***
DIŞARDA
Points: 155.310, Level: 100
Level completed: 0%,
Points required for next Level: 0
Overall activity: 0%
Achievements


Cevap: Edep illa edep!!!!!
Edep hiçbir surette kendine vücut vermemek. Yani kendinde varlık görmemektir. Allah’a giden bütün yolların mânâsı edeptir. “Edep nûr-i ilâhiden bir taçtır. Onu başına giy nereye gidersen git,” diyor sultanlar. Edebi olmayanlar iki dünyada hüsrandadır. Riya, kibir, yalan, övünme, asılsız dedikodu gibi bütün fenalıklar hep kulluğu yapamamaktan, kendimizi aradan kaldıramamaktan ileri gelir. Eğer biz daima Hakk ile beraber olursak ondan başka bir şey görmeyiz. O halde kime kibir edeceğiz, kime gıybet edeceğiz. Çünkü bütün bu vasıflar halk ile olan muameleye mahsustur. Ama halkı görmez olursak, bu takdirde ne haset kalır, ne riya ne kibir. Yani bunu Ahmet işledi, Mehmet işledi yahut Ayşe beni üzdü demektense Allah beni böyle bir muameleye maruz kıldı. Gariban birisi de, bir zavallı da arada aracı oldu, diyebilmek insanın huzura ermesi demektir. İş halkın yok olduğunu kabul edebilmektir. Böylece de halktan kalben alâkayı kesip, kalben biz demeyi ortadan kaldırmaktır. Ama bu tabii reddediş kalbî olmalı. Bir yandan boynumuza borç olan vazifeleri dikkatle ve sadakatle ifa edip, ama halkı görmeyip muamelelerin Hakk’la olduğunu bileceğiz. Hakk’ın rızasını kazanabilmek için her halükârda Allah’la muamele ettiğimizi bileceğiz. Tabii bunun sonucunda da huzur zuhûr edecek. Huzur demek, huzurda olmak demek demiştik . İbadetten maksat huzurdur, huzurdan maksat da edeptir. Yani ibadet huzur sağlıyorsa ibadettir, huzura eriştirmek için bir ibadettir. Tabii kimseyi incitmemek, incinmemek edebin mânâsının içindedir. Görüyoruz ki; Kur’an’ın mânâsı edeptir. Dünyaya ait güzellikler içinde üç şeyi severim, diyor hocam. Aşk, edep ve irfan. Hatta edep olmayınca aşk ve irfan da noksandır. İrfan ise lâ ilâhe illallah diyebilmektir. Yani bütün kâinatı birlemektir.
Ârife eşyada esmâ görünür.
Cümle esmâda müsemmâ görünür
sırrına ermektir. İşte edebin sonucu kulluktur. Kulluğun sonucu da Hakk’ın rızasını kazanmaktır. Yani rıza-i ilâhîyi bulmak nasıl olur dersek onu da hocasından öğrenmek lazım. Bununla ilgili bir şey anlatmak istiyorum. “Adamcağızın bir tanesi Allah’ımı memnun etmek için ne yapmam lazım?” diye herkese sorar. Saf bir adamcağızmış. “Allah’ın rızasını bul derler,” Adam Rıza isminde birini bulmak için aramaya başlar. Gider, arar, arar ve bir Rıza bulur. Rıza da ârif bir adammış, “Yok canım” der.” İş beni bulmakla olmaz. Allah için bir şeyler yap. İbadet et.” “Bilmem ki,” der. “Dua oku.” “Vallahi hiç bilmem,” der. “O zaman sen en iyisi ne bilirsin?” “Bir köy oyunu bilirim” “O zaman oyna” der adam. Öyle bir Allah için elini kaldırıp oynamaya başlar ki Rıza isimli şahıs, adamın başına gökten nurdan bir tâç indiğini görür. İşte onu görünce şaşar kalır. Çünkü kendisi senelerdir ibadet etmektedir ama böyle bir tâcı hiç görmemiştir. “Ne kadar güzel oynadın, ne kadar Allah için oynadın ki, başına nûrdan tâç iniyor.” Garip ve zavallı adam der ki; “Bak Rıza’yı buldum da ondan oldu.” İşte iş, şekilde değil mânâdadır. İşte hakiki ibadet, Allah için yapılan her şey demektir. Çünkü her şey Allah için yapılırsa, sonuçta bizi huzura götürür. lâ ilâhe illallah demek için yani esmâ-ül hüsnâyı (Allah’ın sonsuz ismi aslında 99 değil) , tasdik etmek gerekir. Edep aşıkta da en üst seviyededir. Çünkü o her şeyini Allah için yapar, onun edepsizliği de edepten başka bir şey değildir. Hani bir aşık, bir kere demiş ki; “Bana hiç para vermiyorsunuz ki, bir traş olayım.” Önündeki ağaç altın kesilmiş. Onun üzerine demiş ki; “Seninle de hiç şakaya gelmiyor güzel sultanım”. İşte edebin en üst derecesi aşığın edebidir. Çünkü onun edebi aşkının içinde zoraki olmayan hakîkî bir edeptir.
Zâhirî ve bâtinî edepleri de şöyle geçersek zâhirî edep; ibadetin, yaptığının içinde Allah’ı bulmaktır. Huzura kavuşmaktır. Bâtınî edep; içinde ve gönlünde daima her şeyde Allah’la olma derecesine ermektir. Galiba edebin diğer bir mânâsı, Peygamberimizde gördüğümüz gibi, haddini bilmek, o hadde katiyen tecavüz etmemektir. “Ben şu şu vasıflara sahibim Allah’ım bunlar içinde beni tekâmül ettir,” diyebilmektir. Daha doğrusu; karınca Kâbe’ye gitmeye kalkmış, yola çıkmış, “Sen eremezsin,” demişler. “Olsun yolundayım,” demiş. Gene bir hikâyede adamın biri Hz. Mûsâ’ya soruyor. Diyor ki; “Yâ Mûsâ Allah’a sor beni seviyor mu?” Allah’tan cevap geliyor: “O kulum mu?” diye. Hz. Mûsâ bir taltif olmadığı için bir şey diyemiyor adama. Yani, “Seni seviyor,” diyemiyor. Adam devamlı soruyor. “Yâ Mûsâ hiç mi bir şey demedi benim için?” En sonunda Hz. Mûsâ, “Yalnız, o kulum mu? diye sordu, deyince adam sevinçten uçuyor. O haddini bilen adam diyor ki; “Bana kulum, demiş, beni kul olmaya lâyık görmüş. Bundan büyük lütuf mu olur?” İşte edebin mânâsı Allah’ın bizle irtibatını sağlamaktır. Bir mânâsı da olgunlaşmak için vaktimizi beklemektir. Ama işin özü kulluktur. Kulluğun hakkı Efendiden başka her şeyden alâkayı tamamıyla kesmektir. CüzÎ ve küllî her şeyi terk etmektir. ”Ben Allah’ımdan başka her şeyi gönlümden sildim. Şeklimle giyiniyorum, süsleniyorum. Allah’ım için çalışırken insanlara da hoş görünüyorum. Ama mânâmda, gönlümde her yaptığımı onun için yapıyorum,” diyebilmektir. Şeref ve rütbe isteğinde bulunmamaktadır. Yani nasıl bir şeref ve lütuf?
Hani evliya asılmaya gidiyormuş...Evliya niye asılsın ki? Ama çok ölmek istemiş. Hz. Şems’e yalvarmış. “Ya Şems ne olur dua et de ben Allah’ıma kavuşayım,” diye. Hz. Şems dua ediyor ve dua edince evliya suçsuzken bir suç atfedilip yakalanıyor, asılmaya gidecek. Cellâdı okşuyor Hz. Şems. Herkes tabii dedikoduya başlıyor. Ne biçim adam bu, cellâdı okşuyor diye. Sonra Hz. Şems izah ediyor: “Asılacak adam evliya idi. Onu asmak kolay değildir. Ölmeyi de çok istiyor, enerji verdim cellâda,” diyor. Fakat elini değmiş ya o yüce sultan... Evliya ise asılırken şu niyazda bulunuyor: “Allah’ım bana bu dünyada manevi rütbe verdin. Evliyalık gibi. Bunları da al benden. Ben sana hiç ve kul olarak gelmek istiyorum. Yok olarak, hiç olarak gelmek istiyorum. Beni asan bu cellâda ver bu evliyalık rütbesini,” diyor. Hz. Şems’in okşayışı ve adamı asmanın zorluğu, evliya yapıyor cellâdı. O evliya ise Allah’ına hiç olarak kavuşuyor. Bundan güzel lütuf mu olur. Kulluk, kardeşlerine karşı nefsinde üstünlük ve imtiyâz tanımamaktır. Aslında kulluk, sabah sokağa çıktığımızda herkesin bizden üstün tarafının olduğunu hissedebilmek, görebilmektir. Kulluk, insan için tanınan sınırda durmaktır. Kulluk, ilâhi kaderler karşısında Allah’tan korkup teslim olmaktır. Kul gerçek hürriyete, başkalarının boyunduruğundan tamamıyla kurtulmak mertebesine ulaşmadıkça kâmil bir kul olamaz. Yani sen Diyojen gibi İskender’e dönüp; “Sen benim bendemin bendesisin. Ben niçin esir olmuş bir adama hür olmuş bir insan olarak eğileyim?” demesi, kâmil olduğunun belirtisidir vesselâm.