2 sonuçtan 1 ile 2 arası

Konu: Süleyman Hilmi Efendi (K.S.), o zor günleri şöyle anlatıyor

    Share
  1. #1
    ACİZKUL
    ACİZKUL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Süleyman Hilmi Efendi (K.S.), o zor günleri şöyle anlatıyor

    “Okutma imkânı yoktu, fakat okuyan dahi bulamadım. Bir zaman geldi, mebus (milletvekili) maaşı kadar para verip talebe okutmak istedim, bulamadım. Parayı alıp kaçıyorlardı, çünkü korkuyorlardı. O zaman ümidim kırıldı. Bu ilimler yeryüzünden kaybolacak diye korkuyordum. Bunun üzerine kızlarımı okutmaya başladım. İleride torunlarım olursa onlara öğretirler ve böylece bu ilimler yeryüzünden kaybolmaz, dedim. Fakat sonradan Cenab-ı Hakk sebepler halketti ve okutma imkanı buldum. Yaşlılardan başladık, gençler daha sonra geldi ve şimdi yürüyor. Bütün bunlar Cenâb-ı Hakk’ın bize lütfudur.”

    Evet önce yaşlılar gelmişti. Süleyman Efendi bir yandan İstanbul’un değişik camilerinde vaaz ediyor, bir yandan da camilerin müezzinliklerinde, apartman bodrumlarında, bulabildiği her yerde talebe okutmaya çalışıyordu. İlmiyye sınıfının ilk tohumları şekillenirken, aynı zamanda vaazlarıyla ve husûsi sohbetleriyle, ilmiyye sınıfını maddeten ve mânen destekleyecek gönüllüler halkasını teşkil etmeye çalışıyordu. Önce yaşlılar gelmişti. Gedik paşadaki Azakzaâde apartmanının bodrumunda, Avukat Osman Bey, Hacı Refik, Mehmet Efendiyle oluşan halkaya, sonra, sonra, Biletçi Hüseyin efendi, Tüccar Çırpanlı Mustafa Efendi, Beypazarlı Terzi Ali Bey, Kalaycı Hocalar dâhil oluyor. Samimiyetle, İhlasla söylenen “ALLAH” lafzının etrafındaki çember gittikçe büyüyordu.
    Yeni, yeni tutuşan kandillerin etrafında, yeni halkalar oluşuyordu. Topçular da, Kısıklı da, Şehzâdebaşı’nda. Bu arada gizli polis teşkilatının amansız takipleri sürüyordu. Tutuklamalar, nezâretler, sorgular, işkenceler, zulümler, onun azimli ve şerefli direnişi karşısında eriyip gidiyordu. İstanbul’da bunalttılar, Çatalca’nın Kabakça’ya, oradan Kuşkaya mağarasına...

    Yine yakaladılar, Toroslar’a gitti. Toros yaylalarında çadırlarda talebe okuttu.. Yıldıramadılar, durduramadılar. “Bizim hiç duracak zamanımız yok. Ümmet-i Muhammed’in evlatları Cehenneme bir sel gibi akıp giderken, biz onlara seyirci kalamayız. Bu selden ne kütük kurtarırsak kârdır” diyordu. Vâizlik belgesini iptal ettiler. Hiç oralı olmadı. Güya maddi imkansızlıklarla yoracaklar, ona rahatsızlık vereceklerdi. “Biz, değil yorgunluk, rahatsızlık, mezara gidiyor dahi olsak, okumak, okutmak ve hizmet denince, koşarız” buyurmuştu.
    Hâlisâne niyetle yola çıkıldığı için halka yavaş, yavaş genişliyordu. Küçükte olsa, bu sevindirici manzara 1943 yıllarına tekâbül ediyordu. Süleyman Efendi, 1924 yılından bu yıllara kadar didinmiş, göz yaşları dökmüş ki; Bunların meyvesi olarak bu sevindirici tabloların ilk temelleri teessüs etmiştir.Günümüzde bu tablolar dallanıp budaklanmış, her tarafa yayılmıştır. Zaten İslam dâvası garip gelmiş garip gidecektir. Hz. Peygamber (S.A.V.)de yıllarca kendisine îman eden bulamamıştı.

    Müşriklerin her an baskısı altındaydı. Az olan müslümanlar rahat bir şekilde ibâdetlerini yerine getirip İslâmi ilimleri öğrenemiyorlardı. Ama ALLAH Rasulünün gece gündüz demeyen gayretleri sonucu İslam dini zamanla neşv-ü nemâ bulmuştur. Süleyman Efendinin de karşılaştığı zorluklar ve sıkıntılar sanki insana Hz Peygamberin bi’setinin ilk yıllarını andırıyor.

    Yaşlı da olsa, gelen bu talebeler Süleyman Efendinin yüreğine su serpiyordu. Yeni, yeni talebe geldikçe âdeta dünya onun oluyordu. Bu denli kendini islâma, dine hizmete ve bu millete adamıştı.
    1949’da resmi Kur’an kurslarının açılmasına izin veren kanunla, nizamlı, intizamlı, yerleşik olarak başlayan teşkilatlanmalar, 1950 Demokrat Parti iktidarının getirdiği nisbeten rahat ortamda, hızla inkişâf etti.

  2. #2
    ***
    DIŞARDA
    Points: 7.004, Level: 55
    Points: 7.004, Level: 55
    Level completed: 27%,
    Points required for next Level: 146
    Level completed: 27%, Points required for next Level: 146
    Overall activity: 16,7%
    Overall activity: 16,7%
    Achievements
    kuzat - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Nov 2010
    Yer
    İstanbul
    Mesajlar
    904
    Points
    7.004
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    15

    Standart Cevap: Süleyman Hilmi Efendi (K.S.), o zor günleri şöyle anl

    Süleyman Efendinin üçüncü takip ve tevkifi ise Demokrat Parti devrine rastlar ve o devrin siyah ve
    beyaz renklerinden siyaha bağlı devlet adamlarınca tertiplenmiş bir (komplo) neticesinde meydana
    gelir. İşte Süleyman Efendinin asıl çile ve mazlumluk devri, vefatında tabutuna istikamet
    değiştirmeye kadar varan bir zulümle, Demokrat Parti iktidarının bir türlü sabit istikametini
    bulamadığı ve birbirine aykırı ellerde tezada boğulduğu son seçim çığırıdır.

    Demokrat Parti iktidarının dine aykırılıkta Halk Partisini mumla aratacak kadar siyah kanadı, başta
    o zamanın Dahiliye Vekili Namık Gedik bulunmak üzere, Menemen hâdisesine benzer bir tertip
    hazırlıyor. Bu adamlar, Başbakanlık odası tabanının budak deliğinden aşağı katlardaki kavgaları
    seyretmeye bayılan, herkesi başıboş bırakan, gizli tahakkümlere karşı duramayan ve başına ne
    gelmişse bu yüzden gelmiş bulunan Adnan Menderes'i «oldu-bitti» ye getirmekte mahirdirler.

    O zamanlar Süleyman Efendi, damadı vasıtasiyle Kütahya ve civarındaki yakınlarını Cumhuriyetçi
    Millet Partisi çevresinde Demokrat Partinin bu tezatlı cephesine karşı muhalefete sürdüğü için
    menfurlarıdır. Fakat asıl nefret siyah kanadın, arada bir işlerini Adnan Menderes'in alnına kadar*
    sıçratan din düşmanlığından gelmekte...

    Evet; tıpkı Menemen tertibi denilebilecek, bir oyun hazırlıyorlar:

    1957 de Bursa'nın Ulu Camiindeki mahut Mehdîlik komedyası... Eskişehir'de Demiryolları
    İdaresinde bulunmuş, sözde Nakşî, Akif Efendi isimli bir şahsın Tavşanlı'daki müridleri, Bursa'nın
    Ulu Camiinde, ellerinde kılıç, malûm mehdîlik narasını basıyor ve gülünç nümayişe girişiyor.
    Maksat meseleyi Tavşanlı'ya, oradan da vilâyet merkezi Kütahya'ya intikal ettirip Süleyman
    Efendinin ruhî ve siyasî nüfuz mıntıkasını sindirmek ve eğer hâdise kanlı bir safhaya girecek olursa
    onu darağacma kadar götürmektir.

    Bereket ki, hâdise kansız bastırılıyor, yani tertipçiler kuklalarını adam öldürmeye kadar
    sevkedemiyor ve ortada :
    — Vay şeriatçiler, vay (teokratik) idare özlemcileri!
    Homurtusundan başka bir ses duyulmuyor.
    Kütahya'nın Altıntaş kazasında Süleyman Efendiye bağlı bir müftü de topun ağzındadır.

    Bursa hâdisesi, sözde Nakşî Akif Efendi müridlerinin merkezi olmak bakımından Tavşanlı ve
    dolayısiyle Kütahya'ya intikal ettiriliyor ve Nakşî değil de Âikifî (!) diye adlandırılan bir şaşkın
    zümrenin Süleyman Efendi sevk ve idaresinde bulunduğu hayaliyle, birdenbire takibat Süleyman
    Efendiye yöneltiliyor.

    Bunun için de, ilk iş olarak, Süleyman Efendi bağlısı Altıntaş Müftüsü tutuluyor, polis karakolunda
    günlerce ve sabahlara kadar dövülerek Süleyman Efendi aleyhinde ifade vermeye zorlanıyor.
    Müftü, sopa altında o türlü tazyik ediliyor ki, nihayet polisin istediği ifadeye benzer bir şeyler
    gevelemek zorunda kalıyor.

    İstanbul'da Süleyman Efendinin evine ve damadının yazıhanesine baskın... Doğru Müdüriyet ve
    oradan muhafazalı olarak Kütahya...
    Süleyman Efendi, Kütahya Emniyet Müdürlüğünde... Bütün bir gün ve gece orada bekletiliyor.
    Sabaha kadar, bu yetmişine merdiven dayamış ihtiyara, sille, tokat, edilmedik cefa bırakılmıyor.
    Ana - avrat küfürler de cabası... Öyle bir an geliyor ki, Süleyman Efendi zulmün bu derecesine
    dayanamıyarak bayılıyor. Polis, bayıltmakta olduğu kadar ayıltmakta da ustadır. Yüzüne su
    serpiyor, kollarını sun'î teneffüs şeklinde' açıp kapıyor ve Süleyman Efendiyi kendine getiriyorlar.
    ihtiyar din adamı kendine gelir gelmez yine ve yeni küfürler...

    Bir bayan hâkim, Süleyman Efendi hakkında verilmiş gıyabî tevkif kararını vicahiye çeviriyor ve
    buyurun hapishaneye!.. Kütahya hapishanesinde, Süleyman Efendi ve damadından başka, hâdisenin
    alâkalılariyle beraber Kütahya'lı yakınlarından bazıları... Bunlar, birbirleriyle düşüp kalkmamaları
    için ayrı koğuşlarda ve tek tek, hırsızlar, kaatiller, ırz düşmanları arasında...
    Fakat sürpriz ve İlâhî hikmet tecellisi!.. İlk safhada teker teker ve çifter çifter kelepçelenerek en
    korkunç canilere mahsus bir muameleye tâbi tutulup adaletten de aynı hükmü alacakları emniyeti
    içinde Ağır Ceza Mahkemesi huzuruna sürülen bu Allah âşıkları, daha ilk celsede, savcının
    «bihakkın» tahliye isteğiyle ve adam başına ikiyüzer lira gibi (sembolik) bir kefaletle tahliye
    ediliyorlar.

    Bir ay sonraki celsede de, yeni savcının evvelkine katılması üzerine ittifakla beraat kararı...
    Hükümete zıt olarak tecelli eden bu adalet tavrı önünde, Süleyman Efendinin etrafındaki çember büsbütün daraltılıyor ve adlî ölçünün serbest bıraktığını, idarî kıskaç, ezmeye bakıyor. Demokrat Parti İktidarının başta Büyük Doğu bulunmak üzere, İslâmî sahada verdiği ilk ümitler herkeste boşa çıkmış ve derin bir kırgınlığa dönmüştür.

    Süleyman Efendi de, o tarihte hapiste, bir yıl sonra 100 yıla yakın hapis talebleriyle mahkeme
    huzurunda bulunan meşhur «1960 Son Vâde» yazısını yazacak ve buna «Ya Ol, Ya Öl!» hitabını
    ekleyecek olan Necip Fazıl ile aynı hava içindedir.

    Bu çileler içinde Süleyman Efendi, bütün gücünü Kur'an Kurslarına vermiş, didine dursun; âni bir
    şeker hastalığı infilâkına uğruyor, görülmemiş şekilde terakki edip kanda (6) grama kadar çıkan
    şeker, bütün ihtimamlara rağmen düşürülemiyor ve Silistireli Süleyman Hilmi Turahan, 1959 yılı
    16 Eylülünde 71 yaşında, ebedî mîzan âlemine göçüyor.

    Hastalığının ağırlaştığı son günlerde, beklenen âkibete karşı, Efendinin Fatih Camii Hazinesine
    defnedilmesi için hükümetten müsaade alınmıştır.
    Fakat... Tezatlar hükümetinin siyah kanadı, vefattan sonra buna hemen mâni oluyor. O sırada
    İstanbul'da bulunan Dahiliye Vekili Namık Gedik, bir ölüyü bile esir etmek gibi, misli görülmemiş
    bir tasarrufa kalkıyor:
    Polise emir:

    — Karaca Ahmed Mezarlığında bir çukur açtırınız ve oraya gömdürünüz!

    Ve ilâve ediyor :

    — Polisin açtığı çukura gömülecektir!

    Cenaze, büyük bir alayla, Üsküdar'ın Altunîzade semtinden aşağıya doğru inmekte... Karşılarına bir
    polis müfrezesi çıkıyor. Başlarında bir komiser bulunan polis ekibi cenazeyi önlüyor :

    — Durunuz!

    Eller üstünde birdenbire durdurulan tabut... Cenaze sahipleriyle komiser arasında konuşma :

    — Ne var, niçin durdurdunuz cenazeyi?

    — İstanbul Emniyet Müdürünün emri var: Cenazeyi Karaca Ahmed Mezarlığında hazırlattığımız
    yere defnedeceksiniz! Karşıya geçilmeyecek!

    — O da ne demek? Biz sahibi olduğumuz cenaze mevzuunda hükümetten emir almaya mecbur
    muyuz? Onu dilediğimiz yere gömemez miyiz, hür değil miyiz? Bu mu demokrasi?

    Komiser son cevabını veriyor :

    — Ben bu itirazlara muhatap değilim! Aldığım emri bildiriyorum. Cenazeyi Karacaahmed'e
    sevketmekle mükellefim!

    Öbür taraftan İstanbul Emniyet Müdürü bizzat Üsküdara kadar gelerek rıhtımda cenazeyi almak
    üzere bekleyen istimbotun halatlarını öz eliyle boşandırıyor, istimbota başını alıp gitmesini
    emrediyor ve rıhtımda terter tepiniyor :

    — Polisin açtığı çukura gömülecek! Başka tarafa götürülemez!

    Ve cenaze sahipleri, belki de böyle bir acı gününde hâdise çıkartmamak gibi bir his altında bu
    zulme baş eğiyorlar ve Silistreli Süleyman Hilmi Tunahan'ın tabutunu Karaca Ahmed istikametine
    çevirip, orada, polisin açtırdığı çukura indiriyorlar.

    Böyle bir zulüm, mahiyeti bakımından küçük görünse de mânâsındaki dehşet ve bir din adamının
    ölüsüne bile tahakküm etmeye kalkmaktaki manevî şekavet bakımından, hele demokratlık
    iddiasındaki bir rejim hesabına, tarihte görülmüş şeylerden değildir.

    Süleyman Efendinin bağlıları, vefat hâdisesini takip eden bâzı hâdiseleri, tarihler arasındaki esrarlı
    uygunluklar bakımından hususî bir tefsire tâbi tutmaktadırlar.

    Meselâ :
    Bursa hâdisesinden birkaç gün önce Ankara'da Harp Okulunu ziyaret eden bir devlet büyüğü vardır
    ki, orada şöyle konuşmuştur :

    — İrticaın bu memlekette avdet etmesine imkân yoktur! Fakat boş yere kan dökülmemesi için
    dikkatli olmamız icap eder.

    Böylece hâdisenin tertipçisi olduğunu belli etmiş olan bu zât, arabî tarihle, aynı hâdisenin
    tertiplendiği gün Harp Okulu talebesinin eliyle tevkif edilip orada bir odaya kapatılıyor.

    Namık Gedik ise malûm... Harbiye okulundaki odasının penceresinden beyin üstü yuvarlanarak
    ölüyor ve yine Süleyman Efendi bağlılarına göre Ankara Mezarlığında numarası belirsiz bir çukura
    10 lira 67 kuruş masrafla gömülüyor.

    Yassıada muhakemeleri sonunda idam edilenlerin, 16 Eylül günü, yâni Süleyman Efendinin vefatı
    tarihinde asılmaları ise yine Efendinin bağlılarınca gayet manidardır.
    Necip Fazıl Kısa Kürek
    Son Devrin Din Mazlumları
    "Evliyanın kılıcı kınında değildir. Kimseyi kesmezler ama üzerlerine giden kesilir"



Benzer Konular

  1. Hüseyin Hilmi Işık Efendi
    By Günışıgı in forum İslam Büyüklerimiz ve Alimlerimiz..
    Cevaplar: 1
    Son Mesaj: 18.06.09, 18:45
  2. Süleyman Hilmi TUNAHAN Hazretleri kimdir?
    By Konyevi Nisa in forum İlahiyat - Din Kültürü Ödev
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 03.10.08, 13:34

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •