Sayfa 1/2 12 SonSon
17 sonuçtan 1 ile 10 arası

Konu: Süleyman Efendi (H.z.) ve Türkiye'de İslam'ın İhyası

    Share
  1. #1
    ***
    DIŞARDA
    Points: 7.004, Level: 55
    Points: 7.004, Level: 55
    Level completed: 27%,
    Points required for next Level: 146
    Level completed: 27%, Points required for next Level: 146
    Overall activity: 16,7%
    Overall activity: 16,7%
    Achievements
    kuzat - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Nov 2010
    Yer
    İstanbul
    Mesajlar
    904
    Points
    7.004
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    15

    Standart Süleyman Efendi (H.z.) ve Türkiye'de İslam'ın İhyası

    Süleyman Efendi (H.z.) ve Türkiye'de İslam'ın İhyası

    1924 senesinden itibaren Türkiye'de cumhuriyetin kurulması ve hilafetin ilga edilmesiyle devletin bütün müesseseleri Laikleşmeye başlamıştı,Şer'iye ve evkaf vekaleti ilga edildi.Medreseler kapatıldı,camilerde devam eden ders halkalarına son verildi.Tekke ve zaviyeler de kapatıldı,faliyetlerine son verildi.Kılık kıyafet kanunu çıkarıldı,taaddüdü zevcat yasaklandı,hicri takvim yerine miladi takvim kullanılmaya başladı.Türk Medeni Kanunu yerine İsviçre Medeni Kanunu tatbik edilmeye başlandı,hafta tatili pazar gününe alındı.

    Arabi harfler ilga edilip,yerine latin harfler ikame edildi .Tabiki bununla hedeflenen;
    Türklerle İslam kültürünün irtibatını kesmekti.Yine (sultanların) padişahların, meşayibi ehli tarikin ve evliyaullahın kabirleri ziyarete kapatıldı.Ezanın,evrad ve evkarın,hatta tekbiratın Arapça olması yasaklandı.


    İslam'a davet hususunda davetçiler ortaya çıktı.Hiç şüphe yok ki Türkiye'de en bariz mücadeleyi gösteren davet (faaliyet)
    Şeyh Süleyman Efendi Hazretlerinin davetiyle o faaliyet ki,daha 1923 ten itibaren islamı muhafazaya başladı.O gelecekte dini ve dinin lugatını muhafaza edecek bir nesil (oluşturmak)meydana getirmek için,Kur'anı-ı Kerim'i genç nesillere talim ediyordu.İşte Şeyh Süleyman Efendi Hazretleri buna muvaffak oldu.Hala da onun bu daveti bir çok zorluklara rağmen günümüzde de devam etmektedir.
    Süleyman Efendi Hazretleri, 1888-1956 yılları arasında yaşadı.Nesebi,Resulullah Efendimize kadar dayanıyor .

    Süleyman Efendi en son Süleymaniye Medresesi tefsir ve hadis bölümünde ihtisas yapmış ve Medrese-i Kuzattan mezun olmuştur.Süleyman Efendi Hazretleri,Fatih Sultan Mehmet'in neslinden olması sebebiyle ona çok benzerdi.Vahdeti İslam fikrinin sahibi II.Abdülhamid'i çok severdi.Onun saltanattan hal'ine çok üzüldü.
    Süleyman Efendi,dine karşı olanların marifetiyle yapılan değişiklik dönemini yaşadı.Türkiye'yi İslam'dan uzaklaştırmaya çalışan bu devirdeki menfi faaliyetler,onu çok üzdü.
    Süleyman Efendi,camilerde vaiz olarak da failiyette bulundu.O devrin müderrislerini devamlı ikaz edip uyarıyordu.Tedrisatı durdurmamaları icap ettiğini,durdururlarsa dini ilimlerin zai olma tehlikesi ile karşı karşı olduğunu söylüyordu.Yine o,İstanbul müderrislerini,insanlara İslamı öğretmeye çağırdı ve şöyle dedi.''Her biriniz üç kişi okutursa,bununla İslam'ı hayatı 50 sene uzatmayı garanti etmiş olursunuz.''
    Süleyman Efendi'nin davet hususundaki en mühim adımlardan biri,gizlilik içinde yaptığı tedrisatdı.
    Öyleki her gün düne göre talebelerinin yerini değiştiriyor ve onlara ''Kedinin yavrusunu taşıdığı gibi,sizi bir yerden bir yere nakil edip duruyoruz.''diyordu.O,yaptığı bu tedirsattan dolayı talebelerden hiç bir şey taleb etmiyordu.Fakat buna rağmen insanlar,devrin idaresini baskısından dolayı onun tedrisat halkalarında bulunmaktan korkuyorlardı.Çünkü o devirde idare;işi,dini kitapları,Kur'an-ı Keimleri yakmaya kadar götürmüştü.
    Süleyman Efendi Hazretleri,durmak bitmek bilmiyor tedirsatını apartmanların bodrum katlarında,idarenin kontrolünden uzak çiftliklerde devam ettiriyordu.Talebelerine icap eden maddi ve manevi desteği sağlıyor ve onların şehirlere ve köylere giderek Kur'an Kursu açmalarını teşvik ediyor ve talebelerine şöyle diyordu
    ''Mühim olan İslam davasının muhaffak olmasıdır.Biz makam mevki peşinde değiliz.Dava muvaffak olsunda,varsın bizim yerimiz caminin papuçluğu olsun.''
    Süleyman Efendi Hazretleri'nin ve ülemadan diğerlerinin baskısı neticesi hükümet artık 1949'da Kur'an kurslarını resmen açmak mecburiyetinde kaldı.
    Süleyman Hilmi Efendi Hazretleri 1959'da vefat etti,arkasında tertemiz talebelerini bıraktı.Onlar onun bıraktığı davayı muhafaza ettiler ve İslam ile amel ettiler.Süleyman Efendi Hazretleri'nin talebeleri islama çok bağlıdırlar.
    Süleyman Efendi Hazretleri'nin vefatından sonra da talebeleri aynı hızla hizmetlere devam ettiler.Hizmetler,Türkiye dışına da taştı.
    Süleyman Efendi Hazretleri hizmetleri esnasında pek çok zorluklarla karşılaştı tutuklandı,dinsizliğe karşı koymasından dolayı vaizlik belgisi iptal edildi ve vaizlikten men edildi.30'lu ve 40'lı yıllarda tutuklanarak işkence edildi,taputluklara konuldu binlerce woltluk ışıklar altında uyumaması için işkence yapıldı.
    Süleyman Efendi Hazretleri,devrim başbakanı Adnan Menderes'den Ayosofya'yı açmasını istedi, fakat reddedildi.
    1957'de düzmece bir hadise tertip edildi ve Süleyman Efendi ,Kütahya Hapisanesine konuldu.savcılık idamını istediyse de mahkeme beratine karar verdi.
    Süleyman Efendi Hazretleri;cihadı,nefis ile olan cihad olarak görüyor ve mal ile olan cihadı ise Müslümanların hayrına ve menfatine hizmet edecek hayır müesseleri yapılması şeklinde mütağla ediyor ve şöyle diyordu.''Bizim hedefimiz insanları kalbini fuyuzatı ilahi ile doldurmaktır''ve yine o talebelerini şöyle uyarıyordu;''Sakın tefrikaya ve ihtilafa düşmeyin,sizden istenen hizmetleri yapmaya devam edin''ve yine o,zahirimiz halk ile, batınımız Hak iledir "diyordu.
    Bugün onun talebeleri dünyadaki gelişmeleri ve siyasi hadiseleri yakından takip ediyorlar ve cemiyet içerisinde çeşitli mevkilerde yerlerini almaya devam ediyorlar.

    Kaynak;Akit gazetesi (17 Eylül 1998 perşembe)
    Dr.HÜDA DERVİŞ
    El Ahrar Gazetesi 20 Haziran 1977
    Kahire/Mısır —


    "Evliyanın kılıcı kınında değildir. Kimseyi kesmezler ama üzerlerine giden kesilir"



  2. #2
    ***
    DIŞARDA
    Points: 7.004, Level: 55
    Points: 7.004, Level: 55
    Level completed: 27%,
    Points required for next Level: 146
    Level completed: 27%, Points required for next Level: 146
    Overall activity: 16,7%
    Overall activity: 16,7%
    Achievements
    kuzat - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Nov 2010
    Yer
    İstanbul
    Mesajlar
    904
    Points
    7.004
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    15

    Standart

    YA SEN OLMASAYDIN…
    1920’li yılların başları.. Müslüman memleketlerin tamamının üstünü bir karabulut kaplamış. İslam namına konuşan diller susmuş, gören gözler kör olmuş,duyan kulaklar işitmez olmuş.. Bilmeyen, bilmek için çalışmayan, bilse bile bildiğiyle amel etmeyen bir topluluk için çöküş, yıkılış, neredeyse tamamen yok oluş mukadder olmuş.
    Ehlî küfrün zafer çanlarını çaldığı seneler..Hilafet kaldırılmış.. Bin yıllık Türk İslam medeniyyetinin harfleri değiştirilmiş.. Medreseler kapatılmış.Zamanın âlimleri birer birer evlerinden alınıp hunharca katledilmiş. Mukaddes Kitabımızın okunması ve okutulması yasaklanmış.
    Yeni Cumhuriyet’in yeni yüzleri yönünü kıbleye değil, materyalizme, ne idüğü belirsiz prensip ve kanunlara çevirmişti. Devrim ve İnkılap kanunları.. Ve yeni’ulu’lar, yeni İlâhlar peydah olmuş, zorla, ısrarla, ‘cebren ve hile’ ile aziz vatanın bütün köşeleri kuşatılmıştı.
    Düşünün; işte böyle bir zamanda “şapka kanunu” diye bir şey çıktı ve bu kanuna muhalefetten insanlar idam edildi, şehirler bombalandı.
    Neticede devrimci, ihtilalci zorba diktatörlerin elinde Aziz vatanımızın Aziz evlatları, Aziz vatanın zelil ve rezil evlatları haline getirildi.
    İslami hassasiyeti olan ne kadar insan varsa susturuldu, pusturuldu. Yaşamayı başaran âlimler köşelerine çekildi, evlerine kapandı. Köylerine, dağlarına,yaylalarına sığındılar. Yahut bin yıldır temsil ettikleri Türk İslam mefkûresine ihanet edip ya korkudan ya da dünya menfaati için, ikbal için yeni “cunta” ile anlaşıp rejimin devşirmeleri oldular.
    Tasviri imkânsız bir dizi depremler geçiriyordu o günlerin Türkiye’si ve o depremler taş üstünde taş bırakmıyordu. Ahlaki (etik) depremler, itikadi (inançsal) depremler, fikri (düşünsel) depremler… Ve sonunda “modernite”yi, “ahlaksızolmak” olarak algılayan, “ne kadar edepsizsen o kadar modernsin” diyen bir nesil çıktı ortaya birkaç on yılda.. Geçmişini reddeden.. Tarihinden utanan..Peygamberine levmeden.. Umutların tükendiği, yüreklerin çarpmaz olduğu,dimağların dumura uğradığı bir zaman..
    İşte birkaç kelimeyle tasvir etmeye çalıştığım o kasvetli dönemde bir zat belirdi ufukta.. Umutların umudu oldu bir anda.. Maddi ve manevi ilimlerdeki zirve duruşuyla gözleri kamaştıran, devrin bütün ilimleriyle donatılmış bir Osmanlı entelektüeli… Hocaların gıpta ettiği, sevenlerin gurur duyduğu bir genç adam..Nezaketi, zarafeti, letafeti, firaseti, ilimdeki vukufiyyeti, İslam’ı yaşamadaki dirayeti, dikkati ve rikkati ile görenleri hayran bırakan bir adam.Vakûr, metudil ve mütevazı haliyle tam manasıyla Peygambere bir ümmet. Birkul.. Bir Ârifi billah. Bir Racül..
    Ve O Racül bu ölü sessizliğini bozan oldu.
    Son Osmanlı dersiâmlar meclisinde şöyle bir tarihi konuşma yaptı. ‘Zulm’ün onca dehşetine rağmen bir konuşmaydı bu.. Ölümden korkmadan,zulümden korkmadan… İdam sehpalarının gölgesinde bir konuşma:
    “Efendiler! Memleketimiz talihsiz bir zulmün müstebit ellerinde bir yok oluşa doğru hızla ilerliyor.. Bizler bu memleketin yetiştirdiği 500’den fazla ehli ilim “dersiâm”larıyız.. Ve bugün ilmimizin hakkını vermek her zamankinden daha elzemdir. Ümmeti Muhammed’in evladı oluk oluk Cehenneme gidiyor.. Bugün bir şeyler yapma zamanıdır.. Geliniz, korkmayınız, kaçmayınız! Allah bu dinin hadimlerinin yanındadır. Bizler 520 dersiâm olarak sadece kendi evlatlarımıza dahi vârisi olduğumuz Enbiya mirâsı olan bu ilimleri öğretirsek, bu memlekete en az 50 sene daha yeteriz.. Söylediklerime kulak veriniz! Yarın Ruzı Mahşer’de Cenâbı Hakka hesap veremeyiz. Mesul oluruz!”
    Ne hazindir ki bu konuşmayı yapan o yiğit insana kimse kulak vermedi. Ve o gün o ulema Dersiâmlar Meclisi’ni terk edip gittiler.. Bir daha dönmemek üzere. Gittiler ve gelmediler…
    Yalnız kalan o Racül, görünürde kimsesiz kalan o adam “ne yapalım, demek ki bu yolculuğa tek başımıza devam edeceğiz” dedi. Ve Besmeleyle kolları sıvadı. Örneğine ancak asırlarda bir rastlanır Dava’sına başladı. Dava; bataklığa düşmüş ümmeti Muhammed’in evladını bataklıktan kurtarmak.. Bu necip milletin talihsiz evlatlarının elinden tutup kurtarmak. İmanları muhafazaya almak. İnançları tashih etmek. Amelleri tertip etmek. Maddi ve manevi taaruzlardan akılları, fikirleri, kalpleri korumak için İlâhi Kitap’ın sonsuz ilimlerini öğretmek. Hem dünyevi ilimlerle hem de İslâmi ilimlerle tam donanmak. Görenleri kendisine hayran bırakacak nesiller yetiştirmek. Maddenin değil mananın peşinden koşan nesiller.. Hor görülen, hakir görülen Müslüman âlemini imrenileni takip edilen bir ideal medeniyyet seviyesine eriştirmek.. Medeniyyet; dünyaların, güneşlerin, galaksilerin hasılı kâinatın varoluş sırlarını içinde bulunduran İslam medeniyyeti. Sonsuz mutluluğun şifrelerini elinde tutan Kuran medeniyyeti. Ve neticede Dava; Kuran davası.
    Önce kendi evlatlarını yetiştirdi. Çocuklarını okutarak işebaşladı. Enbiya mirası olan paha biçilmez İslam’ın sigortası olan ilimleri gece gündüz okutup öğretmeye başladı. Yılmadan, bıkmadan, usanmadan… Her türlü cefaya, ezaya göğüs gererek… İnsanüstü bir gayretle, bütün ruhuyla, bütün kalbiyle, sırrı, hafisi, ahfası ve küllisiyle sarıldı davasına.
    Bir yandan İstanbul’un Sultanahmet, Süleymaniye, Yeni Cami gibi meşhur camilerinde halkı irşad ederken bir yandan yüzlere, binlere ulaşan canından çok sevdiği talebelerine “mukaddes ilimlerin” derslerini verdi. “Olmaz,olamaz!” diyen Hakk davanın o ürkek kaçkınları olan eski âlimlerin şaşkın bakışları arasında ve olanca yokluklar, imkânsızlıklar altında, postallılardan kaçarak, saklanarak, mucizevi bir şekilde ilim okuyan bu talebeler birkaç yıllık dersleriyle “âlim” oldular. Birer İslam bilgini oldular. Kürsülere çıkıp vâz etmeye başladılar. İstanbul’un selâtin camileri, boylarından büyük kürsülerde gümbür gümbür konuşan 9-10 yaşındaki çocukların sesiyle sallandı.Haberler dalga dalga tüm Türkiye’ye yayıldı. Anadolu kubbelerinin altındaki bu “altın çocukları” konuşmaya başladı. Henüz bulûğa ermemiş bu çocukların onbinlere hitap eden tefsirlerini tahlil eder oldu. Haberlerin ulaştığı doğu illeri, güney illeri, kuzey illeri, batı illeri, tüm Anadolu akın akın İstanbul’a gelmeye başladı. Camiler yavaş yavaş doldu. Asırlık mollalar, âlimler koca koca müftüler şaşkınlık içinde bu İslam bülbüllerini dinliyordu. Kendilerinin 15-20 yılda okuyup öğrenemedikleri ilimleri bu çocuklar nasıl olurda 70 yaşındaki birâlim olgunluğunda terennüm edebilirlerdi! Bu ne acayip işti… Gazeteler yazmaya başladı.. Sokaklara bu haberler düştü. Ve elbette ki birileri bu işten oldukça rahatsız olmuştu.. Ama heyhat.. Atılması gereken ok bir kere atılmış, okun tekrar yay ile kavuşması imkânsız olmuştu.
    Derken, o Racül’ün yetiştirdiği melek yüzlü gençler Anadolu’ya inmeye başladılar. Onları İstanbul kürsülerinden hayran hayran dinlemiş olan firaset sahibi tüccarlar kucaklarını açtılar, sahip çıktılar. Buyur ettiler. Ve kendilerine öğretilen bu ilimleri Anadolu’da da okutmaları için taleplerde bulundular. Tüm baskı ve yıldırmalara rağmen.. Tüm hapis, şiddet ve işkencelere rağmen… İstediler. Ve onlar da gitti.. Hızla bütün Anadolu Osmanlısının şanlı dönemlerinin okutulan şanlı kitaplarıyla doldu. Kuran ve Kuran’a ait ne kadar ilim kapısı varsa köşe bucak memleketimizde açılmaya başladı.. Karanlıkta kasvetleşen topraklar, Kuran’ın, imânın nuruyla ilmek ilmek örüldü.
    Beri yandan diktatörler zulmünü daha da artırdı. İşkencelere ağırlık verdi. Tutuklamalar, hapisler, suikast girişimleri artarda geldi.
    Tren vagonlarında, bodrumlarda, mağaralarda, harabe evlerde yaz-kış demeden acılar ve ıstıraplar eşliğinde geleceğin aydınlık insanları yetiştirildi.. Gözyaşları sel oldu. İlticalar arşı salladı. Dualar yeri göğüinletti.. Kırık pencerelerden giren ayaz, küçük bedenleri karla örttü.. Üşümüş eller Nahiv kitaplarını, sarf kitaplarını tutmaya devam etti.. Açlıktan titreyen bedenler Usûlü Fıkhın kaidelerini, Şerhi Akaid’in iman direklerini bir bir belleyip bir gün yeniden Ehli Sünnet davasını dünyaya haykıracakları günlerin hayâlini kurdular..
    Ve bu milletin yüzüne yeniden bir renk geldi.. Allah demenin dahi yasak olduğu bir devri atlatmış olan bu milletin..
    Karanlığın zifirleştiği 20’li, 30’lu, 40’lı seneler geride kalırken bir zamanlar kendisine kulak vermeyen o Osmanlı dersiamlarından da bir eser kalmamıştı. Belki kurtulan birkaç kişi… Birçoğu İstiklâl Mahkemeleri’nde toplatıldı. Hiçbir şey yapmadıkları halde idam edildiler.
    Bir kısmı saklandı. Girdikleri kovuklarından ebediyyen çıkamadı. Çok çok azı, birkaç tanesi de o Racül’den cesaretle tekrar çıktılar meydana ve hayatlarını ürke korka, üfleye koklaya devam ettiler.. O “Büyük Adam”, bir zamanlar kendisini yapayalnız bırakan o arkadaşlarına hiçbir şey söylemedi. Hiçbir şey olmamış gibi ellerinden tuttu.. Destekledi. Tekrar ayağa kalkmalarına yardım etti. Bulundukları memleketlerde onlara da ufak tefek vazifeler verdi. 1950’den sonra Türkiye’deki siyasi şartların nispeten rahatlaması sayesinde kendi yollarını, cemaatlerini oluşturmak isteyenler oldu.Ehli Sünnet çizgisinden çıkmamaları şartıyla destekledi.. Böylece İslam yeniden farklı tatlarıyla, farklı renkleriyle Türkiye’de yaşanmaya başlamış oldu.
    Kâinatın yüce sahibine sonsuz şükürler olsun, o gün O’nun tek başına başlattığı bu İslam’ı yeniden ihya etme hareketi, bugün yüzbinlere, milyonlara ulaşmış durumda. İstanbul’un mukaddes toprağında yere düşmek üzere olan İslam sancağını O’nun “Birtırnağını dahi dünyalara değişmem” dediği İmamı Rabbani Evlatları diyar diyar, dalga dalga dolaştırmaktalar. 1920’lerde zamanın Deccalî küfrüne rağmen atılan “mukaddes adım” bugün yeryüzünün her köşesini ihâta etmiş durumda. Ne büyük mutluluk ki artık Kuran ve Ehli Sünnet bülbüllerinin renk renk, ırk ırk, millet millet,olanca haşmetiyle serhatten serhate susayan gönüllere koştuğunu hayranlıkla temâşa etmekteyiz.
    Evet, kırık dökük, hissiyatı yoğun birkaç cümlecikle anlatmaya çalıştığım o Muhterem Zâtı düşünüyorum da bugün; ya O olmasaydı ne olurdu bu memleketin hali!.. Ya her şeyi bilen Allah O’nu seçmeseydi bu dinin ihyası için. Yeryüzünde unutulmaya yüz tutmuş olan bu “Enbiya Mirası Ehli Sünnetİlimleri”ni yeniden harf harf, hece hece okutmasaydı bizlere! Halimiz nice perişan olurdu..
    Öyle ya, gerçekten ya O olmasaydı?!
    Bugün 16 Eylül.. Üstazım, sebebi irşâdım, vesilei Necâtim Tuna boylu, Silistreli Şeyh Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) Hazretleri’nin dârı bekâya irtihâl ettiği gün. Her an varlığını, ruhumda hissettiğim, ayak izlerini takip etmekten âciz olduğum O Racül’ün, O Yalnız Adam’ın, O Nebî Evlâdı’nın biz gâfilleri ceseden terk ettiği gün. Aslı pâk, nesli pâk, her şeyiyle tertemizolan O İlim Deryası’nın, Âhir Zaman Mücahidi’nin, mükemmellik timsalinin, ebedi Âleme intikalinin gerçekleştiği gün.. Binbir çile ile cehalete karşı yaktığı İslam ve Kuran kandilini, “Gözümün Nuru” dediği evlatlarına teslim ettiği gün.. 1888’de baba ocağında başlayan muhteşem yolculuğun 1959 İstanbul’da hitama erdiği gün. Bu gün, evvelce bir iken milyonlara erişmiş tek yürek çarpan Süleymanların, “Muhteşem Süleyman”ı yâd ettiği gün.
    Doğrusu bir zamanlar cenazesini dahi kaldıracak bir imam bulamayan bu memleketin şanslı evlatlarının bu Aziz insana kıyamete kadar minnet borcu var. Nikahını dahi kıyabilecek bir Müslümanı kalmayan bu toprakların, o Adanmış Zât’a ebediyyen şükran borcu var.
    Kıymetli kardeşlerim,
    Süleyman Hilmi Tunahan Efendi Hazretleri, İstanbul’da Karaca Ahmet Mezarlığı’nda metfun bulunmaktadır. Kabri Şerif’i yeryüzünün her ülkesinden gelen binlerce evlâdı tarafından ziyaret edilmektedir. 1924’lü yıllarda başlatmış olduğu ilim ve irfan yayma davası aynı çizgide, aynı ruhla bugün yüzbinlerce talebesi tarafından mükemmelen yürütülmektedir. Dünyanın 150’den fazla ülkesindeki milyonlarca talebesi, manevi evlatları, hayranları O’nun mücadele hayatından ilham almakta, yeryüzünün daha yaşanabilir bir hale gelmesi için fedakârca çalışmakta ve yarın Allah’ın huzurunda dünyadaki ödevlerini yerine getirmiş birer “Kul” olabilmek için O’nun Ruhundan yefeyyüz etmektedir.
    Hazreti Üstaz’ın evlatlarının tek gayeleri insanlığın kurtuluşu.. Tek düşünceleri Hazreti Muhammed’in ismini arzda ve semada temâşâ etmek.. Tek korkuları Allah korkusu.. Tek endişeleri de Üstaz’larına layık evlat olamamaktır.
    Ehli Sünnet dairesinde oldukları sürece hiçbir mümini ayırmazlar, hiçbir cemaate cephe almazlar, Üstaz’larından öğrendikleri İslâm iilimleri tâ Rasülullah Efendimiz zamanından bu yana intikal etmiş usûllerle, Rasülullah’ın öğrettiği şekilde öğretirler. Gönülden talep eden her Müslüman Dünyada ve Ahirette öğrenilmesi ve uygulanması lazım olan bilimlerin eğitimini karşılıksızverirler.
    “İlim öğrenmeden” tefsir okuyan nesiller değil, maddi vemanevi ilimleri tam tahsil etmiş “müfessirler” yetiştirirler. Kitaplar yazan âlimler olmaktan çok ilmiyle âmil, “canlı kitaplar” olan âlimler olmaya gayret ederler.. Rasülullah ve Ashabının çizgisinde olan her nevi kitap, basın, yayın hareketini tasvip eder, bizzat neşreder, bu uğurda fedakarlık yapan Ehli Sünnet erlerini desteklerler. Farklı din mensuplarını İslam’a davet ederler. Onlarla tek ortak paydalarının ancak İslam olabileceğini söylerler.
    Bilimin “Dünyevi ve Uhrevi” olduğunu bilirler. Bu sebeple en yüksek seküler ilimler ve diplomalara sahiptirler. Bu diploma ve etiketleri de asıl gaye olan “Âli ilimlerin” yani Yüksek İslâmi İlimlerin” emrinde kullanırlar.
    Kimseyi hor görmezler. İnsanı be insanî değerleri daima her dünyevi değerin üstünde tutarlar. Çevre temizliğine kalbin temizliği, kalıbın temizliği ve fikrin temizliği kadar önem verirler. Fanatizmden, fanatik fikri akımlardan, insanlardan, grup ve oluşumlardan uzak dururlar.
    Fatiha, İhlas ve sonsuz şükranlarımız, Ruhu’ndan istimdât ve Yed’i Mübarekeleri ile, tüm ehli imanla beraber O’nun Ruhu’na olsun.
    Keşke sana lâyık bir evlat olabilseydim..(Türkiye’de İslam’ın yükselişi için emeği geçen diğer tüm İslam büyüklerinden ve bağlılarından da Cenâbı Hakk razı olsun. Din gününün sahibi olan Allah bu iman denizine bir kaşık suyla bile olsa katkıda bulunan herkese ecrini ihsan eylesin.)

    Ahmet Kemal ÖNCÜ.
    ALLAH razı olsun . Güzel bir yazı kaleme almış, Ahmet Kemal Öncü. bey...Bana da paylaşmak düştü.
    "Evliyanın kılıcı kınında değildir. Kimseyi kesmezler ama üzerlerine giden kesilir"



  3. #3
    ***
    DIŞARDA
    Points: 7.004, Level: 55
    Points: 7.004, Level: 55
    Level completed: 27%,
    Points required for next Level: 146
    Level completed: 27%, Points required for next Level: 146
    Overall activity: 16,7%
    Overall activity: 16,7%
    Achievements
    kuzat - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Nov 2010
    Yer
    İstanbul
    Mesajlar
    904
    Points
    7.004
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    15

    Standart Ebu’l-Faruk Süleyman Hilmi TUNAHAN (k.s.)

    Ebu’l-Faruk Süleyman Hilmi TUNAHAN (k.s.)


    Kur’an-ı Kerim'in aşığı, hizmet ehli, yürek fatihi, dava adamı, âlim ve mücahid. Yirminci yüzyıla damgasını vurmuş, Diyanet İşleri Başkanlığı'na bağlı olarak Selâtin camileri adıyla bilinen, Yeni Camii, Şehzade Camii ve Sultan Ahmet Camilerinde vaizlik yapmış, zülcenaheyn “ iki kanat sahibi”.

    Sizlere otuz yaşında profesör olmuş bir üstaddan (Allah dostundan) bahsetmeye çalışacağım. İşte böyle bir zatı yazmak, benim gibi aciz birinin işi değildir. Ancak bildiğimiz ve tanıdığımız kadarıyla bu dava büyüğünü, İslama ve Hz. Kur'an'a hizmetlerini karınca kararınca yazıya dökmeğe gayret edeceğim.

    Süleyman Efendi Hz. Hayatı:
    Süleyman Efendi (k.s.), Osmanlı Devleti egemenliği döneminde, bugünkü adıyla Bulgaristan'ın Silistre şehrinin Ferhatlar köyünde miladi 1888 yılında dünyaya geldi.

    Babası, tahsilini İstanbul’da tamamlamış ve Silistre’nin Satırlı Medresesi’nde yıllarca müderrislik etmiş, Osman Fevzi Efendi’dir. Dedesi ise Kaymak Hafız namıyla maruf bir zat olup 110 yaşına doğru vefat etmiş olan Mahmut Efendi’dir. Hoca zadeler olarak bilinen bu asil ailenin ceddi İdris Bey’e dayanır. İdris Bey, Peygamber (s.a.v)’in torunu olan Hz. Hüseyin efendimizin soyundan gelen bir zattır. Onun için Fatih Sultan Mehmet, direk Peygamber (s.a.v)’e nesebi dayanan İdris beyi buldurmuş, onu Tuna Hanı olarak vazifelendirmiş ve üstelik kız kardeşi ile de evlendirmiştir. Bu evlilik vesilesi ile Hz. Fatih Süleyman Efendi 'nın dayısıdır.Peygamberimiz (s.a.v)’in soyuna dayanmakla Hz. Üstad, seyyittir.

    Osman Fevzi Efendi, İstanbul’da tahsiline devam ederken rüyasında, vücudundan kopan bir parçanın gökyüzüne çıkıp etrafa ışıklar saçtığını görür. Rüyayı, sulbünden gelecek bir evlâdının dünyayı manen aydınlatacağı şeklinde tabir eder. Bu istidadı; Fehim, Süleyman Hilmi, İbrahim ve Halil isimli dört oğlundan Süleyman Hilmi’de görür. Onun yetişmesi için hiçbir fedakârlıktan kaçınmaz ve fevkalâde alâka gösterir.

    Süleyman Efendi, ilk tahsilini Silistre Rüşdiyesi’nden sonra Satırlı Medresesi’nde yaptı. Daha sonra babası, tahsilini tamamlamak üzere onu İstanbul’a gönderdi ve şu tavsiyede bulundu: ‘Oğlum! Usul-u fıkıh ilmine iyi çalışırsan dininde kuvvetli olursun, mantık ilmine iyi çalışırsan ilminde kuvvetli olursun.’’

    Süleyman Efendi, İstanbul’da Fatih dersiamlarından ve devrin meşhur âlimlerinden Bafralı Ahmet Hamdi Efendi’den birincilikle icazeti aldı. Bilâhare Dâru’l-Hilafeti’l-Aliyye Medreses-i Kısm-ı Âli’yi bitirdi ve ihtisasını yapmak üzere Medresetü’l-Mutehassısîn’in Tefsîr ve Hadîs şubesine girip birinci derece ile mezûn oldu. Aynı zamanda giriş imtihanını birincilikle kazandığı Medresetü’l-Kuzât (Hukuk Fakültesi)’dan da mezun oldu. Böylelikle devrinin aklî ve naklî ilimlerinde en yüksek dereceyi kazanmış oldular.

    Süleyman Efendi Hz. Hizmet Anlayışı
    Allah'ı seven,davasını dert edinir.Davası Allah olan'ın,destekçisi Hz. Allah'tır.

    Süleyman Efendi yaşadığı dönem,zifiri bir gece gibiydi. Zifiri gecelerin bir özelliği vardır. Yıldızlar çok parlarlar. Aslında yıldız gündüzünde parlar fakat gündüz yıldızı kimse göremez. Çünkü gündüzün ışığı yıldızın ışığını bastırır. İşte Hz. üstadın içinde yaşadığı devir zifiri karanlık bir geceye benziyordu. Gecenin karanlığına çakılıp kalmadı. Umudunu kaybetmedi. Allah davasına yardım edenin yardımcısı Hz. Allah idi. Şuna inanıyordu. Her gece iki gündüz arasındadır. Gecenin en karanlık anı, fecre en yakın zamanı olduğuna biliyordu.

    Öyle bir devirdi ki, imanı yaşamak közü elde tutmak gibiydi. Elde tutsa el yanacak yere atsa yer yanacaktı.Büyük günahların alenen işlendiği,kıyamet alametlerinin zuhura durduğu,dünyanın ahir ömrünün son dönemecini döndüğü,kıyamet senaryolarının dilden dile dolaştığı,hayrın şer şerrin ise hayır olarak gösterildiği,dede ile torunun anlaşamayıp babanın tercuman olduğu,geçmişi ile bağının kopartıldığı,geri kalmanın sorumlusu yobaz din adamlarına ve İslam'a mal edildiği,maddiyyatın ön plana alınıp maneviyatın söndürülmeye çalışıldığı,Allah demenin bile yasak olduğu ,alimlerin kendi kabuğuna çekilip pasif olduğu bir zamanda parlayan bir yıldız ve aktif bir dava adamı olarak ortaya çıktı Süleyman efendi Hazretleri.Davetçi olmak iki ayaklı dua olmaktı.O,zor olanı,çetin olanı seçti.Alemlere rahmet olanın yolunda yürümek böyle olmayı gerektiriyordu.Babası Osman efendinin rüyası zuhur ediyordu. Bir yıldız gibi etrafına ışık saçmaya başladı. Manevi vazifeyi yüklenmişti. Bu bir emanetti. Emanete sadakat Hz. Allah’a sadakatti. Manen devraldığı bu manevi sancağı yere düşürmemeliydi. Kolları sıvadı Ya Allah Bismillah dedi. Onun zihninde Bismillah demek;‘’Ben bu hizmeti Allah sayesinde yapıyorum’’ demekti.Bismillah demek;‘’Ben bu hizmete Allah’ı dâhil ediyorum’’ demekti.Bismillah demek;‘’Allah’tan yardım istiyorum ‘’demekti.Bismillah demek’’Ben bu hizmeti Allah’a ısmarlıyorum’’ demekti.

    Allah var. Allah’a iman var. İman varsa imkân’da var. Allah’ın olduğu yerde imkânsız diye bir şeyden söz edilemezdi.

    Dahası Hz. Allah sonsuz imkândı. Hz. Kur’an imkândı. Hz. Peygamber (s.a.v) imkândı. Namaz imkândı. Oruç imkândı. Kürsüler imkândı. Yol, çarşı, köy, kasaba, vasıta, çiftlik, mağara, ağaç gölgelikleri, ders okutmak ve talebe yetiştirmek için birer imkândı. Bütün bu imkânlardan yararlanmayı bildi.

    Evlatlarının geleceğini düşünürken, yaşadığı toprakların geleceğini düşünürken, ait olduğu İslam medeniyetinin geleceğini düşünürken hep Allah-u Teâlâ’yı hesaba kattı. Hz. Allah (c.c)’ü ayeti kerimede Ve kul cael hakku ve zehekal batil, innel batile kane zehuka. De ki: “Hak geldi, batıl yok oldu. Şüphesiz batıl, yok olmaya mahkûmdur.” (1)Belki kendisi batılın yok olduğunu dünya gözüyle göremese de yetiştirdiği evlatları onu görecekti. Bu da Allah’ın yardımı, Peygamber (s.a.v)’in şefaati ve himmet ehlinin duasıyla gerçekleşecekti. Buna inanıyor ve evlatlarını buna hazırlıyordu. Çardaklarda okuttuğu evlatlarına umut aşılıyor, gelecek günleriniz bu günlerinizden daha iyi olacak, beldelerden beldelere, şehirlerden şehirlere, ülkelerden ülkelere tayyarelerle gideceksiniz ve birde yoruldum diyeceksiniz, ben göremeyeceğim ama siz o günleri de göreceksiniz diyordu.



    Yine öyle bir devirdi ki o devir, medreselerin kapısına kilit vurulmuş, Ezanı Muhammedi asli hüviyetinden çıkartılmış, Kur’an-ı öğretirken yakalanmak kalpazanlık yapmaktan daha ağır bir suç sayılmış. İşte böyle bir zamanda pasif iyi ile aktif iyi, hizmetinde samimi olan ile samimi olmayan, çağı iyi okuyanla çağı iyi okuyamayan, etliye sütlüye karışmayan nemelazımcı âlimler ile ümmetin iman derdiyle dertlenen âlimler böylece ayrılmış oluyordu.

    Mesela, medreselerin kapatılması esnasında Süleyman Efendi’nin bir duruşunu görüyoruz. Müderrislerin sayısı 500-520 civarındadır. Çıkarılan bir kanunla hepsinin asil vazifesi olan müderrisliklerine son veriliyor, kendileri hükümetin uygun göreceği imamlık, vaizlik veya emeklilik gibi yeni vazifelere tayin edilecekleri söyleniyor. Müderrislerin hemen hepsi bu fiili durumu kabullenmiş gibi görünüyorlar. Yalnız Süleyman Efendi, bu hadisenin din ilimlerinin ve Kur’an ilimlerinin kaybolmasına sebep olacağını düşünüyor ve diğer arkadaşlarına şu ikazları yapmıştır:“Ey dersiamlar! Sizler bu memlekette, bugün için dinin teminatlarısınız. İkişer, üçer kişi oturup, onlara dini öğretirseniz asgari 50 sene bir-iki nesil boyu İslam’ın ömrünü uzatmış olacaksınız. Bunu yapmazsanız, huzur-u İlahide mesuliyetten yakanızı kurtaramazsınız.” diyordu.

    Vaizlik yapıyor. Hizmette de boş durmuyor. Amele pazarlarında talebe buluyor, onları okutuyor. İlim tahsil etmesi için çocuğumu getirdim kaç lira istersin diyen babaya; ‘’Talebeden para alınmaz. Talebeye para verilir. Okusun da, dinine, kitabına, milletine hizmet etsin” buyuruyordu.

    Bunun yanında talebe okutmaya başlıyor. Talebelerine maişet endişesi içinde olmamalarını tavsiye ediyor, Allah için okuyan kimsenin dünyalığının da iyi olacağını söylüyordu. Talebelerine; Oğlum!‘’ ilimsiz ibadetin tadı olmaz. Tek kanatlı kuş uçmaz. İnsanların dünyaya dalıp istikbal sevdasına daldıkları şu günlerde Mevla’nın ilmini okuyacağız. O, insana iki cihanda izzet ve şeref verilen bir iştir. İhlâs ve samimiyetle Allah Rasulü’ne yönelen, gölge gibi dünyayı elde eder. Dünyaya çalışan ise ahreti kazanamaz. Zira Ahiret hakikat, dünya haleftir. Eğer ağacı kökünden götürürsen gölge de beraberinde gelir.” diye malumat ve tavsiyelerde bulunuyordu. Bu yumuşak muameleden talebeleri fevkalade memnun olup etkileniyorlar ve hocalarının istediği gibi bir talebe olmaya gayret sarf ediyorlardı.

    Talebelerinin sayısı artınca “Kurs ve Okul Talebelerine Yardım Derneği” ismiyle kurslar açıyor yetiştirdiği talebelerini oralarda istihdam ediyordu. Osmanlı zamanında medreselerde yıllarca uzun sürede öğretilen dini ilimleri üç veya dört yıl gibi kısa bir zamanda öğretiyordu. Onun eğitimi merhamet üzere kurgulu idi. Er rahmân. Allemel kur'ân. Rahmân, Kur’an’ı öğretti.(2) Önce şefkat ve merhamet sonra ilim öğretmekti. Şefkat ve merhameti olmayanın ilim öğretmesi de olamazdı.

    Türkiye dâhil dünyanın neresine giderseniz gidin kurduğu bu hizmet yuvaları Süleyman Efendi (k.s)’un hayatında ne ise şu anda da onu bulursunuz. O talebelerine şöyle diyordu:''Vasıyetim olsun!Tefrikaya düşmeyiniz.Kavmiyyet gütmeyniz.Ehli sünnetin gayri yollara sapmayınız...Her yerde birlik ve beraberlik lazımdır.Muvaffak olmak için her hususta ittifak etmeli ve dayanışma asla elden bırakılmamalıdır.Çünkü Allah'ın nusreti ,maddi ve manevi yardım cemaat ile beraberdir.Toplu çalışanlar bunun semeresini kısa zamanda elde ederler''.''Evlatlarım!Diliniz sussa haliniz İslam'ı konuşsun''.''Hizmet muvaffak olsunda bizim yerimiz caminin pabuçluğu olsun''.''Bir milletin ıslahı kötülerin imhasıyla değil,yeni neslin eğitim ve terbiyesiyle mümkündür''.''Evlatlarım!Sizin bu alemde ki vazifeniz;bataklığa düşen insanları,düştükleri bataklıktan çıkarmaktır.Öyle ise ümmeti muhammedi ayağınıza beklemiyecek,siz onların ayaklarına gideceksiniz.En ucra yerlere bile bu hizmeti sizler götüreceksiniz.'' Neden kitap yazmıyorsunuz sualine şu cevabı veriyordu.Ben canlı kitaplar yazıyorum.Onlar hiç bir zaman tozlanmayacak,sürekli kendisini okutturacak...diyordu.

    Değerli dostlar!
    Bu yurtlardan yetişen hiçbir talebe vatanına ihanet etmiş değildir. Polisine, emniyet güçlerine, jandarmasına silah doğrultan, Molotof atan, devletine, milletine ve vatanına sıkıntı olacak hiçbir eylemin içinde bulamazsınız. Bu hizmette takva öğretilir. Samimiyet öğretilir. Sorumluluk bilinci ile yetişir yetişenler. Bu davada özgürlük şöyle tanımlanır. Özgürlük:Nefsin arzu ve isteklerini yapmamaktır. Batıda özgürlük ise; nefsin arzu ve isteklerini yapmaktır. Bu hizmette kimse kimsenin cehennemine değil cennetine taliptir. Bu hizmette çift dünyalı adam, hem bu dünya hem de ahiret terazisini iyi kurabilen, yaptıklarının hesabının sorulacağı bir âleme de hazırlık içinde olan güvenilir bir nesil yetiştirmektir. İşte Kur’an neslidir onlar. Ehlisünnet ve cemaat çizgisinde bir nesil.Gaye,Allah’ın rızasına nailiyyet.,Maksat;İslâmiyet’in emir ve yasaklarını öğrenmek, öğretmek ve insanlara anlatarak onların dünya ve ahiret saadetine kavuşmalarına vesile olmaktır.

    Ziraat Mühendisine Edilen Nasihat

    Adapazarılı bir zat olan Osman ESLEK, Ziraat Fakültesi’ne devam ettiği yıllarda, Süleyman Efendi’nin yanında ve himayesinde bulunuyordu. Süleyman Efendi’nin, akrabalarından olan bu genç talebeye, beş maddelik bir nasihati vardır. Süleyman Efendi, nasihatleri sıralamadan önce; “Evlâdım! Bu beş hususa riayet edersen, hem cemiyette itibarın hem de ahirette yerin iyi olur” buyurmuşlardır. Beş maddede toplanan bu güzel nasihatler şöyledir:
    Evladım!

    1-Allah yolunda ol, dosdoğru ol, verdiğin sözün eri ol.
    Evlâdım! Ağzın laf ediyorsa dilinle doğru ol, sözünle doğru ol. Sana inanan kişilere karşı sözünden cayma. Eğer sözünü tutarsan “söz” olur ve seni cennete götürür, tutmazsan “köz” olur. Elinle doğru ol. Kolunu, muzırda değil yardım işinde kullan. Tartıyla iş yapıyorsan terazinde, ölçüyle iş yapıyorsan metrende ve litrende doğru ol. Doğrunun doğruluğu bütün sülâlesine akseder, hepsini hayra götürür.

    2-İnsanları sev ve kimseyi kendinden alçak görme. Tevazu sahibi ol.
    Zira en halis ziynet alçak gönüllülüktür. Mütevazı olan kimse, en güzel ziyneti takınmıştır. Kimseyi kendinden aşağı görme. Hayatta haset etmeden say, kıskanmadan sev. Bazı insanlar, başkasındakini istemez. Öyle olma. Gıpta et, fakat haset etme. Zira Allah’ın huzuruna fesatla çıkılmaz. Memur olduğun zaman, sana gelen vatandaşlara sakın yüksekten bakma, yanına geleni ayakta bekletme. Yanında, daima bir sandalye bulundur ve oturtuver. Biraz dinlendirdikten sonra hâlini sor, işini hallet. Sakın ha, “bugün git yarın gel” deme! İşini, o gün bitir. Eğer öyle yapmazsan on parmağım yakanda olacaktır. Eğer memursan ve başında müdürün varsa, haset etmeden say, kıskanmadan sev. İnsanlar muhteliftir. Bazısı daha kabiliyetli, bazısı daha yakışıklıdır. “Ben niye onun yerinde olmayayım” deme, elindekinden de olursun. “Allah bana bir verirse, arkadaşıma, komşuma iki versin” diye düşünürsen, seninki üç olur. Eğer arkadaşın veya komşun böyle düşünmüyorsa, onunki ikide kalır. Senden daha iyi hizmet edecek olan varsa, makamını ona ver. İşte vatanperverlik budur.

    3-Çalışkan ol, üretici ol.
    Zira Peygamber Efendimiz (s.a.v)“çalışmak ibadettir” buyuruyor. Evlâdım! Alın teri olmadan hiçbir şeyin kıymeti bilinmez. Tarlanı ek, mahsulünü al, komşuna ver, ağaç dik... Sadaka-i cariye, iyi evlat yetiştirmek, ilmi eser bırakmak ve ağaç dikmektir ki, ağaç dikmek en efdalidir. Bunun için biz, heykel dikmeyeceğiz, yeşil ağaç, yeşil abide dikeceğiz. Bir dut ağacı 400 sene, ceviz ağacı 700 sene, kestane ağacı 900 sene, çınar ağacı 1500 sene yaşar. Ihlamur ağacı dik, çiçeği şifalıdır. Bursa’da Osman Gazi’nin ve Orhan Gazi’nin diktiği bin senelik çınarlar var. Ben bekârken, her sene bir ağaç dikerdim. Şimdi evliyim ve yengen için de her sene bir ağaç dikiyorum. Ben reklamı sevmiyorum, kendini methetmek gibi oluyor. Bu yüzden herkese söylemedim, fakat sen bil. Benim Fatih ve Beyazıt Camii yanında birer tane çınar ağacım var.

    4-Bildiğini öğret, temiz ol ve temizliğinle örnek ol.
    Münevver kişi, münevvir (nurlandırıcı) kişi demektir. Öyleleri var ki, üç fakülte bitirir de, hasedinden, kıskançlığından dolayı hiçbir şey öğretmez. Gerçek münevver, bildiğini yapan ve öğreten kişidir. Temizlik, ibadettir ve imanın yarısıdır. Eğer sokakta birisi hata yapmışsa (yola pislik atmışsa) sen, onu ayağının ucu ile örtüver...

    5-Günde en az bir kişiye iyilik et, gönlünü al.
    Çünkü cennetin yolu, gönül almaktan geçer. Gönül almak, Cennetin Firdevs kapısını açmaktır. Bu beş maddenin en kolayı, fakat en “içten geleni” de budur. Bir gönül kazanmak, 40 vakit namaza bedeldir. Bir gönül kırmak ise, 40 vakit namazın sevabını kaybettirir. Ben sabahları kalkarken, “Ey Allah’ım, bana, bugün bir kişiye iyilik yapmayı nasip eyle” diye dua ederim. Evden çıktığında veya eve dönerken karşından gelen ilk kişiye selam ver. Onun vermesini beklersen olmaz, evvela sen ver. İşte o zaman, o da sana karşılığını verecektir. Veren el, alan elden, sunan gönül, alan gönülden azizdir buyurmuşlardır.(3)



    Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) Hazretleri, 16 Eylül 1959 Çarşamba günü irtihal buyurdular. Bugün sayısız Kur'an hadimine mürşitlik yapan bu büyük insan dünyanın dört bir yanında ışıldayan Kur'an müesseseleri sayesinde kemalat arşında her gün bir basamak daha yükselmekte ve manevî hizmetine devam etmektedir. Bizler de bu büyük insanın Karacaahmet Kabristan'ında bulunan kabrini ziyaret edip Fatihalar okumalı, feyzinden, manevi tasarruf ve himmetinden istifade etmeye çalışmalıyız. Cenâb-ı Hakk sevenlerini ve bütün Müminleri şefaatlerine nail kılsın. Âmin.

    1-İsra s.17/81
    2-Rahman s.55/1-2
    3- Bu nasihatler Osman ESLEK tarafından 1995 yılında Samsun Yeşilpelit 19 Mayıs Üniversitesi talebelerine verdiği konferanstan alınmıştır.
    Fikri Çınar.VitrinHaber.com

    "Evliyanın kılıcı kınında değildir. Kimseyi kesmezler ama üzerlerine giden kesilir"



  4. #4
    ***
    DIŞARDA
    Points: 23.513, Level: 94
    Points: 23.513, Level: 94
    Level completed: 17%,
    Points required for next Level: 837
    Level completed: 17%, Points required for next Level: 837
    Overall activity: 99,8%
    Overall activity: 99,8%
    Achievements
    Admin - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    MANİSA
    Mesajlar
    1.347
    Points
    23.513
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart

    Gözüm bozulacaktı konuya bakarken. okurken Zorlandım Araştırma yapıldığı belli. emek verilmiş. Değişik sitelerden kopyalanınca orjinal sitesindeki şekliyle gelmiş. Konu güzel ama görünüm çok yorucu. Emek verilmiş neticede. Teşekkürler.



    Görmesekte birbirimizi,

    Duyamasakta seslerimizi,
    Sakın haa ayrıyız sanma,
    Üzme güzel yüreğini, çaresiz yanma.

    Bir kere gönle giren vuslatı bekler değil mi?
    Söylesene; ayrı yerlerde olsakta baktığımız aynı gökyüzü değil mi?

  5. #5
    ***
    DIŞARDA
    Points: 7.004, Level: 55
    Points: 7.004, Level: 55
    Level completed: 27%,
    Points required for next Level: 146
    Level completed: 27%, Points required for next Level: 146
    Overall activity: 16,7%
    Overall activity: 16,7%
    Achievements
    kuzat - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Nov 2010
    Yer
    İstanbul
    Mesajlar
    904
    Points
    7.004
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    15

    Standart

    Özellikle okuduğunuz için teşekkür ederim. Moderatör olarak pek usta olduğum söylenemez. daha çok yeniyim... mutlaka düzenlemeler gerekebilir...Bahsettiğiniz konu önemli. Renkler mi çok fazla olmuş ? Yazıların büyüklüğü küçüklüğümü yoksa Türkçe'mi zayıf... Yazdığınız gibi başka sitelerden olduğu gibi aldım...Edebiyatım çok iyi olmadığı için gözümüzden kaçmıştır... Renkleri ayarlayıp daha bir sade hale getirebilirim....Artık Türkçe eksikler varsa onları da ADMİN kardeşlerimiz düzenlerler....
    Görünümü en kısa zamanda düzenleme yapacağım....
    "Evliyanın kılıcı kınında değildir. Kimseyi kesmezler ama üzerlerine giden kesilir"



  6. #6
    ***
    DIŞARDA
    Points: 7.004, Level: 55
    Points: 7.004, Level: 55
    Level completed: 27%,
    Points required for next Level: 146
    Level completed: 27%, Points required for next Level: 146
    Overall activity: 16,7%
    Overall activity: 16,7%
    Achievements
    kuzat - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Nov 2010
    Yer
    İstanbul
    Mesajlar
    904
    Points
    7.004
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    15

    Standart Hayatı Kur’an olan bir insan Süleyman Hilmi Tunahan Efendi

    Hayatı Kur’an olan bir insan Süleyman Hilmi Tunahan Efendi


    Herşey Kur’an içindi yılmadı ve öğretti
    Müthiş bir dönemdir yaşanan devir. Allah demenin bile neredeyse yasak edildiği, insanların dinlerini gizliden gizliye öğrenip yaşadıkları, Kur’an’ın adeta bütün bir nesle unutturularak yüreklerden izlerinin silinmeye çalışıldığı bir devir.

    Ümitler tükenmekte, İlahi kelam giderek sahipsiz kalmaktadır. Ancak çok sürmeyecektir. “O’nu biz indirdik, yine biz koruyacağız” hükmü gereğince Asıl Sahibi (cc) kitabını kendisini koruyacak, onun hayat bahş eden nefesini köy köy dolaşarak müminlerin sinelerine üfleyecek mübarek talebelerini de bu işle yine O görevlendirecektir.
    Bu kutsal görevle vazifelendirilen ve görevini son ana kadar en mükemmel şekilde yerine getiren zat son devrin büyük din âlimi Silistreli Süleyman Hilmi Tunahan Hocaefendi’dir.
    Babası zamanın müderrislerinden Hâfız Osman Efendi’dir. Soyu Fâtih Sultan Mehmed Han’ın “Tuna Hanı” olarak tâyin ettiği ve kendi kız kardeşi ile evlendirdiği İdris Bey’e dayanmaktadır. İlim ehli ve fazîlet sâhibi bir âileden dünyâya gelen Süleyman Hilmi Tunahan, ilk öğrenimini Silistre Rüştiyesi’nde ve Silistre Satırlı Medresesi’nde yaptı. Bilâhare tahsîlini tamamlamak için İstanbul’a gelerek Sahn-ı Semân (Fâtih) Medresesine kaydoldu. Zamanın usûlüne göre aklî ve naklî ilimleri tahsîl ettikten sonra 1916 senesinde Ahmed Hamdi Efendi’den birincilikle diploma aldı. Bir taraftan dersiâm, diğer taraftan da kadılık rütbelerine ulaşarak devrinin zâhirî ilimlerini tamamladı. Mezûniyetini müteâkip İstanbul’da dersiâm olarak vazîfeye başlayan hocaefendi, cumhuriyetten sonra medreselerin kapatılması üzerine vâizliğe tâyin edildi. Uzun müddet İstanbul’un Sultanahmet, Süleymâniye, Yeni Câmi, Şehzâdebaşı ve Piyâle Paşa gibi büyük câmilerinde vâaz ederek insanlara İslâm’ı anlattı.
    Tasavvuf yolunda Selâhüddîn ibni Mevlânâ Sirâcüddîn Efendi’nin sohbetlerine devâm ederek yetişti.
    Ebu’l-Fârûk Süleyman Hilmi Tunahan (ks) Hazretleri, yakın tarihimizde, zamanının İslâmî ilimlerini tahsil ederek, ilimde en ileri noktaya varmış; müderris, dersiâm, hukukçu, hadîs ve tefsîrde mütehassis bir İslâm âlimi, tasavvufta Nakşibendî silsilesinin 32. halkası Buhâralı Selâhüddîn ibn-i Mevlânâ Sirâcüddîn Hazretleri’nin en büyük halîfesi, vekîli, bu silsilenin 33. ve son halkasıdır.

    Hizmet ve gayreti göz kamaştırıyordu
    Süleyman Efendi Hazretleri’nin Kur’an hizmetlerini ve o hizmetlerin millî ve mânevî alanda doldurduğu boşluğu anlamak için, o devirdeki şartları, ihtiyaçları mutlaka bilmek gerekiyor. Bütün bunlar bilinmeden Süleyman Efendi’nin bir neslin imanının kurtulması için ortaya koyduğu gayretteki tesir ve hizmetler tam anlamıyla idrak edilemez.
    Öyle zamanlar oldu ki, talebeyle bir yerde toplanıp okutmak imkânı kalmadı. Süleyman Efendi o zaman da taksilere ya da trenlere oturttuğu talebeleriyle gezerek onlara İslami ilimleri okutarak bu konuda büyük bir ceht ve gayret ortaya koydu.


    Nezaket ve asaletini hiç terketmedi
    Devrin sıkıntılarına, sabır ve hilmiyle mukâbelede bulundu. Evini aramaya gelen polis memûrlarına “Buyurun, hoş geldiniz, hem de bir kahvemizi içersiniz.” derdi. Hanımı Hâfiza Sultan, “Efendi! Efendi! Size bu zulmü revâ görenlere bir de kahve mi ikram edeceksiniz?” dediklerinde, “Onlar memûrdurlar, vazifelerini yapıyorlar hanım, yorulmuşlardır.” diyerek kahve ikram etme nezaket ve asaletini terk etmedi.

    Mübarek üç aylar yaklaşınca talebelerini Ramazan’da va’z u nasihat etmek üzere Trakya ve Anadolu’nun çeşitli yerlerine gönderirdi. Ramazan sonrası dönüşlerinde teker teker yaptıkları hizmetler hakkında bilgi alır ve güzel hizmet haberleri beklerdi.

    A.KadirSüphandağı. 18 Eylül,2004 Cumartesi Zaman





    "Evliyanın kılıcı kınında değildir. Kimseyi kesmezler ama üzerlerine giden kesilir"



  7. #7
    ***
    DIŞARDA
    Points: 7.004, Level: 55
    Points: 7.004, Level: 55
    Level completed: 27%,
    Points required for next Level: 146
    Level completed: 27%, Points required for next Level: 146
    Overall activity: 16,7%
    Overall activity: 16,7%
    Achievements
    kuzat - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Nov 2010
    Yer
    İstanbul
    Mesajlar
    904
    Points
    7.004
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    15

    Standart Bir Eğitimci Olarak Süleyman Hilmi Tunahan

    Bir Eğitimci Olarak Süleyman Hilmi Tunahan

    Süleyman Hilmi TUNAHAN;

    Devletimizin geri kalmasının sebebi olarak İslam'ın gösterildiği, İslam hakkında her türlü kara propaganda yapmanın moda haline geldiği, bin yıl İslam'ın sancaktarlığını yapmış bir milletin evlatlarının dinlerini rahatça söyleyemediği ve yaşayamadığı bir dönemde Türk'ün İslamsız olamayacağını pervasızca haykıran bir mücahit.

    Soyu, Fatih Sultan Mehmet Hanın kendi kız kardeşini nikâhlayarak Tuna Hanı olarak görevlendirdiği İdris Bey'e dayanan Dersiam “Müderris” Osman Efendi'nin oğludur. Osman Efendi, İstanbul'da tahsilini devam ettirdiği dönemde gördüğü ve kendi soyundan gelecek bir evladının dünyayı manen aydınlatacağı şeklinde yorumladığı rüyanın ardından memleketi Silistre'ye dönerek evlenir ve bu kutlu rüyanın tecellisini beklemeye başlar.

    Osman Efendi'nin 1889 yılında dünyaya gelen ve adını Süleyman koyduğu evladı rüyanın tecellisi noktasında kendisini heyecanlandırır. Süleyman'a ayrı bir ilgi gösteren Osman Efendi Süleyman'ın kutlu rüyaya mazhar olacak şekilde yetişmesi için elinden gelen gayreti gösterir ve Süleyman'ı Müderrisliğini yaptığı Satırlı Medresesi'ne alarak ona aynı zamanda hoca olur. Fakat aralarındaki ilişki ne hoca talebe ne de baba oğul ilişkisine benzemektedir. Osman Efendi oğlunu her zaman ayakta karşılaması ve ona her defasında “Buyurunuz Süleyman Efendi oğlum…” şeklinde hitap etmesi dikkatleri Süleyman'ın üzerine toplamıştır.

    Süleyman Efendi Satırlı Medresesinin üzerine Silistre Rüştiyesini de bitirince babası onu müderrislik tahsili iççin İstanbul'a yollar. Fatih Medresesi müderrislerinden ve özellikle dönemi- nin en büyük ulemalarından Bafralı Ahmet Hamdi Efendi nezaretinde ders okur ve buradan birincilikle icazet alır.
    Her yıl yüzlerce kişinin aday olduğu ve en fazla on beş kişinin seçildiği, zamanını doktorası sayılan müderrislik sınavını Süleymaniye Medresesinde birincilikle verir ve Müderrislik unvanını alır. Tahsiline burada son vermeyen Süleyman Efendi zamanını Hukuk Fakültesi olan Medresetü'l Kuzat'ın sınavını kazanır. Buradaki tahsili babası ile aralarında “Hüküm verme durumundaki insanların büyük mesuliyetini ve adaleti gerçekleş- tiremeyenlerin cehennemlik olduklarını” haber veren hadisler dolayısıyla bir tartışma yaşanır ve babası Süleyman Efendi'ye “Süleyman, ben seni cehenneme göndermek için İstanbul'a yollama- dım.” şeklinde serzenişte bulunur.

    Süleyman Efendi, babasına tereddütlerine katıldığını ancak bu eğitimi hakim olmak için değil ilim sahasında kemale ermek için alacağı cevabını vermesi üzerine tartışma tatlıya bağlanır. Süleyman Hilmi TUNAHAN'ın hayatında görülür ki kendisi hem müderrislik hem de kadılık makamla- rına ehliyetli iken O dine hizmet amacıyla Müderrisliği seçmiştir.
    İstanbul Müftülüğü bünyesinde, başta Sultan Ahmet, Süleymaniye ve Yeni Cami olmak üzere İstanbul camileri ve yurdun çeşitli yerlerinde vaazlar ve Kur'an-ı Kerim dersleriyle irşat vazifesini devam ettirmiştir. Bu süre içerisinde Süleyman Efendi önceleri dine içerden sokulmaya çalışılan hurafe ve fitnelere, daha sonraları ise İslam'a dışardan gelen, doğrudan İslam'ı hedef alan taarruzlara karşı durmuştur.

    Özellikle Öğretim Birliği Kanunun çıkarılma- sıyla medreselerin kapatılması ve harf inkılabıyla Arap Harflerinin yasaklanmasıyla Kur'an-ı Kerim ve din eğitiminde ortaya çıkan boşluğu doldurmak noktasında tarihi mücadeleler vermiştir. Bu mücadeleler kapsamında Müderrisler cemiyetin- deki 520 müderrisle bir araya gelip din eğitimi konusunda teklif ettiği yol haritası bu alandaki herkes tarafından bilinmektedir. Teklif ettiği yol haritasına destek veren müderrislerle Maarif Vekâletine gönderdikleri ve Dini Tedrisatı fahriyen ( ücretsiz ) yerine getirmek istediklerini bildiren telgrafa karşı çıkan müderrislerin bu konudaki ısrarının sebebine yönelik sorularına verdiği “ Yarın Allah'ın huzuruna çıkınca Ya Rabbi! Biz senin dinini okutmak istedik ama bize imkân tanımadılar diyebilmek için.” cevabı O'nun içindeki Allah korkusuyla birlikte bulunan Allah sevgisinin ve hizmet aşkının çok açık bir göstergesidir.

    Zaman öyle bir zamandır ki bir devlet memuru olarak resmi görevini yerine getirmesi yani camide cemaatine İslam'ı anlatması ve Kur'an-ı Kerim'i okutmasının inkılaplara ters düştüğü iddia edilerek ilki 1939 yılında olmak üzere üç kez tutuklanmış; türlü hakaret, işkence ve iftiraların ardından her defasında beraatla serbest kalmıştır.
    O da her fani gibi 16 Eylül 1959 tarihinde ağırlaşan şeker hastalığının sonucu olarak Rabb-i Rahimine iltica etmiştir. Ancak Süleyman Hilmi TUNAHAN ölümünde bile rahat bırakılmamıştır. Yakınları ve bağlıları tarafından Fatih Haziresine defnedilmesine yönelik alınan izin yok sayılarak dönemin İç İşleri Bakanı Namık GEDİK tarafından Karaca Ahmet Mezarlığında polislere hazırlatılan bir kabre defnedilmeye zorlanmış ve sonuç olarak Karaca Ahmet Mezarlığına defnedilmiştir.

    72 yıllık çileli bir yaşamın sonunda vefat eden Süleyman Hilmi TUNAHAN çok sayıda din adamı yetiştirmiş; şahsi olarak bizzat kendisi ve yetiştirdiği öğrencileri ile milletimizin manevi hayatında büyük bir yer sahibi olmuştur. Yasaklara ve türlü zorluklara rağmen hayatının son anına kadar devam ettirdiği müderrislik mesleği O'nun eğitimci yönünü ön plana çıkarmıştır.
    Milletin dini tedrisatını fahriyen yerine getir- mek üzere Maarif Vekâletine çektikleri telgrafa olumsuz cevap gelmesi üzerine cemiyetteki müderrislere “ Her birimiz ikişer talebe yetiştir- sek milletin daha yüz yıl dinini yaşamasını sağlarız.” yönündeki teklifte bulunmuş ve bu fikrini ilk önce kendisi uygulamaya koymuştur. Okutmak için aradığı iki talebeyi bulamayınca evdeki iki kızını okutmaya başlamış ve kızları bu uğurda yetiştirdi- ği ilk talebeleri olmuştur.

    Ramazan ayında vaaz etmesi için Anadolu'ya gönderdiği bir talebesinin kendisini dinleyenlerin sayısını az bularak geri dönmesi üzerine talebesini birçok peygamberin bu dünyadan bir tek bile ümmet edinemeden gittiğini hatırlatarak öğrenci- sini dinlemeye gelen iki insan için geri göndermesi onun eğitim verilecek insanların sayılarına bakılmaksızın eğitim devam ettirilmesi gerektiği noktasındaki düşüncesini ortaya koymaktadır.

    Süleyman Hilmi TUNAHAN talebelerinin niteliklerine bakmadan, talebeleri arasında ayırım yapmadan eğitime devam etmiştir. Talebeleri arasında inşaat ustaları, demirci ustaları, kalaycı ustaları, çobanlar bulunmuş ve O öğrencilerinin hepsini bir tutarak derslerine devam etmiştir. Belki de O'nun bu konudaki ihlasının mükâfatı olarak Demirci Hoca, Kalaycı Hoca adlarıyla din adamı yetiştirmek nasip edilmiştir.

    Okutacak öğrenci bulamadığı bir zamanda amale pazarına giderek amelelere yevmiyelerini vererek ders okutmayı teklif etmiş ve bu şekilde öğrenci edinmiştir. Bir nevi parayla öğrenci tutmak olan bu durum onun okutacağı insanda nitelik aramaksızın, varını yoğunu ortaya koyarak halisane hizmet ettiğinin en büyük bir gösterge- sidir.
    Eğitim ve öğretim metotlarında büyük çapta modernleşme ve gelişmelerin yaşandığı günümüz- de eğitimin olmazsa olmazı olarak görülen öğrenciyle bire bir ilgilenme Süleyman Hilmi TUNAHAN'da doruk notaya ulaşmıştır.

    Öğrencilerinin hepsiyle bire bir ilgilenen Süleyman Hilmi TUNAHAN talebelerinin ailevi sorunları, sağlık problemleri gibi konularla yakinen ilgilenmiş ve onların dertlerini kendi derdi sayardı.

    Süleyman Hilmi TUNAHAN, müderrisliğe başladığı andan itibaren derslerini devam ettirmek konusunda büyük bir dikkat göstermiştir. Özellikle medreselerin kapatılmasından sonraki süreçte her türlü güçlüğe boyun eğmeden derslerini her vesileyle devam ettirmesi; hastalığının iyice ilerlediği, kalkamayacak duruma geldiği zamanlarda bile “Ders okutursam iyileşirim, hastalığım gider.” diyerek derslerine ara vermemesi O'nun hizmet aşkını ortaya koymaktadır.

    Arkasındaki takip ve kontrollerin iyiden iyiye arttığı ve ders okutacak mekan bulamaz hale geldiği bir zamanda öğrencileri ile birlikte taksi tutup İstanbul'u turlayarak ders okutması; taksi derslerinin engellenmesi sonrasında İstanbul Ankara trenine binerek trende ders okutması O'nun Kur'an-ı Kerim hizmetindeki sınır tanımaz bağlılığını ortaya koymaktadır.
    Eğitimi ve öğreticiliği öğrenenin öğretme zorunluluğu şeklinde değerlendiren Süleyman Hilmi TUNAHAN “Âlimin zekâtı ilmiyledir.” düsturunu harfiyen uygulamıştır. Öğrencilerine ders okuttuğu bir sırada “Yarın hesap günüdür, Allahu Teâla, Süleyman, verdiğim ilimle ne yaptın, o ilmi sana kara topraklara göm diye mi verdim, derse ben ne cevap veririm?” şeklindeki sözü O'nun ders okutmayı ne kadar büyük bir mesuliyet olarak gördüğünün en açık göstergesidir.

    “Münevver aydın kişi, münevvir aydınlatan kişi demektir. Öyleleri var ki, üç fakülte bitirir de hasedinden, kıskançlığından dolayı hiçbir şey öğretmez. Gerçek münevver bildiğini yapan ve öğreten kişidir.” sözü ise günümüz öğretmen ve münevvirlerine öğreticilik ve aydınlatıcı olmak konusundaki sorumluluklarını hatırlatmaktadır.

    Sonuç olarak bir söz söylemek gerekirse vefatının 52. yılında kendisini minnet ve şükranla anıyoruz. Bizzat kendisi ve bağlılarının önderliğinde yurdun dört bir köşesinde açılan Kur'an Kursları Müslüman Türk Milletinin manevi dünyasının köşe taşlarından biri olmuştur. Her türlü zorluğa göğüs gerek başlattığı ve bağlıları tarafından devam ettirilen Kur'an-ı Kerim dersleri dolayısıyla biz kendisinden razıyız, Allah da O'ndan razı olsun.
    KAYNAKÇA
    KISAKÜREK Necip Fazıl, Son Devrin Din Mazlumları, İstanbul, 2010, Büyük Doğu Yay.
    VAKKASOĞLU Vehbi, Maneviyat Dünyamızda İz Bırakanlar, İstanbul, 2006, Nesil Yay.

    tefekkurdergisi.com
    "Evliyanın kılıcı kınında değildir. Kimseyi kesmezler ama üzerlerine giden kesilir"



  8. #8
    ***
    DIŞARDA
    Points: 7.004, Level: 55
    Points: 7.004, Level: 55
    Level completed: 27%,
    Points required for next Level: 146
    Level completed: 27%, Points required for next Level: 146
    Overall activity: 16,7%
    Overall activity: 16,7%
    Achievements
    kuzat - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Nov 2010
    Yer
    İstanbul
    Mesajlar
    904
    Points
    7.004
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    15

    Standart

    Mücadelesi

    1940'lı yılların başında, Kuran öğrenmenin ve öğretmenin yasak olduğu günlerde adını duyuran Süleyman Hilmi Tunahan, Hz. yetiştirmiş olduğu sayısız öğrenci ile ülkemizde dini duyguların gelişmesine büyük katkısı olmuş İslam alimlerinden önemli bir zattır. Ancak dönemdeki Müslümanlara yönelik baskı politikası Süleyman Efendi'ye de uygulanmıştır.

    1888 yılında Silistire'de dünyaya gelen Süleyman Efendi, önce kendi yöresinde, daha sonra İstanbul'da dönemin ünlü medreselerinde eğitim alarak "dersiam" olmuş ve bu sıfatla devlet bünyesinde hizmet vermeye başlamıştır. 1924 yılında medreselerin kapatılmasından 6 yıl sonra, 1930'da Diyanet İşleri Başkanlığı kadrosundan İstanbul Şehzadebaşı'nda vaizlik görevine getirilmiştir.

    Süleyman Hilmi Tunahan bu dönemde çalışmalarının temelini çocuklara ve gençlere Kuran öğretme üzerine kurdu. Ancak dönemin hükümeti Tunahan hakkında soruşturma başlattı. Ve 1939 yılında bir gün evinden alınarak Birinci Şube'nin ünlü "tabutluk"larına hapsedildi. Oradaki yakınları ve dostlarıyla birlikte üç gün tutuklu kaldı. Fakat mahkemeye çıkarıldığında kendisine karşı yapılan bütün tertipler boşa çıktı, Birinci Ağır Ceza Mahkemesi tarafından salıverildi. Tutuksuz olarak aylarca devam eden mahkeme sonunda beraat etti.

    Kuran öğretme yolunda karşısına çıkan güçlükleri Tunahan kendi yazılarında şu şekilde ifade eder:

    "Okutma imkanı yoktu, fakat okuyan dahi bulamadım. Bir zaman geldi mebus maaşı kadar para verip talebe okutmak istedim, bulamadım. Parayı alıp kaçıyorlardı, çünkü korkuyorlardı... Bu ilimler yeryüzünde kaybolacak diye korkuyordum. Bunun üzerine kızlarımı okutmaya başladım. İleride torunlarım olursa onlara öğretirler ve böylece ilimler yeryüzünde kaybolmaz, dedim. Fakat sonradan Cenab-ı Hak sebepler halketti ve okutma imkanı buldum. Yaşlılarla başladık, gençler daha sonra geldi... Bütün bunlar Cenab-ı Hakk'ın bize lütfudur." (Genç Akademi Dergisi, Kasım-Aralık 1995, sf.19)

    Tunahan'ın da söylediği gibi, ilk önce sadece yaşlı insanların katıldığı derslere yavaş yavaş genç insanlar da katılmaya başlamıştı. Gedikpaşa'daki Azakzade Apartmanı'nın bodrum katında gizlice yapılan dersler Kuran'dan koparılmaya çalışılan halkın büyük ilgisini çekmişti. Tunahan'ın sohbetleri Gedikpaşa'nın dışına çıkmış; Topçular, Kısıklı ve Şehzadebaşı'nda gizli gizli yeni dershaneler açılmıştı. Ancak Tunahan'ın bu faaliyetleri dönemin İçişleri Bakanı'nın dikkatini çekti. Kısa süre içerisinde ders verdiği evlere ve talebelerinin evlerine baskınlar düzenlendi. Talebeleri tutuklandı ve işkence gördü. Tunahan tüm bu baskılara şu şekilde cevap veriyordu: "Bizim hiç duracak zamanımız yok. Ümmet-i Muhammed'in evlatları cehenneme bir sel gibi akıp giderken, biz onlara seyirci kalamayız. Bu selden ne kütük kurtarırsak kardır." (Din Mazlumları, Necip Fazıl Kısakürek, s.269)

    Tunahan'ın damadı ve Eski Kütahya Milletvekili Kemal Kaçar Efendi o karanlık günleri şu sözlerle ifade eder: "Ben kendisi ile şeref ve akrabalık kazandıktan sonra, eve, sayısız ve hesapsız defalar polisler gelmiş ve Emniyet Müdürlüğü'ne götürülüp tazyik altına alınmış, kitapları ve hususi eşyaları didik didik edilmiştir." (Din Mazlumları, Necip Fazıl Kısakürek, s.269)

    Tunahan beraat etmişti ancak hükümetin tavrında herhangi bir yumuşama olmadı. Talebelerinin sayısı günden güne artarken İçişleri Bakanı'nın baskısı da o oranda artıyordu. Nitekim 1944 yılında ikinci kez tutuklandı. Günlerce süren işkenceler ve sorgulamalardan sonra çıkarıldığı mahkemede kefaretle serbest bırakıldı. İkinci duruşmada ise suçsuz görülerek beraatine karar verildi. 1946 yılında vaizlik belgesi elinden alınarak yaptığı her konuşmanın kanunen suç olduğu kendisine tebliğ edildi. Onu bu şekilde susturacaklarını zannediyorlardı.

    DP Dönemi ve Mason İçişleri Bakanı

    1950 yılında Demokrat Parti'nin iktidara gelişi Süleyman Efendi'nin üzerindeki baskıyı hafifletmedi. DP içerisine sızmış olan masonik bir kadro, Adnan Menderes'e rağmen ülkedeki tüm dindarları sindirmeyi kendilerine amaç edinmişlerdi. Uzun süre İçişleri Bakanlığı yapan mason Namık Gedik, ülke içerisinde faaliyet gösteren tüm İslami eğitim kurumlarını yakın takibe aldı. Bu yakın takipten ise en fazla Süleyman Hilmi Tunahan ve arkadaşları etkilendiler.

    Hukuki yollarla Tunahan'ı mağdur edemeyeceğini anlayan Gedik, hazırladığı bir komplo ile geçmişte mason İçişleri Bakanı Şükrü Kaya'nın yaptığı komploların bir benzerini Kütahya'da gerçekleştirmek istiyordu. Bu olayı Necip Fazıl Kısakürek bir kitabında şu şekilde anlatıyor:

    "1957'de Bursa'nın Ulu Camii'ndeki mahut mehdilik komedyası... Eskişehir Demiryolları İdaresinde bulunmuş, sözde Nakşi, Akif Efendi isimli bir şahsın Tavşanlı'daki müridleri, Bursa'nın Ulu Camii'nde, ellerinde kılınç malum mehdilik narasını basıyor ve gülünç nümayişe girişiyor. Maksat meseleyi Tavşanlı'ya oradan da vilayet merkezi Kütahya'ya intikal ettirip Süleyman Efendi'nin ruhi ve siyasi nüfuz mıntıkasını sindirmek ve eğer hadise kanlı bir safhaya girecek olursa onu darağacına kadar götürmek. Bereket ki hadise kansız bastırılıyor, yani tertipçiler kuklalarını adam öldürmeye kadar sevk edemiyor... Kütahya'nın Altıntaş kazasında Süleyman Efendi'ye bağlı bir müftü de topun ağzındadır. Bursa hadisesi, sözde Nakşi Akif Efendi müridlerinin merkezi olmak bakımından Tavşanlı ve dolayısıyla Kütahya'ya aksettiriliyor ve Nakşi değil Akifi! diye adlandırılan bu şaşkın zümrenin Süleyman Efendi sevk ve idaresinde bulunduğu hayaliyle, birden bire takibat Süleyman Efendi'ye yöneliyor. Bunun için de, ilk iş olarak Süleyman Efendi bağlısı Altıntaş Müftüsü tutuluyor; adamcağız polis karakolunda günlerce ve sabahlara kadar dövülerek Süleyman Efendi aleyhine ifade vermeye zorlanıyor. İstanbul'da Süleyman Efendi'nin evine ve damadının yazıhanesine baskın... Doğru müdüriyet ve oradan muhafazalı olarak Kütahya. Süleyman Efendi Kütahya Emniyet Müdürlüğüne getiriliyor. Bütün bir gün ve gece orada bekletiliyor. Sabaha kadar yetmiş yaşına gelmiş bu mübarek insana edilmedik cefa bırakılmıyor. Öyle an geliyor ki Süleyman Efendi zulmün bu derecesine dayanamayarak bayılıyor. Polis, bayıltmakta olduğu kadar ayıltmakta da ustadır. Yüzüne su serpiyor, kollarını sun'i tenefüs şeklinde açıp kapıyor ve Süleyman Efendi'yi kendisine getiriyor." (Din Mazlumları, Necip Fazıl Kısakürek, s.270–271)

    Tunahan ölümünden önce talebelerine söylediği son sözlerinde, hayatını adadığı Kuran'ın öğrenilmesi ve öğretilmesini talebelerine vasiyet etmişti:

    "Bu vazifeleri siz devam ettireceksiniz. Buna mecbursunuz. Bunu yapmadığınız takdirde şu on parmağımı mahşerde yakanızda bulacaksınız. En namüsait zamanlarda dahi talebe okutmaya devam edeceksiniz. Dağ başında olsanız elinize bir kişi geçse ona Kuran'ı ve dini öğreteceksiniz..."

    Ömrünü insanlara Kuran ahlakını anlatmaya adayan Süleyman Efendi, 16 Eylül 1959'da vefat etti. İslam ahlakının yayılması için büyük bir çaba gösteren bu mübarek Zat, ardında insanların imanına vesile olan "Yepyeni Usul ve Tertiple Kuran Harf ve Harekeleri" adlı kitabı bıraktı.
    Mükerrebin.blogcu.com

  9. #9
    ***
    DIŞARDA
    Points: 7.004, Level: 55
    Points: 7.004, Level: 55
    Level completed: 27%,
    Points required for next Level: 146
    Level completed: 27%, Points required for next Level: 146
    Overall activity: 16,7%
    Overall activity: 16,7%
    Achievements
    kuzat - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Nov 2010
    Yer
    İstanbul
    Mesajlar
    904
    Points
    7.004
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    15

    Standart

    Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri ve Kuran Kursları


    Bingöl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi tarafından düzenlen \'Uluslararası Medrese ve İlahiyat Kavşağında İslami İlimler Sempozyumu\'da Doğruhaber Gazetesi yazarlarından İbrahim Dağılma \'Süleyman Hilmi Tunahan ve Kur'an Kursları\' konulu bir sunum yaptı

    BİNGÖL- Bingöl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi tarafından düzenlen \'Uluslararası Medrese ve İlahiyat Kavşağında İslami İlimler Sempozyumu\' yurtiçi ve yurtdışından yaklaşık 100 bilim adamının katılımıyla start aldı.



    \'Uluslararası Medrese ve İlahiyat Kavşağında İslami İlimler Sempozyumu\'nda Süleyman Hilmi Tunahan ve Kur'an Kursları\' başlığı altında bir sunum yapan Doğruhaber Gazetesi yazarlarından İbrahim Dağılma İslami mücadele önderleri açısından yakın tarihin adeta bir hazine gibi olduğunu söyledi.



    \'Zulüm, baskı, tehcir, sindirmelere rağmen hız kesmeyen bir mücadele, yolumuzu ışıtmak ve dava öncüllerini tanımak/tanıtmak için gayretli elleri bekliyor\' diyen Dağılma, \'Hâkim güçlerin sisleme ve unutturma politikasıyla karşı karşıya bu hazineyi kıymetiyle iman ehlinin faydasına sunmamak tarih açısından bir sorumluluk ve ahirete dönük ağır bir mesuliyettir.\' dedi.



    Yakın tarihte unutturulamaya çalışılan kıymetli âlimlerden birisinin de \' Kur'an Hadimi\' olarak ünlenmeyi fazlasıyla hak eden Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri olduğunu ifade eden Dağılma \'İslami değerlerin zorba yasaklarla ortadan kaldırılmak istendiği, İslami kıpırdamalara karşı en acımasız ve korkunç karşılıkların verildiği bir dönemin canlı şahidi ve mazlum tanığı olarak Süleyman Hilmi Hoca 'Sizin en hayırlınız Kur'an-ı öğrenen ve öğreteninizdir.' Hadis-i Şerifi ile 'Bizim yolumuz İman, İslâm ve Ahlâk-ı Muhammedî'yi aşılamaktan ibarettir. Gâye: Rıza-î İlahîdir. Vasiyetim olsun; tefrikaya düşmeyiniz. Kavmiyet gütmeyiniz. Sünnetten gayri olan, yanlış yollara sapmayınız.' sözü ortaya çıkarmak istediğimiz ilim hazinesinin değerinin yüceliğini göstermektedir.\' Şeklinde konuştu.



    Nebilerin Bıraktığı Miras Şeriat-ı Ahmediye'ye Hizmettir


    Süleyman Hilmi Tunahan'ın hayatından ve mücadelesinden kesitler aktaran Dağılma, \'Bir gün Süleyman Hilmi Tunahan Hazretlerine şöyle denir: \' Kendini niçin bu kadar yıpratıyorsun?\' diyenlere şu cevabı veriyordu: 'Yarın hesap günü var. Allah Teâlâ: 'Süleyman! Verdiğim ilimle ne hizmet ettin, onu sana bu kara topraklara getir de göm diye mi verdim?' derse ne cevap veririm. Zamane âlimlerinin bu husustaki gafletleri büyüktür. Sözde varis-i enbiyayız derler. Nebilerin bıraktığı miras şeriat-ı Ahmediye'ye hizmettir. Onlar kendi evlatlarını dahi öğretmiyorlar.' diye cevap vermiştir.



    Evet! Böylesi hedefsiz ve gafil korkaklar okutmuyor, Süleyman Hilmi Efendi ise okutmak istediği halde talebe bulmakta güçlük çektiğini ifade eden dağılma, Hatta bu meyanda bazen dersiam arkadaşlarını ziyaret eder, torunlarını okutup okutmadıklarını sorardı. Onlardan:
    \'Nerede.. Böyle bir devirde nasıl okutabiliriz ki...\' cevabını alınca çok üzülür ve kendisine verilmesi halinde okutabileceğini söylerdi. Ancak bu dahi kabul görmezdi.\' İfadelerini kullandı.



    Dağılma \'Süleyman Hilmi Tunahan ve Kur'an Kursları\' konulu sunumuna şu ifadelerle devam etti:

    Süleyman Efendi, Kur'an öğretme işine dört elle sarılmış, gayreti gün be gün ziyadeleşmişti, diğer yandan da tedbiri elden bırakmadan gizlilikle hareket ediyordu. Öyle ki bir yandan İstanbul'un değişik camilerinde vaaz ediyor, bir yandan da camilerin müezzinliklerinde, apartman bodrumlarında, bulabildiği her yerde talebe okutmaya çalışıyordu. Bu çabanın semeresi olarak Kur'an hadimlerinin ilk tohumları şekilleniyordu. O, aynı zamanda vaaz ve hususi sohbetleriyle, Kur'an talebelerini madden ve manen destekleyecek gönüllüler halkasını teşkil ediyordu. Önce yaşlılar geldi. Gedikpaşa'daki Azakzade apartmanının bodrumunda, Avukat Osman Bey, Hacı Refik, Mehmet Efendi'yle oluşan halkaya, daha sonra Biletçi Hüseyin Efendi, Tüccar Çırpanlı Mustafa Efendi, Beypazarlı Terzi Ali Bey, Kalaycı Hocalar dâhil oldu.



    \'Ajan ve Muhbirlerin Amansız Takipleri Yıldırmadı\'

    Yeni yeni tutuşan kandillerin etrafında yeni halkalar oluştu. Topçular'da, Kısıklı'da, Şehzadebaşı'nda. Bu arada gizli polis teşkilatının istihbari çalışmaları, ajan ve muhbirlerin amansız takipleri sürüyordu. Tutuklama, nezaret, sorgu, işkence, hakaret ve zulümler onun azimli ve şerefli direnişi karşısında eriyordu. İstanbul'da bunalttılar, Kabakçı'ya oradan Kuşkaya mağarasına... Yine yakaladılar, Toroslar'a gitti. Yıldıramadılar, durduramadılar. Çünkü Süleyman Hilmi Hazretleri:
    \'Bizim hiç duracak zamanımız yok. Ümmet-i Muhammed'in evlatları cehenneme birsel gibi akıp giderken, biz onlara seyirci kalamayız. Bu selden ne kütük kurtarırsak kardır.\' diyordu. Vaizlik belgesini iptal ettiler. Hiç oralı olmadı. Güya maddi imkânsızlıklarla yoracaklar, ona rahatsızlık vereceklerdi. Onun buna karşı izzeti şunu söylüyordu:
    \'Biz, değil yorgunluk, rahatsızlık, mezara gidiyor dahi olsak, okumak, okutmak ve hizmet denince koşarız,\' derdi.



    \'Talebeden Para Alınmaz Talebeye Para Verilir\'

    Öyle ki günün birinde bir zat Süleyman Efendi'ye gelir:
    \'Efendi hazretleri oğlumu okutmak istiyorum, ne ücret alıyorsunuz?\' diye sorar. Süleyman Efendi ise:
    \'Sen çocuğunu hemen getir, talebeden para alınmaz. Talebeye para verilir. Okusun da, dinine, kitabına, milletine hizmet etsin!\' derdi.
    İlim taliblerine şu tavsiyeden geri durmazdı:
    \'Oğlum ilimsiz ibadetin tadı olmaz. Tek kanatlı kuş uçmaz. İnsanların dünyaya dalıp istikbal sevdasına daldıkları şu günlerde Mevla'nın ilmini okuyacağız. O, insana iki cihanda izzet ve şeref veren gerekli bir iştir. İhlâs ve samimiyetle Allah Rasulü'ne yönelen, gölge gibi dünyayı elde eder. Dünyaya çalışan ise ahireti kazanamaz. Zira Ahiret hakikat, dünya haleftir. Eğer ağacı kökünden götürürsen gölge de beraberinde gelir.\'
    bir gün Süleyman Efendi'yi Kur'an öğretirken yakalarlar. Karakola götürülür, Süleyman Hilmi Hazretleri jandarma yüzbaşısıyla arasında şu konuşma geçer:
    - Ben hocalığı bir tarafa bırakayım. Sen de komutanlığı bir tarafa bırak. Seninle bir konuşalım!
    - Buyur hocam!
    - Hayır, hocam demeyeceksin. Şimdi sen komutanlığı bir tarafa bırak, ben de hocalığı bir tarafa bıraktım. Birer vatandaş olarak konuşuyoruz!
    - Peki buyurun!
    - İyi ki Allah seni bir tazı olarak yaratmamış. Eğer öyle olsaydı, şu ormanlarda yakalamadık tavşan bırakmazdın. Şu dağların tepesinde Allah'ın kitabını okutuyor diye geldin beni karakola götürüyorsun değil mi?
    Bunun üzerine komutan başını yere eğer ve suskun kalır.

    Bir gün bir talebesi:
    \'Efendim! Herkesin rahatsızlığıyla meşgul oluyor, iyileşmelerine vesile oluyorsunuz. Biraz da kendi rahatsızlığınız ile meşgul olsanız!\' dediğinde o şöyle cevap verir:
    \'Evladım! Kendime yirmi dakika ayırabilsem hiçbir rahatsızlığım kalmayacak. Fakat onu bile ayıramıyorum!\'
    İlahi hoşnutluk ve Ahiret saadeti için her türlü cefaya, çileye sabırla, aşkla \'Merhaba!\' diyenlere ne mutlu!
    Kur'an eğitimi ve İslami ilimleri tedriste hız kesmeyen Süleyman Efendi, Anadolu ve İstanbul'da yetişen talebeleri çeşitli bölgelere İslami hizmet, talebe okutma ve halkı irşad etmek için gönderiyordu.



    \'Canlı Kitap Yetiştirmeyi Daha Lüzumlu Buldum\'
    \'Selefin mum ışığında yazdığı baha biçilmez hazine misali eserlerin toprağa gömülerek çürüdüğünü, bakkallara satılarak çöplüklerde çiğnendiğini, bir kısmının da kütüphane raflarında tozlanmış ve çürümeye terk edilmiş olduğunu gördüm. Medreseleri kapanmış, yazısı değiştirilmiş, din ilimleri yok olmaya yüz tutmuş olan bir zamanda, kitap yazmaktansa, yazılan ilmî eserleri anlayarak anlatacak ve ilmi satırdan sadra intikal ettirip yaşatacak talebe yani canlı kitap yetiştirmeyi daha lüzumlu buldum.\'



    Süleyman Efendinin en büyük hususiyetlerinden biri de şüphesiz ki Allah'ın kelamı Kur'an-ı Kerim'e ettiği hizmetlerdir. Allah demenin bile yasak edildiği o karanlık günlerde bu işi başarabilmek için insanda Uhud Dağı gibi yürek olması gerek. Büyük insanların çileleri de büyük olur. Süleyman Efendi de pek çok ezalar, cefalar çekmiştir.

    O, hiçbir zulüm ve cefadan yılmadı. Kur'an caddesinde ömür arabasını son nefesine kadar sürdü.
    Süleyman Efendi büyük bir mücadele ve dava ruhuna sahipti. Onu, muasırlarında nadiren rastlanan bir aksiyon insanı olarak müşahede ediyoruz. Hatta sadece kendilerine değil, ondan feyz almış, rahle-i tedrisinde bulunmuş nice talebelerinde dahi günümüzde ayni hasleti müşahede ediyoruz. Onun aksiyon cephesini ifade etmesi bakımından talebelerine söylediği şu sözleri burada aynen zikretmek istiyorum: \'Biz, ömrümüzde bir defa olsun sırtımızı yaslayıp rahat oturmadık, huzur-u İlhî'de böyle bir kaydımız yoktur. Allah (c.c) ve Rasulü buna şahittir. Aklınızı başınıza alın.\'
    (Nihat Kanat-İLKHA)
    KÜLTÜR & SANAT / BİNGÖL - 01.07.2012 16:00.Doğruhaber.comtr.
    "Evliyanın kılıcı kınında değildir. Kimseyi kesmezler ama üzerlerine giden kesilir"



  10. #10
    ***
    DIŞARDA
    Points: 7.004, Level: 55
    Points: 7.004, Level: 55
    Level completed: 27%,
    Points required for next Level: 146
    Level completed: 27%, Points required for next Level: 146
    Overall activity: 16,7%
    Overall activity: 16,7%
    Achievements
    kuzat - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Nov 2010
    Yer
    İstanbul
    Mesajlar
    904
    Points
    7.004
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    15

    Standart

    *SÜLEYMAN EFENDİ HZ.? NE VEFA BORCU

    Büyük İslam alimi Süleyman Hilmi Tunahan´ın vefat yıl dönümü olan her yıl 16 Eylül tarihinde yurt içi ve yurt dışında milyonlarca talebesi tarafından kuran hatimleri ve dualarla anılıyor. Süleyman Hilmi Tunahan´ın hayatı ve hizmetleri ile ilgili bir çok bilgi, arşiv belgesi, kitap, belgesel ve yüksek lisans tezinden yararlanarak ilmi bir çalışma ve araştıma yapılarak aşağıdaki yazı hazırlandı.

    Son Devrin Büyük İslam Alimi ve Tasavvuf adamı

    SÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN Hz. HAYATI VE HİZMETLERİ...
    SÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN´IN HAYAT KRONOLOJİSİ:


    Süleyman Hilmi Tunahan, 1888 yılında Bulgaristan´ın Silistre vilayeti´nin Hazergrad (Razgrad) Kazasına bağlı Kemaller (İsperih) nahiyesi´nin Ferhatlar köyünde dünyaya geldi.İlk tahsilini Silistre´nin Satırlı medresesinde Babası Osman Efendi´nin yanında tamamladı.
    1916 yılı Eylül ayında Fath Medresesi ( Sahin-ı Serman) medresesini 80 üzerinnden 76 puan alarak birincilikle bitirdi.
    1916 yılı 30 Eylül ayında Medresetü´l -Mütehassisin´in Tefsir-Hadis bölümüne girerek Hafız Ahmet Paşa´dan ders okumaya başladı.
    1919 yılı 27 Mayıs´da Medresetül Kuzat ( Hakim yetiştiren medrese)´den devrin tüm ilimlerini öğrenmek için girdiği Süleymaniye Medresesinden birincilikle mezun oldu.
    1918 yılında İstanbul müderrisliği ruusuna (Ders-i Ammlığı´na) ,Bugünün ilim adamlarına verilen en büyük ilmi ünvan olan Ordunaryüs Profösörlük ünvanının sahibi oldu.
    1924 yılında Tevhit-i Tedrist kanunu yürürlüğe girmesi ile bütün Medreseler kapatıldığı için dersiamlar ve müderrislerle beraber Süleyman Efendi´nin´de vazifesine son verilerek Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından İstanbul vaizliğine tayin edilerek İstanbul´un bütün camilerinde vaz olark ilim ve irşad vazifesini ifa etti.
    1936 yılında dini ilimleri öğretmenin yanında manevi ilimleride öğretmek üzere Silsile-i saadat´ın 33 halkası olarak

    ,Madden Selahaddin İbni Mevlana Siracüddin, manen İmamı Rabbani Hz. bağlı olarak manevi irşad vazifesine başladı.
    1939 Yılında İlim ve irşad vazesini çekemeyenler tarafından ihbar edilerek İlk defa tutuklandı. yapılan tüm baskılara ve takibatlara rağmen ilim öğretmeye başladı vaizlik maaşını talebelere vererek yüzlerce kişiyi okutup ilim adamı olarak yetişmesini sağladı.1944 yılında İkinci defa tutuklanarak Birinci Şube tabutluklarında,bu defa 8 günlük bir işkenceye tabi tutuldu. O günkü hükümet tarafından 1946 yılında Vaizlik belgesi resmen elinden alındı.
    1949 yılında kuran Kurslarının açılmasına sınırlı da olsa müsaade eden kanun yürürlüğe girdi, Süleyman Efendi Hazretleri´nin ilim öğretme faaliyeti bir nebza rahatladı.Talebelerine büyük önem vererek,onlara değer verdiğini göstermek için " Sizler benim Müsteşarlarımsınız " derdi.

    Talebeleri´nin Maddi ve menevi ilmlerin yanında, Beşeri,Tarih,İktisadi ve Genel kültür sahasında yetişmeleri ile bizzat ilgilenir Ülke ve Dünyya gündemini takip edip, o günün fikir gazetelerindeki Dış ve İç Politika yazarları´nın makalelerini sıra ile talebelerine okuturdu. Necip Fazıl Kısaküreğin yayınladığı Büyükdoğu gazetesine bizzat vaizlik´den aldığı maaşından vererek destek olurdu.


    1950 yılında hükümet tarafından vaizlik belgesi yeniden iade edilir.Bugün bir çok kişiye örnek ulurcasına ,yaşlı ve hasta haline rağmen günde 4 vasıta değiştirerek hem talebe okuttu ve hemde İstanbul´un önemli camilerinde resmen vaizlik yaptı.

    1951 Çamlıca´da Konya Lezzet Lokantası sahibi Mustafa Bey´in tahsis ettiği yerde ilk düzenli Kur´an Kursu hizmetleri başladı. Bu kurslardan yetişen yüzlerce talebe Diyanet İşleri Başkanlığı´nın açtığı Mütfü, Vaiz ,Kuran Kursu öğretmeni,İmam ve Müezzinlik imtihanlarında başarılı oldular.Tarihinde ilk defa İstanbul´un büyük camileri´nin kürsüleri ,Süleyman Efendi´nin yetiştirdiği talebeleri sayesinde genç vaizler tarafından dolduruldu.

    Diyanet İşleri Başkanlığın´da 1950´li yıllarda görev yapan yetkililer, yaptığı hizmetlerden dolayı Süleyman Hilmi Tunahan´a büyük ilgi ve sevgi gösterirler, Niçin kitap yazmadığını sordukarında onlara şu cevabı verirdi " Ben tozlu raflarda duran , kesekağıdı olarak satılan bir çok kitap gördüm, ben canlı kitap lar yazıyorm, onlar hiç bir zaman tozlanmayacak sürekli kendisini okutturacak " derdi.Kendisi tarafından yazılan ve kısa sürede Kuran-ı Kerimi okumayı öğreten Elf cüzü büyük ilgi görmektedir.

    1956 yılında Süleyman efendi; Cezayir halkı´nın Fransız sömürgecilera karşı verdiği özgürlük mücadelesine manevi destek vermek için Camilerdeki vaazların da" Cezairli Müslüman kardeşlerimize dua edelim" dediği için, defalarca karakola çağrıldı ve ifade verdi.
    1957 yılında Bursa´da gerçekleşen mehdilik hedisesi üzerine iftiraya uğrayarak haksız olarak tutuklandı ve Küthya Hapishanesi´nde
    69 yaşında 59 gün tutuklu kaldı. İdam talebiyle yarğılandı mahkeme tarafından suçsuz bulunarak berat etti.
    İftiralar yüzünden haksız yere tutuklanıp işkence ve caza görmesine rağmen hiç bir zaman Devlete küsüp,düşman olmadı.Talebelerine Devletin önemini anlatırken ; Devlet idaresindeki bazı gafil ve kendini bilmez idareciler yüzünden devlete düşman olunmaz.Devlet hepimiz için önemli diyerek devlete sevgi ve saygısını ifade ederdi.
    Medresede okurken Çanakkale savaşlarına katıldı. İkinci Dünya savaşının Türkiyeyi tehdit ettiği dönemlerde geceleri Çamlıca tepesine çıkarak Düşmanların Türkiye´ye saldırmaması için karların üstünde saatlerce dua ve niyazda bulunduğu bizzat gören talebeleri tarafından ifade edilmiştir.


    1959 yılı´nın 16 Eylülün´de Ahirete intikal ettiğinde arkasında onlarca kuran kursu ve yüzlerce Müftü, Vaiz, Kuran Kursu öğretmeni, İmam ve müzzin olarak görev yapan talebeleri vardı. Talebelerine birde vasiyetde bulunurdu, Benden öğrendiğiniz ilmi en az 10 kişiye hiç bir maddi menfat gözetmeden öğretmesseniz kıyamet günü on parmağım yakanızda olacaktır. diyerek talebelerine ilim öğretmeyi vasiyet etmişti.Türbesi İstanbul karacaahmet mezarlığında bulunmaktadır.


    OSMANLI´NIN DEVLET OLMASINDA DİN ,İLİM VE TASAVVUF ADAMLARININ ÖNEMİ...


    Türk İslam medeniyetinin dünya coğrafyasına yayılmasında din ve tasavvuf adamları önemli görevler üstlenmişlerdir. Dünyanın bereketli toprakları olan ata yurdumuz Türkistan ve Buhara´dan Anadoluya gelen Hocaahmet Yesevi ve Şahınakşibendi hazretlerinin talebeleri gönülleri feth etmiştir. Manen feth edilen Anadolu toprakları üzerinde Selçuklulardan ,Osmanlıya asırlarca süren Türk islam hakimiyetinde muhteşem medeniyetler kurulmuş
    Şeyh Edebali?nin Osman Bey?e ünlü nasihatı. Osmanlı?yı besleyen cevherin kaynağı. Bu kaynak, Anadolu?nun sosyal hayatına anlam veren alimer ve dervişler kadrosudur. Hac-ı Bayram Veliler, Mevlanalar, Yunus Emreler,Dursun Fakihler,Emir sultanlar, Akşemseddinler ve daha nice gönüller sultanı...
    Osmanlı devleti armasındaki semboller´de Osmanlı´yı Cihan devleti yapan ilkelerin ne olduğunu da açıklar. Arma üzerindeki sembollerden Güneş halifeliği, ay padişahlığı, silahlar devletin gücünü, çiçekler sevgiyi, terazi adaleti, kitap hukukun üstünlüğünü, ayın içindeki yazı ise Osmanlı padişahlarının Yüce Allah tarafından başarılı kılınmasını ve onlara yardım edildiğini ifade eder.

    Oğuz Türkleri´nin bir kolu olan Bozoklar´ın "Günhan" kolu´nun Kayı boyundan gelen Osmanlılar, Selçukluların dağılmasından sonra Söğüt ve Domaniç´de kurdukları Beylik Gazi Süleyman Paşa´nın 1357 yılında Rumeli toprağı olan Gelibolu´nun Bolayır beldesine geçmesi ile cihan devleti olma yoluna ilk adımlarını atmışlardır.
    36 Padişah, 219 Sadrazam ve 129 Şeyhül İslam´ın idaresinde 3 kıtada 623 yıl hüküm süren osmanalı 23 milyon m2´lik toprak üstünde Rumeli ve Anadolu beylerbeyliğine bağlı 34 Eyalet ve 377 Sancakta çok uluslu ve çok dinli milletleri asırlarca bir arada idare etti. Osmanlı coğrafyasında, bugün değişik isimlerde kurulan 50´ye yakın millet devlet olmalarını Osmanlıya borçlu. ..
    Devam edecek.....
    "Evliyanın kılıcı kınında değildir. Kimseyi kesmezler ama üzerlerine giden kesilir"



Sayfa 1/2 12 SonSon

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •