Sayfa 2/2 İlkİlk 12
17 sonuçtan 11 ile 17 arası

Konu: Süleyman Efendi (H.z.) ve Türkiye'de İslam'ın İhyası

  1. #11
    ***
    DIŞARDA
    Points: 7.004, Level: 55
    Points: 7.004, Level: 55
    Level completed: 27%,
    Points required for next Level: 146
    Level completed: 27%, Points required for next Level: 146
    Overall activity: 16,7%
    Overall activity: 16,7%
    Achievements
    kuzat - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Nov 2010
    Yer
    İstanbul
    Mesajlar
    904
    Points
    7.004
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    15

    Standart

    SÜLEYMAN EFENDİ´NİN DEDESİ SİLİSTREYE NEREDEN GELDİ?

    Ortaasya´den gelip Anadolu´yu vatan yapan Rumeli topraklarına Türk İslam medeniyetini taşıyan gönüller sultanı alep erenlerin hizmetleri unutulur mu ? İşte bu gönüller sultanlarından birisi´de Ortasaya´nın ilim ve medeniyet şehri Buhara´den getirilip Fatih Sutan Mehmet tarafından Rumeli yerleştirdiği Seyyitler zincirinden oln Hoca Zade alisaninin Tunaboylarında yaptığı hizmetlerde unutulmaz.
    Fatih Sultan Mehmed Han, Tuna boylarını fethettiği zaman, bu topraklara yerleştirmek istediği Türkleri çok titiz bir seçime tabi tutar. Peygamber Efendimiz (S.A.V.)´in neslinden olan insanları titiz bir araştırmayla tesbit edip himayesine alıyordu.Orta Asya´dan davet ettiği İdris Bey de Seyyidlerden idi. Fatih Sultan Mehmed Han, İdris Beyi kız kardeşi ile nikahlayarak Tuna boylarına "Tuna Hanı" olarak vazifelendirdi.
    Süleyman Himi Tunahan Hazerleteri´nin büyük dedelerinden de olan hocazade İdris bey Tunahanı olarak bölgeye idareci olarak yerleşmiş. Hocazede ailesi yüzyıllar boyu Tunaboylarında askeri ve dini ilimler sahasında Osmanlı yönetimine hizmet etmiş.Türk İslam medeniyetinin Tuna boylarına yayılmasına büyük katkıları olmuştur..
    Osmanlı;23 milyon m2´lik cihan devleti coğrafyasında yaşayan insanları asırlarca huzur ve barış içinde idare etmelerini Hocazede ailesi gibi hizmet ve gönül erleri olan Alp erenlere borçlu. Gönül Erleri´nin dini, İlmi ve askeri sahada yaptığı hizmetler sayesinde Rumeli ve Balkan toprakları asırlarca huzur ve barış içinde yaşamış
    Osmanlı; Makedonya´da 519, Bulgaristan´da 485, Arnavutluk´da 433,Bosna-Hersek´de 415, Sırbistan´da 419, Romanya´da 340, Yunanistan´da 453 yıl, ırk, dil ve din ayrımı gözetmeksizin insanları huzur ve barış içinde nasıl yaşattığı bugün bile merak edilip araştırılmakta...
    Gönüller Sultanından ilham ve feyz alan Osmanlılar Rumeli´de kaldığı süre içinde Yoguslavya bölgesinde 6616, Bulgaristan´da 3339, Yunanistan´da 3771, Arnavutluk´da 1015, Macaristan´da 724 ve Romanya bölgesinde 234 vakıf eseri yaparak insanlığın hizmetine tahsis etmesi Türk-İslam medeniyetinin ihtişamını gösteriyor.
    Osmanlılar tarafından şehir haline getirilen; Nazlı Budin , Prizren, Üsküp,İşkodra, Gümülcine, Selanik, Kavala,Kalkandelen, Piriştine, Sofya, köstendil, Vidin, Rusçuk, Şumnu, Köstence, Plevne, Niğbolu, Kırcalı, Hasköy, Filibe,Razgrad ve Silistre gibi Rumeli ve Tunaboylarında yüzlerce Osmanalı şehrinin kurulmasına öncülük eden işte gönülerleri´nin verdiği ruh ve heyecandır...

    SÜLEYMAN EFENDİ´NİN DOĞDUĞU BULGARİSTAN VE TUNA BOYLARI

    Süleyman Efendiyi tanımak ve hizmetlerini anlamak için, önce ailesinin hayat sürdüğü, çocukluk yılları ve ilk tahsilini yaptığı Tuna boylarını ğrenmek gerek. Tunanehrinin Süleyman Efendinin hayatında ayrı bir anlamı var. Süleyman efendi Soyadı kanunu çıktığında Tunahan soyadını atası İdris beyin Tunahanı olarak vazife yaptığı Tuna nehrinden almayı tercih etmişti...
    Tunaboyları Osmanlı Türk tarihinde çok önemli yere sahip. Tununehri bir anlamda Osmanlı´nın Anadolu´dan Viyanaya kadar uzanan büyük bir medeniyeti kurduğu bölge. Almanya´nın Dunaueşingen şehrindeki Karaormanlardan doğan Tunanehri 2800 Kilometre yol aldıktan sonra kara denize dökülür... muhteşem Tunanehri kenarınada en uzun süren ve en kalıcı medeniyeti kuran Osmanlı Türk tarihi ile Tunanehri birlikte anılmış. Tunanehri üzerine şiirler yazılmış,Tuna nehri Roman ve hikayelere konu olmuş.. Edebiyatçılarımıza ilham , Akıncılara güç kaynağı olmuş. Tunanehri küffara geçit vermezken, müslüman Türk akıncıları ve Asker-i hümayunu viyana kapılarına ulaştırmış..
    Tunanehri ile ilgili yazılıp söyleneneck çok şey var. İşte en önemli tesbitlerimzden birisi. Osmanlı akıncıları Silah kuşanarak Tunanehri üzerinden geçtiği sayıların miktarı ölçüsünde kendilerine rütbe verilirdi. Tuna nehrinin suladığı, İsmailiye, Dobriç, Köstence, Babadağ, Silistire, Ruscuk´u, Vidin, Budin´den ta Viyaneya kadar uzanan bereketli ovalar ve verimli araziler... Tunanehri Osmanlı döneminde daha berektli olmuş ve Tunaboyları en huzurlu dönemini Osmanlılar zamanında yaşamıştı.
    Tunanehri Balkanlar ve Rumeli topraklarına veda etmesininde sembolüdür. Pilevne kahramanı Gaziosman paşanın kahramanlıklarını anlatan Tunanehri akmam diyor marşı Tunaboyları ve Rumeli topraklarına vedamızıda yansıtıyor.
    Hizmet erlerinin kurduğu Rumeli ve Tunaboylarındaki Osmanlı şehirlerindeki binlerce Osmanlı vakıf medeniyetine ait eserler bütün vefasızlığa rağmen geçmişin ihtişamını haykırıcasına dim dik ayakta...Rumeli ve Tuna boylarında Türk islam medeniyeti kurulmasına vesile olanlardan biriside Süleyman Hilmi Turahan´ın dedeleri olan Hoca zade ailesiydi..
    Bulgaristan´ın asırlarca Türk hakimiyetinde kalmasının bu insanların gayretleri, Bulgarlara örnek olan yaşantıları ile mümkün olduğunu söylemek yanlış olmaz. Süleyman Hilmi Tunhan İdris Bey´in neslinden 1888 yılında Silistre vilayeti´nin Razgrad ilçesi esk adı İsperih olan Kemallar nahiyasine bağlı Ferhatlar Köyünde Kaymak hafızın torunu Hocazade Müderris Osman Efendi´nin 4. erkek evladı´nın en küçüğüdür.


    SÜLEYMAN EFENDİ´NİN BABASI VE İLK HOCASI OSMAN EFENDİ´NİN RÜYASI

    Süleyman Hilmi Tunahan´ın büyük bir alim olacağı hakkında önemli bir çok kaynak vardır. İşte bu kaynakmlardan birisi babasına aittir..
    "Osman Efendi, gençlik çağında İstanbul´da tahsilde iken bir rüya görür. Rüyasında vücudundan çıkan bir parça gökyüzüne çıkar ve etrafa ışıklar saçar. Osman Efendi, bu rüyayı kendi sulbünden gelecek hayırlı bir evlada yorar. Dünyayı ma?nen aydınlatacak bir evlada yorar. Memleketi olan Silistre´ye döndüğünde evlenir ve rüyasının tecellisini beklemeye başlar. Osman Efendi´nin Fehim, Süleyman Hilmi, İbrahim ve Halil isimli dört erkek evladı dünyaya gelir. Osman Efendi, Süleyman Hilmi dünyaya gelip büyümeye başlar başlamaz tesbit ettiği alametlere göre bütün ümidini ona bağlıyor.Süleyman Hilmi Tunahana babası Osman Efendi, büyük bir hürmet göstermekte ve odasına geldi zaman "Buyurun Süleyman Efendi oğlum" diye ayağa kalkmaktadır. Süleyman Efendi, bu halden öylesine mahçup olmaya başlamış ki, babasının huzuruna girmek için onun başını eğerek kitab okuduğu, mazgala kahve sürdüğü veya geleni göstermeyecek bir işle meşgul olduğu anları seçmeye başlamıştır.
    Nakledilen bu bilgilerden hareketle Türk kültüründe rüyaların önemli bir yeri olduğunu söylemek mümkündür.
    Süleyamlan Efendi´nin doğum yeri, çocukluk yıllarını geçirdiği Osmanlı´nın Rumeli eyaletıne bağlı olan Bugünkü Bulgaristan´ın Deliorman Bölgesine gidiyoruz... Deliorman´ın merkezi Razgrd´dayız.. Bugünkü İsperih olan kemaller adeta yem yeşil ormanlarla kaplı.. Bir orman denezini andıran bu bölgye Türkler Doluorman adınıda vermişler.Doluorman Bölgesi´nin bereketli toprakları geleceğin büyük islam Alimi Süleyman Hilmi Tunahan gibi cihan şümul bir din adamının yetişmesinde çok büyük katkısı olmuş. Bereketli Doluorman toprakları tarih boyu Türk milletine Ünlü Askerler, Alim ve fazi din adamları ve Türkün adanı dünyaya duyuran Kocayusuf gibi Pehlivanlar´da yetiştirmiş.. Asırlarca Rumeli ve Tunaboylarının manevi bekçiliğini yapan Demirbaba tekkesi bile Kemaller kasabasında... Bu günün Bulgar Devlet yöneticileri bile tarhi tekkeyi koruma altına almış.....
    Türkler tarafından adı konan Doluorman bölgesinin eski adı Kemaller olan İsperih belediye Başkanı Adil Reşitoğlu´nun Süleyman Hilmi Tunahan´ın doğum yeri Ferhatlar köyü´nün kuruluşu ile ilgili önemli bilgiler veriyor..


    NACİP FAZİL KISA KÜREK´DEN ÖNEMLİ ARAŞTIRMA

    Büyük Şair Necip Fazıl, Süleyman Efendi´nin damadı Kemal Kacar´dan dinlediğini şu sözler çok önemlidiri.
    ..."Osman Efendi, oğlu Süleyman Hilmi Tunahan´a bağladığı ümidden dolayı onun yetişmesi için hiç bir fedakarlıktan kaçınmamıştır."
    Süleyman Hilmi Tunahan´ın satırlı medramkasinde gördügü tahsil hayatı sicil özetindeki bilgiler çok net bir şekilde yşu yşekilde igfaded edelkiyiti.
    "Kasaba-i Mezkure Mekteb-i Rüşdiyesinden neş´et ettikten ve Satırlı Medresesinde bir miktar ulum-u Arabiyye tederrüs eyledikten sonra..." i
    "Oğlum, Usulü Fıkıh ilmine iyi çalışırsan, dininde kuvvetli olursun. Mantık ilmine iyi çalışırsan ilminde kuvvetli olursun." Süleyman Efendi´nin sicil özeti´ndeki bilgilere göre İstanbul´daki tahsil hayatı şöyledir:

    SÜLEYMAN EFENDİ TAHSİL İÇİN İSTANBULA GELİYOR...
    "Dersa?adet´e gelerek Fatih Cami-i Şerif´i Dersiâmlarınlarından Bafralı Ahmed Hamdi Efendi´nin halka-i tedrisinde ulum-u âliye-i Arabiyye tahsilini bi´l-itmam ahz-ı icazete muvaffak olmuş ve dahil olduğu Medrese-i Süleymaniye´den icazetname alarak neş´et etmiştir. Rüşdi Şehadetnamesiyle Ahmed Hamdi Efendi´den aldığı icazetnamenin Fatih Harik-i Kebiri´nde muhterik olduğu, Türkçe ve Arapça tekellüm ve kitabet eylediği tercüme-i hal varakasında münderictir". Bu tarihi belgeler Süleyman Himi Tunahan´ın devrin en önemli eğitim kurumlarını başarı ile bitirdiği ve diplama aldığını göstermekte.
    Süleyman Hilmi Tunahan Hazreteti´nin İstanbul´daki tahsil hayatının 4 ana başlıkta şöyle özetleyebeliriz.

    1- Fatih medresesi Dersiâmlarından Bafralı Ahmed Hamdi Efendi´den Ders ve İcazet Alması
    2 Darü´l-Hilafet-i Ali (Sahn) Kısmındaki Tahsil Hayatı
    3-Medresetü´l-Mütehassısin (Süleymaniye Medresesi)ndeki tahsil hayatı
    4- Medresetü´l-Kuzat (Hukuk Fakültesi) Tahsili
    Bu bilgilerden Süleyman Hilmi Tunahan´ın çağındaki ilimleri çok iyi tahsil ettiği bugünhünü deyimi ile profösürlük üvanınana sahıp olduğunu göstermektedir.

    SÜLEYMAN EFENDİ TALEBE OKUTMAYA BAŞLIYOR
    Süleyman Hilmi Tunahan, dini ilimlerdeki bu tahsilinden sonra İstanbul Müderrisleri arasında yer alarak yıllarca medreselerde Arapça ve Türkçe İslami ilimler okutmuştur. Medreselerin kapatılmasıyla beraber tercihini yine talebe okutmaktan yana yapmış ve uğradığı sayısız baskı ve tazyike rağmen dini hizmetmleri terek etmeyerek gayesini şu veciz sözlerle ifade etmiştir:
    "Bizim hiç duracak zamanımız yok. Ümmet-i Muhammed´in evlatları cehenneme bir sel gibi akıp giderken, biz onlara seyirci kalamayız. Bu selden ne kurtarırsak kârdır."
    Süleyman Hilmi Tunahan Efendi, hayatı boyunca yetiştirdiği talebelerden hiç bir zaman ücret almamış, üstelik, okuttuğu talebelere sık sık harçlık vermek suretiyle onları dini ilimleri tahsil etmeye teşvik etmiştir. Süleyman Hilmi Tunahan´ın şu sözleri hayatının ve gayesinin bir düsturu olmuştur: "Talebeden para alınmaz, talebeye para verilir." Dersiâmlık maaşı dahil, devletten aldığı hiç bir ücrete dokunmayıp, talebelerine sarf etmişti.
    Süleyman Hilmi Tunahan´ın bu davranışından dini ilimleri tahsil etmek isteyen insanların para alınmayacağını ve yüce dinin hiç bir zaman siyasi ve ticarete alet edilmemesi gerkitğinide öğretmiş oluyordu.

    SÜLEYMAN EFENDİ´NİN GAYESİ..

    Talebeleri O´nun gayesini ve eserlerini şöyle izah etmektedir:
    " Kuran Kursları, aziz milletimizin manevi susuzluk ve gıdasızlıktan boğulmak üzere olduğu bir devirde ab-ı hayat çeşmesi olarak, ihlas ve feyiz ocakları halinde vazife göregelmiştir. Açılan Kur´an Kurslarında yetişen çok kıymetli ilim ve irfan sahibi gençler, Diyanet İşleri Başkanlığı´nda verdikleri ilmi ehliyet imtihanlarıyle memleketimizin çeşitli yerlerinde müftü, vaiz, imam, Kur´an Kursu öğretmeni ve müezzinlikler gibi dini vazifeler almışlar ve bugüne kadar İslama yakışır bir ahlak ile vazifelerine devam edegelmişlerdir."
    Bu ifadelerden Süleyman Hilmi Tunahan´ın kendi çağında öncelikle memleketin ihtiyacı olarak gördüğü müftü, vaiz, imam, Kur´an Kursu hocası yetiştirmeyi hedeflediği
    anlaşılmaktadır.
    Süleyman Efendi, İslam´ın naçiz bir hizmetkarıdır. Hayatını Kur´an öğretimine vakfetmiş, Kur´an´ı bilen ve yaşayan öğrenciler yetiştirmeye gayret etmiştir. Onun talebelerine emanet ettiği davayı kendilerinin bir sözüyle izah etmek mümkündür:
    "Bu vazifeleri siz devam ettireceksiniz. Buna mecbursunuz. Bunu yapmadığınız takdirde şu on parmağımı mahşerde yakanızda bulacaksınız. En nâmüsait şartlarda dahi talebe okutmaya devam edeceksiniz. Dağ başında olsanız ve elinize bir kişi geçse ona Kur´an´ı ve dini öğreteceksiniz..."
    "Biz Kur´an´ı talim ve telkin etmekle de kalmıyor, hadis ve fıkıh başta olarak diğer bütün İslami ilimleri, çocukların zevk ve anlayış seviyelerine göre ruhlarına sindirmeye çalışıyoruz. Yani gayemiz, İslam renk ve nakışlarıyla ruhlarını bezemiş ve ana sermayesini yığmış vecd ve ihlas içinde bir yeni gençlik yetiştirmektedir"
    Süleyman Hİmi Tunahan´nın gayesi hakkında Necip Fazıl´ın görüşleri ise şöyledir.
    "Neleri ve ne şekilde okuttuklarını yakından bilmekle beraber, kat?iyyetle tesbit edebilirim ki, yaptığı yapabildiğiyle Kur´an Kurslarının bu memlekete getirmek istediği şey, katışık kabul etmez bir islam süzgeci içinden süzülen ve hiç bir hatır ve gönüle tabi olmayan İslam İrfanıdır."
    "Evliyanın kılıcı kınında değildir. Kimseyi kesmezler ama üzerlerine giden kesilir"



  2. #12
    ***
    DIŞARDA
    Points: 7.004, Level: 55
    Points: 7.004, Level: 55
    Level completed: 27%,
    Points required for next Level: 146
    Level completed: 27%, Points required for next Level: 146
    Overall activity: 16,7%
    Overall activity: 16,7%
    Achievements
    kuzat - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Nov 2010
    Yer
    İstanbul
    Mesajlar
    904
    Points
    7.004
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    15

    Standart

    SÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN HANGİ ŞARTLARDA TALEBE OKUTTU


    3 Mart 1924 yılında çıkarılan kanunla medreselerin kapatılmasından sonra Süleyman Hilmi Tunahan Efendi medrese usülüne uygun olarak aynı tedrisatı devam ettirmek istemiş ve bu hususta çareler aramaya başlamıştır. O gün hayatta olan yaklaşık 520 müderrisle yapılan toplantıda onlara her birinin ikişer talebe bularak medreselerde okutulan ilimleri okutması halinde milletin dini ihtiyacını daha 50 yıl karşılayabileceklerini söylemiş fakat kendisini bu hususta destekleyen olmamıştır. Türkiye´de din eğitimi tamamen yasaklandığı için bir çok dersiam korkarak köşesine çekildiği halde o kendi iki kızını okutmak suretiyle eğitime başlamış ve ömrü boyunca devam etmiştir. Dersiamların talebe okutmak istemeyişleri ile alakalı olarak söyledikleri "Artık hocalıkta bize ekmek kalmadı. Bize tevdi edilecek yeni mesleklere gidelim" sözüne Süleyman Efendi´nin cevabı şöyle olmuştur:
    "Efendiler, hocalık bir meslek, bir ekmek teknesi değildir. Hocalık, Allah´ın, Resülullah´ın, Kitabullah´ın ve Din-i Mübin-i İslam´ın tebliğ memurluğudur." O, bu sözleriyle yukarıda da belirtildiği üzere dinin bir ticaret malı olarak görülemeyeceğini ifade etmiştir.
    Süleyman Efendi, talebe okuttuğu için sık sık polis takibatına maruz kalmıştır. Medreselerin kapatılmasıyla başladığı vaizlik vesikası da elinden alınmış ve uzun zaman geri verilmemek suretiyle vaizlik yaptırılmamıştır.
    Süleyman Efendi, din eğitimi yaptırmak için hiç bir zaman normal şartların meydana gelmesini beklememiştir. Din eğitimi için uygun bir zemin de aramamıştır. Zaman olmuş trende seyahate çıkarak yanına aldığı talebeleri okutmuş, zaman olmuş, çiftlik kiralayarak işçi tutmuş ve işçilere hem ücretlerini vermiş hem de din eğitimi vermiştir. İşçileri çalıştıkları yerden kendine alabilmek için de daha fazla ücret vermiştir. Bu şekilde yetiştirip müftü, imam, vaiz olarak vazife almalarını sağladığı çok sayıda terzi, inşaatçı ve benzeri işçi mevcuttur. Çatalca´nın Kabakça Köyü´ndeki Halid Paşa Çiftliği´ni kiralayarak Sirkeci´den Anadolu´dan gelen işçileri yanına almış ve onları okutmuştur. Böylece yasaklanan din eğitimini polisin takibine uğramadan uzun zaman devam ettirmiştir.
    Süleyman Efendi, nasıl talebe topladığını şu sözleriyle ifade etmektedir:
    "Okutma imkanı yoktu, fakat okuyan dahi bulamadım. Bir zaman geldi mebus maaşı kadar para verip talebe okutmak istedim, bulamadım. Parayı alıp kaçıyorlardı, çünkü korkuyorlardı. O zaman ümidim kırıldı. Bu ilimler yeryüzünden kaybolacak diye korkuyordum. Bunun üzerine kızlarımı okutmaya başladım. İleride torunlarım olursa onlara öğretirler ve böylece bu ilimler yeryüzünden kaybolmaz, dedim. Fakat sonradan Cenab-ı Hak sebepler halketti ve okutma imkanı buldum. Yaşlılardan başladık, gençler daha sonra geldi. Ve şimdi yürüyor. Bütün bunlar, Cenab-ı Hakk´ın bize lütfudur."
    Süleyman Efendi, sadece talebe okutmakla eğitim vermemiş aynı zamanda vaiz olarak camilerde vaaz etmiştir. Bunun yanında camilerin müezzinliklerinde, apartman bodrumlarında, bulabildiği her yerde talebe okutmaya çalışmıştır.
    SÜLEYMAN EFENDİ´NİN İLK TALEBELERİ
    Yeni bir ilmiye sınıfının ilk tohumları yeşerirken, ilmiye sınıfını madden ve ma?nen destekleyecek gönüllüler halkasını teşkil etmeye çalışmıştır. Gedikpaşa´daki Azakzade Apartmanı´nın bodrumunda Avukat Osman Bey, Hacı Refik ve Mehmed Efendi´yle oluşan halkaya, sonra Biletçi Mehmet Bey, Tüccar Çırpanlı Mustafa Efendi, Beypazarlı Terzi Ali Bey, Kalaycı hocalar dahil oluyor, samimiyetle ve ihlasla söylenen "Allah" lafzının etrafındaki çember gittikçe büyüyordu.
    Bu ifadelerden Süleyman Hilmi Tunahan´ın talebe seçiminde de hiç bir hususi metod takip etmediğini, kendisine gelen her insanı din eğitimine tabi tutup yetiştirdiğini görüyoruz.
    Kendisine gelen ve ders okuyan bu insanlar çok kısa zamanda yetişmişler ve Anadolu´nun muhtelif yerlerinde imam, vaiz, müftü olarak vazife almışlardır. Süleyman Efendi´nin çok kısa süren bu din eğitimi, kendi çağdaşlarını bile şaşırtmış, yer yer kıskançlıklara sebeb olmuştur. En fazla üç-beş sene süren dini tedrisattan sonra talebelerinin resmi makamlar tarafından açılan imtihanlarda başarılı olmaları karşısında şaşkınlıklarını gizleyememişlerdir.
    Süleyman Efendi´nin talebelerinden Hüsnü Yılmaz 18 yaşında Balıkesir Müftüsü olarak tayin edildiği zaman o günün gazeteleri "Türkiye´nin en genç müftüsü Balıkesir´e atandı" şeklinde manşet atmıştır.
    Necip Fazıl Kısakürek, Süleyman Hilmi Tunahan Efendi´nin çok genç yaşta ve yaşlı insanları yetiştirmesi karşısındaki düşüncelerini şöyle anlatmaktadır:
    "Süleyman Efendi beni bu gençler temasa geçirmiş ve bahçemizde yattığı halde haberimizin olmadığı bir hazinenin keşfi gibi, hayretle karışık bir takdir duygusuna boğmuştur. Evet o zamana kadar cansız bir ezber zemini üzerinde öne arkaya sallantılı, papağanvâri bir tekrarlama işinden ibaret zannettiğim ve İslam´ın, fezayı milyonlarca projektörle delici kainat görüşlerine yabancı saydığım Kur´an Kursları faaliyeti, hayret ve saadetle gördüm ki, gökten necaset yağan bir devirde üzerlerine tek kir bulaşmamış, zeka ve irfanları her inceliğe ulaşmış güdücüler elindedir ve bu genç güdücüler mevki ve istikamet noktasından, bütün dost ve düşman kutupları, doktorların sıhhat ve marazı tanıdıkları gibi teşhis ehliyetindedir. Diyebilirim ki Türkiye´de, Kur´an Kursları Topluluğu ayarında vahdet, merkeziyet ve davalarında salabet belirtici ikinci bir teşekkül mevcut değildir. Bu topluluk terbiyesini Silistreli Süleyman Hilmi Tunahan´dan alanların veya alanlardan alanların tablolaştırdığı kadrolardır ve bu tabloda şahıs, fikir, ilim, usul, her unsurun doğrudan doğruya bağlı olduğu tek mihrak tek kelimeyle şeriattır. İşte bağlılıklarındaki kuvvete bu manayı verdiğim, bütün gençliğe tavsiyem gibi şeriatı bu manada idealleştirmelerini ve şeriat aşkını bu manada şuurlaştırmalarını beklediğim ve kendilerini yeni iman neslinin en saf ve en temiz damarlarından biri saydığım Kur´an Kursları topluluğuna yakınlığım buradan geliyor.
    SÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN´IN TALEBELERİNE OKUTTUĞU KİTAPLAR
    Süleyman Hilmi Tunahan Efendi´nin eğitimde takib ettiği metod, Osmanlı Medreselerinde takib edilen metodla aynilik arzetmektedir.
    Kendisinin yazdığı "Kur´an Harf ve Harekelerini En Kısa Zamanda Okumağı Öğreten Yepyeni Bir Tertip ve Usül" adlı "Kur´an-ı Kerim Elifbası" hayatta iken yazdığı ve okuttuğu bir küçük risaledir. Bu risale ile talebelerine üç gün içinde Kur´an-ı Kerim okumayı öğretmiştir.
    Bu küçük eser, Süleyman Hilmi Tunahan Efendi´nin rahle-i tedrisinde bulunan bütün talebeler tarafından okunmuş ve çok kısa zamanda netice alınmıştır. Süleyman Efendi´nin ilk hedefi talebelerine Kur´an-ı Kerim öğretmek olmuştur.
    Süleyman Efendi, muasırlarından farklı bir metod takip etmiştir. Medreselerde uzun yıllar okutulan kitapları çok kısa bir zamanda talebelerine okutarak yeni bir çığır açmıştır.
    O´nun Kur´an-ı Kerim öğrettikten sonra okuttuğu ilk kitap Hazreti Ali tarafından yazılan "Emsile" olmuştur. O, Hazreti Ali´nin yazdığı Emsile´yi okutmakla Hadis-i Şerif´te buyurulan "İlim Şehrinin Kapısı´nın bir eserini okutmuş olduğunu söylemiştir. Ulum-u Aliyye (Alet İlimleri) denilen Sarf ve Nahiv ilminden sonra Osmanlı Medreselerindeki usülü takib ederek, İslami ilimleri de Arapça kaynaklarından okutmuştur.
    Yok olmaya yüz tutan, unutulmaya terkedilen iman, itikad, ibadetle alakalı hususları öğretmek üzere tedris usülüne "Emâlî" ve "Ömer-i Nesefi" isimli akaid kitaplarını almıştır.
    Süleyman Efendi, Şerh-i Akaid (Kesteli) ile günümüzdeki ve tarihteki Ehl-i Sünnet dışına çıkan isimleri talebelerine tanıtmıştır. O´nun, tedrisatta yaptığı mühim bir değişiklik de şudur:
    Osmanlı devrinde medreselerde dersiam dersi anlatıyor, talebe dinleyip takrir metoduna başvuruyor ve bütün metni ezberliyordu. Süleyman Efendi ise, belli başlı eserleri ezberletmiştir. O, kendi metodunu şu sözlerle izah etmiştir.
    "Şimdi sür´at zamanıdır, tahsili uzatma zamanı değildir."
    Süleyman Efendi, eğitimde yaptığı bu köklü değişiklikle Cumhuriyet devrinin din adamı ve yetişmiş insan ihtiyacını karşılama yönüne gitmiştir.
    SÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN EFENDİ´NİN DİN HİZMETLERİ
    Süleyman Hilmi Tunahan Efendi, ilk defa 1951 yılında Konya Lezzet Lokantası Sahibi Mustafa Bey´in Çamlıca´daki evinin birinci katında Kur´an Kursu açılmıştır. İlk resmi Kur´an Kursu ise 1952´de Aziz Mahmut Hüdai Hazretleri´nin çilehanesinin yanında bulunan bir binada, Üsküdar Müftülüğü´ne bağlı olarak faaliyete geçmiştir. 1955´lerde sadece bir kursta 160 talebe huzur içinde ders okuyordu.
    Süleyman Efendi, 1950´li yıllarda da çeşitli sebeblerle takibata uğramıştır. Bunlardan en önemlisi Cezayir´in istiklâli hususunda 18. 4. 1956 Çarşamba günü Sultanahmet Camii´nde yaptığı konuşma üzerine gözaltına alınmış ve ifadesine başvurulmuştur.
    Süleyman Efendi´nin 3. defa tevkifi ise 1957 senesinde olmuştur. düzenlenen bir komplo ile sahte mehdilik iddiasında bulunan Tavşanlılı Akif adlı bir kişinin yaptığı gösteriyi Süleyman Efendi´nin kışkırttığı öne sürülmüştür.
    Bunun üzerine Süleyman Efendi ve damadı Kemal Kacar yargılanırlar. Ve bir kaç ay sonra beraat etmişlerdir.
    Süleyman Hilmi Tunahan Efendi, hayatı boyunca üç kere tutuklanıp defalarca polis takibine maruz kalmasına rağmen hiç bir zaman mahkûmiyet almamıştır. Buradan şu manayı çıkarmak mümkündür: Süleyman Hilmi Tunahan Efendi´nin yaptığı bütün din eğitimi hizmeti tamamiyle kanunidir.
    Süleyman Efendi, 16 Eylül 1959 günü yüksek şeker hastalığından vefat etmiştir. Cenazesi, Hükümetten alınan izinle Fatih Camii haziresine defnedilecek iken devrin İçişleri Bakanı Namık Gedik´in emriyle Karacaahmed Mezarlığı´na defnedilmiştir.
    Süleyman Efendi´nin 16 Eylül 1959´da vefat etmesinden sonra da kurduğu müesseselerinin sayısı hızla artmıştır. Kendisinin ve talebelerinin yalnız Türkiye´de değil, Avrupa´dan Amerika´ya, Kazakistan´dan Romanya´ya kadar dünyanın muhtelif ülkelerinde tesis ettikleri Kur´an kursları mevcuttur. Bunların sayıları 2500 civarındadır.
    Süleyman Efendi´nin müesseseleri Kurs ve Okul Talebelerine Yardım Derneği adıyla hizmetlerine devam etmektedir.
    SÜLEYMAN EFENDİ YÜZLERCE MÜFTÜ ,VAİZ VE DİN ADAMI YETİŞTİRDİ
    Süleyman Efendi, hayatı boyunca sadece talebe okutmakla ve din eğitimi vermekle iktifa etmemiştir. Uzun yıllar Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde İstanbul´un bir çok büyük camiinde vaaz etmiş ve sıradan cami cemaatini derinden etkilemiştir. Onun sohbetlerinde bulunan insanlar, hayatlarını İslam´ın inceliklerine göre tanzim etmeye çalışmışlardır. Buna kitlesel din eğitimi demek mümkündür. Ancak bu hususta yapılmış bir araştırma mevcut değildir. Din adamlarının tabii tesir sahasına giren insanların hayatlarını onların söyledikleri istikametinde değiştirmesi Türk kültür hayatında önemli bir yer tutmaktadır...
    Devamı var...
    "Evliyanın kılıcı kınında değildir. Kimseyi kesmezler ama üzerlerine giden kesilir"



  3. #13
    ***
    DIŞARDA
    Points: 7.004, Level: 55
    Points: 7.004, Level: 55
    Level completed: 27%,
    Points required for next Level: 146
    Level completed: 27%, Points required for next Level: 146
    Overall activity: 16,7%
    Overall activity: 16,7%
    Achievements
    kuzat - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Nov 2010
    Yer
    İstanbul
    Mesajlar
    904
    Points
    7.004
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    15

    Standart İslâm ilimlerini O tekrar yayacak, manen O, vazifelidir

    İslâm ilimlerini O tekrar yayacak, manen O, vazifelidir


    İslâm itikat ve inancına göre, Evliyaullahtan herhangi bir velinin kerameti, o velinin ümmeti olduğu Peygamberinin mucizesinden bir cüz olduğu kesinlikle kabul edilmiştir. Gerçek budur.
    Hatırat 8 Kasım 1978 Çarşamba



    Yunak eski Müftüsü Süleyman Tanrıkulu Hoca yazıyor. “Babam Müderris Hacı Hüseyin Efendi, “İslâm ilimlerini O tekrar yayacak, manen O, vazifelidir”
    derdi. 20 yıl müddetle Konya’nın YUNAK kazasında Müftülük yapan ve geçen yıl Şile vaizliğinden emekliye ayrılan Süleyman TANRIKULU Hoca, pederi (merhum) Müderris Hacı Hüseyin efendinin Süleyman Efendi Hazretleri (K.S.) hakkında sözleri de, gazetemize gönderdiği aşağıdaki yazılarında nakletmektedir.

    Yazı işleri müdürlerimizden Hüseyin Avni Tanrıkulu’nun da pederi olan Süleyman Hoca’nın yazdıkları aynen şöyledir.

    Süleyman Hoca Yazıyor

    Asrımızın büyük Müceddidi Süleyman Efendi Hazretleri (K.S.) muazzez ruhlarına ithaf!...

    İslâm itikat ve inancına göre, Evliyaullahtan herhangi bir velinin kerameti, o velinin ümmeti olduğu Peygamberinin mucizesinden bir cüz olduğu kesinlikle kabul edilmiştir. Gerçek budur.

    İki cihan serveri Fahri Kâinat (SAS) Efendimiz Hazretleri, Cenab-ı Kibriyanın lütuf buyurdukları dünyaya teşrif eden 224 bin peygamberin izâmın mazhâr oldukları mucizelerin ekmel ve etem derecesinde Kuran-ı azimüş-şan’la teyit edilmiştir. İnsan akıl ve havsalasına sığmayacak derecede azâmetteki hikmetfeşan hadiseler ki, kavramak şöyle dursun, izaha kalkmak dahi zordur. Bunu izah etmek güneşe nazaran bir zerre kainata kıyasla bir atom çekirdeği demekten başka bir ifade tarzı yoktur.


    Hâtemül-Enbiyâ (SAS) Efendimiz Hazretlerinin mübarek zatında ekremiyet, efdâliyet ve meziyetle, beşerin en ulvî mertebesi temsil edilmiştir.

    Bir mevzuu dağıtmamak için onun mucizelerini içerisinde cem eden ve en büyük mucizesi olan Kurân-ı azimüş-şan’dan bahisle iktifa ederek sözü, Kurân’a hizmet ve onu ihya etmenin dahi en büyük keramet olduğuna atfu nazarla, Cenab-ı Kibriya’nın büyük lütfuna mazhar olan Süleyman Efendi Hazretleri (K.S.)’ne getirmek istiyorum.


    Kurân-ı Kerim her şeyi açıklayan büyük bir kitaptır. Bir harfinden binlerce mana çıkar. O, bütün ilimlerin kaynağı ve aslıdır. Ezelden ebede kadar ekmel ve eşrefi mahlukât olan beşeriyyetin fiziki yapısının nizâmı, ruh yapısının, gıdalarının iksir derecesindeki menbaı ve menşei!...Dünyamızın ve dünyamızın da ötesindeki ecramın ve var olan her şeyin güneşi, ruhu, ziyası ve hayatı... Ebedî saadet diyarının öncüsü, müjdecisi, aklı selim sahiblerinin imamı, rehberi ve önderi...


    Bunları niçin söyledik? Kurân-ı Kerimi her kim nasıl tarif ederse, bu onun kendi kavrayış ve kemal derecesi nisbetindeki ifadesidir. Biz bunu ifade edelim ki, Kurân-ı Kerim arşı azamdan ismi Azama ve Zat-ı Ecelli Alâya tealluk ettiği cihetle dünyaya sığmaz. Ehli dünyanın, bu muazzam rahmeti, ezeli ve ebedi sıfatı izahı da çok güçtür.



    İşte asrımızın büyük velilerinden birisi olduğundan ehli kemâlin ittifak ve aklı selimin teslim ettiği merhum Süleyman Efendi Hazretleri (K.S.), gelişi güzel herkesin tariflerinin ötesinde, bir marifet ehli büyük bir zattır. Bizans entrikalarıyla susturulmak istenen İslâm’ın ezeli ve ebedi sesini küfrün yüzüne karşı haykırarak, ulemânın bir çoğunun hocalığını, müslümanların da müslümanlıklarını gizlemek mecburiyetinde kaldıkları bir devirde. Süleyman Efendi Hazretleri (K.S.) İslamı yaymış ve onu ihya etmiştir. İslâm’ın beş temel şartını, Allah’ı zikretmeyi, hatta bir mevlid, bir hatim cemiyeti ve bir yağmur duasının bile tam bir hürriyet içerisinde yapılamadığı, müslümanların kendi öz vatanında ve kendi öz evladına mukaddes kitabını okutamadığı o kara günlerinde her şeyi göze alıp bir fedakarlığa katlanarak bilâ fâsıla icâbı hale göre İslâm dinine asrımızda görülen en büyük hizmeti o yapmıştır. O bir kaçakçı, bir cani ve bir vatan hainine reva görülebilecek her eza ve cefayı göze alarak bu işe girişti ve bunu pekâla başardı. Cenab-ı Hak’kın kendi Mermaniyle ?????????????????????????????? ?????? diye buyurduğu yüce kitabına sımsıkı sarılan enbiya, evliya ve şehidler diyarı cennet vatanımızda müslüman çoçuklarımıza Kuran-ı Hakim ve ulûm-ı diniyyeyi öğretti.



    Söz bu noktaya gelmişken merhum pederin müderris Hacı Hüseyin Efendinin Süleyman Efendi Hazretleri (K.S.) hakkındaki hayranlığından gelen bir hatırayı nakletmek istiyorum. Pederim Osmanlı medarisi ilmiye ulemasından ve hilafeti âliyye-i Osmaniyyeden müderrislik berâetini hâiz bir zat idi. Medreselerin ilgâsından sonra ulûmi diniye ve ulûmi arabiyye tedrisatını saklı ve gizli olarak kendi bölgesinde (Konya civarındaki Yunak’a bağlı kasaba ve köylerde) devam ettirdi. Pederim talebelerine ders verirken sık sık Süleyman Efendi Hazretleri (K.S.)’ne olan hayranlığından bahsederdi. Bazen şöyle söylerdi: “İhtiyarım, O mübarek zât’ı İstanbul’a kadar gidip ziyaret etmekliğim benim için bir borçtur. Bizden sonra İslâm ne olacak, bunu kim devam ettirecek? İslâm ilimlerini Türkiye’de o yaygın hale getirerek devam ettirecek olan zat, O zâttır. O, manen vazifelidir. Ben bu ilmin içerisindeyim ve bu ümit ile hayata gözlerimi kapayabilirim.”



    Bunları söyler ve söylerken de gözlerinden çıkan yaşlar sakalından aşağıya şarıl şarıl akardı.



    Kendisi medresesinin kapatılması sırasında üzüntü neticesi müptela olduğu kalb hastalığından uzun müddet müzdarib olmakla birlikte derslerini bir saat terk etmezdi. (Kabri nur olsun) o tarihte yaşı 80’i mütecavizdi. O sıralarda Emirdağında müftülük yapan muhterem ağabeylerimizden ve hala emekli bulunan efazili ulemadan Kalaycı Hoca Efendi var idi. Kendisi Süleyman Efendi Hazretleri (K.S.)’nin yetiştirdiği binlerce ulemâdan birisidir. Müftü Kalaycı Hoca Efendiden (Mehmet Oral), Efendi Hazretleri (K.S.)’nin kısıklıdaki evinin adresini alarak köye döndüğünde bir zindelik, bir heyecan vardı pederin yüzlerinde. Kendimi tutamadım ve sordum: “Bunun sebebi nedir” dedim. Bana cevaben dedi: “Oğlum, çok mutluyum. Elhamdülillah inşaallah o büyük zatın ziyaretine gidebileceğim. Hem bu hususta rüya da gördüm. ( Süleyman Efendi Hazretleri (K.S.)’ni ziyarete gideceğine dair bir rüya görmüş) Hayretler içerisinde kaldım. Kendisine: “Baba, sen kırk yılda bir, birkaç saatlik yolculuktan şu kadar rahatsız oluyorsun? Nasıl olur ( O günün şartı ile ) tâ İstanbul’a gidebilirsin?” deyince pederin yüz hatları birden değişti ve benim o sözlerimden memnun olmadığı anlaşılıyordu. Bana cevaben dedi ki:



    “Oğlum, sen Ebû Eyyüb-el Ensarî hazretlerinin cihada gittiği zaman benden daha yaşlı ve hasta olduğunu okumadın mı kitaplarda? Oğlum, bu yolda ölmeye söz vermiş ve ahd etmiş bir büyük zatı ziyarete gidiyorum. Onunla şereflenmek benim için birkaç gün daha dünyada yaşamaktan çok daha evlâdır. Cenab-ı Hak lütf edecek gidip o mübarek zat’ın dua ve himmetine mazhar olmaya çalışacağım.” Diyerek ertesi gün yola koyuldu ve gitti.



    Müderris Hacı Hüseyin Efendi demişlerdi ki:“İslâm’ın dirilişi O’nun sayesinde oluyor, Kurân Kurslarına destek olmazsanız kıyamette sizlerden dâvâcıyım.”



    Babam Hacı Hüseyin Efendi ihtiyar haline bakmadan gördüğü rüyanın tesiriyle İstanbul’a gidip Süleyman Efendi Hazretleri (K.S.)’ni görmek istiyordu. O tarihlerde köyden şehire at arabasıyla gidiliyor ve iki gün sürüyordu. Birgün bana şöyle dedi:



    “Oğlum o mübarek zatın bu hizmeti İslâmiye ve Kuraniyyeyi devam ettireceğine ve hizmetinin ulviyetine kanaat-ı kâmilem hasıl oldu. Emhamdülillah bahtiyarım.” Bize her zaman nasihatı en mühim vasiyeti şu idi: “Aman oğlum bu Kur’an Kursları Türkiye’de kıyamete kadar İslâm’ın tecellisi olmuştur. İslâm’ın dirilişi bilhassa bunların ihyasını zimmetine alan mübarek zat Süleyman Efendi Hazretleri (K.S.) kurslarını idame ettirmektedir. Şayet büyük hizmetleriniz olmazsa huzuru ilahi’de hakkınızda davacı olurum.



    İşte mübarek ulemâ ve selefimiz böyle idiler. Bu hakşinaslık, bu teslimiyet ve ferağat bu ihlas ve faziletleri ile onlar bize ibret ve örnek olmuşlardı. Teşbihte hata olmaz. O kara günlerde İslâm’a hizmet İbrahim (A.S.)’in ateşe atılması ve ateşin güllük gülistanlık olması gibi bir şeydir. Ruhları şâd olsun. Cenab-ı Hak şefaatlerini üzerimizden eksik etmesin...
    devam ediyor....
    "Evliyanın kılıcı kınında değildir. Kimseyi kesmezler ama üzerlerine giden kesilir"



  4. #14
    ***
    DIŞARDA
    Points: 7.004, Level: 55
    Points: 7.004, Level: 55
    Level completed: 27%,
    Points required for next Level: 146
    Level completed: 27%, Points required for next Level: 146
    Overall activity: 16,7%
    Overall activity: 16,7%
    Achievements
    kuzat - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Nov 2010
    Yer
    İstanbul
    Mesajlar
    904
    Points
    7.004
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    15

    Standart

    Ya Bugünküler?

    Ya, bugün olanların bu kudsi eserlerine ihanet ederek, kapattığı kurslar kadar mukafat bekleyenlerle, işgal ettikleri o âli makamlarda çöreklenip Kuran Kursu kapatanlara mukafat dağıtanlara ne dersin? Ey ehli insaf! Bu mukaddes Kuran Kurslarında okuyan ve okutanlara alleme olsalar bile bir müezzinlik vermek şöyle dursun. Mevcut müftülere, vaizlere ve bilcümle din görevlilerine zulmedenlere ne dersiniz?

    Aziz okuyucular! Mübarek camilerimizi ve sırtımızda taşıyacağımız din okullarını siyasi maksatlarına alet etmek için din namına işlenen cinayet ve Hak namına uğranılan haksızlıklardan bahsetmek istemiyorum. Zulme uğramış bir din adamı olarak benim de söyleyecek çok sözlerim var. Fakat mevzuun dışına çıkmamak gayesiyle biz yine Kuran’a hizmetin öncülerinden ve İslâm’ı yaşamak ve yaşatmanın hazzını ve sonsuz zevkini haleflerine öğreterek mübarek ömürlerini bu dava uğruna feda eden büyük evliya ve, onun feyiz ve bereketinin sonsuzluğuna gelelim.

    Selefin büyüklüğünü isnata kalkmak, körlere güneş vardır diye bağırıp çağırmak kadar bedihi ve haklı bir iddiadır. Peder ve emsali bir çok alimlerin imamlık için ücret almak caiz midir, değil midir diye münazaralarına şahid oluyorduk. O günün uleması arasında bu mevzular tartışılagelen şeylerdi. Ne yazık ki bugün maaş olmasa bazı din hizmetlilerinin camiyi çoktan terkedeceği ortadadır.

    Sırf Bir Himmet

    İnsafla bir düşünelim! Kanunlarımızla elinden herşeyini almışsınız. Kuran Kursunda kaç sene okursa okusun, ve ne kadar ilmen yetişmiş olursa olsun, istikbal dediğiniz o dünyalığı kesin olarak kendilerine vermediğinize göre; yani allame olsa, müezzin, imam yapmadığınıza göre, bu binlerce insan nasıl okuyor ve bu tedrisatı nasıl devam ettiriyorlar?

    Hatta Diyaneti emanet ettiğimiz idarecilerin baskı ve zulmünden perva etmeden, devletin bir kuruşluk da yardımını almadan, her köyde ve her yerde nasıl yayılıyor ve harıl harıl İslâm’a hizmet ediyorlar. İşte insafı olana bu soruların cevabı kafidir sanırım. Bu hizmetler mahza bir himmetin neticesi olarak yürümektedir.

    Cenab-ı Hak bir ayeti kerimede: “Eğer siz Allah’ın dinine yardımcı olursanız, o da size yardımını lutfeder ve ayaklarınızı sabit kılar.” buyurmuştur. Diğer bir ayeti kerimede de “Nusret, yardım ancak Allah’ın yüce katındadır, başka bir yerde değil.” buyurulmuştur. İşte cevabı, hükmü kıyamete kadar cari ve baki olan Kuran-ı Kerim veriyor. İşte o ölmez insanların yolundaki müslümanların yavrularının gayeleri makam, maaş: bizim sözüm ona müdürden ulemanın istikbal zannettikleri basit ve fani şeylerin hiç birisi değildir. Durum gün gibi aşikardır. Onları yetiştiren ve idare eden zevatın niyyetleri sırf Allah rızası için onun dinini öğretmek iken neden bu mubarek cemaatle uğraşıyorlar?

    Cenab-ı Hak, bu ümmeti en hayırlı ümmet kılmasının sebebini Allah’a davet etmek olduğunu Kuran-ı Kerimde açıklıyor. İsterseniz her mü’min bu vazife ile mükelleftir. Ve hepsi şu şerefle taltif edilmiştir. Yani imanı kamil sahibi bir kitle Allah’ın dinini öğrenmek ve öğretmek ve İslâm’ı yaymaya çalışırken, diğer bir zümre (ki esas bu işi yapmakla resmen maaşla vazifelenmiş bir zümre) diyor ki: “Hayır size bu hizmeti yaptırmayız. Bu işi bizim müsademiz olmadan kimse yapamaz.” Ey ehli insaf! Sorunuz bu kişilere sizi Cenab-ı Hak neye memur etti?

    Müslüman ve ehli iman olan insanın başta gelen yegane vazifesinin başında Dini Mübini İslâm’ın düşmanlarıyla cihad etmek değil midir? Bu cennet vatanın üzerinde yaşayan asil milletin çocuklarını dinsizlikle yetiştirmeye çalışıyorlar. Bu milletin çocuklarını batı Emperyalizmin ve komünizmin pençesinden kurtarmak için bütün gücümüzü seferber etmemiz gerekirken, hedefin tek ve yalnız bu olması icab ederken neden tam tersine hareket ediliyor? Memleketin başına bela olan bunca tehlikeli cereyanlar, yabancı ideolojiler varken Kuran Kurslarına yapılan bunca düşmanlığın sebebini anlamak zordur. Bu kızıl ve kara canavarlara karşı hangi tedbiri almışlar ve ne yapmışlardır? Ve asil Türk-İslâm nesline ne vermişlerdir? Hemen hemen her yerde meyhaneler, kumarhaneler, fuhuşhaneler, şarabhaneler harıl harıl çalışırken ve her türlü rüşvet, soygun yapılırken hala dostu düşmanı tanımamak memleketin başına ayrıca bela olmuştur.

    Eşitlik Ülkesindeysek

    Yine ehli insafa sesleniyoruz: Bunlara lütfen sorunuz ve deyiniz ki: bu memlekette şayet insanlar eşit haklara sahipseler, nasıl ki bir bale kursu, bir kemancı kursu veya herhangi bir çalgıcı kursu veya Almanca, Yunanca, İngilizce, Bulgarca, Fransızca kursları vardır ve bunların hepsi çalışmaktadırlar. Hatta rezalethanelere artist yetiştirecek kurslar bile tam bir serbestlik içerisinde çalışıyorlar. O halde neden Kuran Kursları huzur içerisinde İslâm’i hizmetlerine devam edemesin, bunlara mani olunsun? Bu ehli imanın ve ehli insafın kabul edeceği bir şey değildir.

    Kuran’ın bir tarafı Arşa bağlı olduğu için, Kuran’a yapılan düşmanlıktan dolayı tâ Arşı Ala’daki meleklerden tutunuz da bütün enbiya, etkiya, evliya ve esfiyanın muazzez ruhları bundan muzdarip olurlar. Allah rızası için Allah’ın dinine hizmet edenlere mani olanlar yarın huzuri ilahi’de Kuttai Tariki Din (Din yolunu kesenler) muamelesi göreceklerdir. Zaten merhum Üstaz Hazretlerinin ifadeleriyle “en büyük yol kesiciler din yolunu kesenlerdir.” Cenab-ı Hak, bütün ulemanın ve Süleyman Hilmi Tunahan Efendi Hazretleri (K.S.)’nin şefaatini bizden esirgemesin. (AMİN
    Hüseyin Necati.13 temmuz2012.12.08
    "Evliyanın kılıcı kınında değildir. Kimseyi kesmezler ama üzerlerine giden kesilir"



  5. #15
    ***
    DIŞARDA
    Points: 7.004, Level: 55
    Points: 7.004, Level: 55
    Level completed: 27%,
    Points required for next Level: 146
    Level completed: 27%, Points required for next Level: 146
    Overall activity: 16,7%
    Overall activity: 16,7%
    Achievements
    kuzat - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Nov 2010
    Yer
    İstanbul
    Mesajlar
    904
    Points
    7.004
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    15

    Standart

    Süleyman Efendi (H.z.) ve Türkiye'de İslam'ın İhyası

    Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri’nin din ilimlerini ve Kur’an-ı Kerim öğretme seferberliğinde bulunduğu yıllar "zor yıllar"dır...

    Süleyman Efendi’nin din düşmanlarına karşı yaptığı mücadelenin boyutlarını kavramak için zor yılların şartlarına şöylece bir göz atmak yeterli olacaktır...

    O dönem, medreselerin kapatıldığı, fakirliğin kol gezdiği, insanların bir gecede alfabesiz kaldığı, evine ekmek alacak parası olmayanlara kasket lüksü yaşatıldığı, camilerin hocasız, minarelerin ezansız, meyyitlerin gassalsız bırakıldığı bir dönemdir...
    O dönem, günübirlik mahkemelerin jet hızıyla kararlar verdiği, çocukların kitaptan uzaklaştırıldığı, bir gecede kahraman olanların halkın kahramanlarının canına kastettiği, ak saçlı alimlerin sakallarından sürüklenerek eziyet gördüğü, ninelerin gözyaşlarının yaşmaklarını ıslattığı bir dönemdir...
    O dönem, bebeklere isimlerinin ezan sedasıyla beraber kulaklarına üflemekten mahrum bırakıldığı, kelplerin salıverilerek taşların bağlandığı bir dönemdir...
    O dönem, cami kitabelerinden reisü’l-küttap hatlarının sökülerek yerlerine yeni mahsul Latin harflerinin kazınadurduğu, kürsülerin hatipsiz, rahlelerin karisiz, mescidlerin cemaatsiz bırakıldığı bir dönemdir...
    O dönem, eğitimin muasırlaştığı (!), kadınlara özgürlüklerinin bahşedildiği (!), velhasıl korkunun ve zulmün cehennem kuşağının inananların kalplerini mengeneye aldığı bir dönemdir...

    KUR’AN MÜCADELESİ

    Etrafın yangınlar içerisinde olduğu, bilenlerin bildiklerini gizlemek zorunda kaldığı, şehirlerde birinci şube sivil polislerinin, köylerde de jandarmaların ulema avına çıktığı, iki kişinin bir arada dini meselelerden bahisler açamadığı bu "zor yıllar"da Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri her şeye rağmen (her şeye rağmen ibaresinin içerisine yağlı urgan da dahildir) Kur’an ve iman mücadelesinin sembolü olmuştur.
    Baskınlara, iteklemelere, günübirlik mahkemelere inat; o meydan-ı tedriste bir başına mücadele etmiştir. İman ve Kur’an mücadelesidir bu... Bu mücadelenin hedefi yalnızca tek bir cümleye sığıveren bir hayat felsefesidir: "Çamura batmış Ümmet-i Muhammed’in evladının çamurdan kurtarmak."
    Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri, Manastır Medresesi ve Silistre Rüştiyesi’ndeki tahsil yıllarından sonra Medresetü’l-Kuzat’tan (Hukuk Fakültesi) mezun olarak, hayatını bizim insanımızın iman ve fazilet mücadelesine adamıştır
    Bundan sonrası hüzün ve gözyaşı ile yad edilecektir. Büyüklerin gözünde nedir ki işkence... Yağlı urgan neyi ifade eder Rabb’e kavuşmaktan gayrı...
    Kur’an-ı Kerim’ler vardır okuyucularını; minareler vardır müezzinlerini; mektepler vardır talebelerini; cenazeler vardır yıkayıcılarını bekler... "Tanrı uludur" nidalarını işite işite ihtiyar delikanlıların kulakları fani seslere aldırış etmez olmuştur artık.
    Ve bir ferman dolaşır ortalıklarda "Memleket gökten gelen kanunlarla idare edilemez!"
    Gönüllere de hükmedemezler ya! Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri, olan bitene aldırmadan, canı bahasına Kur’an-ı Kerim ve Kur’an-ı Kerim’den neş’et eden ilimleri okutmaktadır. Fakat talebe okutulması ihtimal dahilinde bulunan tüm mekanlar muhasara altındadır. Yaylalarda, mahzenlerde, mağaralarda, trenlerde, değirmenlerde, otobüslerde, çatı aralarında dersler okunmakta ve Kur’an talebelerinin adetleri çığ gibi çoğalmaktadır.
    Süleyman Efendi Hazretleri gün olur dağ başlarına alır götürür talebelerini, gün olur bir pınarın başına, bir başka gün yaylalara... Buralarda bir müddet ilim tahsiline devam edildikten sonra, karşılarına "Din öğretenleri tevkif etmekle görevli memurlar" çıkagelir soluk soluğa. Soruşturmalar birbirini takip ederken Süleyman Efendi, talebelerini bucak bucak dolaştırarak derslerine devam eder. Bir gün bir camide diğer gün başka bir camide. Camiler kuşatma altına alınınca, talebeleriyle birlikte Haydarpaşa’dan hareket eden trene binilir, Arifiye istasyonuna kadar ders okunur. Ardından tekrar Haydarpaşa’ya geri dönülür. Günler böylece birbirini takip eder. Bütün soruşturmalara, tacizlere, takibata ve fiziki sıkıntılara rağmen mücadeleden taviz verilmez.
    Bu noktada Süleyman Efendi Hazretleri’nin önemli bir prensibi vardır."Ölüme gidiyor olsak da derslerden taviz vermeyiz."

    Günden güne jandarmalara ve sivil polislere inat, iman mücadelesinin bayrağı daha yüksek burçlara asılmaktadır. Çünkü, Hakk Teala"İnkarcılar istemese de Allah (c.c.) nurunu tamamlayacaktır."buyurmaktadır. Kur’an talebelerinin ve Kur’an kurslarının sayısı artmaktadır. Dinini ve diyanetini öğrenen her bir talebe Anadolu’nun muhtelif bölgelerine giderek, "Devrimler burcuna asılarak çamura düşmüş Ümmet-i Muhammed’in evladını çamurdan kurtarmak"la vazifelendirilir. Ve Anadolu’da yeniden topyekün bir İslami diriliş hareketine başlanmış olur.

    Geceleri postakilerde yol bulan gözyaşları, sabahlara varan iltica, gözyaşı ve murakabeler meyve vermektedir. İhlas ve samimiyetle atılan tohumlar meyveye durmaz mı? Cenab-ı Hakk, darda kalan kullarına yardım etmez mi?
    Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri, sorgulamalara ve sürgünlere rağmen hizmetlerini devam ettirir. Birinci şubenin tabutluklarında işkence görür. Kur’an okuttuğu için idamla yargılanır. Kütahya Hapishanesi’nde 59 gün tevkif edilir. Ve hakkında açılan bütün davalardan beraat ederek bir tek gün bile mahkumiyet almaz.
    TEVAZU SAHİBİ

    Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri mutevazı bir zattır. "Dava muzaffer olsun da, varsın bizim yerimiz camiinin pabuçluğu olsun" diyebilecek kadar mahfiyetkardır. Herkese kol-kanat gerer. Kur’an ilmini öğretmede gani davranır. Her seviyeden talebeye kucak açarak, Allah’ın hiç bir kulunu geri çevirmez Ancak evinin yolunu bulabilecek kadar zeka sahiplerini dahi ders halkasına dahil eder. Hizmetlerinin karşılığını yalnızca ve yalnızca Allah’tan bekleyerek din alimlerinin etrafında teşkil edilmeye çalışılan menfi imajları ortadan kaldırmaya çalışır. Veren elin alan elden üstün olduğunu her fırsatta hatırlatarak talebeleri gani gönüllü olmaya davet eder. Şahsi gelirlerini irşad hizmetlerinde tasadduk der. Talebelerini harçlıksız bırakmaz. Sırf harçlık almak için ders okumaya gelenleri bile boş çevirmez.
    İLİM ÇİN’DE DE OLSA GİDİP ALINIZ

    Sevgili Peygamberimizin (sav) yukarıda zikrettiğimiz hadisini şiar edinen Süleyman Efendi Hazretleri, daha talebeliği yıllarında arkadaşları arasında çalışkanlığı, zekiliği ve efendiliğiyle temayüz ederek, ilk tahsilini tamamladığı Manastır Medresesi’ni ve Silistre Rüştiyesi"ni dereceyle bitirir. Fatih Medresesi Dersiamlarından Bafralı Ahmet Hamdi Efendi’nin tedrisatından da birincilikle icazetname alır. Medresetü’l-Kuzat (Hukuk Fakültesi) imtihanlarında da birinci olarak, yüksek bir derece ile Kaadilik payesini kazanır. Tahsil hayatı boyunca hocalarının gözdesi olan Süleyman Efendi, Süleymaniye Medreseleri’nin Tefsir ve Hadis bölümlerinde okurken gayretleriyle arkadaşlarına numune olarak, Medresetü’l Mütehassisin’den de birincilikle mezun olur. Müderris olduktan sonra da ilmi çalışmalarına devam eder ve kitaplarla olan dostluğu daha da ilerler.
    Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri, Cenab-ı Hakk’ın dünyalığı dilediğine ilmi ise çalışana verdiğine işaret ederek, talebelerinin ilme çalışmalarını mütemadiyen teşvik etmiştir.
    Kırık bir değirmeni kırk yıl bekleriz
    Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri’nin irşad hizmetlerinin kısa zamanda netice vermesinin belki de en önemli sebebi affediciliğidir.
    "Kırık bir değirmeni kırk yıl bekleriz" sözü Süleyman Hilmi Tunahan Efendi Hazretleri’nin merhametinin sınırlarına işaret etmektedir.
    Talebelerine kuşatıcı bir şefkatle muamelede bulunan Süleyman Efendi Hazretleri, iyi ahlakla ahlaklaşmanın gereği üzerinde durmuştur.

    GAZETELERİ DESTEKLEDİLER

    Süleyman Efendi, İslami hizmetlerin daha geniş kitlelere ulaştırılmasında güçlü gazetelere ve dergilere ihtiyaç duyulduğunu ifade etmektedir. O dönemler, keçisi çalınan müftünün, devrin gazetelerinde keçi çalmakla itham edildiği ibretamiz günlerdir.
    Bu sebeble Necip Fazıl’ın Büyük Doğu’suna hatırı sayılır miktarda destek olur. Cevat Rıfat Atilhan’a ve Necip Fazıl Kısakürek’e neşriyat hususunda maddi yardımlarda bulunan Süleyman Efendi Hazretleri, gazeteleri ve dergileri İslami hizmetlerin büyümesinde kıymetli bir vasıta olarak görür.
    GÖNÜLLERE HİTAP ETTİ

    Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri, Ümmet-i Muhammed’in gönül evlerinin mamur olması için gayret sarf ederek, gönüllere hitap etmiştir. Vücudun salim olmasında kalbin salih olması gereğinin altını çizerek, kalplerin ıslah edilmesinin önemine vurgu yapmıştır.
    Cemiyetin içerisindeki huzursuzlukların ancak fert fert nefislerin ıslah edilmesiyle ortadan kalkabileceğini ifade ederek, içtimai erozyonu önleyebilmek için yoğun bir mesai sarf etmiştir.
    Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri gönüllere hitap ederek, talebelerine maddi ilimlerin yanında manevi ilimlerin de altın anahtarlarını vererek, nefis tezkiyesi ve nefis muhasebesinin gereği üzerinde durmuştur.
    Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri, Seyyidler Zinciri’nin otuzüçüncü halkasını teşkil etmiştir. Batıni cepheden feyz-i ilahi ile nasipyar olarak, Selahuddin İbn-i Mevlana Siracüddin (K.S.) Hazretleri’ne intisab ederek, seyr-i sülüklerini tamamlamışlardır. Bir müddet sonra kendilerine isabet eden tecelliyatın büyüklüğünden, Üstadı Selahuddin İbn-i Mevlana Siracüddin (K.S.) Hazretleri eliyle, İmam-ı Rabbani Müceddid-i Elf-i Sani Ahmed-i Faruk-ı Serhendi Hazretleri’nin ruhani nisbetlerine bağlanmışlardır. Süleyman Hilmi Tunahan (K.S.) Hazretleri bu suretle Seyyidler Zinciri’nin otuz üçüncü halkasını teşkil etmektedirler.
    EHLİ SÜNNET İTİKADINI MÜDAFAA ETTİ

    Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri, itikad ve amel noktasından Sevgili Peygamberimizin (sav) temsilcisi olmuşlardır. Bid’atlere ve hurafelere karşı mücadele etmişler, Şeriat-ı Muhammediyye’ye ve sünnet ikliminin genişletici atmosferinde talebelerine ehlisünnet hassasiyetini aktarmışlardır. Kur’an-ı Kerim’in ve Hadis-i Şerif’lerin dışındaki oluşumlarla yılmadan mücadele ederek, yalnızca Hakk’ın ve hakikatin hadimi olmuşlardır.


    izmirdiyanet-sen.org
    "Evliyanın kılıcı kınında değildir. Kimseyi kesmezler ama üzerlerine giden kesilir"



  6. #16
    ***
    DIŞARDA
    Points: 7.004, Level: 55
    Points: 7.004, Level: 55
    Level completed: 27%,
    Points required for next Level: 146
    Level completed: 27%, Points required for next Level: 146
    Overall activity: 16,7%
    Overall activity: 16,7%
    Achievements
    kuzat - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Nov 2010
    Yer
    İstanbul
    Mesajlar
    904
    Points
    7.004
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    15

    Standart

    Malumunuz olduğu üzere Cumhuriyetin ilânıyla medreseler kapatılmıştır. Yerine dini ihtiyaçlara cevap verecek müesseseler de meydana getirilmemiştir. 1924 senesinde Türkiye’nin muhtelif şehirlerinde İmam-Hatipler açılmış, bir sene sonra bunların bir kısmı kapatılmış, başka vilâyetlere İmam-Hatipler açılmış, daha sonraki senelerde bu açılanlar kapatılıp daha başka yerlerde birkaç tane açılmış ve sonunda tamamı kapatılmış.

    Neden açılanlar kapatılmış yerine başkaları açılmış diye insan düşündüğünde bir tek şey karşısına çıkıyor: Aynı yerde birkaç sene İmam Hatip devam edecek olursa, oradan 5-6 sene okumuş kişiler yetişmiş olacaktır. Oysa bu gibi kişilerin yetişmesi istenmediği için, bir sene mektep devam ediyor, kapatılıyor. Ve o talebeler dağılıp gidiyorlar. Bir başka vilâyette açılan yeni bir mektebe yeni talebe geliyor. Faraza iki sene devam ediyor, iki sene sonra o kapatılıyor, o talebeler de dağılıyor, dördüncü sene bir başka yerde açılıyor ve böylece milletin gözü bir taraftan boyanmış, öbür taraftan da hiçbir kimse yetişmemiş oluyor.

    Osmanlı’dan Cumhuriyet’e intikal eden din adamları olmuştur şüphesiz. Bu din adamlarının bir kısmı günün şartları karşısında endişeye kapılmış, mesleklerini bırakmışlar. Bir kısmı dünya işleriyle meşgul olmuşlar, bir kısmı idareye kayıtsız şartsız teslim olmuş, nebâti bir hayat geçirmişlerdir. Kimsenin etlisine sütlüsüne karışmamışlar. Pek azı da nasıl yapabiliriz de dini bilgileri bu milletin evlâdına intikal ettirebiliriz düşüncesinden hareketle çarelerini aramışlar. İşte bu sahada bütün gücüyle, cesaretiyle, şecaatiyle devrin ağır şartlarını da hesaba katmadan, İslâmî bilgileri yeni nesle intikal ettirecek kişiler yetişmesi için en çok gayret sarf eden ve belki de en ileride bu hizmetleri yürütmeye çalışanların başında Süleyman Efendi Hazretleri gelmektedir.



    alıntı N.K
    "Evliyanın kılıcı kınında değildir. Kimseyi kesmezler ama üzerlerine giden kesilir"



  7. #17
    ***
    DIŞARDA
    Points: 7.004, Level: 55
    Points: 7.004, Level: 55
    Level completed: 27%,
    Points required for next Level: 146
    Level completed: 27%, Points required for next Level: 146
    Overall activity: 16,7%
    Overall activity: 16,7%
    Achievements
    kuzat - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Nov 2010
    Yer
    İstanbul
    Mesajlar
    904
    Points
    7.004
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    15

    Standart Cevap: Süleyman Efendi (H.z.) ve Türkiye'de İslam'ın İhyası

    Peygamber Vârisi Allah Dostu Âlimler


    Peygamberler: Allah-ü Teâlâ’nın kulları için koyduğu hükümleri insanlara tebliğ etmek, yaşayarak öğretmek üzere seçip gönderdiği üstün insanlardır.

    İnsanlık tarihi boyunca Allah-ü Teâlâ tarafından seçilerek gönderilen yüz yirmi dört bin Peygamberin sonuncusu Muhammed aleyhisselâmdır.
    O’ndan (s.a.v.) sonra kıyâmet gününe kadar başka Peygamber gelmeyeceğini bildiren de bizzat Allah-ü Teâlâ Hazretleridir.
    Hiç şüphe yok ki, Allahü Teâlâyı en iyi bilen Peygamberler ve onların vârisleri olan Allah dostu âlimlerdir.
    Peygamberlerin yaratılışta ilki, Nübüvvet ve Risâlette ise sonuncusu; bütün yaratılmışların yaratılış vesîlesi, Peygamberlerin Peygamberi ve imâmı Muhammed aleyhisselâmdır.
    Allah’ın son Peygamberi, bizim Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.) Nübüvvet ve Risâlet vazifesini tamamlayıp, bu dünyâdan ayrıldıktan sonra, insanlığın rehbersiz kalmayacağını, kendisine vâris olarak gönderilecek Allah dostu âlimlerin geleceğini şöyle haber vermiştir.
    “Muhakkak ki Allah-ü Teâla, bu ümmet için her yüz senenin başında, Dînini tecdid edecek, (unutulmaya veyâ unutturulmaya yüz tutmuş Dinî ilimleri ve ahkâmı İlâhîyi aslına uygun olarak öğretecek) bir Müceddid gönderir. Yer (yüzün) de âlimlerin benzeri, gökteki yıldızlar gibidir. Kara ve denizin karanlıklarında, onlar (a bakmak)la yol bulunur.
    Yıldızlar sönerse, insanların yolunu şaşırması, hidâyette olanların sapıtması çok sürmez”. buyurmuştur.

    Cenâb-ı Hak; ezelî ve ebedî ilim ve hikmeti ile mahlûkâtı birbirine muhtaç olarak yaratmıştır.
    Kâinatta her ne varsa birbirine (râbıtalı) mânen bağlıdır. Şâyet bunlardan biri bağını koparırsa herşey birbirine çarpar ve mahvolur. Nizam ve intizam tamamen bozulur.
    Bütün mahlukât bir vücut ise, (Allah’ın salat ve selâmı üzerlerine olsun) Peygamberler ve onların vârisleri olan âlimler, o vücudun kalbidir.
    Cenâb-ı Hak bir hadis-i kudsîde: "Ben gizli bir hazine idim, bilinmemi sevdim ve bilinmem için mahlûkâtı yarattım". Kur'ân-i Kerimde ise; "Allah'tan kulları, içinde, ancak âlimler korkar." Buyurmuştur.

    PEYGAMBER VARİSİ HAKÎKİ ÂLİMLERİN VASIFLARI
    Peygamber vârisi hakîki âlimlerin birtakım alâmet ve vasıfları vardır.
    Bunların beş tanesi bizzat Yüce Allah tarafından Kur'ân-i Kerimde beyan ve ifâde buyurulmuştur. Bunlar : Haşyet, huşu', tevâzu', ahlâk ve zühddür.
    Bu vesile ile burada Peygamber sallAllahü aleyhi vesellemin âlimler hakkındaki bir kaç mübârek sözünü nakletmekte fayda var.
    Rasûlüllah (s.a.v.) buyuruyorlar ki;
    Dört şeye; 1- Anne babanın yüzü’ne, 2- Allah’ın yeryüzündeki evi Ka'be-i Muazzama’ya, 3- Allah’ın kitâbı Kur’ân-ı Kerîm’e, 4- Âlimin yüzüne bakmak ibâdettir.” .
    Kim bir âlimi ziyâret ederse, beni ziyâret etmiş gibi olur. Kim bir âlim ile musâfaha ederse sanki benimle musâfaha etmiş gibi olur. Kim de bir âlim ile oturursa, benimle oturmuş gibi olur. Dünyâda benimle oturan kimseyi Allahü Teâlâ âhirette de benimle berâber kılar.
    Ikinci bin yılın müceddidi büyük âlim İmam-ı Rabbanî (k.s.) hazretleri Peygamber vârsisi hakîki âlimlerin vasıflarını şöyle izah buyurur:
    "Baş olmak, mal toplamak, yücelik ve dünya muhabbeti gibi şeylerden uzak olan âlimler, ulemâ-i âhirettir ve Enbiya Aleyhimüsselâm'ın vârisleridirler. Yaratılmışların hayırlısı onlardır. Kıyâmet günü onların mürekkebi, şehitlerin kanı ile tartılır da, mürekkep kefesi ağır gelir. "Alimin uykusu ibadettir.", hadis-i şerifi ile, onların şânına işâret edilmiştir.” buyurur.
    Hasan-i Basrî hazretleri : "Âlimler olmasa, insanların diğer canlılardan farkı kalmazdı. Çünkü onların öğretmesi ile insanlar insanlık seviyesine ulaşır." buyurmuştur.
    Akıl Cenâb-ı Hakkı bulmak ile mükelleftir. Ancak âciz olarak yaratılan insan, akılla her şeyi bilemez.
    Bu sebeple, Cenâb-ı Hak, kullarını doğru yola, sırâtı müstekîme delâlet (yaşayarak öğretmek, doğruları göstermek) için, Peygamberlerini göndermiştir. Peygamber vârsisi olan Allah dostu âlimler de bu vazifeyi verâseten (Peygamber aleyhisselâmın nübüvvet ve risâlet makam ve rütbesi müstesnâ olmak üzere, irşad, tebliğ ve ta’lim vazifesini bihakkın) îfâ etmiş ve etmektedirler.
    Her Peygamberin makam ve rütbesine göre belâ ve sıkıntılara ma’ruz kaldığı gibi; Peygamber vârisi Allah dostu âlimler de, kendilerine verilen irşad, tebliğ ve ta’lim vazifesini bihakkın yerine getirmek için (makam ve rütbelerine göre) büyük belâ ve sıkıntılara ma’ruz kalmışlar, tabutluklarda, hapishane hücrelerinde işgenceler görmüşler, ancak her türlü zorluğa ve zorbalığa rağmen, ümmet-i Muhammed'in evlâdına, Dinlerini ve Kur'ânlarını öğretme gayretinden aslâ vazgeçmemişlerdir.
    ALLAH’IN SON PEYGAMBERİ MUHAMMED ALEYHİSSELÂM’IN SON VÂRİSİ
    Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Nübüvvet ve Risâlet vazifesini tamamlayıp, bu dünyâdan ayrıldıktan sonra, insanlığın rehbersiz kalmayacağını, “Muhakkak ki Allah, bu ümmet için her yüz senenin başında, Dînini tecdid edecek,(unutulmaya veyâ unutturulmaya yüz tutmuş Dinî ilimleri ve ahkâmı İlâhîyi aslına uygun olarak öğretecek) bir müceddid gönderir” buyurarak kendisine vâris olarak gönderilecek Allah dostu âlimlerin geleceğini heber verdiği “Müceddid” âlimlerden biri ve İlahî hikmet gereği sonuncusu, evlâd-ı Fâtihândan Ebul-Fârûk Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) Hazretleridir.
    Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) Hazretleri; Osmanlı’nın son döneminde yaşamış, hem Dînî hem de dünyevî ilmî kariyer bakımından çok iyi yetişmiş, Medreset’ül Kuzaat (yani eski Hukuk Fakültesi mezunu, Kâdı ünvânına da sâhip), müderrislikte dersiâmlığın en üst konumunda yani Ordinaryüs Profesör olan büyük bir âlim, Allah dostu büyük bir Müceddid, Vâris-i Rasül ve Ekmel bir Mürşid-i Kâmil”dir.
    Bu asırda, Peygamber (s.a.v.)’in “Vâris-i Hakîkî”si ve gerçek bir “Müceddid”, Efendiler Silsilesi denilen Altun Silsilenin 33. ve son halkası olarak gönderilen,Süleyman Hilmi Silistrevî (k.s.) Hazretleri, tıpkı Allah Rasûlü (s.a.v.) gibi, 23 yıl Ümmet-i Muhammed'in evlâdına, zor şartlar altında Dinlerini ve Kur'ânlarını öğretmiş, kendinden sonra kıyâmete kadar bu vazifeyi, dilden dile, gönülden gönüle aktararak devâm ettirecek vazife aşkı ile dolu talebeler yetiştirerek, 16 Eylül 1959’da (Hicrî 12 Rebûlevvel 1379, Hakkın rahmetine kavuşmuş büyük bir Allah dostudur.
    Ezân-ı Muhammedî’nin dahi yasaklanarak, Dînin ve Kur’ânın unutturulmaya azmedildiği bir devirde, irşad vazifesi ile gönderilen bu büyük Zat, devrin ağır şartları altında nice sıkıntılara ma’ruz kalarak irşad ve tecdid vazifesini, tarihte emsalsiz bir gayret ve fedâkarlık örneği sergileyerek eksiksiz yerine getirmiştir.
    Allah demenin bile yasak olduğu bir devirde, Kur’ân öğretme seferberliği başlatmış; haketmediği halde ma’ruz kaldığı acı verici zorluk ve zorbalıklar karşısında, sevenleri tarafından: “Efendi! Bu kadar üzülme, kendini yorma, biraz istirahat buyur.",denildiğinde, "Günde binlerce insanın imânı sönerken ben nasıl ayaklarımı uzatıp yatabilirim." diyerek vazife ve mes’ûliyetinin büyüklüğünü anlatmak istemiştir.
    Yine; o zor devirlerde Medreselerin kapatılması üzerine me’mûriyetleri elinden alındığı için; "Hocalıkta bize ekmek kapısı kalmadı “ diyen diğer âlimlere, "Efendiler! Hocalık bir meslek, bir ekmek teknesi değildir. Hocalık; Allah'ın, Rasûlüllah'ın, Kitâbullah'ın ve Din-i mübin-i İslâmın tebliğ me’murluğudur.", buyurarak onlara Peygamber Efendimizin; "Ya Ebâ Rafi'! Senin gayretin ile Cenâb-ı Hakk'ın bir kimseyi hidâyete erdirmesi, senin için üzerine güneşin doğup ve battığı her şeyden daha hayırlıdır” mübârek sözünü ve Cenâb-ı Hakkın Dâvud aleyhisselâma"Yâ Davud! Senin, Mevlâsından kaçan (kulluktan uzaklaşan bir kimseyi hidâyete da’vet edip) Bana getirmekliğin, Bana bütün ins ve cinnin ibâdetinden daha sevimlidir." hitâbını hatırlatmıştır.
    Bünyesini kuşatan hastalıklardan muzdarip olmasına rağmen, son nefesine kadar yalnız başına Kur’ân-ı ta’lim hizmelerine devâm etmiş ve cismanî olarak dünyadaki hizmetlerini böylece tamamlayarak Yüce Rabbine kavuşmuştur.
    Rûhu Şâd, himmet ve şefâati üzerimize olsun.
    Son asrın Varis-i Hakîkisi olan O mübârek zât, kendisine verilen tasarrufun çok azını dünyada kullanmışken, geri kalan kısmını da ruhanî hizmet hayatında kullanmaya, kürre-i arzda ümmet-i Muhammedin evlâdından nasîbi olanları irşâda devâm etmektedir.
    Bu ifâdlerimize delil olmak üzere Fâtih Sultan Mehmed Hân’ın Hocası ve İstanbul’un manevî Fâtihi Akşemseddin Hazretlerinin türbesinde yazılı bir dörtlüğü nakledelim.
    Düü cihânda tasarruf ehlidir rûh-u veli,
    Deme kim mürdedir, anda nice derman ola.
    Ruh, şimsir-i hüdâdır, ten ğilâf olmuş ona,
    Dahî a'lâ kâr eder, bir tığ ki, uryân ola.
    Günümüz Türkçesi ile: Allah dostlarının ruhları iki cihanda da tasarruf (irşad ve şefâata yetki) sâhibidir. Sakın, Allah dostları için o öldü, ondan bir fayda gelmez demeyin. Ruh, İlahî bir kılıçdır, vücüd ona kılıf olmuştur. Kınından çıkmış, açıkta olan kılıç elbette daha kesicidir.
    turkishny.com
    "Evliyanın kılıcı kınında değildir. Kimseyi kesmezler ama üzerlerine giden kesilir"



Sayfa 2/2 İlkİlk 12

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •