CEYLAN ÇALIŞKAN
Mehmed Çalışkan, oğlu Ceylân'la birlikte Üstada nasıl gittiğini şöyle anlatmaktadır:
"Bir gün Ceylân'la beraber Üstadı ziyarete gitmiştim. Üstad:
"Oğlun mu?'
"Evet.'
"Fırsat düşmüşken çocuğun mektep işini danışayım dedim:
"Efendim, çocuk çalışkan ve zeki, onu yüksek mekteplere vermek istiyorum, ne buyurursunuz?"
"İyi! Zeki ve çalışkan olduğu için evvelâ benden iman dersi alsın, sonra yüksek mektebe devam etsin' diye buyurdu.
"Böyle bir cevap beklememekle beraber, hemen razı oldum. Zaten Üstadın her emrini yerine getirmeye çalışırdık. Ev işlerimizi olduğu gibi, hususî meselelerimizi dahi hep kendisine danışırdık.
"Ceylân'a verdiği ilk ders: Sıdk!
"Buyurdu ki:
"Daima doğru olacaksın. Hiç yalan söylemeyeceksin. Sana bir milyon lira verirler, sen bana ihanet edebilirsin, fakat ismin ebediyyen kötü anılır.'
"Ceylân'ın vazifesi, Üstadın söyleyip kendisinin yazdığı mektupları, sonra eve gelerek daktilo etmektir.
"Üstad, 'Bu usûl zor' demişti. 'Sana on beş günde İslâm yazısını öğreteceğim.' Ve hakikaten öğretti. Nasıl öğretti, hangi usûlü takip etti, bilmiyorum.
"l948 senesinde tevkif edildiğimiz zaman sadece bizim Çalışkan ailesinden altı kişi vardı. Ceylân o zaman l9 yaşlarındaydı. Yani Ceylân genç ve körpe yaşında zindanlara atılmıştı.
"Ceylân'ın askerlik çağı geldiğinde, Üstad onun biraz geç asker olmasını istemişti. Müracaatlarımızı yapamadık ve Ceylân asker oldu.
"Üstadına 'Allaha ısmarladık' diye veda ederken, hakikaten maddi-manevî hastalıklarımızın derin ilmiyle ve derya gibi olan şefkatiyle tedavi eden Nur'ların Müellifi yavruma şu nasihatı vermişti:
'Sen Risale-i Nur'un esaslarını hareketlerinle yaşa!"
"Sonra bir not verdi. Bu notlarda, 'Benim şarktaki dostlarıma ve talebelerime selâm olsun!' diye yazmıştı.
"Ceylân Urfa'ya gidince bunu bir Nakşî şeyhine verince, şeyh kağıdı cebine koymuş. 'Bunu benim için yazmış' demiş.
"Aradan epeyce zaman geçti. Ceylân, usta asker oldu. izin sırası gelince iznini almış, fakat zekâ ve çalışkanlığından dolayı, mükâfat izniyle beraber iki ay! Durumu bana bildirdi, 'Baba, ne yapayım?' diye soruyordu. Tabiî, biz de Üstada sorduk.
"Tamam tamam kardaşım, Ceylân Urfa medresesinde kalsın' diyerek cevap vermişti.
"Biz biraz üzüldük. Aylar sonra çocuğu görecektik, o da olmadı. Tabiî emir Üstadımızındı. Ceylân Urfa medresesinde kalmıştı.
"Bir ara o medreseye polisler gelip Ceylân'ın ifadesini almışlarsa da neticede birşey çıkmadı.
"Nihayet askerliğini bitirdi ve geldi. Bir gece evde kaldıktan sonra ertesi gün, Üstad.
"Bak kardaşım, senin çok evlâdın var; bunu da bana ver' dedi.
"Üstadım, biz Ceylân'ı daha evvel size vermiştik' dedim.
"Böylece, Ceylân yatağını evden toplayıp, Üstadın yanına gitti."
İşte bundan sonra, Ceylân Çalışkan, zekâsıyla, dehasıyla, eşsiz kabiliyetleriyle, asrın sultanına, dâhi-i âzam Üstada talebe, hizmetkâr ve manevî bir evlât olmuştu-tıpkı kardeşlerinin evlâtları Abdurrahman ve Fuad gibi..
Ceylân'ın Üstadla alâkası pek çok hatıraları bulunmaktadır.. Bunlardan tesbit edebildiklerimi anlatayım: