2 sonuçtan 1 ile 2 arası

Konu: Sonuç

    Share
  1. #1
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Sonuç

    Kuddûsî için zikir, sûfînin ana gıdası olması ve zikrin sûfînin elinden tutup Hakk’a
    kavuşturacak olması, yani en yücelere götürüp ruhunu aslına döndüren en önemli ibâdettir.
    Aynı zamanda tefekkür ve zikir âmel ile ilim arasında bir köprüdür. Bundan dolayı hakk’ı
    gereği gibi bilme bilgisi olan ma’rifetin oluşması tefekkürün tam olarak gerçekleşmesiyle
    meydana gelir.
    Onun zikirdeki amacı, daima Allah’ı düşünmek, her davranışında O’nu hatırlamak ve
    O’nunla yaşamak olarak görür. Yani sadece kişinin ibâdetlerinde değil, dünyevî bütün işlerde
    kesintisiz Yaratıcı’yla bulunma hâlidir. Kuddûsî, sûfînin öyle bir benlik oluşturmalıdır ki, tüm
    ibâdetleri zikir olarak görme şuuru kazanmalı düşüncesindedir. İşte bundan dolayı o, zikri
    anahtar kavram, yani temel unsur olarak telaki etmektedir. O, zikri, tarîkatların günlük ve
    haftalık olarak yerine getirdiği bir ritüel değil, sâlik için et-tırnak gibi ayrılmaz bir gerçek
    olarak görür.
    Kuddûsî tefekkürü, sûfînin yol kılavuzu olarak tanımlar. Ona göre, tefekkür, bir
    taraftan insana planlı hareket etmenin projesini sunarken, diğer taraftan, yağmur yağmadan
    önce şimşeğin çakması gibi bir öncü kuvvet görevini üstlenir. Tefekkür, sûfînin hayat
    felsefesini donukluktan/cansızlıktan çıkarıp taze yeşeren bir gonca şekline dönüştürür.
    Kuddûsî’ye göre, her insan düşünür fakat önemli olan o düşüncenin insanın ham olan
    varlığını işler hale getirip şekillendirmesidir. Tefekkürün önemini idrak edemiyenler, evrenin
    eteğine bilinçsizce yapışıp evrende varolan eşyanın sırrına vakıf olmak istemeyenlerdir.
    Kuddûsî için tefekkür, Hakk’ı gereği gibi bilmenin alt zeminini oluşturan temel taş

    gibidir. Tefekkür olmadan insanın kozmozda varolanların üzerinde düşünmesi ve
    olagelenlerden dersler çıkarması mümkün değildir. Ona göre, tefekkür denizine dalmadan
    kişinin kendinden başlayarak diğer varlıkları algılaması zordur.
    Kuddûısî’nin tasavvuf felsefesinde sâlikin Yaratıcı’nın dileği dorultusunda bir hayat
    sürmesi ve O’nu hakkıyla bilmenin zühd ve takvaya dayalı çok ibâdet yapmakla bir ilişkisi
    yoktur, çünkü Allah, ancak, O’na sevgiyle bağlananlara kendini bildirir. Zira sevgi gönülden
    bağlılıktır, sevgiliye boyun eğmektir ve tüm varlığıyla teslimiyettir. Bu sevgi sıradan bir sevgi
    değil, seven kişinin kendi sıfatlarını, huyunu, hâlini bırakarak sevdiği kişinin ahlâkına
    bürünmesidir.
    Bir teorisyenden öte tam bir hâl insanı olan Kuddûsî, özde sâliklere, genelde de tüm
    insanlara çağırısı; Yaratıcıyla sürekli birlik hâlı yaşamak için, her ân O’nu hatırda tutmak
    gerekir. Kuddûsî’ye göre, bu birliktelik kul ile Hakk arasında sevginin/aşkın oluşması
    demektir. Ona göre, sevgi meydana gelmeden kulluğun lezzetini almak mümkün değilse,
    ibâdetinde hakîkî değerine ulaşması için mutlaka aşk gereklidir..
    Kuddûsî’ye göre âşığın Ma’şûğa vuslatı için, tefekkür-zikir, aşk ve ma’rifet üç sac
    ayağının gerçekleşmesi gerekir. Sâlikin kendini, varlığı ve Yaratıcıyı bilmesi için, öncelikle
    sürekli zikir ve bu zikrin neticesinde oluşacak olan aşkı yaşaması lazımdır.
    Kuddûsî’ye göre, gerçek bilgi/ma’rifet, Hakk’ın kendi kendisini kullarına
    bildirmesidir. Onun için sûfî gerçek bilgiyi Allah’dan alır. O, ma’rifeti, kişinin ilk önce
    kendini ve diğer varlıkları tanıması, bu tanıma ve bilmeyle, Allah bilgisine ulaşmak olarak
    görür. Bundan dolayı bilgide ilk basamak, varlığı tanımak ve varlıkla Allah’ı bilme bilgisine
    ulaşmaktır. Kuddûsî, ma’rifete, Allah’ı, sıfatlarını, eserlerini ve tecellîlerini tanımak olarak
    bakar. O’nun eseri ve tecellîlerinin gerçekleştiği varlığın, kâinatın ve insanın bilinmesi,
    tanınması, incelenmesi bu ilmin gereğidir. Zira insan ma’rifeti bilmek, onun ışığında hayat
    sürmek amacıyla yaratılmıştır. Onun için bilinçli insan ma’rifetle varoluşunu tamamlayan
    kişidir. Bu nedenle Kuddûsî’nin sûfîlik düşüncesinde ma’rifet sülûkun en büyük ve nihaî
    hedefidir. Tasavvuftaki seyrin diğer ibâdetleri, işâretleri ma’rifet için birer araçtır. Ma’rifet,
    Yaratıcı’yı ve mahlukatını keşf ve müşahedeye dayalı olarak hakkıyla idrak ve kavrama
    bilgisidir. Buda aşk ve derûnî düşünceyle gerçekleşir.
    Kuddûsî’nin tasavvuf felsefesinde bir sûfînin vuslata ermesi için her ibâdeti derûnî
    olarak yaşaması gereklidir. Yaratıcı’yı bu şekilde bilmek de sûfînin âriflik sıfatına bağlıdır.
    Kişi eğer hakk’ı ma’rifet bilgisinin verdiği feyzle tanırsa, O’nun aşkına da ulaşır. Ve sonuçta
    Allah’ı kesin/yakîn bilgiyle tanımış olur. İşte bundan dolayı Kuddûsî, ma’rifeti, Hakk’a
    vuslatı gerçekleştirdiği için ilimlerin en üst zirvesine yerleştirir.
    Kuddûsî, gerçeğe ulaşmanın kesinliğini işlerken, ‘ayne’l-yakîn kavramını kullanır.
    Ona göre, ayne’l-yakîn, kişinin baktığı, gördüğü her nesnede Allah’ı görüp bilmesidir. Yani
    gözüne ilişen ve varolan her eşyayı Hakk’ın irâdesi ve tecellîsi sonucunda varlığa geldiğinin
    bilincine varmaktır. Eğer insan, görülen her varlıkta Yaratıcı’yı şeksiz şüphesiz müşahede
    edebilirse, O’nu bilebilme bilgisine kavuşacaktır. Kuddûsî’nin yakîn felsefesinde en önemli
    unsur, varlık sahnesine çıkan her nesneye gönül gözüyle bakıp, onlardan Allah’ı
    bulabilmektir.
    Kuddûsi, daim Allah’ı hatırda tutmak/zikir, aşk ve bilgi ile ilişkili olarak sûfîliğin
    nihaî hedefinin ne olduğunu ortaya koymaktadır. Ona göre, sûfî tecrübenin amacı, ma’rifetle
    fenâyı gerçekleştirip, bekâyla yaşamaktır. Yani sûfînin benlik olarak beşerîlikten arınıp, ilâhî
    yetkinliklerle donanmasıdır. Kuddûsî için, sûfî tecrübenin son halkası olan vuslatı yaşayan
    kişi Yaratıcı ile tevhîd gerçekleştirmiştir. Onun ifadesiyle, “ehl-i Hakk” insanı olarak, artık
    hakîkatın kendisi olmuştur. Kendisinde önceki bir çok tasvvufî kavramı şâirliğinin
    derûnîliğiyle hissi bir anlam yüklemesi, bazı kavramlara da, varlık düşüncesinden dolayı,
    epistemolojik ve ontolojik bir içeriğe büründürmesi Kuddûsî’nin tasavvuf düşüncesini
    değerlendirmede önemli bir değere haizdir.
    Sonuç olarak, Kuddûsî, yaşadığı hâli genelde şiir uslûbuna ve özgünlüğüne güçlü bir
    şekilde yansıması ve tasavvufun birçok konusuna, özellikle sâlikin kişilik oluşumuna getirdiği
    yorumlarla önemli bir sûfîdir. Onu, tasavvuf tarihi içinde orijinal kılan, şiirinin muhtevasıyla
    Mevlânâ’nın takipçisi olmasına rağmen, camiu’t-turuk perspektifiyle tüm tasavvufî anlayışları
    kucaklaması ve ehl-i Hakk anlayışını hâliyle, düşüncesiyle yaşamasıdır. Bütün mücahedesi
    sâlikin “ehlullah” bir sıfat kazanması ve içselleştirdiği bu sıfatla insanlığa mutluluk vermek
    olmuştur. İşte Kuddûsî, bu düşüncesiyle tasavvuf tarihine mal olmuş önemli bir şahsiyettir.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  2. #2
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Sonuç

    Sonuç


    İnsanlık tarihi boyunca her düşünce akımı veya ekolu temelde insanı baz alarak
    düşünce zeminini inşâ etmeye çalışmıştır. Ortaya konulan her konu insanı merkeze alarak
    gelişmeye çalışmıştır. İşte tasavvuf da, insana, ihtiyaç duyduğu her şeyi bizzat kendisinden
    aramasını; dış etkilerden kurtularak, gönlünün merkezinde fitrî olarak varolan ilâhî
    güzellikleri keşf edip onlarla yaşaması gerektiğini hatırlatır. Onun için sûfînin nihaî amacı,
    insanı, ahsen-i takvimin özdeki mükemmelliğine yeniden yerleştirmek, yani “elest”e
    döndürmek için, esfel-i sâfilînin alçak durumundan çıkarmaktır. Aslında tasavvufun hedefi,
    insanı ilk masumiyet halinde olduğu gibi, yeniden o kâmil konuma getirmektir. Yani
    varoluşun bütün genişliği ve derinliğiyle kozmik insanın/insan-ı kâmil tabiatında varolan
    enginliğin içinde bütünleşmesidir. İlâhî kaynaklı sevgiyle yola çıkan insan, aradığı her şeyi
    kendinden bulur. Bu buluş Hakk’ın tevhîd isminden kaynaklanır; çünkü, Yaratıcı’yla
    birleşmek demek, hiçbir şeyden ayrı olmamak demektir.
    Kuddûsî de mutasavvıf şâir olarak, insanın düşünce ve eylem birlikteliği üzerinde
    durarak, insanın hem psikolojik kemalâtını, hem de amel kemalâtını/olgunlaşmasını
    sağlayacak önemli ilmî önerilerde bulunmuştur. O, bu ilmî görüşünü insanın ilâhî bir
    forma/form divine sahip olmasına bağlamaktadır. Zira Yaratıcı insanı kendi özgün suretinde
    yaratmıştır. Onun için ilâhî tabiata sahip olan insan, beden olarak bu dünyada yaşamasına
    rağmen, rûhî olarak bu dünyaya ait değildir. Onun için öz mayası nedeniyle beşerî âlemde
    aldığı gayr-i ilâhî formu aşmaya mecburdur.
    Tasavvuf düşüncesinin hemen tümünü, insanın “kemâlat”ı ve vuslata kavuşma gerçeği
    üzerine bina eden Kuddûsî’ye göre, Allah kadîm olduğu için, Allah ile varlık bulan insan da
    kadimdir. Bu perspektifle insana yaklaşan Kuddûsî, tüm mesaisini, sâlikin Allah’ın rızasına
    kavuşabilecek bir seviyeye gelmesi için çalışmıştır.
    Kuddûsî’nin anlayışında insan, varolan her şeyin özelliğini kendinden barındıran,
    bütün isimlerin bilgisini, göklerde ve yerde mevcut olan şeref ve üstünlüğün bütününü
    üzerinde taşıyan farklı bir varlıktır; çünkü Allah, insanı iki kerim eliyle, yani celâl ve cemâlla
    yaratmış ve iki tabiatla da, maddî-manevî olarak da onu her şeyin efendisi kılmıştır. Bu
    sebeple insan, Yaratanla yaratılan arasında bir kavşak noktasındadır. Bir taraftan yaratılmışa
    atıfla fânî, diğer taraftan Yaratıcı’ya atıfla ebedîdir. Kuddûsî, insanın bu ebedîliğini
    Muhammedî hakîkaten aldığı görüşündedir. Zira o, sevgisini, rahmetini kuşatıcılşığını Mutlak
    kaynaktan alarak, sadece ontolojik olarak varlığın varoluşunun nedeni değil, merhameti,
    rahmeti ve sevgisiyle insanlar için hesap gününün rahmet ve şefkat kapısıdır. O, ontolojik
    düşüncesini Muhammedî Nûr üzerine temellendirmiştir. İlâhî bilginin insanlara
    ulaştırılmasında, insanın kendini bilme biliminin algılamasında tek rehberdir.
    Kuddûsî’ye göre, tasavvuftaki bütün kavram, konu ve ibâdetler seyr u sülûk
    sürecinde bir zincirin halkaları gibi birbirini takip ederek neticede, genelin “ideal insan”
    olarak bildiği, tasavvufun da insan-ı kâmil/ehl-i Hakk olarak tanımladığı şahsiyet ortaya çıkar.
    Ona göre, ehl-i Hakk, insanî kişiliğini, namaz, oruç, zühd ve takva gibi amelleri bir abid gibi
    çokça yaparak değil, ancak sülûkun gereklerini tam olarak yerine getirmekle elde eder.
    Kuddûsî, genelde insanı, özelde de sûfîyi kemalât yolunda öncelikle zikre ve
    tefekküre çağırmaktadır. Onun tasavvuf anlayışında, Yaratıcıya ve yaratılana karşı sevginin
    oluşup, kişinin bireysel benlikten kurtulup kozmik benliğe ulaşması için, sâlikin zikir ve
    tefekkürün hayatî bir konu gibi algılayarak, ma’rifeti de bütün varlığıyla yaşayarak
    Yaratıcı’sıyla ölümsüzleşmesi gerekir. İşte Kuddûsî, tarîkat üstü tasavvufî bir düşünceye
    sahip kişiliğinden dolayı, bütün insanlara çağırısı, devamlı olarak, her iş ve eylemlerinde
    Allah’ı hatırlarında tutmaları için O’nu zikretmeye davet etmiştir. Kuddûsî’nin insanları her
    durumda Allah’ı anmaya çağırısının nedeni de, zikrin kişide ma’rifetin/bilginin oluşmasındaki
    yeridir.
    O, insanın melekût âlemine ait bir varlık olduğunu, Yaratıcı’nın suretinde yaratıldığını
    ve evrenin bir mikrokozmu olduğunu daha iyi algılıyabilmesi için tefekkür-zikir ikilisini
    tamamıyla içselleştirmesi gerektiği düşüncesindedir. Ayrıca Kuddûsî için zikir, bir insan için
    gerekli olan temel besin maddelerinden daha gerekli bir ihtiyaç olduğundan dolayı ibâdet
    olarakta en elzem âmeldir. Ona göre, zikr-i daimin amacı, sürekli Allah’ı düşünmek, her
    davranış ve eylemde O’nunla yaşamak bilincinin kazanılmasıdır.
    Kuddûsî’ye göre zikir, insanın kişiliğini en üst seviyeye çıkartan bir ibâdettir. Kişi
    zikrinde kendini Yaratıcı’dan tamamen “yok” edrek, bütün varlığını O’na kanalize edip,
    O’ndan yoğunlaşır. Bu yoğunlaşma sonucunda, Allah hem maddî, hem de manevî ihsânını
    zâkir kuluna yönlendirir. Çünkü sûfî için zikir, Allah ile birlikteliğin tam anlamda
    geçekleştiği, Allah’dan gafil kalınmadığı ve ağyâra takılmadığı hâldır.
    Kuddûsî’in felsefesinde, insanın kişilik ve benlik oluşumunda İlâhî güzelliğin varlıkta
    saklı olması ve bu güzelliğin ortaya çıkması sûfîlerin tefekkürünün ana temasını oluşturur.
    İnsanın bu hâli de ilâhî aşka geçip tevhîde ulaşmasıyla gerçekleşir. Bu hâl sürecinde artık
    Sevgili cânın içine işlemiştir. Ve aşk insanın gönül küresine mecnûnca/delilikle girerek onu
    yeniden inşâ etmiştir.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

Benzer Konular

  1. Sonuç için 1-2 dakika yeterli
    By Kartal__13 in forum Diyabet
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 02.06.09, 20:17

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •