Sayfa 9/12 İlkİlk ... 7891011 ... SonSon
117 sonuçtan 81 ile 90 arası

Konu: Seyda Muhammed El Konyevi (K.S) efendimizin sohbetleri

  1. #81
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: Seyda Muhammed El Konyevi (K.S) efendimizin sohbetleri

    UCUB (Kendini Beğenmek)

    Kaynak:Seyda Muhammed Konyevi (ks), Cennet Yolunun Rehberi Reyhani Yayınları

    Ucub, kalbi hastalıkların büyüklerinden biridir ve cennet yolunda bulunan ve insanın Allah-u Zülcelal'in rızasını kazanmasına ve ebedi olarak saadete kavuşmasına büyük bir engeldir.

    Eğer insan kendisinde bulunan ucub hastalığından habersiz ise, ne kadar taat ve ibadet, hayır ve hasenat yaparsa yapsın, kendisini zengin zanneden, büyük bir fakirdir.

    Çünkü kalbinde bulunan ucub, tıpkı ateşin odunları yakıp kül ettiği gibi, hayır ve hasenatını, taat ve ibadetini mahveder.

    Ucub, öyle bir hastalıktır ki, Allah-u Zülcelal insanın üzerindenin yardımını kaldırır ve her ameline şeytanı ortak yapar.



    UCUBUN AFETİ

    Ucubun, bir çok afeti vardır. Yukarıda belirttiğimiz gibi, kibirin bir sebebi de ucubdur. Ucub, insanı kibre yönlendirir, kibirden ise sayılamayacak kadar büyük afetler meydana gelir. Bu, ucubun insanlar arasındaki kötülüğüdür.

    Allah-u Zülcelal'e karşı olan kötülüğü ise şunlardır: Ucub, günahları unutturur, hatırladıklarını da önemsemez. Bu günahlardan dolayı, bir kurtuluş olan tövbeden gafil kalır ve günahlarının bağışlandığını zanneder.

    Ucub sahibi kimse, yapmış olduğu ibadet ve amellerini beğenir, ibadet yapıyorum diye böbürlenir. Allah-u Zülcelal'in tevfiki ile ibadet yaptığını unutur.
    İbni Mesud (ra): “Helak olmak, iki şeydedir, bunlarda; ümitsizliğe düşmek, kendini beğenmek; demiştir.

    Allah-u Zülcelal bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur;
    “Hani (o gün) çokluğunuz sizi böbürlendirmişti; fakat size hiçbir fayda sağlamamıştı.”(Tövbe; 25)

    Peygamber Efendimiz (sav)'de bir hadis-i şeriflerinde:
    “Siz hiç günah işlemeseniz bile, ben sizin için onun daha büyüğünden korkarım. O da ucubdur, ucubdur.” buyurmuştur.

    Bişr bin Mansur (rha), ibadete fazla devam ettiğinden dolayı, onu görenler hemen Allah-u Zülcelal'i ve ölümü hatırlarlardı. Bir gün namazını fazla uzattı. Arkasında adamın biride onu seyrediyordu. Adamı fark eden Bişr, dedi ki;
    “Sen benim böyle ağır kaldığıma bakma. Aslında bu, önemli bir şey değildir. İbliste uzun zaman melekler arasında ibadet yaptığı halde, sonunda gideceği yere gitti.”

    Ucub sahibi kimse, nefsi ve görüşüyle gururlanır, kendisini Allah-u Zülcelal'in azabından emin hisseder. Allah-u Zülcelal'in yanında bir rütbesi olduğunu zanneder.

    Kendi görüşünü, amelini ve aklını beğenmesi, kendisini başkalarından istifade etmekten, istişare ve muhasebeden alıkoyar. Kendi hatalı görüşünde inad eder, nasihat edeni dinlemez, başka insanlara küçümseyici gözle bakar.
    Ucbun en tehlikeli afetlerinden biri de, insan kendisinin kurtuluşa erdiğini ve hayır yapmaya ihtiyacı kalmadığını sanarak hayır yolunda çalışmaktan geri durmasıdır. Bu da apaçık mahvolutşur.



    UCUBUN TEDAVİSİ
    Ucub hastalığının sebebi bilgisizliktir. Bunun tedavisinin tek yoluda ilimdir. Örneğin; güzelliği, kuvveti, asaleti, serveti gibi kendi iradesinin dışında olan şeylerle, insanın kendini beğenmesi, gerçekte kendi malı olmayan şeylerle övünmesi demektir.

    Çünkü, bunların hepsi Allah-u Zülcelal'in birer lütfudur. Nitekim, Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede;
    “ Eğer üzerinizde Allah'ın fazl-ı rahmeti olmasaydı, içinizden hiçbiriniz ebedi olarak (kendisini) temize çıkaramazdı. Ancak Allah dilediğini temize çıkarır. Allah hakkıyla işiten ve bilendir.” (Nur; 21) buyurmuştur.

    Ucubdan kurtulmak isteyen şu dört şeyi yapmalıdır
    1-Başarıyı Allah-u Zülcelal'den bilmelidir. Çünkü, bir kimse başarıyı Allah'tan bilirse, ona şükreder ve ucuba düşmez.

    2-Allah-u Zülcelal'in kendisine ihsan ettiği nimetlere bakmalıdır. Bir kimse Allah-u Zülcelal'in nimetlerini görürse, ona şükreder, amelini az görür ve iyilikleri ile ucba kapılmaz.
    3-Amelinin kabul olmama ihtimalini düşünüp, hesabını buna göre yapmalıdır. Bir kimse, amelinin kabul olmama ihtimalini düşünüp korktuğu sürece ucba kapılmaz.

    4-Daha önce işlediği günahları düşünmelidir. Bir kimse, günahlarının sevaplarından fazla olmasından korkarsa, ucuba kapılmaz.

    Zaten böyle bir idrakte olan kimse, nasıl ucba kapılabilir ki? Kıyamet gününde amel defterinde nelerin çıkacağını bilmez. Bir kişinin ucubu ve sevinci ancak kıyamet gününde amel defterini okuduktan sonra olacaktır.

    Şabi (rha) şöyle buyurmuştur:
    Bir kişi vardı. Yürüdüğü zaman, daima bir bulut ona gölge yapardı. Günahkar ve fasık bir kişi dedi ki:
    “Ben bu adamın yanına gideyim. Belki Allah-u Zülcelal onun hürmetine beni de affeder.”
    O, üzerinde bulut bulunan kişi, yanına gelen bu adamı küçük görüp dedi ki;
    “Bu günahkar ve fasık adammı benim gölgemde yürüyecek?” Ayrıldıkları zaman, bulut o fasık adamla beraber gitti.



    UCUPLANILAN ŞEYLER VE BUNLARIN TEDAVİSİ

    1-Cemali, endamı, sıhhati, kuvveti ve sesinin güzelliği ile kendini beğenip, bunların her an Allah-u Zülcelal tarafından geri alınabilecek birer nimeti olduğunu unutmaktır.

    Bunun tedavisi ise; İlk yaratılışındaki oluşumunu, içinin pisliklerle dolu olduğunu, güzel yüzünün ve yumuşak bedeninin toprakta nasıl çürüyeceğini, böceklerin, akrep ve yılanların yiyeceği olacağını derinlemesine düşünmektir.

    2-Güç ve kuvvet ile kendini beğenmektir.
    Bu şekilde kendini beğenen kimse, küçük bir hastalıkta, nasıl da bir başkasının yardımına muhtaç kaldığını iyi bilmelidir.

    3-Akıl, zeka, din ve dünya meselelerinin ince ve derin yönlerini kavrayabilme yeteneği ile kendini beğenmektir.

    Bunun tedavisi; kendisine ihsan ettiği akıldan dolayı Allah-u Zülcelal'e şükretmek, şükretmediği takdirde aklının alınmasından korkmaktır. Çünkü, bir çok insanlar vardır ki, ilk önce akıllı olmalarına rağmen, daha sonradan Allah-u Zülcelal'in onların aklını alması sonucu deli olmuşlardır.

    4-Asâletle övünüp ucuba düşmektir.
    Halbuki bu durumda bulunan bir kimse, şunu çok iyi bilmelidir ki, kendileri ile övündüğü ataları, asaletle değil, taat, ilim ve güzel ahlakla şeref kazanmışlardı.
    Allah-u Zülcelal'in katında en şerefli olan, soylu olanlar değil, takva sahipleridir. Çünkü O’nun katında hiç kimseye iltimas yoktur.

    5-Mal ile kendini beğenmektir.
    Bunun tedavisi ise; Malın pek çok afeti ve vebali vardır. Ayrıca fakirlerin üstünlüğünü ve onların hesaplarının hafifliğini bilmek lazımdır.

    Helal kazanmak ve yerinde harcamak gibi malın hukukunu yerine getirmede, bir sürü kusurları bulunan bir kimse, nasıl olur da malıyla ucuba düşer? Kendisine emanet olarak verilen malı harislik edip biriktiren ve yerinde sarfetmeyenin akibeti hüsrandır.
    İnsan Karun'un düştüğü durumdan ibret almalıdır

    Haberlerde şöyle geçmektedir:
    İsrailoğullarından bir genç, dünyayı bırakıp insanlardan ayrıldı ve bir mağarada Allah-u Zülcelal'e ibadet etmeye başladı. Kendi milletinin yaşlılarından iki kişi onu evine götürmek için yanına geldiler. Onlara:
    “Olmaz” deyince, dediler ki:
    “Sen çok zor bir işe girmişsin. Buna dayanamazsın.” Genç dedi ki: “İnsanların Allah-u Zülcelal'in huzurunda verecekleri hesap, benim burada olmamdan daha zordur.” Yaşlı adamlar dediler ki:
    “Senin yakınların var, onların arasında ibadet etsen daha iyi olur.” Genç dedi ki:
    “Allah-u Zülcelal benden razı olursa, bütün yakınlarım da razı olur.”
    İki yaşlı adam dedi ki:
    “Sen gençsin, bilemezsin, biz bu işin tecrübesini yaptık. Sana ucub gelmesinden korkuyoruz.” Genç dedi ki:
    “Bir kimse nefsini bilirse, ucub ona zarar veremez.” Bunun üzerine yaşlı adamlardan biri, arkadaşına baktı ve dedi ki:
    “Hadi gidelim. Bu genç cennetin kokusunu almış. Bizim sözümüz ona kâr etmez.”
    Meşruk (rha) demiştir ki;
    “Bir kula ilim olarak, Allah-u Zülcelal'den korkması yeter. Cehalet olarakta amelini beğenip ucuba kapılması yeter.”

    Mücahid (rha) de buyurmuştur ki:
    “Said bin As, tebliğ için bir kavme gönderilmişti. O kavimden bir cemaat gelip, Hz. Osman (ra)’ın yanında, Said bin As'ı yüzüne karşı övmeye başladılar. Orada bulunan Mikdad (ra) kalkıp onların yüzüne toprak saçtı ve dedi ki:
    “Peygamber Efendimiz (sav) buyuruyordu ki:
    “Yüze karşı övücülerin yüzüne toprak atınız.”



    Netice olarak, ucubun Allah-u Zülcelal'in rızasına giden cennet yolu üzerinde büyük bir engel olduğu anlaşıldı.

    Şeyh Abdulkadir Geylani (ks) demiştir ki:
    “İnsan neyi ile ucublanabilir ki? İlmi ile kibirlense. O ilmi kendisine kim verdi? Konuşması ile ucublansa. Dilini çeviren kimdir?”

    Hakikaten de Abdulkadir Geylani (k.s) Hazretlerinin bu sözleri bizim için büyük bir derstir. Yine Hz. İsa (as)'a:
    “Ya Ruhullah nasılsın?” diye sormuşlar. O da şöyle cevap vermiştir:
    “Ben öyle biliyorum ki, yeryüzünde benden daha fakir kimse yoktur. Benim ruhum benim elimde değil; sıhhatim benim elimde değil; açlığım ve susuzluğum benim elimde değil, yani bütün her şeyim başka bir zatın elindedir. Yeryüzünde böyle bir kimseden daha fakir biri var mıdır?”

    İşte bizim halimizde aynen böyledir. Yememiz, içmemiz, kuvvetimiz, hastalığımız, ölümümüz, kısaca her şeyimiz Allah-u Zülcelal'in elindedir. O'nun karşısında fakir ve güçsüz durumdayız. Hal böyleyken, ucublanmak çok yanlış bir davranıştır.


    Seni çok Özledim Annem

  2. #82
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: Seyda Muhammed El Konyevi (K.S) efendimizin sohbetleri

    KİBİRİ TEDAVİ ETMENİN YOLU

    İnsan, kendisinde bulunan kibri, ancak onu yok edecek ilaçları kullanıp tedavi olmak suretiyle yok edebilir. Bunun yolu da, kibri kalpten kökünden söküp atmaktır. Bunun ilacı da ilim ve ameldir. İnsan, ancak bu ilaçları kullanarak tedavi olabilir.

    İlim, insanın kendisini ve Rabbini tanımasına vesile olur. İnsan kendisini bildiği zaman, her şeyden daha aşağı ve herşeyden mahrum olduğunu anlar.

    Bunu anlayan kimse de tevazu ehli olur. Rabbini bildiği zaman da kibir ve azametin, yalnız O'nun şanı olduğunu idrak eder. Nitekim Allah-u Zülcelal bir ayet-i kerimede;
    “İnsan, kendisini bir nutfeden yarattığımızı görmez mi ki, hemen apaçık bir hasım kesilir.” (Yasin; 77) buyurmuştur. Bunu bilen bir kimse, daha nasıl kibirlenebilir ki?

    Kibrin tedavi edilmesinin bir yolu da ameldir. Bu da Allah için bütün insanlara tevazu göstermektir. Bunun yolu da, ancak Peygamber Efendimiz (sav)'e, ashab-ı kiram ve saadatın ahlakına, denizden bir damla da olsa ittiba ve taklit etmekle mümkündür.

    Kibiri tedavi etmenin diğer bir yolu da yukarıda kibire sebep olan şeyler diye saydığımız sebepleri terketmektir.
    Bunlardan birincisi; asaletle övünmektir. Asâleti ile kibirlenen kimse iki şeyi bilmekle kendisini tedavi edebilir:
    1. Başkasının kemali ile öğünmek, büyük bir cehalettir.
    2. Hakiki asaleti bilmektir. Bunun ise başı meni, sonu topraktır.

    İkincisi; güzellikle övünmektir. Bunun çaresi de, hayvan gibi dış görünüşe değil, aklı başında olan bir insan gibi kalbine, ruhuna, sırrına bakmaktır. İnsan maneviyatına yöneldiği zaman, güzelliği ile övünmesini engelleyecek birçok çirkin sıfatları görür ve kendisinde bulunan kibrin yanlış olduğunu anlar. Bunları düşünüp muhasebe eden kimse, güzelliği ile nasıl övünebilir ki?

    Üçüncüsü; kuvvet ve kudretine güvenerek kibirlenmektir. Halbuki insan hastalıklara dayanamadığını, bir sinekle başa çıkamayacağını, bir dikenin vücuduna batmasıyla nasıl aciz kaldığını düşünse, kuvvet ve kudreti ile kibirlenmenin ne kadar da boş olduğunu anlar ve bu kibrinden vazgeçer.

    Dördüncüsü; servet, aile efradı ve etrafında bulunan adamların çokluğu ile kibirlenmektir. Bu, kibrin en çirkin olanıdır. Çünkü, bu mal ve servet kendisinin değildir. Kendisi bunların sadece çobanıdır. Allah-u Zülcelal tüm bunları nasıl vermişse, öyle de geri alabilir. İnsanın yanında emanet bulunan bir şeyle kibirlenmesi de ahmaklıktır.

    Beşincisi; ilim ile kibirlenmektir. İlim ile kibirlenmek, afetlerin en büyüğüdür. Hastalıkların en ağırı ve tedaviyi en zor kabul edenidir. Bunu tedavi edebilmek için çok büyük gayret göstermek lazımdır.

    Alim bir kimse, cahillere baktığı zaman, kendisini onlardan üstün görmekten alıkoyamaz. Alim ancak şu iki şeyi bilmekle kendisini kibre düşmekten koruyabilir.

    1-Allah-u Zülcelal'in katında âlimin sorumluluğu daha fazladır. Çünkü, bir günahı bilerek işleyen bir kimse ile onun günah olduğunu bilmeden yapan kimse elbette bir değildir. Nitekim Peygamber Efendimiz (sav) bir hadis-i şeriflerinde;
    “Kıyamet gününde bir âlim getirilir ve cehenneme atılır. (Onun) bağırsakları dökülür. Su çeken merkep gibi onların etrafında döner durur. Cehennem halkı onun başına toplanır ve:
    ‘Bu halin nedir?’ diye sorarlar. O da şöyle cevap verir:
    ‘Ben dünyada iken hayrı, emreder kendim yapmazdım; kötülükten men'eder kendim yapardım; işte cezamı çekiyorum.” (Buhari, Ebu Usame) buyurmuştur.

    İşte, âlim olan kimseye, bu tehlike yeter de artar bile. Bir âlim herhangi bir cahilden kendisini üstün görüp kibirlense, bu tehlikeyi düşünüp, hemen o kibri terketmelidir.

    Âlim olan kişi, zahiri ve manevi kusurlarını düşünüp Allah-u Zülcelal'in emir ve nehiylerindeki kusurlarını hatırlar ve kendisini bekleyen tehlikeleri düşünürse, muhakkak kendisini esir eden kibrinden vazgeçer.

    2- Kibir, ancak Allah-u Zülcelal'e mahsustur. Alim olan kişi bunu bilir ve kibir yaptığı zaman, Allah-u Zülcelal'in kendisine ga-zaplanacağını, ancak tevazu ehli olmakla Allah'ı razı edebileceğini bilmelidir.
    Allah-u Zülcelal’e karşı kibir yapanın hali perişanlık olur. İşte bunları bilen alim, nefsini kibir yapmamak için zorlar ve böylelikle kalbinden kibir hastalığı çıkar.

    Bir kimse son nefesinde akibetinin ne olacağını düşünür ve nasıl bir tehlike ile karşı karşıya bulunduğunu idrak ederse, değil bir fasığa, bir kâfire karşı dahi kibirlenmesi mümkün değildir.
    Demek ki, insanın görevi, kim olursa olsun, hiç kimseye kibir yapmamaktır. İnsan bir cahil gördüğü zaman;
    “Bu adam cahil olduğu için günah işliyor olabilir; bense bilerek günah işliyorum. Bunun mazereti vardır, benim hiçbir bahanem yok” demelidir. Bir alim gördüğünde;
    “Bu benim bilmediklerimi biliyor. Ben buna nasıl emsal olabilirim.” demelidir.

    Yaşlı birini gördüğünde:
    “Bu kişi benden daha fazla Allah-u Zülcelal'e ibadet etmiştir.” Kendisinden küçük birisini gördüğü zamanda;
    “Bunun günahı benden daha azdır” demelidir.

    Bütün bunlara bakarak, herkese düşen görev, kendi akibeti için nefsini ıslah etmek ve kalbini Allah-u Zülcelal'e karşı düzeltmekle meşgul olmaktır. Kendisi tehlikede olduğu halde, başkasına acıyan kimse, büyük bir yalancıdır.

    Altıncısı ise; ibadet ve vera ile kibirlenmektir. Bu da insan için çok büyük bir tehlike olabilir. Bundan kurtulmanın çaresi, bütün insanlara karşı tevazuuyu kalbine yerleştirmeye çalışmak, ben bu kadar ibadet yapıyorum, şu kadar zikir yapıyorum, onlar yapmadı ama benim bu yaptıklarımı Allah-u Zülcelal kabul etmemiş olabilir, diye insan düşünmekdir.

    Netice olarak, akibetini bilmeyen ve kötü kimselerden olabileceği ihtimalini düşünen kimsenin kibirlenmesi mümkün değildir. Bir kimse de bu korku hakim olduğu sürece, herkesi kendinden üstün görmeye başlar. Bu da en faziletli ve doğru olandır.

    İşte kibri kalpten söküp atacak çareler bunlardır.



    KİBRİN TEDAVİ OLUP OLMADIĞININ ANLAŞILMASI

    1-İnsan herhangi bir meselede kendi emsali ile kendisini tecrübe edip, kibrinin kaybolup kaybolmadığını anlayabilir. Eğer bir hakikati, karşısındaki dile getirdiğinde, bu ağırına gider, memnunlukla karşılamaz ve kabul etmezse, henüz kalbinde gizli bir kibir var demektir.

    Bundan Allah-u Zülcelal'e sığınıp, ilim ve amel yapmak suretiyle bu halden kurtulmaya çalışmak lazımdır.
    2-İnsan, emsal ve akranları ile aynı meclislere gidip, yolda onları öne geçirmek ve meclislerde arkada oturmak suretiyle, kendisinde kibrin bulunup bulunmadığını öğrenebilir. Şayet onları öne geçirmek, onların arkasında oturmak, kendisine ağır geliyorsa, henüz daha kalbinde kibir var demektir.

    Eğer böyleyse, kendini buna zorlayarak ve buna alışmaya, bu ağırlığı üzerinden atmaya gayret etmesi lazımdır. Ancak böyle davranarak kalbindeki kibri kırabilir.

    3-Fakir kimselerin davetine katılmak, arkadaş ve yakınlarının işlerini görmekten geri kalmamak suretiyle, kibirli olup olmadığını anlayabilir.

    Bu davranış ağırına gidiyorsa, kendisinde kibir var demektir. Halbuki bu davranışlar hem güzel ahlaktır, hem de mükâfâtı çoktur.

    Bunlardan kaçınmak, kalbinde manevi kirlerin bulunmasındandır. Bu gibi işleri yapmak suretiyle içindeki bu kirlerden temiz-lenmeye çalışmalıdır. Ancak böylelikle kibir hastalığından kurtulabilir.

    4-Kendisinin ve arkadaşlarının eşyalarını bizzat kendisi taşıyarak, kendisinde kibir olup olmadığını anlayabilir. Bundan çekinirse, yine kalbinde kibir var demektir.

    5-Eski elbise giymekle kendisinde kibir olup olmadığını anlayabilir.
    İşte buraya kadar anlatmış olduğumuz kibir, çok tehlikeli bir kalp hastalığıdır. Aynı zamanda Allah-u Zülcelal'in rızasına giden cennet yolunda çok büyük bir engeldir.

    Bunun bir an önce tedavi edilmesi gerekir. Çünkü, kalbin bu gibi manevi hastalıklardan temizlenmesi, sonsuz olan ahiret saadetinin kazanılması demektir.

    Kaynak:Seyda Muhammed Konyevi (ks), Cennet Yolunun Rehberi Reyhani Yayınları


    Seni çok Özledim Annem

  3. #83
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: Seyda Muhammed El Konyevi (K.S) efendimizin sohbetleri

    KİBRİN AFETLERİ


    Kibirlenen ve böbürlenen insan, sanki kabri geride bırakmış ve amelinin mükâfatını almış gibi gençliği ile mağrur olur. Halbuki önünde çok büyük tehlikeler vardır. Bu tehlikelerden kendisini koruyabilmek için kalbini ıslah etmeye yönelmesi lazımdır. Çünkü Allah-u Zülcelal, kullarından bedenlerini değil, kalplerini ıslah etmelerini istemektedir.

    Kibrin insan için birçok afetleri vardır. Kibirli kimse, kendisi için sevdiği bir şeyi, başkası için sevmez. Yani kendisinde olmasını istediği birşeyin başkasında olmasını istemez.
    Kibirli kimsede, ancak müttakilerin ahlakı olan tevazu bulunmaz.

    Kibirli kimse kin, haset, çekememezlik gibi hastalıklardan kurtulamaz. Halbuki bu hastalıkların terkedilmesinde, Allah-u Zülcelal'in izzet ve şerefi vardır.

    Kibirli kimse, nasihatı kabul etmez. İnsanların gıybetini yapmaktan kendini alamaz.
    Kibirli kimse, bu kibrini muhafaza etmek için her kötülüğü yapabilir ve böylelikle iyi hasletleri kaybeder.

    Kibir sahipleri, tefekkür etmekten ve ibret almaktan mahrumdurlar. Nasıl, bir ürün sulu ve yumuşak topraklarda yetişir, sert ve susuz topraklarda yetişmezse, hikmette mütevazi kalplerde yetişir, kibirli olan kalpte yetişmez. Başını tavana kadar kaldıran kimsenin başı tavana değer ve yaralanır. Başını eğen kimselere de, tavan gölge olur ve onları korur.


    KİBİR KİMLERE KARŞI YAPILIR?

    Kibir Allah-u Zülcelal'e, O'nun Peygamberine veya diğer insanlara karşı yapılır.
    1-Allah-u Zülcelal'e karşı yapılan kibir, kibrin en kötüsüdür. İnsanı buna sürükleyen şey, cehalet ve azgınlıktır. Firavun kibrinden dolayı:
    “Ben sizin Rabbinizim” (Naziat; 24) demiş ve Allah-u Zülcelal'e kul olmayı kabul etmemiştir. Onun için de Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede:
    “Onlara 'Rahmana secdeye varın' denildiği zaman; 'Rahmanda neymiş? Bize emrettiğin şeye mi secde edeceğiz' derler. Bu onların büsbütün imandan uzaklaşmalarını arttırır.” (Furkan; 60) buyurmuştur.

    2-Diğer bir kibirde peygamberlere karşı yapılan kibirdir. Bu, insanın kendisi gibi bir insana uymayı kabul etmemesidir. Bu bazen bilmeden cehaletle olur, bazen de bilerek olur.
    Nefis, insanın hakkı kabul etmesine ve peygambere uymasına engel olur. Bu kimseler hakkında Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede;
    “Bizim gibi iki insana mı uyacağız.” (Müminun; 47) buyurmuştur.

    Peygamberlere karşı yapılan kibir, Allah-u Zülcelal'e karşı kibirden bir derece aşağı olmasına rağmen, ona çok yakındır. Çünkü bu da Allah-u Zülcelal'in emirlerini kabul etmemektir.

    3-Kibrin üçüncü derecesi ise, insanlara karşı yapılan kibirdir. Bu da kendini büyük, karşısındakini küçük görmektir. İki sebepten dolayı insan için çok tehlikelidir.

    Birincisi; Kibir, izzet ve üstünlük ancak Allah-u Zülcelal'e yaraşır. İnsan kibirlendiği zaman, aynen bir hizmetçinin padişahın tacını giyip, tahtına oturup hükmetmesine benzer. Tabii bir hizmetçi böyle yaptığı zaman, padişah tarafından ağır bir şekilde cezalandırılır. Onun içinde Peygamber Efendimiz (sav) Hadis-i Kutside şöyle buyuruyor:
    “Allah-u Zülcelal buyuruyor ki: Azamet benim izarım (gömlek), kibriyalıkta ridam (cübbe)'dır. Kim benimle bu hususta ortaklığa kalkışırsa belini kırarım” buyurmuştur.

    Kibir, ancak Allah-u Zülcelal'e layık olup, kullarından hiç birine layık olmadığına göre; O’nun kullarına karşı kibir yapmaya kalkışanlar Allah-u Zülcelal'e karşı günah işlemiş olurlar.
    İkincisi; Kibir öyle bir rezilliktir ki kibirli, Allah-u Zülcelal'in bütün emir ve nehiylerine karşı muhalefet etmeye davet eder. Zira kibirli bir insan, başka birisinden hakikati duysa, dahi kabul etmek istemez, hemen karşısına çıkar.

    Onun için dini konularda tartışanlar, hemen birbirlerini inkara kalkışırlar. Hatta birisi doğruyu, hasmı olan kişinin ağzından duysa, hemen çeşitli yollardan bile bile onu çürütmeye çalışır. Halbuki bu hal, kâfir ve münafıkların bir vasfıdır.

    İbni Mesud (ra):
    Bir adama; “ Allah'tan kork” denildiği zaman;
    “Sen kendine bak, bana karışma” dedi mi, bu günah olarak kendisine yeter” buyurmuştur.
    Demek ki kibir, insanlara karşı da yapılsa, çok yanlış bir yoldur. Çünkü, insanı diğer insanlardan başlamak suretiyle Allah-u Zülcelal'e karşı kibretmeye kadar götürür. İlk olarak şeytan, Adem (as)'a karşı kibirleniyordu. Allah-u Zülcelal:
    “Adem'e secde edin” diye emrettiği zaman dedi ki:
    “Ben ondan hayırlıyım. Beni ateşten yarattın. Onu da topraktan yarattın” (Sad;76)

    Ve bu hali sebebiylede en sonunda Allah-u Zülcelal'in düşmanı oldu ve O'nun rahmetinden ebedi olarak kovuldu.


    Seni çok Özledim Annem

  4. #84
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: Seyda Muhammed El Konyevi (K.S) efendimizin sohbetleri

    Kaynak:Seyda Muhammed Konyevi (ks), Cennet Yolunun Rehberi Reyhani Yayınları


    Nasıl, iman Allah celle celaluhu katında çok kıymetli ise, nifak da o derece çirkin ve sahibini sonsuz bir azaba götürecek bir meseledir. Allah-u Zülcelal'e karşı samimi olanlar, münafıklardan ayrılacaktır.

    Bu ayrılma, dünyada söz ve davranışlarla olacağı gibi, kıyamet gününde de yüzlerin ak ve kara olmasıyla meydana çıkacaktır. Nitekim Allah-u Zülcelal, bir ayet-i kerimede;
    "O gün, yüzler var ağarır, yüzler var kararır." (Ali İmran; 106) buyurmuştur. Bu ayet-i kerimeden de anlaşıldığı gibi, dünyadayken iman eden ve samimi olarak salih amel işleyen kimselerin yüzleri kıyamet gününde ak olacaktır. Münafıkların ise yüzleri kararacaktır.

    Münafık, iman ettiğini söylediği halde, küfrünü gizleyen, müslümanların ve İslamın aleyhinde çalışan ama müslümanların yanına gelince: "Biz de sizdeniz" deyip, onlardan ayrılınca ve kendi yandaşlarının yanına gelince:
    "Biz onlarla alay ediyoruz, gerçekte inanmıyoruz" diyen kimsedir. Allah-u Zülcelal münafıkları tarif ederek şöyle buyurmuştur:
    "Şüphesiz münafıklar, Allah'ı aldatmaya çalışırlar. Halbuki Allah, onların oyunlarını başlarına geçirecektir. Onlar namaza kalktıklarında, tembelce kalkarlar, insanlara gösteriş yapar ve Allah'ı pek az zikrederler." (Nisa; 142) buyurmuştur.

    Günahlar üzerinde ısrar etmek, kalpte nifak meydana getirir. Onun için kendisini günahlardan muhafaza eden kimse, nifaktan da muhafaza olmuş demektir. Peygamber Efendimiz (sav) bir hadis-i şeriflerinde:
    "Münafığın alâmeti üçtür; konuşunca yalan söyler, söz verince cayar, akit yapınca, ahdini bozar." (Buhari, Müslim) buyurmuştur.

    İnsan daima kendisini kontrol etmeli, nifaktan emin olmamalıdır. Çünkü denilmiştir ki: "Münafıklığa en yakın olan kimse, kendisini nifaktan uzak gören kimsedir."

    Nifak iki çeşittir;
    Birincisi, insanı dinden çıkarır. Bunlar ebedi olarak Allah'ın azabına müstehak olurlar.
    İkincisi, sahibini bir müddet cehennemde bekletir. Bunlar iman ehli oldukları halde, şeytan ve nefsin hilelerine mağlup olup hata yapanlardır. Bu kimseler de fasıktırlar.

    Münafıklık, ebedül ebed baki ahiret hayatı için büyük bir tehlikedir. Onun için Allah-u Zülcelal bir ayet-i kerimede;
    "Gerçekten münafıklar, cehennemin en alt katındadırlar. Artık onlara, bir yardımcı da bulamazsın." (Nisa; 145) buyurmuştur.

    Buna bakarak nifaktan daima uzak durmamız ve onun bize bulaşmasından korkmamız lazımdır. Rivayet edilmiştir ki: "Bir adam Huzeyfe (ra)'a;
    "Ben münafık olmaktan korkuyorum" demiş; Huzeyfe (ra):
    "Eğer sen münafık olsaydın, nifaktan korkmazdın. Çünkü münafık olan, nifaktan korkmaz" diye cevap vermiştir.

    Netice olarak, münafıklığın Allah-u Zülcelal'in rızasına giden cennet yolunda çok önemli bir engel olduğu ve sahibini cehenneme müstehak ettiğini; imanın ise cennet yolunda çok büyük bir rehber olduğu anlaşıldı.

    Unutmamak lazımdır ki; insanı Allah-u Zülcelal'in azabından kurtaracak olan, iman etmek ve salih amel yapmaktır. Başka bir kurtuluş çaresi yoktur. Onun için bu çareye sarılmamız lazımdır.


    Seni çok Özledim Annem

  5. #85
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: Seyda Muhammed El Konyevi (K.S) efendimizin sohbetleri

    Yoksa kötülük işleyenler ölümlerinde ve sağlıklarında kendilerini, inanıp iyi ameller işleyen kimseler ile bir mi tutacağımızı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar!" (Casiye 21)

    Bir insan, kendisine başvuran iki kişi arasında, elinden geldiği kadar nasıl adaletli olarak, münasip olan hükümü vermeye gayret gösterirse; Allah-u Zülcelal'in de kullarına, nasıl makul bir biçimde adaletli olarak muamele edeceğini, ancak kendisi bilir.
    Onun için Ayet-i Kerime'de: 'Daima günah işleyip, bana asi gelenler; kendilerini iman eden ve amel-i salih yapan kimselerle bir tutacağımı zannediyorlarsa, benim hakkımda ne kadar yanlış, ne kadar kabih düşünüyorlar' denilmektedir.

    Bir insan, bir başkasının işini yaptığı zaman, nasıl hakkını talep ediyor, çalışmadığı zaman da herhangi bir hak isteyemiyorsa; Allah-u Zülcelal'in hakkı da böyle olması lazımdır. Bunu, bu şekilde bilip ona göre hareket etmeliyiz. Çalışacağız, hak kazanacağız, ancak yine O'na yalvaracağız. Çünkü, O kudret ve azamet sahibidir. İsterse verir, istemezse vermez.

    Yalnız, Allah-u Zülcelal'in dediklerini yapacağız, hakedeceğiz. Daha sonra mükafatımızı isteyeceğiz. Yapmadan istemek, her ne kadar yanlış ise de yine de istemeliyiz. Fakat, hadis-i kutsi’de, Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
    "Allah-u Zülcelal buyuruyor ki; 'Kulumun, cennetin karşılığını vermeden, benden cenneti istemesi ne kadar yanlıştır. Bundan haya etmiyor mu?"

    Onun için çalışıp karşılığını vereceğiz. Salih ameller işleyip, ondan sonra Allah-u Zülcelal'den isteyeceğiz. Münasip olanı budur. Hiç bir şey yapmadan istemek, çirkin bir şeydir.

    Allah-u Zülcelal'in emirlerine ve Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ‘in hadis-i şeriflerine sathi, yüzeysel yaklaşmamalı, üzerlerinde derinlemesine düşünmeliyiz. İslam Dini, yalnız zahiri değildir.

    Biraz onun derinine inmek ve buna göre düşünmek lazımdır. Kıyamet gününde, kafirlerin ve günahkarların ne dediğini, Allah-u Zülcelal Ayet-i Keri me'de bize şöyle beyan etmektedir:

    "Onlar derler ki, eğer biz dünyada Allah'ın emir ve nehiylerini duysaydık veyahut Allah'ın bize verdiği akılla düşünseydik, bu gün biz cehennem ehli olmazdık."

    Halbuki, kafirler Kur'an-ı Kerimi nice defalar duydular. Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Kur'an'ı, ayet ayet, kelime kelime harf harf, onlara okudu. Duyuyorlardı, ancak onlarınki duyma değildi. "Hakkıyla duysaydık" diyorlardı. Evet, kulaklarıyla duydular. Ama sanki hiç duymadılar. İşte, bizim de Allah-u Zülcelal'in sözlerini hakkıyla duymamız, üzerlerinde düşünmemiz lazımdır.

    Bizden önceki salih kimseler de bizim gibi beşer idiler. Ancak bazıları, Allah-u Zülcelal'in vergisiyle çok farklı düşünüyorlardı. İbrahim bin Ethem’e (kuddise sirruh):

    -Bize biraz nasihat et, dediler. Onlara şöyle cevap verdi:
    -Ben dört şeyle öyle meşgulüm ki, size nasihat etmeye vaktim yoktur. Aklımda daima bu dört şey vardır. Daima onu düşünüyorum, vaktimi onunla geçiriyorum. Kusura bakmayın, size nasihat etmeye vaktim yoktur.
    -Nedir bu dört şey? Diye sordular. Buyurdu ki:
    -Birincisi; Allah-u Zülcelal, ruhları yarattığı zaman, onları çağırıp: 'Ben sizin Rabbiniz değil miyim?' Diye sordu. Benim ruhum da o ruhların içindeydi. Acaba benim ruhum; 'Evet, benim Rabbimsin' mi dedi, yoksa; 'Hayır benim Rabbim değilsin' mi dedi. Allah-u Zülcelal'in beni hangi guruptan yarattığını bilmediğim için daima onunla meşgulüm.

    İkincisi; Allah-u Zülcelal, insanı annesinin karnında yarattığı zaman, ruh üfleme zamanı gelince, bir melek gönderir. Melek şöyle sorar:
    -Ya Rabbi! Bu kulunu saidlerden mi (cennetlik) yazayım, yoksa şakilerden mi (cehennemlik) yazayım?' Allah-u Zülcelal o meleğe benim hakkımda acaba ne cevap verdi? 'Benim kulumu said mi yaz, yoksa şaki mi yaz' dedi. Daima bu sorunun cevabıyla meşgulüm!

    Üçüncüsü; Azrail (Aleyhisselam) benim ruhumu almaya geldiğinde, Allah-u Zülcelal'e şöyle münacatta bulunacak:
    -Ya Rabbi! Senin bu kulunun ruhunu, İslam üzere imanlı olarak mı alayım, yoksa kafir olarak mı alayım?

    Acaba, Allah-u Zülcelal Azrail (Aleyhisselam)a ne cevap verecek?
    -Bu kulumun ruhunu İslam üzere imanlı olarak al, veyahut kafir olarak al. Daima bunu düşünüyorum ve bununla meşgulüm.
    Dördüncüsü; Haşir Meydanı'nda, Adem (Aleyhisselam) den, kıyamet kopuncaya kadar yaşamış olan bütün insanlar, kıyamet gününde bir araya getirilecektir...

    “Bu konu üzerinde biraz derin düşünürsek görürüz ki, her yüz senede bir, yeryüzündeki bütün insanlar ölmektedir. Şu anda yeryüzündeki bütün devletlerin nüfuslarını göz önüne aldığımızda, ne kadar insan varsa, şimdi bebek dahi olsalar, yüz sene sonra binde biri dahi hayatta kalmamak kaydıyla öleceklerdir. İşte, bu insanların tamamı kıyamet gününde bir araya gelecekler.”

    ...Korku ve dehşet içinde büyük bir izdiham olacak. Ben, bu korkuyla yaşanacak izdihamı gözümün önüne getiriyorum. O zaman Allah-u Zülcelal şöyle çağıracaktır:

    -Ey günahkarlar ve mücrimler! Bu gün mü'minlerden ayrılın." (Yasin; 59)
    Bu şekilde çağırdığı zaman, ben hangi fırkadan (gruptan) olacağımı bilmediğim için aklım daima oradadır. Bu yüzden size nasihat etmeye vaktim yoktur."

    Evet, o da aynı bizim gibi Allah-u Zülcelal'in bir kuluydu. Allah-u Zülcelal, ona da akıl vermişti, can vermişti. Aynı olduğumuz halde, o bizden çok farklı düşünüyordu.

    Peki! Böyle düşünen bir kimseden, kolay kolay günah zuhur eder mi?
    Bu şekilde olan insan, Allah-u Zülcelal'i razı edebilmek için, daima ibadetlerine gayretini sarfeder. Ve sonunda, mutlaka Allah-u Zülcelal'i razı eder.

    Halbuki Allah-u Zülcelal, bize de onlara verdiği aklı, canı, ruhu vermiştir. Biraz kendimizi düşünmemiz lazım. Onlar nasıl Allah-u Zülcelal'in azabına dayanamıyorlarsa, biz de dayanamayız.

    Öyleyse, niçin onlar bu fikre sahip oldukları halde, bizler olamıyoruz. Her ne kadar, onlar gibi olamazsak da, denizden bir damla da olsa, kendimizi onlara benzetmeye çalışmalıyız.

    Böyle olamamamızın sebebi, Allah-u Zülcelal'i iyi tanımamamızdır. Birisi diyebilir ki,

    -Ben nasıl Allah-u Zülcelal'i tanımam? Tabi ki tanıyorum! Eğer Allah-u Zülcelal'i tanısaydı, hiç bu şekilde olur muydu?

    Kendisinden kuvvetli ve elinde silah bulunan bir kimse karşısına geçip, şayet benim emirlerimi yerine getirmezsen seni öldürürüm derse, tabiki emrini yapmadığı zaman öldürecektir. Bu yüzden, onun emrinden çıkmaz. Ufak bir itaatsiz liğinde, canından olacağını bilir.

    Peki, Allah-u Zülcelal'in kullarına karşı olan kudret ve azameti, o silahlı adam ile kıyas dahi edilemezken; niçin daima bizimle birlikte olduğu halde, O'nun huzurunda bulunduğumuz halde, asi geliyoruz.? Hem bu şekilde, Allah-u Zülcelal'in emir ve nehiylerine karşı geliyoruz, hem de O'nu tanıdığımızı iddia ediyoruz.

    Süleyman bin Ali (Kuddise Sırruhu), Hamid Tavili (Kuddise Sırruhu) nin yanına gelerek şöyle dedi:

    -Allah-u Zülcelal'in rızasını kazanmak ve onunla amel yapmak için bana biraz nasihat et, diyince Hamid Tavili (Kuddise Sırruhu) şöyle buyurdu:
    -İnsanların içindeyken veyahut ta yalnız kaldığın zaman, Allah-u Zülcelal'e karşı bir günah işleme durumuna düşersen, bu günahı yaparken; Allah-u Zülcelal beni görüyor veya görmüyor diye düşünmen, çok büyük ve o oranda da biçimsiz ve kabih (çirkin) bir davranıştır!

    Allah-u Zülcelal'in kudret ve azametinin karşısında, senin bir sivri sinek kadar kuvvetin yoktur. Böyle olduğu halde, daima O'nun huzurunda, razı olmadığı günahlarla meşgulsün. Yine, Allah-u Zülcelal'in seni gördüğünü bilerek, bu günahları yapman çok büyük bir cesarettir. Demek ki, Allah-u Zülcelal'in bunlara karşılık vereceği azaba dayana bileceğini düşünüyorsun ve bu günahları yapıyorsun.

    Yok eğer, bu günahları yaparken, Allah-u Zülcelal beni görmüyor dersen, o zaman zaten kafir olursun.

    İşte bu iki şeyi aklından çıkarmazsan, bunlarla Allah-u Zülcelal'e murakabede dursan (her an seni gözetlediğini düşünsen) ve Allah-u Zülcelal'in seninle beraber olduğunu düşünürsen, sana yeter.

    Günahlardan muhafaza olup, hayırlı amellere yönelmen için bu sana kafidir."

    İşte, bu şekilde kendi kendimize, bunu yaparsam Allah-u Zülcelal benden razı olur, yapmazsam bana karşı gazaba gelir, diye düşünürsek, kolay kolay günaha düşmeyiz.

    Allah-u Zülcelal, kulunun ne olduğuna hiç bakmaz. Bu çobandır, bu köledir, bu çocuktur, bu kadındır, bu ağadır, bu padişahtır, diye hiçbir şekilde ayırım yapmaz. Sadece kullarına bakar, kim kendisine yarar ise Allah-u Zülcelal de ona yarar.

    Kim de Allah-u Zülcelal'e yaramazsa, isterse dünyanın bütün herşeyi onun olsa da, padişah da olsa, kıyamet gününde insanların ayaklarının altında kalacaktır.

    Dünyada ne kadar büyük olursa olsun, ahiret gününde ayak altında kalacaktır.

    Bir adam, pazardan bir köle satın alarak eve getirdi. Ona dedi ki:
    -Ben sana nasıl bir elbise giydireyim? Köle de:
    -İstediğini bana giydirebilirsin, dedi. Adam yine:
    -Peki sana ne yedireyim?
    -İstediğini bana yedirebilirsin.
    -Sana ne iş yaptırayım?
    -Emrettiğin her işi yaparım.
    -Seni evin hangi odasında yatırayım?
    -Senin istediğin odada yatarım.
    Köle, adam ne sorduysa, senin emrine tabiyim, cevabını verdi. Bunun üzerine adam ağlamaya başladı ve:
    -Keşke, ben de senin bana itaatkar olduğun gibi Rabbime karşı itaatkar olabilseydim, dedi.

    Çünkü köleye ne dediyse, senin karşında benim iradem yoktur. Ne dersen, ben senin emrini yerine getirmek zorundayım, cevabını vermişti.
    İşte insan, kendi iradesini bırakıp, Allah-u Zülcelal'in iradesine sarılarak dediklerini yaparsa, kısa sürede Allah-u Zülcelal'e kavuşacaktır.

    Sonunda, kölenin bu hali karşısında, efendisi şöyle dedi:
    -Ben seni Allah rızası için azad ettim. Sen benim köleliğime, işlerimi yapmaya müstehak değilsin. Aksine ben senin hizmetçinim, dedi.
    Daha sonra onu azad etti ve daima onunla beraber, Allah-u Zülcelal'in rızasını kazanmak için sohbet ve arkadaşlık etti.

    Bu olayda, bizim için çok büyük ibretler vardır. Köle, Allah-u Zülcelal'in rızasını kazanma gayretinde olduğu için, kölelikten kurtulup, efendi oldu.
    Hem de bir dakika içinde, kendi efendisinin efendisi oldu. İşte insan, Allah-u Zülcelal'e karşı samimi olursa, bağlanırsa, hem dünyada hem de ahirette şerefli olur.

    Bunun en büyük örneği de Hz. Yusuf (Aleyhisselam) dır. Köle iken, Mısır Padişahlığına kadar yükseldi. Allah-u Zülcelal'e bağlanıp, kendini günahlardan korumak suretiyle, kendi isteklerini bırakıp, Allah-u Zülcelal'in emirlerine sarıldığı için, Allah-u Zülcelal de onu dünyada padişah ve peygamber yaptı.

    Allah-u Zülcelal, hepimize razı olacağı salih ameller nasib etsin. Ve Kendi fazl-ı keremi ile af ve mağfiret etsin.

    Amin...
    Sallallahu ala Seyyidina Muhammedin Nebiyyi'l Ümmiyyi ve ala Alihi ve Sahbihi ve sellem.


    Seni çok Özledim Annem

  6. #86
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: Seyda Muhammed El Konyevi (K.S) efendimizin sohbetleri

    DOST DOĞRU OL!

    Emrolunduğun gibi dost doğru ol!
    (Ya Muhammed!) Emrolunduğun gibi dosdoğru ol." (Hud, 112)

    Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)'e nasıl emredilmişse, O'nun ümmetine de aynı şekilde emredilmiştir. Demek ki Allah'u Zülcelal ayeti kerime ile hepimizi dosdoğru olmamızı emretmiştir.

    Peki kendimizi nasıl doğru yapacağız? Doğru olabilmek için ilme ihtiyaç vardır. Doğru olmak çok kıymetli bir şey olduğu için, ona gereken değeri vermemiz lazımdır.

    “Hud suresi, benim saçımı ve sakalımı beyazlattı." Bu Hud suresinden maksatta:

    “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol."ayeti kerimesidir.

    Bizim önümüzde çok büyük bir olay vardır. Onu basit görmek ve gevşek davranmak çok yanlıştır. Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) birgün ashab-ı kiramların yanına geldiğinde, bazı ashab-ı kiramların güldüğünü görünce, buyurdu ki:

    “Eğer bildiğimi bilseydiniz, gördüğümü görseydiniz çok ağlardınız, az gülerdiniz."

    Peki Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) niçin böyle söylemiştir. Çünkü önümüzde bulunan olay çok büyük bir olaydır.

    İnsanın kendisini doğru yapabilmesi için ilk olarak ilim öğrenmeye ihtiyacı vardır. Allah'u Zülcelal ayeti kerimede Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)'de bir çok hadisi şeriflerinde ilme çok ehemmiyet vermiştir. Allah'u Zülcelal ayeti kerimede:

    “Hiç bilenle bilmeyenler bir olur mu?" (Zümer, 9) buyurmuştur. Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)'de bir hadisi kutside:

    “Bir kimse evinden ilim öğrenmek için çıktığı zaman, Allah'u Zülcelal onun kapısının önüne bir melek gönderir. Melek o kimseye der ki:

    “Benim kanatlarıma bas, ilim okumaya öyle git, yere basma" buyurmuştur.

    İşte bakın! İlim, Allah'u Zülcelal'in yanında ne kadar kıymetlidir, şereflidir. Allah'u Zülcelal başka hiçbir amele bu kadar kıymet vermemiştir.

    İnsan camiye cemaate gittiği zaman, hacca gittiği zaman, yani her ne amel olursa olsun Allah'u Zülcelal o ameli yapan kimseye meleklerini gönderip; 'kanatlarıma bas da seni ben götüreyim' demelerini emretmemiştir.

    Buradan da anlaşılmaktadır ki, ilim Allah'u Zülcelal'in yanında en önde gelen, kıymetli ve şerefli bir ameldir. İnsanın ilmi bilmesi de kafi değildir. O ilimle amel yapmak lazımdır.

    Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) başka bir hadisi şerifte buyuruyor ki:

    “Bir zaman sonra, benim ümmetimin içinde, çok büyük bir fitne çıkacaktır." Ashab- ı kiramlar:

    “Ya Resulallah! Bundan korunmanın çaresi nedir" diye sordular? Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) buyurdu ki:

    “İlim ile insan kendisini bu fitneden kurtarabilir. Çünkü onlar yolu bildikleri için sapmazlar." Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) başka bir hadisi şeriflerinde de:

    “Ben gidiyorum ama size iki emanet bırakıyorum. Bunlar Kur'an ve sünnetimdir. Ona dişlerinizle sımsıkı sarılırsanız, şapmazsınız." buyurmuştur.

    Gökteki melekler, hayvanlar, denizdeki balıklar yani bütün kainat ilim sahiplerinin günahlarını affetmesi için Allah'u Zülcelal'e yalvarırlar.

    Çünkü alimler, peygamberlerin varisleridir. Allah'u Zülcelal'e ibadet yapabilmek için ilim okumamız lazımdır. Kendimizi, çocuklarımızı, dost ve akrabalarımızın hepsini ilim okumaya davet etmemiz lazımdır.

    Herhangi bir cemaat Allah'u Zülcelal'e yönelmek için bir yerde toplandığı zaman, ilk önce ilim okumaları lazımdır. Nasıl namaz kılacaklarını, oruç tutacaklarını, müslümanlarla olan hukuku ve ailesine karşı hukuklarının neler olduğunu, onlara nasıl muamele edeceklerini ancak ilim okuyarak öğrenebilirler.

    Herkes kendi kafasına göre hareket ederse, hayvanlar gibi birbirlerini öldürürler. Birbirlerine her türlü kötülüğü yapabilirler. Onun için mutlaka ilim öğrenmek lazımdır.

    Bu ilmi de, Allah'u Zülcelal bize ne şekilde bildirmişse, öyle öğrenmek lazımdır. Çünkü dikkat edersek; bir mühendis bir fabrika kurduğu zaman, o fabrikanın nasıl daha uzun ömürlü olacağını herkesten daha iyi bilir.

    Allah'u Zülcelal'in yaratmış olduğu insan vücudu da çok büyük bir fabrikadır. Bazı doktorlar insan vücudunun ne kadar büyük bir fabrika olduğunu bir nebze bilir.

    Fabrika sahibi, bu vücudun hem dünyada hem de ahirette ne şekilde rahat olarak yaşayacağını herkesten daha iyi bilir. Bu dünyada bize emrettiği şekilde hareket edersek, bu vücut hem dünyada rahat yaşar, hem ahirette rahat yaşar.

    Ben uzun boylu bir adam görmüştüm. Onu hiç unutmuyorum. Kamburlaşmış, ağzından su akıyor, dili dışarıya sarktığı için geriye çekemiyor, sanki felç olmuş gibi titriyor ve: ”Ben içki içiyorum ve bırakamıyorum, ne olur beni kurtarın” diye bağırıyordu. Peki bu adam niçin bu hale düştü, çünkü fabrika sahibinin dediklerini yerine getirmedi. Allah’u Zülcelal’in

    “Eğer bunları yaparsan, senin fabrikan dünyada rahat yaşar" diye emrettiği şeye uymadı. Böyle davranarak hem dünyada yandı, hem de ahirette yanacak. Kendi fabrikasının ateşte yanmasına kendi iradesi ile sebep oldu.

    Allah'u Zülcelal'in emir ve nehiylerinde bizim rahatımız vardır. Çünkü Allah'u Zülcelal:

    “Kalpler ancak Allah'ı zikretmekle mutmain (huzurlu) olur." (Rad, 28) buyurmuştur.

    İnsan Allah'u Zülcelal'in emir ve nehiylerinin dışında davranarak huzur bulamaz.

    İlim öğrendikten sonra da bu ilimle amel etmemiz lazımdır. İmam-ı Gazali (kuddise sirruh) buyuruyor ki:

    “İnsan öğrendiği ilimle amel yapmazsa, yalnız ilim sahibini fasık yapar; ilimsiz yapılan amel de sahibini zındık eder."

    Bir kimse: “Ben alimim" deyip, o ilmi ile amel yapmazsa, gide gide en sonunda fasık olacaktır. İlim bilmeden kendi kafasına göre nefsinin hoşuna gittiği şekilde de amel yapan şahıs da sonunda zındık olur.

    Eğer İslam dinini hakiki olarak yaşamak isterseniz, Allah'u Zülcelal'in rızasını kazanmak isterseniz ilim okuyan ve okuduğunuz o ilimle de amel yapın. Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) bir hadisi şeriflerinde şöyle buyuruyor.

    “Gafil alimlerden kaçının.."

    Bunlar ilim okudukları halde Allah'u Zülcelal'den gafildirler. Onun için Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) başka bir hadisi şerifte buyuruyor ki:

    “Siz uykudasınız, öldüğünüz zaman uyanacaksınız."

    Ben uyanığım, diyen büyük bir yanlıştadır. Eğer biz uyanık olsaydık, kendimizi daha dünyada iken hesaba çekerdik. Bir evliya kendi nefsini şöyle hesaba çekmiş:

    “Ey nefsim! Sanki öldün ve kıyamette koptu. Dünyada vasıflarını okudun cehenneme girdin, oradan da çıkıp cennete girdin. Cenneti de, cehennemi de gördün. Hangisi hoşuna gitti?"

    Nefs tabiki: “Cennet hoştur, ben o cehennem ateşine nasıl dayanırım" diye cevap verdi. O zaman evliya zat:

    “Öyleyse daha dünyada iken, sanki öldüğünü ve ahirete gittiğini kabul et ve cennete girmek istiyorsan onun amelini yap" diye nefsine hitapta bulunmuş. Hepimiz aynı o evliya gibi nefsimizi hesaba çekmemiz lazımdır. Şayet nefsimizi bu şekilde hesaba çekerek kıyamet gününde çok rahat ederiz.

    Abdullah bin Ömer (radıyallahu anh) bir gün kabristandan geçiyordu. Mübarek cüppesini çıkarıp orada iki rekat namaz kıldı. Arkadaşları ona dediler ki:

    “Ya Abdullah! Burası namaz yeri değildir. Niye burada namaz kıldın?" Onlara dedi ki:

    “Siz bilmiyorsunuz? Şimdi buradakiler, iki rekat namazın üzerinde nasıl meraklıdırlar. Eğer bilseydiniz, siz de benim gibi yapardınız."

    İşte biz de öldükten sonra aynı o kabirdekiler gibi pişman olacağız. Onun için daha o pişmanlığa düşmeden, sanki ölmüşüz ve yeniden dünyaya geri gelmişiz gibi pişman olmamız ve bu gaflet uykusundan uyanıp amele sarılmamız lazımdır.

    Kendisinden kaçılması gerekenlerin ikincisi: Zenginlerden bir menfaat bulabilmek için onlara tevazu gösterip, alçaklık yapanlardır. Hadis-i Şerif şöyle devam ediyor:

    “Kim bir zenginin malından bir şey koparmak için ona tevazu yaparsa, dininin üçte biri gider."

    Kendisinden kaçılması gerekenlerin Üçüncüsü; "Cahil tasavvuf ehli kimselerdir." Cahil kimse demek; bizden önceki saadat-ı kiramların adabını bilmeden, kendi kendine nefsinin hoşuna nasıl giderse, o şekilde amel yapan kimsedir. Bunlardan kaçmak lazımdır.

    İmam-ı Rabbani (Kuddise Sırruh) buyuruyor ki:

    “Hurafe sahibi tasavvuf ehlinden kaçın. Çünkü sizi dinden çıkarırlar."

    İnsan her ne yaparsa yapsın, Allah'u Zülcelal'in Kur'an-ı Kerimine, Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)'in hadisi şeriflerine ve fıkıh kitaplarına uyması lazımdır. Bunlara uymadan yapılan amel merduttur (geçersizdir). Nefsimizin hoşuna gittiği şekilde amel yapmak, Allah'u Zülcelal'in emir ve nehiylerini bir kenara atmak yanlıştır. Nefs ister istesin, isterse istemesin Allah'u Zülcelal bize nasıl emretmişse, O'na teslim olmamız lazımdır.

    İnsan kendisi için veya ailesi için birşeyler yapmak istediği zaman, Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)'in hadisi şeriflerini, fıkıh kitaplarını ve saadat-ı kiramların kitaplarını, bunlardaki adapları, kural ve kaideleri her gece bir miktar okuması lazımdır.

    Bu kitapların içindeki bilgileri öğrendikten sonra onunla amel yapmak lazımdır. Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) başka bir hadisi şeriflerinde:

    “Yarabbi! Menfaat vermeyen ilimden sana sığınırım." buyurmuştur.

    İnsanın öğrendiği ilmin kendisine menfaat vermesi lazımdır. Bu da ancak o ilimle amel yapıldığı zaman olur.

    Allah’u Zülcelal hepimizi öğrendiği ilim ile amel eden salih kullarından eylesin.

    Amin...


    Seni çok Özledim Annem

  7. #87
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: Seyda Muhammed El Konyevi (K.S) efendimizin sohbetleri

    ALLAH ZALİMLERE MERHAMET ETMEZ

    “Sizi boşuna yarattığımızı ve bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?" (Mü'minun Suresi,115)

    Bakınız Allah-u Zülcelâl ne şekilde bizi ikaz etmektedir. ‘Bana döndürülecek, sizin, hesabınızı göreceğim!’ buyuruyor.

    Kıyamet günü hayvanlar gibi toprak olmak suretiyle de hesaptan kurtulamayız. Kıyamet günü; kâfirler, facirler, günahkarlar hayvanların toprak olduğunu görünce "keşke biz de toprak olsaydık" diyeceklerdir.

    Ama toprak olamazlar. Onun için kıyamet günü halimizi düşünüp, ahirete hazırlık yapmalıyız. Yoksa perişan oluruz. Allah-u Zülcelâl başka bir ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır:

    “Allah-u Zülcelâl hiç kimseyi bırakmamak suretiyle, herkesi haşir meydanında toplayacaktır” (Kehf:47)

    Biraz aklımızı çalıştırıp o haşir meydanının manzarasını düşünmemiz lazımdır!...

    Haşir meydanında Hz.Adem'den (as) kıyamet kopuncaya kadar, ne kadar insan yaşamışsa, bütün melekler ve cinler bir araya toplanacak, çok büyük bir izdiham olacaktır. Bütün insanlar umutla Allah'ın rahmetini bekleyecekler, yanlarında kim var kim yok haberleri olmayacaktır. O kadar dehşetli bir gündür!


    YAHUDİ VE HIRİSTİYANLAR ALLAH’IN RAHMETİNDEN UZAKTIR
    Allah-u Zülcelâl bir kutsi hadisi şerifte Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve selleme şöyle söylettiriyor:

    “Benim rahmetim bütün her eşyaları (her şeyi) kaplamıştır.” İşte Allah'ın rahmeti o kadar çoktur. Şeytan -aleyhillane- bu hadis-i kutsiyi duyduğu zaman, ‘Allah'ın rahmeti bütün eşyaları kaplamışsa ben de o eşyalardan bir eşyayım Allah bana da rahmet edecektir’ diye umutlandı.

    Bunun üzerine Allah-u Zülcelâl şu ayet-i kerimeyi nazil etti:

    “Rahmetim her şeyi kaplamıştır, bunu Allah'a karşı gelmekten sakınanlara, zekat verenlere, ayetlerimize iman edenlere takdir ettim.” (Araf: 156)

    İşte bu ayet de inince, şeytan -aleyhillane- Allah'ın rahmetinden umudunu kesti. Çünkü Allah ayette, rahmetimi iman eden kimselere takdir ettim, buyurdu. Şeytan da iman etmediği için umudu kalmadı.

    Diğer taraftan, yukarıdaki ayet inince, Hıristiyan ve Yahudiler “Biz de Allah'ın rahmetine müstahakız, çünkü Allah'a iman ediyoruz” diye düşünürken, tekrar bir ayet daha nazil oldu:

    “Rahmetimi, Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları, okuyup yazması olmayan Muhammed Peygamber'e uyanlara takdir ettim.” (Araf: 157)

    Bunun üzerine Yahudi ve Hıristiyanlar da Allah'ın rahmetinden umutsuz oldular. Allah: "Ancak Muhammed’e (sav) inanırsanız rahmetim size müsetahak olur" buyurdu. Bu ayet-i kerime mü'minlere ne güzel bir müjdedir.

    Ancak, Müslümanlık da o kadar ucuz değildir, ayette bahsedilen sıfatları, vasıfları kendimizde bulundurmamız lazımdır.

    ZALİMLER CEHENNEMDEDİR

    Peygamber Efendimizin (sav) buyurduğu bir kudsi hadiste Allah-u Zülcelal şöyle buyurmaktadır:

    “Kullarım, benim evimin ehli gibidir. Kim onlara merhametli, şefkatli ve güzel davranırsa, ben de ona karşı şefkatle ve güzel davranırım. Kim de onlara zulüm ve hakaret ederse, ben de onu cehennem ateşinde yakarım.”

    Nasıl insanın evinin bir ehli iyali varsa, kullar da Allah-u Zülcelâl'in iyalidir, hane halkıdır.

    Biz şimdi dünyada rahat rahat yaşıyoruz. Bize soru sorulmuyor, geceleri yumuşak yataklarda yatırıyor, gündüzleri güneş ışığıyla sokaklarda dolaşıyoruz, fakat öldükten sonra insan sorusuz kalmaz. O sorunun cevabını da ancak dünyadayken hazırlayabiliriz.

    Bu dünyada ne yaparsak, ahirete ancak onu götürebiliriz. Orada zerre kadar bir amel-i salihi arayacağız. Eğer günahlarımız varsa, pişman olup ben bu günahları niçin yaptım diye, öyle bir pişmanlık duyacağız ki ancak Allah-u Zülcelâl bilir!

    Namaza dikkatli olmamız ve bu konuda ailemize ve akrabalarımıza da yardımcı olmamız lazımdır. Çünkü Kıyamet günü ilk soru namazdandır. Eğer kişi namazı hakkıyla yerine getirmişse, ondan sonrası kolaydır. Eğer namazı hakkıyla yerine getirememişse baştan helak olur! Allah muhafaza...

    Hadiste şöyle anlatılmıştır: Cehennemde ‘yalemlem’ isminde bir dere vardır ki ateş, yılan ve akreplerle doludur. Cehennemin diğer bölümleri:

    “Ya Rabbi! Bizi ‘yalemlem’ ismindeki dereden muhafaza et” derler. O kadar şiddetlidir. Burası namaz kılmayanlar içindir. Namaz kılmayanlar oraya girdiği zaman, bir yılan onlara eziyet verir.

    Yılanın onları her bir sokuşunda yetmişbin bin sene acı duyarlar. Oranın azabı öyle çoktur. Bu dünyadayken, yumuşak seccademiz üzerinde namaz kılmayıp kendimizi o azaba müstahak etmemizin ne kadar büyük bir akılsızlık olduğu hepimize malumdur.

    Üzerinde kaza namazı borcu olanlar kazalarını kılsınlar. Çünkü Kıyamet gününde bir sac, ateşin üzerinde kıpkırmızı kızdırılıp kaza namazı borcu olana:

    “Git bunun üzerinde kaza namazlarını kıl!” denilecektir. Yumuşak seccademizin üzerinde kazalarımızı kılmayıp da oraya bırakmak, nefsimize yaptığımız ne büyük bir haksızlık, ne büyük bir zulümdür!

    ZALİM KİME DENİR?

    İşte, zalim kime denir? Başka insanlara zulmedene zalim denildiği gibi, nefsine böyle haksızlık yapana da zalim denir. Günah işlemek suretiyle nefsimizi cehennem ateşine müstehak etmek ruhumuza, nefsine yaptığımız bir zulüm ve hakarettir. Onun için daima birbirimize yardımcı olmamız lazımdır.

    Cemaatle Allah'a yönelmek Allah'ın yanında çok kıymetlidir. Çünkü ‘cemaat rahmettir’ cemaatten ayrılmak da helaktır denilmiştir. İnsan cemaatten ayrılırsa helak olur.

    Nasıl bir sürünün hepsi beraber olduğunda, çobanın muhafazasında ve selamette olurlar; bir keçi sürüden ayrılınca, kurdun onu yemesi tehlikesiyle karşı karşıya kalırlarsa, insan da cemaatten ayrıldığı, tek başına kaldığı zaman, Şeytan onun etrafında dönüp onu aldatmaya, günah işletmeye uğraşır. Fakat insan cemaatle Allah'a yöneldiği zaman, yanlış bir hareket yaptığında, hemen bir arkadaşı onu ikaz edip, o hatayı yapmaması için yardımcı olur.

    Eğer insan tek başına olursa, ona kim yardımcı olacaktır? Lain Şeytan kendisi de itiraf ederek şöyle diyor:

    “Tek başına Allah'a yönelen şahsı aldatmak bana çok kolaydır, bu benim yanımda hiçbir şey değildir. Fakat cemaatle Allah'a yönelen şahsı aldatmak, bana çok zordur.”

    Onun için birbirimizden ayrılmayalım. Birbirimize daima sevgi, muhabbet, aşk besleyip, sohbetler yapalım. Bu şekilde ölünceye kadar devam edelim.

    ZALİM VE MAZLUM

    “Herkes kendi kazandıklarına karşı bir rehindir” (Tur:21)

    Allah-u Zülcelâl kuluna dünyada yaptığı amele göre Kıyamet gününde muamele edecektir. Bizden öncekilerden ibret almak suretiyle kendimizi ahirete hazırlamamız lazımdır.

    Beni İsrail'in cebbarlarından bir tanesi Allah'ı tanımıyordu. Allah'ın, ölümün, Azrail'in var olduğunu duymuştu fakat, sanki yokmuş gibi gaflet ve keyfu sefaya dalmıştı.

    Bir gün aniden baktı ki bir adam evine izinsiz olarak girmiş. Yerinden heyecan ve gazapla kalkıp onun karşısına dikildi. Benim köşkümün etrafında bekçiler, korucular var, sen nasıl izinsiz olarak buraya giriyorsun diye ona kızdı. O zat ise hiç tavrını değiştirmeden:

    "Ben senin korkutacağın kişilerden değilim, ben cebbarlardan korkmam" dedi. Böyle biraz konuşunca, o adam onun Azrail olduğunu anlayıp:

    -Beni nereye götüreceksin? Diye sordu. Azrail: -Dünyada ne amel yapmışsan seni ona göre bir yere götüreceğim, dedi. Adam:

    -Ben salih bir amel yapmadım, deyince, Azrail (Aleyhisselam):

    -Senin etini pişirecek ateşe götürüyorum, dedi. Aralarında bu konuşma geçerken, Azrail (as) gazapla onun ruhunu çağırdı, adam düştü ve ayakları titremeye başladı. Onun ailesi bağırmaya, çağırmaya başladılar ama ne fayda?

    İşte o gaflet içindeyken, ailesiyle dünya nimetlerinin keyfu sefasını sürerken, Azrail aniden onun göğsünün üzerine oturdu ve canını aldı.

    Bunun aksine de Miski Baba denilen bir zat vardı. İster misk sürsün, ister sürmesin daima ondan misk kokusu geliyordu. Ona:

    -Bu koku sana nereden geliyor, bunun sebebi nedir? diye sordular. Şöyle anlattı:

    -Ben çok güzel bir gençtim. Çok hayalıydım da. Nasıl bir gelin hayasından başkalarıyla konuşamıyorsa ben de hayamdan insanlarla konuşamıyordum.

    Bazıları babama: “Bunu bir işe verirsen insanların içine girer de açılır, bu kadar da olmaz, bir kadın gibidir” dediler. Babam da beni çalışmam için bir manifaturacı dükkanına verdi. Müşteriler gelip gidiyorlardı. Bir gün dükkana ihtiyar bir kadın geldi, epey eşya aldı. Bana, “Üzerimde para yok evim buraya yakın, eve gel de sana para vereyim” dedi.

    Ben de onun arkasına düştüm, evine gittim. Evleri çok büyük bir köşktü. Beni içeri alınca dünyanın en güzel kadınlarından birinin, bir taht üzerine oturmuş olduğunu gördüm. Kadın beni görünce hemen kucakladı. Ona kızıp: “Allah Allah ne yapıyorsun?" dedim Kadın: “Bir şey olmaz" dedi. Ona Allah'tan, cennetten, cehennemden bahsettiysem, nasihatte bulunduysam da anlamadı. Sonunda kadın benim deli olduğumu zannetti ve beni tuvalete sokup yüzümü, vücudumu, elbiselerimi hep pislikle pisledi.

    Kendimi o şekilde ondan kurtardım. O gece rüyamda bir adam gördüm. O kadın benim nereme, pislik sürmüş ise o da elini oralara sürdü. Daha sonra:

    -Biliyor musun ben kimim? dedi.

    -Hayır bilmiyorum, dedim. -Ben Cebrail'im. Allah beni gönderdi ki o kadın senin nerelerine pislik sürmüş ise ben de elimi oralara süreyim, dedi. Cebrail (aleyhisselam) elini sürdüğü yerler o günden beridir misk kokuyor. Sebebi odur, dedi.

    Bakınız, takva, amel-i salih, Allah korkusu, insanı bu dünyada dahi şerefli kılıyor. Birisi dünyada keyfu sefa yaptı, günah işledi, pislik yaptı ama sonu nasıl oldu? Öbürü ise misk kokuyordu. İşte biz de bir saat kadar kısa olan bu dünya hayatı için ebed’ül ebed olan hayatımızı tehlikeye atmamalıyız.

    Allah-u Zülcelâl hepimize istediği şekilde amel-i salih ve kendi fazlıyla, rızasını nasip etsin, İnşallah. (Amin)



    Üstadım Muhammed konyevi Hz.lerinin Sohbetler Kitabından Alınmıştır... başka yerlerde yayınlamak isteyenler lütfen kaynak göstersinler...


    Seni çok Özledim Annem

  8. #88
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: Seyda Muhammed El Konyevi (K.S) efendimizin sohbetleri

    AKIL NİMETİNİ KULLANMAK

    Allah-u Zülcelal, Ayet-i Kerimede şöyle buyuruyor:

    “Süleyman, Allah’a çok yalvaran ve O’na dönen, ne güzel bir kuldur.” (Sa’d; 30)

    Allah-u Zülcelal bize bir cevher olarak akıl nimetini vermiştir. Peki, bu nimeti niçin değerlendirmiyoruz? Niçin bizden önceki Peygamberleri, Evliyaları, tüm diğer insanları düşünmüyoruz? Onlar da bizim gibi yaşıyorlardı. Ancak, sonunda öldüler.

    Davut (Aleyhisselam) 100 yaşına kadar yaşamıştır. Onun ibadetini yaptığı, merdivenle inip çıktığı bir odası vardı. Bir gün tam merdivenin ortasındayken, Azrail (Aleyhisselam) ile karşı karşıya geldi. Azrail’e:

    -Nedir ey kardeşim? diye sorduğu zaman,

    Azrail (Aleyhisselam):

    -Senin ruhunu almaya geldim, dedi.

    Davut (Aleyhisselam):

    -Ya merdivenden aşağı ineyim, ya da odaya çıkayım, dedi. Bunun üzerine Azrail (Aleyhisselam) şöyle cevap verdi:

    -Hayır, bitti, saniye dahi kalmadı. Burada senin ruhunu alacağım.

    Davut (Aleyhisselam), merdivenin üzerinde, olduğu yerde secdeye gitti ve Azrail (Aleyhisselam) ruhunu aldı. Ardından, Süleyman(Aleyhisselam), Davut(Aleyhisselam)’ın yerine pegamberlikle görevlendirildi.

    Allah-u Zülcelal, Süleyman (Aleyhisselam) hakkında Ayet-i Kerimede şöyle buyurmuştur:

    “Süleyman, Allah’a çok yalvaran ve O’na dönen, ne güzel bir kuldur.” (Sa’d; 30)

    Süleyman (Aleyhisselam), henüz Allah-u Zülcelal kendisine zenginlik vermeden önce af dilemiştir. Çünkü, Peygamberler dahi, daima hataya düşmemek için Allah-u Zülcelal’den kuvvet istemişlerdir. Peygamberler, her zaman Allah-u Zülcelal’in, kullarının üzerine vacip kıldığı haklarını inceden inceye yerine getirdikleri halde, hiç bir hata yapmadıkları halde, Allah-u Zülcelal’e, “Hakkını yerine getiremiyorum, zayıf bir kulunum” diye yalvarıyorlardı.

    Demek ki, bu hal ve davranışlar Allah-u Zülcelal’in çok hoşuna gitmektedir.

    Bakınız! Bilhassa günümüzde, Sadat-ı Kiram bizlere çok güzel yollar göstermişlerdir. Günahlarımızdan dolayı, Allah-u Zülcelal’e nasıl yalvarmamız gerektiğini öğretmişlerdir. İnsan gece gündüz, hiç durmadan Allah-u Zülcelal’e yalvarsa dahi, O’nun hakkını ödemiş olmaz.

    Hz. Eyüp (Aleyhisselam) da, başına gelen musibetlere sabır gösterebilmek, hataya düşmemek, hatta kalbine gelen havatır (kalbi meşgul eden düşünceler) için bile Allah-u Zülcelal’e, daima kendisine kuvvet vermesi için yalvarıyordu. Bu yüzden, Allah-u Zülcelal aynen “Süleyman Allah’a karşı çok yalvaran ve O’na dönen, ne güzel bir kuldur” diye hitap ettiği gibi, Hz. Eyüp (Aleyhisselam)’a da hitap etmiştir. Yani, aynı Ayet-i Kerimeyi, bu iki peygamber hakkında nazil etmiştir.

    Bundan ötürü, insan ister zengin olsun, isterse fakir, daima Allah-u Zülcelal’e yalvarmalıdır.

    Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), Süleyman (Aleyhisselam) hakkında bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır:

    “Allah-u Zülcelal’in ona vermiş olduğu maldan dolayı, o kadar korkuyordu ki, hayasından ve korkusundan ötürü, başını ve gözlerini gökyüzüne çeviremiyordu.”

    Bakınız! Hz. Süleyman (Aleyhisselam), Allah-u Zülcelal’in o kadar mal vermesine rağmen, günümüzdeki insanlar gibi kibir ve gurur içerisinde, Allah’tan gafil kalmamış, Allah korkusundan, o malın kendisini Allah’tan gafil bırakmasından korkmuş ve sürekli olarak Allah-u Zülcelal’e yalvarmıştır. Aklını kullanan insanlar için bundan daha büyük ibret ve rehber var mıdır?

    Günümüzde, Allah-u Zülcelal’in üzerimizdeki nimetleri daha fazla olduğundan, bunlarla meşgul olup aldananlar ve gaflet içinde kalanlar, çok artmıştır.

    Ebu Abdullah el-Kareşi (Kuddise Sırruhu) şöyle buyurmuştur:

    “Bir gün camideydim, genç ve güzel bir kadın suretinde ve elinde süpürgeyle camiyi süpürür vaziyette ‘dünya’, kendisini bu hale koyup zahir olarak bana göründü.

    -Burada ne işin var? dediğim de:

    -Sana hizmet etmek için geldim, dedi. Ona şöyle dedim:

    -Allah’a yemin ederim ki, bana hizmet yapmak için değil, aldatabilmek için gelmişsin.

    Elimde bir sopa ile onu kovalamak isteyince, hemen ihtiyar kadın suretine büründü. Ona karşı bir şefkat ve merhamet duydum ve bıraktım. Ardından tekrar kendini çok güzel giyimli, genç bir kadın suretine büründürdü. Yeniden kovaladığım zaman şöyle dedi:

    -İşte ben böyleyim, ölünceye kadar seni ve arkadaşlarını aldatmaya memurum. Görüldüğü gibi, her ne kadar biz onu görmüyorsak da, dünya bizi aldatabilmek için kendini süsleyip, bize güzel görünmekte, dünyaya biraz daldığımız zaman, hemen bize yaklaşmaktadır. Onun için kendimizi, bu aldatıcı ve Allah-u Zülcelal’den gafil bırakan dünyadan muhafaza etmeliyiz.


    Evliyanın Duası Gayretle Alınır
    Kendimizi Allah-u Zülcelal’in merhametine müstahak etmek için az da olsa gayret sarf etmeliyiz. Böyle yapalım ki, başımıza bir musibet geldiği zaman, hiç olmazsa bizim bu gayretimizden ötürü, Allah Dostları da bizim için dua etsinler.

    Şeyh Abdülhakim el-Hüseyni (Kuddise Sırruhu) zamanında İsrail, Müslüman Araplara musallat olmuştu. Onların mallarına, canlarına ve namuslarına kastediyordu. Bazı insanlar, Şeyh Abdülhakim el-Hüseyni (Kuddise Sırruhu)ye gelip, Araplar için dua etmesini istedikleri zaman, şöyle buyurdular:

    “Benim içimden onlar için dua etmek gelmiyor. Kendi mümin kardeşlerini, âlim olan bazı kimseleri astılar. Bu musibeti onların başına, Allah-u Zülcelal vermiştir. Onun için bizim dua etmeye haddimiz yoktur.”

    İşte, biz de hataların, günahların içinden kendimizi kurtarma gayretinde olmazsak Peygamberler, Evliyalar bize dua etmezler. Etseler dahi, Allah-u Zülcelal onlara: “Siz haksızsınız. Onlar bu musibete müstahaktır” diyecektir.

    Yine, Ebu Abdullah el-Kareşi (Kuddise Sırruhu) şöyle buyurmuştur: “Bir gün, Ebu İshak bin Tarif’in yanına gittim. O gece onunla kaldım. Bize yemek getirdiler. Bana şöyle dedi:

    -Endülüs’ü kafirler istila etmiş ve Müslümanları esir almışlar. Haberin var mı?

    -Haberim var, deyince kaşığını yere bırakıp şöyle dedi:

    -Vallahi! Allah-u Zülcelal onları bu halden kurtarıncaya kadar yemek yemeyeceğim.

    Gözlerini kapattı ve sükut etti. Aradan bir müddet geçince gözlerini açtı ve büyük bir ferahlık içinde yemek yemeğe başladı. Yemek yedikten bir müddet sonra, birisi gelerek şöyle haber verdi:

    -Kafirler Endülüs’ün bir şehrini istila etmişlerdi. Öyle bir zelzele oldu ki o şehri terk etmek zorunda kaldılar. Esirler de sağ salim kurtuldular.

    Buradan da anlaşılıyor ki, o esirler mazlum durumundaydılar. Kafirler onlara zulüm yapmıştı. Bundan dolayı, Allah-u Zülcelal merhamet etti ve Evliyasının duasını da kabul edip, onları içine düştükleri esaretten kurtardı.

    Şeytanın Tesiri Kulluğumuza Göredir

    İnsan, dünyada nasıl yaşarsa yaşasın, kendini hatalardan ve günahlardan ne şekilde kurtarmaya çalışırsa çalışsın, diğer taraftan şeytan daima onu kandırmaya gayret eder.

    Keşif ehli bir zat şöyle buyurmuştur:

    “Bir gün, şeytanımı gördüm. O kadar zayıf ve perişan idi ki, vurmaya kalktığım zaman benden kaçtı. Aradan bir müddet geçince evlendim. Ahiret için çalışmam, gayretim biraz değişti (azaldı). Şeytanımı tekrar gördüm. Öyle kuveytli idi ki, sopa ile üzerine yürüdüm ama benden hiç kaçmadı.

    -Nasıl bu şekilde güçlendin? Diye sordum. Şöyle cevap verdi:

    -Sen ne zaman ki ibadetini, zikrini, hizmetini azalttın ve evlendikten sonra dünya sefasına daldın, ben de o zaman kuvvetlendim.

    Demek ki, biz Allah-u Zülcelal’e karşı ne kadar samimi olursak, şeytan da bize karşı, o oranda zayıf düşer. Bilhassa zikrin karşısında; kar sıcağı görünce nasıl erirse, şeytan da zikrin karşısında o şekilde erir, zayıf düşer.

    Aynı şekilde, ne zaman yüzümüzü Allah-u Zülcelal’in zikrinden, ibadetinden çevirirsek, şeytan da bize karşı, o ölçüde kuvvetlenir. Bunları iyi idrak edip, kendimizi ona göre ayarlamamız, bize büyük mükafatlar kazandıracaktır.

    İnsanın zahiri azaları, bu azaların hareketleri, zahiri ibadetleri tamamen içten gelmektedir. Kalbin ve ruhun edepli olması, bütün vücudun edepli olmasına sebep olmaktadır. Onun için kalbimize, ruhumuza, Allah-u Zülcelal ile aramızdaki maneviyatımıza çok dikkat etmeliyiz.

    Şeyh Hasan-ı Şazeli (Kuddise Sırruhu) şöyle nakletmiştir:

    “Bir gün ibadet yapmak için köyün dışında bir mağaraya gittim. Mağarada, aynı benim gibi ibadet yapan bir arkadaşıma rastladım. Beraberce ibadet etmeye başladık. Kendi kendimize, şöyle diyorduk: ‘Kalbimiz şimdi fetholunacak, keşif ve keramet sahibi olacağız, evliya olacağız.’ Daima kendimizde bu hallerin zuhur etmesini gözetliyorduk.

    Bu esnada mağaraya bir adam girdi. Ona kim olduğu sorduk. ‘Ben Abdülmelik’im’ cevabını verdi. Onun, Allah-u Zülcelal’in bir dostu olduğunu anladık. Halinin ne olduğunu sorduğumuzda şu cevabı verdi:

    -Benim halimi bana bırakın. Asıl ‘Benim kalbim ne zaman fetholunacak, ne zaman keşif-keramet sahibi olacağım, ne zaman evliya olacağım’ diyenin hali nedir? (Siz onu düşünün!) Dedik ki:

    -Eyvah! Biz bu zamana kadar, kendi nefisimiz için uğraş vermişiz. Bu sırada o zat kayboldu. Allah-u Zülcelal için değil, kendi nefisimiz için ibadet yaptığımızı anlayıp hemen tövbe ettik.

    İşte, bu olayda görüyoruz ki, Allah-u Zülcelal belki bir melek olan o zatı göndererek, bütün bu taleplerinin nefislerinin payı olduğunu, yalnızca kendisine ibadet etmeleri için onları uyarmıştır.

    Yine, Hasan-ı Şazeli (Kuddise Sırruhu) şöyle buyurmuştur:

    “Bir gün, yırtıcı hayvanların bulunduğu tenha bir yerde, herhangi bir köye ulaşamadığım için yatmak zorunda kaldım. Sanki onlardan biriymişim gibi, etrafıma karınca sürüsü gibi yırtıcı hayvanlar toplandı. Ancak, o gece sabaha kadar içinde bulunduğum huzuru bir daha görmedim. Fakat, nefis her durumdan kendisine bir pay çıkarmak istiyor. Kendi kendime dedim ki: ‘Ben yırtıcı hayvanların içinde dahi çok huzurluyum. Demek ki, ben büyük bir makam sahibiyim.’

    Sabah olunca, bir vadiye indim. Orada çok güzel kuşlara rastladım. Onlar da herhalde melek idiler. Hepsi birden havalanınca, korkudan olduğum yerde sıçradım. İşte o zaman, bana şöyle nida geldi:

    -Sen, gece yırtıcı hayvanların içindeyken korkmadın da, bu kuşların uçmasından mı korktun? Dün gece benimle beraberdin. Oysa şimdi, kendi nefsinle başbaşasın.”

    İşte, görüldüğü gibi Allah-u Zülcelal, insanın her haline, her anına muttalidir, vakıftır. Kalpleri üzerinde çok ince ve titizdir. Bu yüzden, kendimize çok dikkat etmemiz lazımdır. Kendimizi asla herhangi bir makam, bir hal sahibi olarak görmemeliyiz. Elimizden geldiği kadar, Allah-u Zülcelal’in bizimle birlikte olduğunu ve zahiri azalarımızdan ziyade, kalbimize baktığını bilmemiz ve kalbimizi O’na hazırlamaya gayret etmemiz, bize büyük menfaatler sağlayacaktır.

    Bu şekilde hareket ettiğimiz takdirde, Allah-u Zülcelal için hiç bir şey zor değildir. Gayretlerimizin karşılığını fazlası ile verecektir. Hasan-ı Şazeli (Kuddise Sırruhu) Hz.nin bu hali, bizim için çok büyük ibretler içermektedir.

    Allah-u Zülcelal Ayet-i Kerimede şöyle buyurmuştur:

    “Allah, kimin kalbini İslâm’a açmışsa işte o, Rabbi katında bir nur üzere olmaz mı? Kalpleri Allah’ı zikretmemekten katılaşmış olanlara yazıklar olsun! Onlar apaçık bir sapıklıktadırlar.” (Zümer; 22)

    Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)e, insanın kalbinin ne ile genişleyip ferahlandığını sordukları zaman, şöyle buyurdular:

    “Kişi, kalbi, ruhu, fikri ve bütün kuvveti ile ahirete yöneldiği zaman, Allah-u Zülcelal o kişinin kalbini İslâm ile ferahlandırır ve nuru ile doldurur.”

    Malı ile, canı ile ve bütün kuvveti ile daima Allah-u Zülcelal’in hizmetinde olan kimse, Allah-u Zülcelal’in nur deryasının içindedir. Ancak, Allah’ın zikrinden, hizmetinden, ibadetinden gafil olanlarsa, daha dünyada iken boğucu bir azap içindedirler.


    Kurtuluşumuz Ağlamakta ve Yalvarmaktadır
    Netice olarak şunu çok iyi bilmeliyiz ki, günümüzde kurtuluşun yegane çaresi, Allah-u Zülcelal’e tövbe etmek ve yalvarmaktır. Sadece ibadet ile, yemekle, içmekle, giyinmekle kurtulacağını zannederek tövbeden geri kalmak, büyük bir akılsızlıktır.

    Süfyan-ı Sevri (Kuddise Sırruhu) Hz. Hacca giderken, yolda bir gece boyunca ağladı. Şeyban-ı Rai (Kuddise Sırruhu) ona hitaben dedi ki:

    -Ya Süfyan! Niçin ağlıyorsun? Eğer günahların için ağlıyorsan, günahtan muhafaza ol. Bunun üzerine Süfyan-ı Sevri (Kuddise Sırruhu) şöyle dedi:

    -Ya Şeyban, ister büyük günah, ister küçük günah olsun, hiç korkmuyorum. Hatta aklıma bile gelmiyor. Ben, bu dünyadan imansız olarak ayrılmaktan korktuğum için ağlıyorum.

    O, Allah-u Zülcelal’in dostu olmasına rağmen, gece boyunca ağlamıştır. Ve Süfyan-ı Sevri (Kuddise Sırruhu) şöyle devam etti:

    -Ya Şeyban, nasıl ağlamayayım? Birisini tanıdım. Bize ilim öğretiyordu. Tam 40 yıl bize ilim okuttu. Uzun süre, Kâbe’ye komşuluk yaptı. Öldüğü zaman, yüzünü melekler Kıble’den çevirdiler. İmansız olarak bu dünyadan ayrıldı. İşte bundan korkuyorum.

    İnsan için en büyük bayram, imanlı olarak ruhunu teslim etmesidir. İşte bu, insanın kurtuluşunun müjdesidir.

    Sehl (Radıyallahu Anh) şöyle buyurmuştur:

    “Rüyamda, öldüğümü ve Kıyamet’in kopmuş olduğu gördüm. Tam 300 tane peygamberi gördüm. Onlara şöyle sordum:

    -Siz dünyada nelerden korkuyordunuz? Bana dediler ki:

    -İmansız olarak dünyadan ayrılmaktan korkuyorduk.

    Bakınız! Onlar Peygamber oldukları halde, imansız olarak ölmekten korkuyorlardı. İşte iman, bu kadar kıymetlidir. O imanı kurtarmak için de Allah-u Zülcelal’e çok yalvarmak lazımdır. Allah-u Zülcelal, kendisine karşı ağlamayı ve yalvarmayı, kıyamet gününde kurtuluş için bir sebep, bir vesile kılmıştır. Bu ağlama ve yalvarma ile kul, Rabbine karşı kulluk görevini yerine getirdiği için Allah-u Zülcelal’in çok hoşuna gitmektedir.

    Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

    “Sağılan süt memeye dönmedikçe, Allah korkusundan ağlayan kimse de cehenneme girmez.”

    Adem (Aleyhisselam)’ın ağlamasına, bütün insanların ağlaması bir araya toplansa, yine de denk gelmez. Onun için onların meşreplerini, Allah-u Zülcelal’in rızasını kazanmak için tuttukları yolu, az da olsa kendimize rehber edinmemiz lazımdır. Kurtuluş, ancak ağlamakta ve çok yalvarmaktadır.

    Allah-u Zülcelal, hepimize razı olacağı salih ameller nasip etsin. Ve kendi fazl-ı keremiyle af ve mağfiret etsin. (Amin)


    Seni çok Özledim Annem

  9. #89
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: Seyda Muhammed El Konyevi (K.S) efendimizin sohbetleri

    AKIL NİMETİNİ KULLANMAK

    Allah-u Zülcelal, Ayet-i Kerimede şöyle buyuruyor:

    “Süleyman, Allah’a çok yalvaran ve O’na dönen, ne güzel bir kuldur.” (Sa’d; 30)

    Allah-u Zülcelal bize bir cevher olarak akıl nimetini vermiştir. Peki, bu nimeti niçin değerlendirmiyoruz? Niçin bizden önceki Peygamberleri, Evliyaları, tüm diğer insanları düşünmüyoruz? Onlar da bizim gibi yaşıyorlardı. Ancak, sonunda öldüler.

    Davut (Aleyhisselam) 100 yaşına kadar yaşamıştır. Onun ibadetini yaptığı, merdivenle inip çıktığı bir odası vardı. Bir gün tam merdivenin ortasındayken, Azrail (Aleyhisselam) ile karşı karşıya geldi. Azrail’e:

    -Nedir ey kardeşim? diye sorduğu zaman,

    Azrail (Aleyhisselam):

    -Senin ruhunu almaya geldim, dedi.

    Davut (Aleyhisselam):

    -Ya merdivenden aşağı ineyim, ya da odaya çıkayım, dedi. Bunun üzerine Azrail (Aleyhisselam) şöyle cevap verdi:

    -Hayır, bitti, saniye dahi kalmadı. Burada senin ruhunu alacağım.

    Davut (Aleyhisselam), merdivenin üzerinde, olduğu yerde secdeye gitti ve Azrail (Aleyhisselam) ruhunu aldı. Ardından, Süleyman(Aleyhisselam), Davut(Aleyhisselam)’ın yerine pegamberlikle görevlendirildi.

    Allah-u Zülcelal, Süleyman (Aleyhisselam) hakkında Ayet-i Kerimede şöyle buyurmuştur:

    “Süleyman, Allah’a çok yalvaran ve O’na dönen, ne güzel bir kuldur.” (Sa’d; 30)

    Süleyman (Aleyhisselam), henüz Allah-u Zülcelal kendisine zenginlik vermeden önce af dilemiştir. Çünkü, Peygamberler dahi, daima hataya düşmemek için Allah-u Zülcelal’den kuvvet istemişlerdir. Peygamberler, her zaman Allah-u Zülcelal’in, kullarının üzerine vacip kıldığı haklarını inceden inceye yerine getirdikleri halde, hiç bir hata yapmadıkları halde, Allah-u Zülcelal’e, “Hakkını yerine getiremiyorum, zayıf bir kulunum” diye yalvarıyorlardı.

    Demek ki, bu hal ve davranışlar Allah-u Zülcelal’in çok hoşuna gitmektedir.

    Bakınız! Bilhassa günümüzde, Sadat-ı Kiram bizlere çok güzel yollar göstermişlerdir. Günahlarımızdan dolayı, Allah-u Zülcelal’e nasıl yalvarmamız gerektiğini öğretmişlerdir. İnsan gece gündüz, hiç durmadan Allah-u Zülcelal’e yalvarsa dahi, O’nun hakkını ödemiş olmaz.

    Hz. Eyüp (Aleyhisselam) da, başına gelen musibetlere sabır gösterebilmek, hataya düşmemek, hatta kalbine gelen havatır (kalbi meşgul eden düşünceler) için bile Allah-u Zülcelal’e, daima kendisine kuvvet vermesi için yalvarıyordu. Bu yüzden, Allah-u Zülcelal aynen “Süleyman Allah’a karşı çok yalvaran ve O’na dönen, ne güzel bir kuldur” diye hitap ettiği gibi, Hz. Eyüp (Aleyhisselam)’a da hitap etmiştir. Yani, aynı Ayet-i Kerimeyi, bu iki peygamber hakkında nazil etmiştir.

    Bundan ötürü, insan ister zengin olsun, isterse fakir, daima Allah-u Zülcelal’e yalvarmalıdır.

    Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), Süleyman (Aleyhisselam) hakkında bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır:

    “Allah-u Zülcelal’in ona vermiş olduğu maldan dolayı, o kadar korkuyordu ki, hayasından ve korkusundan ötürü, başını ve gözlerini gökyüzüne çeviremiyordu.”

    Bakınız! Hz. Süleyman (Aleyhisselam), Allah-u Zülcelal’in o kadar mal vermesine rağmen, günümüzdeki insanlar gibi kibir ve gurur içerisinde, Allah’tan gafil kalmamış, Allah korkusundan, o malın kendisini Allah’tan gafil bırakmasından korkmuş ve sürekli olarak Allah-u Zülcelal’e yalvarmıştır. Aklını kullanan insanlar için bundan daha büyük ibret ve rehber var mıdır?

    Günümüzde, Allah-u Zülcelal’in üzerimizdeki nimetleri daha fazla olduğundan, bunlarla meşgul olup aldananlar ve gaflet içinde kalanlar, çok artmıştır.

    Ebu Abdullah el-Kareşi (Kuddise Sırruhu) şöyle buyurmuştur:

    “Bir gün camideydim, genç ve güzel bir kadın suretinde ve elinde süpürgeyle camiyi süpürür vaziyette ‘dünya’, kendisini bu hale koyup zahir olarak bana göründü.

    -Burada ne işin var? dediğim de:

    -Sana hizmet etmek için geldim, dedi. Ona şöyle dedim:

    -Allah’a yemin ederim ki, bana hizmet yapmak için değil, aldatabilmek için gelmişsin.

    Elimde bir sopa ile onu kovalamak isteyince, hemen ihtiyar kadın suretine büründü. Ona karşı bir şefkat ve merhamet duydum ve bıraktım. Ardından tekrar kendini çok güzel giyimli, genç bir kadın suretine büründürdü. Yeniden kovaladığım zaman şöyle dedi:

    -İşte ben böyleyim, ölünceye kadar seni ve arkadaşlarını aldatmaya memurum. Görüldüğü gibi, her ne kadar biz onu görmüyorsak da, dünya bizi aldatabilmek için kendini süsleyip, bize güzel görünmekte, dünyaya biraz daldığımız zaman, hemen bize yaklaşmaktadır. Onun için kendimizi, bu aldatıcı ve Allah-u Zülcelal’den gafil bırakan dünyadan muhafaza etmeliyiz.


    Evliyanın Duası Gayretle Alınır
    Kendimizi Allah-u Zülcelal’in merhametine müstahak etmek için az da olsa gayret sarf etmeliyiz. Böyle yapalım ki, başımıza bir musibet geldiği zaman, hiç olmazsa bizim bu gayretimizden ötürü, Allah Dostları da bizim için dua etsinler.

    Şeyh Abdülhakim el-Hüseyni (Kuddise Sırruhu) zamanında İsrail, Müslüman Araplara musallat olmuştu. Onların mallarına, canlarına ve namuslarına kastediyordu. Bazı insanlar, Şeyh Abdülhakim el-Hüseyni (Kuddise Sırruhu)ye gelip, Araplar için dua etmesini istedikleri zaman, şöyle buyurdular:

    “Benim içimden onlar için dua etmek gelmiyor. Kendi mümin kardeşlerini, âlim olan bazı kimseleri astılar. Bu musibeti onların başına, Allah-u Zülcelal vermiştir. Onun için bizim dua etmeye haddimiz yoktur.”

    İşte, biz de hataların, günahların içinden kendimizi kurtarma gayretinde olmazsak Peygamberler, Evliyalar bize dua etmezler. Etseler dahi, Allah-u Zülcelal onlara: “Siz haksızsınız. Onlar bu musibete müstahaktır” diyecektir.

    Yine, Ebu Abdullah el-Kareşi (Kuddise Sırruhu) şöyle buyurmuştur: “Bir gün, Ebu İshak bin Tarif’in yanına gittim. O gece onunla kaldım. Bize yemek getirdiler. Bana şöyle dedi:

    -Endülüs’ü kafirler istila etmiş ve Müslümanları esir almışlar. Haberin var mı?

    -Haberim var, deyince kaşığını yere bırakıp şöyle dedi:

    -Vallahi! Allah-u Zülcelal onları bu halden kurtarıncaya kadar yemek yemeyeceğim.

    Gözlerini kapattı ve sükut etti. Aradan bir müddet geçince gözlerini açtı ve büyük bir ferahlık içinde yemek yemeğe başladı. Yemek yedikten bir müddet sonra, birisi gelerek şöyle haber verdi:

    -Kafirler Endülüs’ün bir şehrini istila etmişlerdi. Öyle bir zelzele oldu ki o şehri terk etmek zorunda kaldılar. Esirler de sağ salim kurtuldular.

    Buradan da anlaşılıyor ki, o esirler mazlum durumundaydılar. Kafirler onlara zulüm yapmıştı. Bundan dolayı, Allah-u Zülcelal merhamet etti ve Evliyasının duasını da kabul edip, onları içine düştükleri esaretten kurtardı.

    Şeytanın Tesiri Kulluğumuza Göredir

    İnsan, dünyada nasıl yaşarsa yaşasın, kendini hatalardan ve günahlardan ne şekilde kurtarmaya çalışırsa çalışsın, diğer taraftan şeytan daima onu kandırmaya gayret eder.

    Keşif ehli bir zat şöyle buyurmuştur:

    “Bir gün, şeytanımı gördüm. O kadar zayıf ve perişan idi ki, vurmaya kalktığım zaman benden kaçtı. Aradan bir müddet geçince evlendim. Ahiret için çalışmam, gayretim biraz değişti (azaldı). Şeytanımı tekrar gördüm. Öyle kuveytli idi ki, sopa ile üzerine yürüdüm ama benden hiç kaçmadı.

    -Nasıl bu şekilde güçlendin? Diye sordum. Şöyle cevap verdi:

    -Sen ne zaman ki ibadetini, zikrini, hizmetini azalttın ve evlendikten sonra dünya sefasına daldın, ben de o zaman kuvvetlendim.

    Demek ki, biz Allah-u Zülcelal’e karşı ne kadar samimi olursak, şeytan da bize karşı, o oranda zayıf düşer. Bilhassa zikrin karşısında; kar sıcağı görünce nasıl erirse, şeytan da zikrin karşısında o şekilde erir, zayıf düşer.

    Aynı şekilde, ne zaman yüzümüzü Allah-u Zülcelal’in zikrinden, ibadetinden çevirirsek, şeytan da bize karşı, o ölçüde kuvvetlenir. Bunları iyi idrak edip, kendimizi ona göre ayarlamamız, bize büyük mükafatlar kazandıracaktır.

    İnsanın zahiri azaları, bu azaların hareketleri, zahiri ibadetleri tamamen içten gelmektedir. Kalbin ve ruhun edepli olması, bütün vücudun edepli olmasına sebep olmaktadır. Onun için kalbimize, ruhumuza, Allah-u Zülcelal ile aramızdaki maneviyatımıza çok dikkat etmeliyiz.

    Şeyh Hasan-ı Şazeli (Kuddise Sırruhu) şöyle nakletmiştir:

    “Bir gün ibadet yapmak için köyün dışında bir mağaraya gittim. Mağarada, aynı benim gibi ibadet yapan bir arkadaşıma rastladım. Beraberce ibadet etmeye başladık. Kendi kendimize, şöyle diyorduk: ‘Kalbimiz şimdi fetholunacak, keşif ve keramet sahibi olacağız, evliya olacağız.’ Daima kendimizde bu hallerin zuhur etmesini gözetliyorduk.

    Bu esnada mağaraya bir adam girdi. Ona kim olduğu sorduk. ‘Ben Abdülmelik’im’ cevabını verdi. Onun, Allah-u Zülcelal’in bir dostu olduğunu anladık. Halinin ne olduğunu sorduğumuzda şu cevabı verdi:

    -Benim halimi bana bırakın. Asıl ‘Benim kalbim ne zaman fetholunacak, ne zaman keşif-keramet sahibi olacağım, ne zaman evliya olacağım’ diyenin hali nedir? (Siz onu düşünün!) Dedik ki:

    -Eyvah! Biz bu zamana kadar, kendi nefisimiz için uğraş vermişiz. Bu sırada o zat kayboldu. Allah-u Zülcelal için değil, kendi nefisimiz için ibadet yaptığımızı anlayıp hemen tövbe ettik.

    İşte, bu olayda görüyoruz ki, Allah-u Zülcelal belki bir melek olan o zatı göndererek, bütün bu taleplerinin nefislerinin payı olduğunu, yalnızca kendisine ibadet etmeleri için onları uyarmıştır.

    Yine, Hasan-ı Şazeli (Kuddise Sırruhu) şöyle buyurmuştur:

    “Bir gün, yırtıcı hayvanların bulunduğu tenha bir yerde, herhangi bir köye ulaşamadığım için yatmak zorunda kaldım. Sanki onlardan biriymişim gibi, etrafıma karınca sürüsü gibi yırtıcı hayvanlar toplandı. Ancak, o gece sabaha kadar içinde bulunduğum huzuru bir daha görmedim. Fakat, nefis her durumdan kendisine bir pay çıkarmak istiyor. Kendi kendime dedim ki: ‘Ben yırtıcı hayvanların içinde dahi çok huzurluyum. Demek ki, ben büyük bir makam sahibiyim.’

    Sabah olunca, bir vadiye indim. Orada çok güzel kuşlara rastladım. Onlar da herhalde melek idiler. Hepsi birden havalanınca, korkudan olduğum yerde sıçradım. İşte o zaman, bana şöyle nida geldi:

    -Sen, gece yırtıcı hayvanların içindeyken korkmadın da, bu kuşların uçmasından mı korktun? Dün gece benimle beraberdin. Oysa şimdi, kendi nefsinle başbaşasın.”

    İşte, görüldüğü gibi Allah-u Zülcelal, insanın her haline, her anına muttalidir, vakıftır. Kalpleri üzerinde çok ince ve titizdir. Bu yüzden, kendimize çok dikkat etmemiz lazımdır. Kendimizi asla herhangi bir makam, bir hal sahibi olarak görmemeliyiz. Elimizden geldiği kadar, Allah-u Zülcelal’in bizimle birlikte olduğunu ve zahiri azalarımızdan ziyade, kalbimize baktığını bilmemiz ve kalbimizi O’na hazırlamaya gayret etmemiz, bize büyük menfaatler sağlayacaktır.

    Bu şekilde hareket ettiğimiz takdirde, Allah-u Zülcelal için hiç bir şey zor değildir. Gayretlerimizin karşılığını fazlası ile verecektir. Hasan-ı Şazeli (Kuddise Sırruhu) Hz.nin bu hali, bizim için çok büyük ibretler içermektedir.

    Allah-u Zülcelal Ayet-i Kerimede şöyle buyurmuştur:

    “Allah, kimin kalbini İslâm’a açmışsa işte o, Rabbi katında bir nur üzere olmaz mı? Kalpleri Allah’ı zikretmemekten katılaşmış olanlara yazıklar olsun! Onlar apaçık bir sapıklıktadırlar.” (Zümer; 22)

    Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)e, insanın kalbinin ne ile genişleyip ferahlandığını sordukları zaman, şöyle buyurdular:

    “Kişi, kalbi, ruhu, fikri ve bütün kuvveti ile ahirete yöneldiği zaman, Allah-u Zülcelal o kişinin kalbini İslâm ile ferahlandırır ve nuru ile doldurur.”

    Malı ile, canı ile ve bütün kuvveti ile daima Allah-u Zülcelal’in hizmetinde olan kimse, Allah-u Zülcelal’in nur deryasının içindedir. Ancak, Allah’ın zikrinden, hizmetinden, ibadetinden gafil olanlarsa, daha dünyada iken boğucu bir azap içindedirler.


    Kurtuluşumuz Ağlamakta ve Yalvarmaktadır
    Netice olarak şunu çok iyi bilmeliyiz ki, günümüzde kurtuluşun yegane çaresi, Allah-u Zülcelal’e tövbe etmek ve yalvarmaktır. Sadece ibadet ile, yemekle, içmekle, giyinmekle kurtulacağını zannederek tövbeden geri kalmak, büyük bir akılsızlıktır.

    Süfyan-ı Sevri (Kuddise Sırruhu) Hz. Hacca giderken, yolda bir gece boyunca ağladı. Şeyban-ı Rai (Kuddise Sırruhu) ona hitaben dedi ki:

    -Ya Süfyan! Niçin ağlıyorsun? Eğer günahların için ağlıyorsan, günahtan muhafaza ol. Bunun üzerine Süfyan-ı Sevri (Kuddise Sırruhu) şöyle dedi:

    -Ya Şeyban, ister büyük günah, ister küçük günah olsun, hiç korkmuyorum. Hatta aklıma bile gelmiyor. Ben, bu dünyadan imansız olarak ayrılmaktan korktuğum için ağlıyorum.

    O, Allah-u Zülcelal’in dostu olmasına rağmen, gece boyunca ağlamıştır. Ve Süfyan-ı Sevri (Kuddise Sırruhu) şöyle devam etti:

    -Ya Şeyban, nasıl ağlamayayım? Birisini tanıdım. Bize ilim öğretiyordu. Tam 40 yıl bize ilim okuttu. Uzun süre, Kâbe’ye komşuluk yaptı. Öldüğü zaman, yüzünü melekler Kıble’den çevirdiler. İmansız olarak bu dünyadan ayrıldı. İşte bundan korkuyorum.

    İnsan için en büyük bayram, imanlı olarak ruhunu teslim etmesidir. İşte bu, insanın kurtuluşunun müjdesidir.

    Sehl (Radıyallahu Anh) şöyle buyurmuştur:

    “Rüyamda, öldüğümü ve Kıyamet’in kopmuş olduğu gördüm. Tam 300 tane peygamberi gördüm. Onlara şöyle sordum:

    -Siz dünyada nelerden korkuyordunuz? Bana dediler ki:

    -İmansız olarak dünyadan ayrılmaktan korkuyorduk.

    Bakınız! Onlar Peygamber oldukları halde, imansız olarak ölmekten korkuyorlardı. İşte iman, bu kadar kıymetlidir. O imanı kurtarmak için de Allah-u Zülcelal’e çok yalvarmak lazımdır. Allah-u Zülcelal, kendisine karşı ağlamayı ve yalvarmayı, kıyamet gününde kurtuluş için bir sebep, bir vesile kılmıştır. Bu ağlama ve yalvarma ile kul, Rabbine karşı kulluk görevini yerine getirdiği için Allah-u Zülcelal’in çok hoşuna gitmektedir.

    Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

    “Sağılan süt memeye dönmedikçe, Allah korkusundan ağlayan kimse de cehenneme girmez.”

    Adem (Aleyhisselam)’ın ağlamasına, bütün insanların ağlaması bir araya toplansa, yine de denk gelmez. Onun için onların meşreplerini, Allah-u Zülcelal’in rızasını kazanmak için tuttukları yolu, az da olsa kendimize rehber edinmemiz lazımdır. Kurtuluş, ancak ağlamakta ve çok yalvarmaktadır.

    Allah-u Zülcelal, hepimize razı olacağı salih ameller nasip etsin. Ve kendi fazl-ı keremiyle af ve mağfiret etsin. (Amin)


    Seni çok Özledim Annem

  10. #90
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: Seyda Muhammed El Konyevi (K.S) efendimizin sohbetleri

    AHİRETİ DÜŞÜNMEK

    Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
    "Kim dünya menfaatini dilerse, kendisine ondan veririz. Kim de ahiret sevabını isterse ona da ondan veririz." (Al-i İmran; 145)
    Ruhen ve kalben daima Allah-u Zülcelal'e yalvarıp Allah-u Zülcelal'den istememiz lazımdır. O'nun şefkati ve merhameti çoktur.

    Önümüze maddi yada manevi, zor bir şey geldiğinde, bu işi ben yapamıyorum bu benim işim değildir. Çok zor bir iştir, ben yapamı-yorum diyoruz. İşte o anda:
    "La havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim" dediğimiz zaman, Allah-u Zülcelal, kolaylık verecektir. Benim bu günahtan kaçınmaya veyahutta bu işi yapmaya, kuvvetim yoktur, Allah-u Zülcelal'in ibadetini veya bu dünya işini yapmaya kuvvetim yoktur. Ancak o azim olan Allah-u Zülcelal'in kuvvetiyle bunu yapabilirim, dediğimiz zaman, Allah kuvvet ve kolaylık verecektir.
    Allah-u Zülcelal'i bu şekilde tanımamız lazımdır. O'nu Azim ve Kerim olarak, nefsimizi de zayıf ve aciz olarak tanırsak, Allah'ın yardımı ile her şey, kolay olur İnşaallah.
    Birisi bize küfür söylese, ya da zarar verse, o zaman ben de ona zarar vereyim, desek bu olur mu? Tabi ki olmaz!
    Sen ne gidip de ona zarar vereceksin. Allah'a havale et. Allah bakarsın ki, ne yapacak! Yeterki senin için ve dışın Allah ile olsun. Allah'ı tanımadığımız için, kendi kuvvetimize, zayıf olan bünyemize güveniyoruz. Kendimize güvenmememiz lazımdır. Allah-u Zülcelal'in kuvvetine güvenmemiz, maddi ve manevi olarak O'na teslim olmamız, O'ndan yardım ve kuvvet istememiz lazımdır.
    Bazı insanlar, maneviyat nedir ki diyor. Maneviyat; zahiri âzâların gıdasıdır. Maneviyat olmadığı zaman, el sadakaya gitmez, ayak camiye gitmez, göz harama, kapanmaz. Dinimiz zahirdir. Bunlar olmazsa dinimizin emirleri de yerine gelmez.
    Bu gibi zahiri olan âzâların sevapları ve ibadeti, maneviyata bağlıdır. Maneviyat, ruh ve kalp sağlam olmadığı zaman, mutlaka onlar da günaha gidecektir.
    Nasıl ki zahiri âzâlarımız ruhla ayakta duruyor, yürümek, elleri-mizi kaldırmak, indirmek, bunların hepsi ruha bağlıdır. İbadet de günahlardan muhafaza olmakda ruhun ve kalbin sıhhatli olmasına bağlıdır.

    Bunun için, Allah-u Zülcelal'e ümit ve korku arasında kulluk yapmamız lazımdır.
    Reca nedir? Çok fakir, çok muhtaç, hiç bir şeyi olmayan, açlıktan ölecek şekilde olan bir fakir, bir şeyler almak için bir zenginin kapısına gidiyorsa, bizler de kalbimizi Allah'ın merhametine, lütfuna, şefkatine karşı böyle açacağız ve daima O'ndan isteyeceğiz. Bunu manevi olarak yapacağız, o zaman hiç kimse bilmez, hiç kimsenin haberi olmaz.

    Korku ise; Allah-u Zülcelal'den, O'nun azabından ve mekrinden korkmaktır. İnsan korku içinde de olmalıdır. Nitekim Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:
    "Üç kimse vardır ki, gözleri cehennem ateşini görmez: 1-Allah yolunda gece nöbet bekteyen göz. 2-Allah korkusundan ağlayan göz. 3-Allah'ın haram kıldığı şeylere bakmayan göz." (Taberani)
    Bakınız Allah korkusu, Allah-u Zülcelal katında ne kadar kıymetlidir.
    Ahmed el-Hallac isminde bir zat vardı. Dünya yönünden biraz fakir idi. Onun salih bir annesi vardı. Annesi ona birgün dedi ki:
    "Ey Ahmed! Ne zamana kadar böyle fakir olacağız? Halimiz kötü, perişanız!"
    Annesine üzüldü ve evinin bir köşesine çekilip, Allah'a yalvardı, dua etti:
    "Ya Rabbi, eğer ahirette benim bir nasibim varsa, ondan bir şey biraz bize gönder." dedi.
    Baktı ki evin köşesinde bir nur göründü ve kayboldu. Baktı ki yerde kerpiç şeklinde altın var. Annesine teslim etti ve çarşıya gitti. Annesi de bunu nerede bozduracağız diye düşünerek yattı ve uykuya daldı. Rüyasında kıyametin koptuğunu gördü. Ortada çok güzel bir bina vardı, melekler: "Bu Ahmed el-Hallac'ın binasıdır." diyordu.
    "O kim, benim oğlum mu?" diye sordu. "Evet senin oğlundur." dediler. Annesi içine girdi, baktı, dolaştı. O binanın içinde ki kar-yolanın bir ayağı yoktur. "Bu yatağın ayağı niye eksik!" diye sordu. Melekler:"Siz istediniz, bizde size gönderdik!" dediler. Kadın uyandı. Oğlu gelince:"Oğlum ben pişman oldum. Kusura bakma, özür diliyorum, böyle bir rüya gördüm." dedi ve rüyasını anlattı.
    Bazı insanlara Allah-u Zülcelal hakikaten, dünyalık nimetlerini mükemmel olarak (Ahmed el-Hallac'ın karyolası gibi) vermek istiyor. Bazılarınınkini de biraz dünyada veriyor, çoğunu da ahirette verecek, ama eksilterek verecek.
    Süleyman aleyhisselam, diğer Peygamberlerden sonra cennete girecek deniliyor. Çünkü Allah-u Zülcelal ona dünyada çok fazla verdi.
    Biz Allah-u Zülcelal'e öyle borçluyuz ve Allah-u Zülcelal bize öyle hayırlar dilemiştir ki, bu hayırların en önemlisi de tevbedir. Nitekim Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
    "Kim tevbe edip iyi davranış gösterirse, şüphesiz o, tevbesi kabul edilmiş olarak Allah'a döner." (Furkan; 71)
    Ebu Hureyre radıyallahu anh şöyle anlatmıştır:"Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdular ki:"Allah Zülcelal cenneti yarattığı zaman Cebrail'e:"Git ona bir bak!" buyurdular. O da gidip cennete baktı ve:
    "Ey Rabbim! Senin izzetine yemin olsun, onu işitip de ona girmeyen kalmayacak, herkes ona girecek! Herkes ibadet yaparak kendisini ona müstahak edecek!" dedi. Allah Zülcelal cennetin etrafını mekruhlarla çevirdi. Sonra:
    "Hele git ona bir daha bak!" buyurdu. Cebrail gidip ona bir daha baktı. Sonra da:"Korkarım, ona hiç kimse girmeyecek!" dedi. Cehennemi yaratınca, Cebrail'e:"Git, bir de, şuna bak!" buyurdu. O da gidip ona baktı ve:"İzzetine yemin olsun, işitenlerden kimse günah işlemeyip ona girmeyecektir!" dedi. Allah Zülcelal de onun etrafını şehvetlerle kuşattı. Sonra da:"Git ona bir kere daha bak!" dedi. O da gidip ona baktı. Döndüğü zaman şöyle dedi:
    "İzzetine yemin olsun, tek bir kişi kalmayıp herkesin ona gireceğinden korkuyorum!" (Ebu Davud, Tirmizi, Nesai)
    İşte cennetin etrafı hep nefsin istemediği şeylerle doludur. Kim pehlivansa, o engelleri aşıp cennete girecektir.
    Şunu çok iyi bilmeliyiz ki, nefsin arzuları cehenneme yakın olan şeylerdir. Onun için daima nefse muhalefet etmemiz lazımdır. Dünyada ve ahirette selametli olmak için, böyle yapmak lazımdır.
    Allah-u Zülcelal'in emir ve nehiylerinde daima insan için ferahlık vardır. İnsanın çaresi Allah-u Zülcelal'e tevbe etmektir. Çünkü insan, Peygamber değilse eğer, mutlaka hata sahibidir. O hatadan temizlenmek için, Allah-u Zülcelal'in merhamet kapısı olan tevbe kapısına gitmelidir. Tevbe, imandan sonra Allah-u Zülcelal'in en büyük nimetidir.
    İbn-i Abbas'ın anlattığına göre, kul günahından tevbe edince Allah da onun tevbesini kabul eder. Ayrıca amel defterini tutan meleklere yazmış oldukları günahları unutturur. Bunun yanında işlemiş olduğu kötülükleri âzâlarına unutturur. Hatta gerek yeryüzündeki ve gerekse gökteki makamına da günahlarını unutturur da kıyamet gününde günahına şahidlik edecek hiçbir varlığın kalmamasını sağlar.
    İnsan dili ile af dilerken tekrar aynı günahı işlemeyi düşünürse yapmış olduğu tevbe yalancı tevbesi olur, gerçek anlamda tevbe olmaz. Tevbenin gerçek olabilmesi için günahkarların dili ile af dilediği gibi aynı günahı bir daha işlememeye karar vermesi gerekir. Kul böyle tevbe yapınca Allah-u Zülcelal de, ne kadar büyük olursa olsun, onun işlediği günahı affeder. Çünkü Allah-u Zülcelal, kullarına karşı çok merhametlidir.
    Rivayet edildiğine göre israiloğullarından bir genç, yirmi yıl ibadetle meşgul oldu. Sonra yirmi yılda isyan etti. Bir gün aynaya baktı. Saç ve sakalının ağarmakta olduğunu görünce, yirmi senelik isyanına nedamet ederek;
    "Ya Rabbi! Yirmi yıl sana itaat ettim, sonra tam yirmi yıldır sana isyan ediyorum. Acaba sana yönelir ve tevbe edersem tevbemi kabul eder misin?" deyince, boşluktan duyduğu bir ses şöyle dedi:
    "Bize icabet ettin, biz seni kabul ettik. Bizi terkettin, biz de seni terkettik. İsyan ettin sana mühlet verdik. Ne zaman bize yönelirsen biz yine seni kabul ederiz."
    Buradan da anlaşıldığına göre insan ne isterse Allah-u Zülcelal o kuluna istediğini veriyor. İnsanın tek çaresi hatalarını itiraf edip, merhametlilerin en mehametlisi olan Allah-u Zülcelal'e yönelmektir.
    Allahu Zülcelal böyle kıymetli olan tevbeyi herkese nasip etmez. Tevfik, Allah-u Zülcelal'in vermesidir. Yani biz Allah-u Zülcelal'e ne kadar gidersek, O da bize salih amel yapmakla ve günahlardan muhafaza etmekle bizlere tevfik verecektir.
    Allah-u Zülcelal tevbe ni'metinden mü'min kardeşlerimizi mahrum etmesin ve hepimizi salih amel işlerek rızasına nail olan kullarından eylesin...


    Seni çok Özledim Annem

Sayfa 9/12 İlkİlk ... 7891011 ... SonSon

Benzer Konular

  1. Cevaplar: 1
    Son Mesaj: 04.07.09, 18:35
  2. 33 Yillik Şeyhİn Seyda Hz Ne İntİsabi
    By SiLa in forum Kıssadan Hisse
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 02.10.08, 08:40
  3. Seyda Muhammed El-Konyevi Hz (k.s.)
    By Reyhani in forum Sadatı kiram
    Cevaplar: 3
    Son Mesaj: 23.08.08, 10:51
  4. O Var O Var O Seyda
    By Konyevi Nisa in forum Menzil Şiirleri
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 02.07.08, 10:29

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •