektir. Allah’ın huzurunda olan kişi her an huzurdadır. Onun huzurunu kimse kaçıramaz. Mesela o daima zalime daha çok acır. Çünkü işin hep sonunu görür. Böylelikle, zayıfın, ezilmişin Allah tarafından taltif edilip huzura kavuşacağını bildiği için zalime acır. Adamın biri hocasına gitmiş demiş ki; “Hocam, görüyorsunuz şu insanlar daima Allah’ın emirlerine karşı geliyorlar. Bunlara beddua etseniz de, Allah’ın istediği gibi yaşar hale geçseler, ya da cezalandırılsalar da, yaptıklarının hata olduğunu anlasalar.” demiş. Onun üzerine hoca ellerini açmış. “Allah’ım bu dünyada yaptıkları işten çok eğleniyorlar. Bu eğlendikleri gibi öbür âlemde de onları eğlendir” demiş. Şimdi bu duayı duyan mürit çok şaşırmış, demiş ki; “Efendim ben beddua edin dedim. Siz onlara dua ettiniz”. “Oğlum bundan büyük beddua olur mu? Bu dünyada eğlendiklerini zannediyorlar. Böyle giderse cenneti bulamayacaklar. Onların hakiki cenneti bulabilmeleri için bütün bunlardan temizlenmeleri, arınmaları, acılar çekmeleri ve ondan sonra oraya ulaşmaları lazım. Onun için bundan büyük beddua olamaz insana” demiş. Bu arada beddua, hâşâ, çok yanlış bir şeydir. Çünkü bu Allah’a akıl öğretmek gibi bir şeydir. Hocam Sâmiha Ayverdi diyorlar ki; “Sen bunu nasıl cezalandıracağını bilemiyorsun, ben sana öğreteyim Allah’ım” demek gibi bir şeydir. Hâşâ, haddi fazlasıyla aşmaktır, diyorlar. Onun için evliyaullah ve Allah sevgilileri bırakın beddua etmeyi Allah’ın söylediğinin dışında bir şey yapmaktan bile titrerler. Bir ârif “Allah’ım şu münbit yere çok yağmur yağdırıyorsun. Şurada çorak bir toprak var bir damla yağmur yağmıyor. Hani nerede kaldı senin adaletin?” deyince, titremeye başlamış ve demiş ki, “Aman Ya Rabbi Allah’ın işine karıştım, beddua etmiş sayıldım.” Hemen kendini ipe bağlıyor. Birine de kilometrelerce çektiriyor ve ancak böyle Allah’ın affına uğruyor. İşte beddua Allah’ın işine karışmanın en edepsiz şeklidir. Allah korusun.

    S : Hocam o zaman en kestirme yol “Allah Rabbimdir” deyip durmak. Her şeyi Allah’tan bilip her yerde de Hakk’ı görmektir, diyebilir miyiz?

    C : Tabii buradan da hemen duaya geçelim. Duanın da iki türü vardır. Edebin mânâsı olgunlaşmak için vaktimizi beklemektir. İnsan aceleci yaratıldı, âyetinde (İsra, 11) belirtildiği gibi eğer dilek yaratılışına uygun olursa meydana gelmesi kolay yoksa zor olur. Her iş bir saate ve zamana göre ayarlanmıştır. Bunun için eğer vakit gelmediyse o işin ortaya çıkmasında acele etmek son derece faydasızdır. Şimdi dua ederken çok önemli iki merhale vardır. Birincisi istekte bulunmak. “Allah’ım bana şunu nasip et.” demek. Burada bir tehlike var. Bir kere Hz. Mevlâna diyorlar ki; Allah öyle vericidir ki sen niye bir tek şey isteyerek ona sınır koyuyorsun, diyor. Meselâ Allah’ım bana ilim ver dedik. Çok güzel bir duaya benziyor bu dua. Fakat bir kere sınır koyduk. Belki aynı anda hem sıhhat, hem ilim, hem aşk, hem tevâzu verecek. Biz oradan yalnız ilmi çekip almış olduk. İkincisi, istediğimiz ilmin kendimiz henüz ne seviyede olduğumuzu bilmediğimiz için bizi benlik ehli yapıp yapamayacağından da emin değiliz. O halde burada duayla Allah korusun haddimizi aşan istekte bulunduk. Ârif-i billah öyle dua etmez. Ârif -i billah der ki; Allah’ım benim için hayırlı olanı bana nasip et. İşte duanın özü budur. Dua Allah’la insan arasında ilişki kurmak için bir yoldur sadece. Yoksa Allah’tan bir istekte bulunmak değildir. “İste ki vereyim, dile ki vereyim.” emri var. Biz de kuluz. Tabii ki isteyeceğiz. Kulluğumuzu hatırlatan bir şekilde istersek o zaman duanın mânâsı zuhûr ediyor. Alexi Carrel, duayı şöyle anlatır. Adamın biri kiliseye gitmiş. Günlerce kilisede oturmuş ama yapılması gereken hiçbir ibadeti yapmamış. Mum yakmamış, ellerini birleştirmemiş, diz çökmemiş sadece oturup bakıyormuş yukarılara. Rahip yanına gelmiş demiş ki; “Sen niye buradasın ve boşuna yer işgal ediyorsun, hiç de iyi örnek olmuyorsun, çekip git buradan”, demiş. Adam dönmüş rahibe bakmış ve demiş ki; “Ben onunlayım, o benle sana ne be adam.” İşte diyor Alexi Carrel, duanın gerçek mânâsı bu; isterken, ben onunlayım o da benle diyebilme derecesine ulaşmak. Allah hepimize nasip etsin inşallah. Çok önemli bir hal.

    Tabii duanın iç mânâsına girince, Allah’ın hoşuna giden özel istekler de var. Meselâ yaşlı olduğu halde Hz. Zekeriya’nın evlât için dua etmesi… Evlât istiyorum demesi sanki bir edepsizlik bir aşırı istek addedilmesin. 80 yaşında ve karısı da çok yaşlıyken Hz. Zekeriya’ya evlât veriyor. Hz. Mevlâna da diyor ki; “Allah Zekeriya’ya niye evlât verdi? Çünkü O isterken, “Bu bir mucize sen istersen mucizeleri gerçekleştirirsin, sen çok yüce ve büyük bir sultansın “dedi. Allah’ da onun bu mânâsına hürmet etti ve bir evlât verdi,” diyor. İç mânâsı; Hz. Zekeriya, “Nefsim ruhuma aşık oldu. Onlar birleşti ama ben çok yaşlandım. Sen bu zuhûru burada bitirme. Benden çıkan bu mânâyı sülbüm olarak devam ettir,” diye niyâz etti. Ve işte ondan sonra Hz. Yahya, yani “Ya Hayy”, o mânâdan zuhûr etti, diyor. Allah hepimize nasip etsin.



    Seni çok Özledim Annem

  6. #16
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: Edep illa edep!!!!!

    Ben acizane basit bir öğretmenim ama her terbiyede sevginin ve yumuşaklığın kullanılmasının başarılı olduğunu gördüm. Hz. Ahmed’er Rifâî öğretici makamda kişilere seslenirken,” Yumuşaklığı tercih edin. Sevgi ve yumuşaklık insanı Allah’a götüren yegâne yoldur.” diyorlar. Bizim kendi kendimizi terbiyemizde de, nefsin bütün isteklerini bir anda kesmek, bütün isteklerini bir anda yok etmek yanlış bir yöntemdir. Kur’ân-ı Kerîm hocam Allah gani gani rahmet eylesin Hayri Bilecik bu konuda buyururlardı ki; “Ana vanaları kesmeyin, küçük boruları kesin, o zaman kolaylıkla suyun gidişini ayarlayabilirsiniz.” Bu ne demek? “Nefsin aşırı isteklerini birden kesmeyin. Küçüklerden başlayın. Meselâ en kolay gelen ne? Yalan söylememek mi? Önce orayı bırakın. Çünkü küçük gibi gözüken nefsani hatalar çok büyük neticelere sebebiyet verebilirler. Onun için oradan başlayın.” derdi. O yüzden nefse güzel davranmak, yumuşak muamele etmek ve hadiselerden çok etkileniyor diye nefse kırılmak yanlış bir yoldur. Çünkü vücudun da bir toprak olduğunu ve Allah’ın celâlinin vücutta ne kadar sarsıcı zelzeleler yaratıcı etkisi olduğunu da bilmek lâzım. Tabii ki sıkıntılar vücuda dokunacak. Onun için, “Niye üzüldüm ,bu kadar terbiye alıyorum. Her olaydan niye etkilendim?” diye kendi kendimizi suçlamak da benlikten başka bir şey değildir. Böyle düşünmek lâzım. Hz. Mevlâna buyuruyor ki, “Nefis köpek gibidir, aç bırakırsan saldırır, doyurursan gaflet eder, uyur. Yarı aç yarı tok bırakırsan sana faydalı olur.”

    Sonuç olarak, tasavvuf demek edep demektir. Edep ise göz ile Hakk’tan başka bir şey görmemek, lisanla bir şeye itiraz etmemek, Allah’ın buyruğunu tatmak, men ettiğinden kaçmaktır. Bunların kendisinde yer ettiği kimse şüphesiz adaletten ayrılmaz. Kimsenin kalbini kıramaz. Hasılı Allah’ın hoşnutsuzluğuna sebep olacak işlerde bulunmaz.

    S : Hocam tevhîdin hakikati sükûttur deniyor. Bunu biraz açar mısınız?

    C : ‘Tevhîdin hakikati sükuttur”dan maksat ,lisanı tutmak her şeyden iyidir fakat anlamak yani emin olmak kanaat getirmek için sormak başkadır, diyor. Bu hal, önce, verilen hadiselere, başına gelen sıkıntılara lisanen, kalben razı olmak halidir. Bunu bir hikâyeyle açıklayalım. Resulullah Hz. Ebû Bekir’le bulunduğu bir sırada içeri bir adam giriyor. Ebû Bekir Hz.lerine çok ağır sözler söylüyor. Resulullah Efendimiz Hz. Ebû Bekir’in ses çıkarmadığını görünce tebessüm buyuruyorlar. Fakat adam işi azıtıp daha da kötü konuşmaya başlayınca Hz. Ebû Bekir cevap vermeye başlıyor. Resulullah da meclisi terk etmek üzere yerinden kalkıyor. Ebû Bekir Hz.’leri çok üzülüyorlar Resulullah’a: “Beni niçin huzurunuzdan mahrum ediyorsunuz?” deyince, “Ya Ebû Bekir önce sükût ettin, melek geldi sonra söylenmeye başladın şeytan geldi. Şeytanın bulunduğu yerde enbiya bulunmaz” diyorlar. O halde sükût iki türlüdür: Dilin sükûtu ve gönlün sükûtu. Dilin sükûtu, malâyâni yani dedikoduyu, boş konuşmayı lüzumsuz lâfları -ki çok yapıyoruz- terk etmek. Bunun yolu galiba akşam kendimizi muhasebeye çekip,” Ben bu gün Allah için ne yaptım?” demektir. Zaten tefekkür ve muhasebe çok önemli. Çünkü Benjamin Franklin her gece kendini tefekküre çeker ve düşünürmüş: “Ben bu gün neler yaptım?” diye. Bir gün, “Ben bu gün hiç kötü bir şey yapmadım,” demiş ve yatmış ve sonra da çok huzursuz olmuş, kalkmış. “Galiba bu güne kadar yaptığım en kötü şey böyle bir karara varmış olmak,” demiş. Onun için insan kuldur hata yapar. Ama güzel ayarlamak lâzım. Malâyâni ve boş sözlerle vakit geçirmek insan ruhu için çok büyük bir azaptır. Gönlün sükûtu hamd makamıdır. Hamd çok yüce bir makamdır. Hamd şükürden de öte bir makam. Şükür Allah’ın verdiği güzelliklere hal ve dil ile memnun olduğumuzun ifadesidir.. Hamd ise sıkıntıya belâya hepsine birden memnuniyet ifadesidir. Onun için çok önemli bir makam.



    Seni çok Özledim Annem

  7. #17
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: Edep illa edep!!!!!

    Şükür bir bağdır, nimetler de av, şükür sesi işittiğin zaman daha fazla elde edilmiş olmaya hazırlan. Tanrı kulunu severse onu bir belâya uğratır, sabrederse kendisi için seçer. Şükrederse onu daha fazla beğenir ve ayırır. İnsanların bazıları kahrı için, bazıları da lütfu için şükrederler. Bu her ikisi de hayırlıdır. Çünkü şükür kahrı lütuf şekline koyan bir panzehirdir.

    C : Onun için hamd bu kadar önemli bir makam. Hani Nemrut Hz. İbrahim’i ateşe attığı zaman bile İbrahim’e Cebrail gelip, “Benden ne yardım istersin?” dediği zaman Hz. İbrahim, “Benim senden bir isteğim yok” dedi. Bunun üzerine Cebrail “Niyâzını söyle Cenâb-ı Hakk’a ileteyim” deyince Hz. İbrahim “Benim halimi Allah’ım bilmiyor mu ki Cebrail aracılığıyla haber göndersin?” dedi. İşte Tanrı bir kulunu hakikaten severse önce belâya uğratıyor. Belâya uğratmak insan için büyük lütuftur. Belâ belînin yani ezelde verdiğimiz “Sen bizim Rabbimizsin” ahdinin âşikâr olması için gereklidir. Ama en büyük belâ, belâyı belâ görmektir. Eğer belâyı belâ görmez de lütuf olarak görürsek o zaman sıkıntılar biter. Bununla ilgili çok hoş bir hikâye var. Bir Hint hikâyesi müsade ederseniz onu anlatmak istiyorum. Adamın birinin yanında çalışan bir çırak varmış. Çırak da hakikaten belâyı belâ olarak gördüğü gibi, lütfu bile belâ olarak görüp her şeyden şikâyet edermiş. İnsanlar dillerini şikâyete alıştırdıkları zaman vücutlarının içinde daralma başlar. Daralma ve sıkıntı başlar. Bunun üzerine usta bir gün çok rahatsız olmuş bu şikâyetten almış çırağını yanına beraber gitmişler bir bardak su doldurtmuş çırağına, içine iki kaşık tuz atmış, iç bunu demiş. Çırak suyu içmiş ve püskürtmüş. “Aman hocam ne yaptınız? Berbat bir şey bu” demiş. “Oğlum söylenme” demiş. “İki kaşık tuz al ve gel” demiş. Çırak tuzu almış, beraber bir tatlı su gölüne gitmişler. “At buraya tuzu sonra da bir bardak doldur ve iç” demiş adam. “Ay mis gibi su” demiş çırak. “Gördün mü bak yavrum” demiş. “Sen gönlünü o kadar küçük bir bardak haline getirmişsin ki” demiş. “İçine bi lokma tuz girdi mi dayanamayıp püskürtüyorsun. Ama içini ferahlatıp rahatlarsan şikâyeti bıraksan her şeyden memnun olmanın yolunu bulsan o zaman sonuçta bakarsın ki, hiçbir sıkıntı sana belâ gibi gelmeyecek. Her şeyde lütuf olacak. Onun için şikâyeti tamamen terk etmek lazım. Zaten kimin şikâyetini yapacağız? Allah’ı mı şikâyet edeceğiz? Allah’ı Allah’a şikâyet etmek ne kadar komik bir mazhariyet değil mi?

    S : Hocam bu belâlar da bizi temizlemek için özel olarak geliyorlar. Yani bu açıyla bakarsak herhalde onları daha hoş karşılayabiliriz değil mi?

    C : Şimdi fitne kelimesi belâların en büyüğüdür. Fitne kelimesinin mânâsı ne demek biliyor musunuz? Bakırı altından temizleme yöntemi demek. O halde fitne belâsı bir yere geldiği zaman insanın gönlü altın mı, bakır mı olduğu ortaya çıkar. Demek ki, her türlü belâ bizim içimizdeki güzellikleri ortaya çıkarır. Daha önce galiba İkbal’den bu radyo programında bir bölüm okumuştuk elmasla karbonun farkını anlatırken değil mi? İşte o bölümü bir kere de burada tekrarlayalım isterseniz:

    “Madende kömür elmasa dedi ki; ey zevâl bulunmamak tecellisine mahzar olan, biz arkadaşız. Nemiz varsa aynıdır.” Çünkü malûmaliniz kömürle elmas her ikisi de saf karbondur. Bileşimleri tamamen aynıdır. “Ey zeval bulunmamak tecellisine mazhar olan,” diyor kömür elmasa. Yani, “Yok olmayan, biz arkadaşız. Nemiz varsa aynıdır. Cihanda aslımızın varlığı birdir. Ben değersizim, madenimden eriyip gidiyorum. Sense padişah taşının üstüne çıkıyorsun. Benim toprak kadar kıymetim yok. Mayam kötü. Sen aynaların kalbini hasetten parçalıyorsun. Beni herkes eziyor, ateşe veriyor. Benim halime ağlamak lazım. Ben bir kıvılcımım. Seninse yüzünde, dilinde, yıldızlar, güzellikler fışkırıyor. Elmas dedi ki; ey ince gören ve ince düşünen arkadaş kara toprak pişip olgunlaşınca yüzükleri süsleyen mücevher olur.” Çünkü elmas çok acı çeker. Kömür toprağın üzerinde hiç acı çekmeden oluşur. Onun için simsiyahtır. Ama elmas diplerde senelerce, basınçlar, sıcaklıklar, ateşler altında yanar yanar tutuşur. Ancak o kadar belâdan sonra elmas haline, hiç yok olmayan haline geçer. Ve dedi ki o; “Sen vücudun yumuşak olduğu için yandın. Acılara dayanamadığın için korkma, gam çekme, vesveseli olma”. İşte elmas hiç acı çekmemiş olan karbona diyor ki; “ Korkma, gam çekme, vesveseli olma.” Demek ki dünyada olgunlaşmanın üç yolu var: Korkmamak, gam çekmemek ve hiç vesveseli olmamak. Taş gibi ol, elmas gibi ol. Öylesine çalışan, güçlüklere saldıran insan iki alemi de aydınlatır, diyor İkbal. Ve acz, değersizlik, pişkin ve olgun olmamaktan ileri gelir, diyor.


    Seni çok Özledim Annem

  8. #18
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: Edep illa edep!!!!!

    İşte emin olan kimse hakikaten böyle düşünür. Ama hepimiz o derecede olmadığımız için ve sonunu göremediğimiz için korkuyoruz. Hâlbuki bilsek ki yüce Allah diyor ki; bir annenin evlâdına duyduğu sevgi benim size karşı duyduğum sevginin yanında denizin yanında küçücük köpük gibidir. “Zülcelâli vel ikram” diye bir ismi var Allah’ın. Yani celâl isminin altında ikram vardır. Sıkıntı ve belânın ardında lütuf vardır. Ben hep bundan şunu çıkarırım çocuklar: Hz. Mevlâna’nın isminin celâl olduğunu unutmamak lâzım. Dünyanın en büyük ikramları olan Mesnevi ve Fîhi mâ-fîh, celâl isminden zuhûr etmiştir. Eğer böyleyse biraz acılara tahammül ne güzel yerlere getirir insanı. Biri Peygamber Efendimize seni seviyoruz demişti Nazlıcığım. Acaba Fîhi mâ-fîh’te bu bölümü hatırlıyor musun?

    S : Tabii hocam. Galiba bu bölümde Peygamber’e karşı “seni seviyorum” iddiasında olan kişinin nefsini temizlemeden peygamber’in onu bırakmayacağının da bir örneği olsa gerek. Diyor ki Fîhi mâ-fîh’te; Biri, Hz. Mustafa’ya, “seni seviyorum” dedi. Peygamber, aklını başına topla ne söylediğini biliyor musun?, dedi. O yine “seni seviyorum” diye tekrarladı. Hz. Mustafa “Öyleyse bunda sebat et ki, şimdi seni elimle öldüreceğim, vay haline” buyurdu.

    C : İşte görüyorsunuz ya. O yüce peygamberin terbiye sistemi bu; “Öldüreceğim”den kasıt, malınız ya da canınızı, taptığınız şeyleri, evlât aşkını, hepsini içinizden almadan sizi bırakmayacağım der. Belâ ve cefaları üstünüze yağdıracağım. Çünkü Allah sevgilisini, Allah’ın zat tecellisini seviyorum demek, bir iddia sahibi olmaktır. Bir sevginin delili ispatı istenir. Allah, sevgisinin yanına ikinci bir sevgi istemez. İşte, “Seni bütün şirklerden temizlemeden bırakmayacağım,” diyor o yüce sultan. Ben, müsaade ederseniz tekrar edebe dönmek istiyorum. Ve edebi Hz. Ali ile anlatmak istiyorum. Bence edebin sultanı olan Hz. Ali edebi çok güzel anlatmış, çok güzel öğretmiş bize. Bakın bunun bir hikâyesi var. Peygamber Efendimiz sıcak bir Ramazan gününde karpuz kestirmek istiyorlar. Bir sahabeyi yanına çağırarak “Şu karpuzu kes” diyorlar. Sahabe, “Efendim müsaade ederseniz bunu kuyuya sarkıtayım. Şimdi oruçlusunuz. Şu anda kesersem bozulur Tam iftar saatinde keseyim ki soğutup size buz gibi yedirebilelim”. Bunun üzerine başka bir sahabeyi çağırıyorlar. Ona da “Kes”, diyorlar. Ve tekrar aynı itirazla karşılaşıyorlar. Bunun üzerine Hz. Ali’yi çağırıyorlar. “Ali kes karpuzu”, diyorlar. Hz. Ali vuruyor ve kesiyor. Diğer sahabeler itiraz ediyorlar. Diyorlar ki; “Biz de biliyorduk kesmeyi ama daha çok var iftara, onun için kesmedik. Onun üzerine Hz. Ali diyor ki; “Ben aklımı onun önünde kurban ettim. Akıl kurban-ı küm pîşi Mustafa oldu ve onun isteğini edep bildim. Çünkü O Allah’ın tecellisidir” diyor. Onun üzerine Peygamber Efendimiz “Ali’yle benden başka Allah’ı bilen yok. Allah’la benden başka Ali’yi bilen yok. Allah’la Ali’den başka beni bilen yok” diye buyurmuşlardır.. İşte edebin esas mânâsı budur
    .


    Seni çok Özledim Annem

  9. #19
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: Edep illa edep!!!!!

    Şimdi edebi şöyle de tarif edebiliriz. Edep tevhîd-i ef’’âlde kalmayıp, tevhîd -i sıfat ve tevhîd -i zâta gitmektir. Önce bu anlattığım kelimelerin mânâlarına girelim. tevhîd-i ef’’âl, fiillerin en yüce noktasında fiillerde (yapılan her işte) Hakk’ın tecellisini her yerde ve her şeyde görme derecesidir. Bunun en üst derecesi şeytandır. Çünkü şeytan fiillerde Allah’ı görme derecesine ulaşmış bir varlıktır. Fakat eğer burada kalırsak yani sırf fiillerde Allah’ı görme derecesinde kalırsak sıfatlarda ve zâtta Allah’ı görme derecesine ulaşamayız. Şahadet edemeyiz.

    S : Hocam çok özür dileyerek şurada bir giriş yapabilir miyim? Acaba şeytan Allah’ın dal ismine sahip ve dal isminin fiiliyatını mı zuhûr ettiriyor demek istiyorsunuz?

    C :
    Evet tamamen öyle demek istiyorum. Onun fiiliyatını zuhûr ettirdiği için şeytan dal ismini fiilen gösteriyordu. Fakat zâtı ve sıfatı göremedi. Göremedi, yani Âdem’de, toprak denilen varlıkta Allah’ın tecellisini, nûrunu hissedemedi ve göremedi. İşte Allah” İnsanı kendi suretim üzre yarattım “ diyor. ‘Kendi suretim üzere yarattım’ın bir mânâsı; “Muhammed ismi sureti üzere yarattım,” demektir. Hz. Muhammed’in ism-i şerifi bile insanın görünüşüdür. Bakın M harfi başı, H harfi vücudu, yani eski Türkçe yazılışına göre söylüyorum. Mim harfi karın bölgesi dal harfi bacaklarını oluşturur. Yani insan sûreti, Muhammed ismi üzere yaratılmıştır. Muhammed’in mânâsı yakîn, hamdeden demektir. O halde insan halifetullahtır. Ben ondan görünüyorum anlamında söylemiş. Ama Âdem’deki tecelliyi maalesef şeytan görememiştir. Feridettin-i Attar diyor ki; aslında şeytan biliyordu kendisi de Allah’a aşıktı ama paylaşmaya razı olamadı. Mantıku’t-tayr adlı eserinde Şeyh Amr dan bu hikâyeyi şöyle nakleder: ”Allah, bir balçıktan ibaret olan Âdem’in tenine o tertemiz canı üfürürken, bütün meleklerin candan ne bir haber almasını istedi, ne bir eser görmesini! Buyurdu ki: Ey gök melekleri, hemen Âdem’e secde edin! Derhal hepsi de yeryüzüne inip secde ettiler. İçlerinden hiç biri o tertemiz sırrı göremedi. İblîs de geldi; ‘Kendine benim secde ettiğimi hiç kimse göremez. Tenimden başımı ayırsalar bile dert değil. Madem ki boynum var feda olsun! Ben biliyorum ki bu Âdem topraktan ibaret değil, bunda bir sır var. Sırrını göreyim de ondan sonra baş koyayım. Ne olursa olsun tasam bile değil’, dedi. İblîs secde etmedi, başı yerde değildi, âdeta pusudaydı. Onun için Allah’ın, tam o secde anında Âdem’e rûhundan rûh üfürdüğünü gördü, bu sırra erdi. Ulu Allah dedi ki: ‘Ey yol casusu, sen bu sırrı âdeta çaldın, defineyi nereye koyduğumu gizlice gördün. Bari seni öldüreyim de bunu âleme yaymayasın. Çünkü padişah, askerden gizli olarak bir yere hazinesine korken bunu birisi gözetler , görürse şüphe yok ki onu derhal öldürür, canından eder. Madem ki sen de bu sırra erdin, hazineyi, defineyi apaçık gördün; başının kesilmesine razı ol! Başını bedeninden ayırmazsam bunu bütün âleme yayar duyurursun!’ İblîs: ‘Ya Rabbi bu kula zaman ver; bu elden ayaktan düşmüşe bir çare bul’ dedi. Allahü Teâlâ dedi ki: ‘ Peki sana mühlet verdim, fakat boynuna da lânet halkasını geçirdim. Adını yalancı yazacağım. Kıyamete kadar töhmet altında kal.’ Bundan sonra İblîs dedi ki: ‘O tertemiz nûr bana apaydın göründü ya; lânetinden ne korkum var? Lânet de senin rahmet de. Kul da senin kısmet de. Benim kısmetime lânet düştüyse ne gam Âlemde hep ilaç olacak değil ya zehir de lâzım! Halkı gördüm hiç biri lânetini istemiyor. Ben küstahlık ettim lânetini kabullendim. Lânetini kabul eden kul, yalnız benim. Benim gibi bir düşkün bulunamaz.’'(1)

    Bütün melâikeye Âdem’e secde edin hitabı gelmiştir. O zaman melâikenin bir kısmı emre uymuş ve hemen secde etmiştir. Bu namazdaki ilk secdenin mânâsıdır. Burası şeriattir. Emirle harekettir. Sonra Âdem’de Allah’ın nûrunu gördüler, tekrar emredilmeden secdeye kapandılar. Bu da namazdaki ikinci secdenin mânâsıdır. Hakikattir. Şeriata uyanın Allah isterse mânâyı idrakidir. Bir kısım melekler hiç secde etmediler. Bunlar şeytan taifesidir. Bir kısmı birinci secdeyi yaptı fakat nûru göremedi. Bunlar sadece işin şeraitInde kalıp, şeklinde kalıp mânâya ulaşamayan kişilerdir. Üçüncü bir grup var ki, ilk secdeyi yapmamış yani önce emirlere uymamış. Fakat Allah’ın lütfuyla nûru görüp ikinci secdeye varmış kişiler. Ama evliya ve Allah sevgililileri iki secdeyi birden yapanlardır. Sonunda şeytan dedi ki; ben niye secde edeyim, ben ateşten yaratıldım, o ise topraktan. Aslında Âdem’in toprağı nûrdu. Onu göremedi. O nûru o külli aklı göremedi. Allah’ın bütün isim ve sıfatları Âdem’de vardı, onu göremedi, emri dinlemedi, ben doğruyum dedi. Şeytan bile değildi, İblîs’ti bu, ‘ben’ dedi, ‘ben daha üstünüm’.

    Bir gün Hz. Ömer şeytanı yakalıyor ve diyor ki; “Seni şimdi herkese rezil edeceğim herkese.” Şeytan diyor ki; “Ben bin sene meleklere öğretmenlik yaptıktan sonra bir an “ben” dedim, mevkiimden düştüm. Sen şurada birkaç sene önceye kadar kız çocuğunu kuma gömen bir putperestdin. Utanmıyor musun o halinden,” deyince, Hz. Ömer ağlayarak onu bırakıyor, “Haklısın ya şeytan” diyor. Şeytan böyle bir garibandır. Aslında İblîs’tir çünkü ‘ben’ demek gibi bir isme mazhar olmuştur. Yani Allah elini uzatırken ayağını öpmüştür. Bu bir nasipsizliktir, der Hz. Mevlânâ. Bunlar temsîli sözler sakın şeklî algılanmasın lütfen. Dolayısıyla Âdem ise yüce bir sultandır. Çünkü, “Tabii ki her şey sensin Allah’ım, Senden başka varlık yok. Şeytan da senin emrinle bu hale geldi. Ben de senin emrinle bu hale geldim. Ama ben hata yapıp cennetten kovuldum. Küçücük bir parçayım. Sen sonsuzluksun. Parçanın hatasını bütüne teşmil edemem, edep ederim,” dedi. Âdem’in edebi Allah katında da hoş karşılandı. Allah onu peygamber kıldı. Hz. Âdem’in mânâsını, günümüzde de Allah’ın isim ve sıfatlarını, zâtını gösteren insan-ı kâmiller vardır. Onlar kendilerini, böbürlenerek belli etmezler. Onlar edep ehlidir. Ama onların büyüklüğünü ve bizden farklılığını kabul etmeyenler de şeytan makamındadır, diyor Hz. Mevlânâ. İşte bu bakış açısından baktıktan sonra şeytanın da bir gariban mahlûk olduğunu düşünmek lâzım. Hocam Sâmiha Ayverdi, Yolcu Nereye Gidiyorsun adlı kitabında şeytanı anlatırken,” Niye kızıp duruyorsun,” diyor. “Şeytan sadece bir aynadır. Sen çirkinsen çirkinliğini âşikâr eder, güzelsen güzelliğini âşikâr eder.” Zaten kıyamette de şeytan bize, “Ben sana sadece şunu şöyle yapsan dedim. Sen niye uydun bana demeyecek mi?” O halde şeytan bize kendi içimizdeki çirkinlikleri âşikâr ediyor. Ama Âdem’in edebi bu raddedeyken tekâmül ede ede Hz. Muhammed’in edebi oluyor. Âdem ben cüzün hatasını külle teşmil edemem dedi ama Hz. Muhammed’in edebi o kadar yüce bir seviye ki... Örnek mi istiyorsunuz? Miraç hakikaten çok üst bir seviyedir.


    Seni çok Özledim Annem

  10. #20
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: Edep illa edep!!!!!

    En kulsan, en yoksan, en hiçsen o kadar Allah sende tecelli eder. Eğer zerre kadar varlık varsa, Allah bizde tecelli edemez. Bunun bir örneğini de daha önceden anlatmıştım. Mesnevîden bir hikâyeyle vereyim isterseniz. Biliyorsunuz bir yarışma yapılıyormuş. Türkler ve Çinliler arasında. İki duvara resim yapacaklar. Ortada da perde var. Çinliler olağanüstü bir resim yapıyorlar. Yeşiller, morlar, kırmızılar güzelliğin zirvesinde bir resim. Öbür taraf ise, Türkler devamlı yontuyorlar. Yontuyorlar duvarlarını kul yapıyorlar. Hiçbir benlik kalmıyor. Hiçbir pürüz kalmıyor. Tamamen kul kesiliyor duvar ve ondan sonra aradaki perde açılıyor. Burada Allah’ın güzelliği, haşmeti, renklerin en üst derecesi var. Fakat kul olmuş olan aynada onun âşikâr oluşu çok daha güzel, çok daha mükemmel. İşte o zaman aynada âşikâr olan resim birinciliği kazanıyor. İşte Allah’ın güzelliği peygamberin kul olmuş, pürüzlerini gidermiş aynasına aksedince ortaya bir şaheser çıktı. Peygamber böyle bir şaheserdi. Aynı ayna Hz. Ali’de tecelli etti. O, Hakk’el yakîn; Allah’ta yok olma derecesiydi.


    Seni çok Özledim Annem

Sayfa 2/4 İlkİlk 1234 SonSon

Benzer Konular

  1. Edep
    By Reyhani in forum Sofilik Adabı
    Cevaplar: 2
    Son Mesaj: 07.08.09, 09:25
  2. Edep
    By SiLa in forum E- Harfi
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 24.11.08, 21:33
  3. Edep
    By SiLa in forum E- Harfi
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 24.11.08, 21:32
  4. Edep
    By BaRLa in forum Serbest Kürsü
    Cevaplar: 3
    Son Mesaj: 16.07.08, 10:40
  5. Edep
    By BaRLa in forum Serbest Kürsü
    Cevaplar: 2
    Son Mesaj: 21.06.08, 18:03

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •