Kuddûsî’nin cenneti isteyenleri ahmaklıkla suçlaması ve Allah’tan başka bir şeyi
arzu etmeme düşüncesini, Mevlânâ ondan asırlar önce benzer bir şekilde ifade ederek, âşık
sûfîlerin bu konudaki ortak görüşünü ortaya koymaktadır. Mevlânâ, “Bizim bu dilden başka
bir dilimiz, cennetten, cehennemden başka bir yerimiz vardır. Özgür gönüllüler başka bir
canla yaşarlar, onların o temiz cevherleri başka bir hazinededir”1838.
Kuddûsî de, diğer bazı sûfî önderler gibi, öncelikle takipçilerini, ikinci planda ise
halkın genelini öğüt, nasihat ve hikmet ile Hakk’a yönlendirmeye çalışmışlardır. Eğitimci ve
öğretmenlerin, kendi prensiplerini ifade etmek için bazı özel kavrama ve sözlerden
yararlanmaları kaçınılmaz olmuştur. Şiire yöneldiklerinden onların şiirleri, şiirde kullanılan
kavramlar bakımından diğer şâirlerin şiirlerinden, bilhassa aşk, âşıklık eğlence ve içki
meclisleriyle ilgili şiirlerden farklı tarzdadır.1839
Subh-u mesâ ismini durmayuben yâd eder
Aklı şu’uru gider böylece bî-hûş olur
1840.
Kuddûsî’ye göre sûfî âşık, Allah’a samimi bağlılığından ve içten gelen fetih ile bu
sevgiden dolayı devamlı sarhoş gibidir. Ayık değildir. Mevlânâ’nın da zikrettiği gibi, onların
şarabı ölümsüzlük şarabıdır. Çünkü âşıkların cânı önce “elest” gerçeği üzere o şarabdan
doğmuştur. Bundan dolayı şarab onlar için cândır.1841 Onun için Allah’a aşk ve sevgiyle
bağlanan bir kul ile, dinin zâhir gerçeği çerçevesinde bağlanan kişi arasında mutlaka amelde
bir fark olacaktır. Zira onlar eti ve kemiğiyle Allah’ın sevgisiyle yoğrulmuş insanlardır. Onlar
sabah-akşam devamlı Allah’la beraber oldukları için, sadece günün belli vakitlerinde Allah’ı
anananunla aynı ruh hâlini yaşamaları mümkün değildir. Bu da ister istemez amellerini
yansıyacak ve diğer insanlarda eylemlerinden farklı bir amel ortaya çıkacaktır.
Sen dahi Kuddûsîya nûş-i şarâb eylegil
Çün anı birkez içen sermed-u serhoş olur
1842.
Allah’a samimi bir şekilde muhabbetle bağlanan kişilerin gönüllerinde Allah’tan
başka birinin bulunması mümkün değildir. Onun başka şeylere sevgi göstermesi, iltifat etmesi
mümkün değildir. Çünkü âşık sûfî muhabbet şarabını içerek sarhoşluk vasfını kazanmıştır. O
muhabbeti bir kez tadan onu tekrar bırakması mümkün değildir.
Allah insanoğluna cân verip, ruhuna üflediği zaman kendi sevgisini de ona
vermiştir. Ve bu nedenle kainatta meydana gelen her hareket, her olay yalnızca sevgiyle
oluşmaktadır. Onun sevgi felsefesi de, “biz sevgiden geldik, biz sevgi ile yaratıldık1843”
şeklinde özetlenebilir. Bu sevgi varlıklar arasında zincirleme devam etmektedir. Örneğin Hz.
peygamber (s.)’in; “Dünyada bana üç şey sevdirildi: Kadın, güzel koku ve namaz. Ben
bunlarda teselli buldum1844” sözünü İbnü’l-Arabi bilinenden şöyle yorum getirir. Ona göre
erkeğin kadını sevmesi, kadının ve erkeğin bir bütünün ayrı parçaları olmalarındandır.
Allah’ın insanı sevmesi de, insanın Allah’ın bir parçası olmasındandır1845. Çünkü Allah
Kur’an’da: “Biz ona kendi ruhumuzdan üfledik”1846 buyurmaktadır.
Âşık olanın kalbi mucellâ yüzü akdır
Var sen de hemân cânını ışk oduna yakdır.
1847
‘Işk-ı Rabbanî gıdâ-yı rûhumuz olsun bizim
Her nefesde hûn-ı zikr-i gârı yudalım.1848
Kuddûsî için âşık olan, Allah’ın sevgisini verdiği misak gereğince bedensel ve
ruhsal olarak içselleştiren kişidir. Onun iç dünyasını aydınlatıp kalbini cilalayan bu ateş, dış
dünyasına da yansır. Onun kullar yanında ve Allah indinde yüzü aktır, o ahlâkî olarak
yanlıştan hatadan kendini korumaya çalışır. Onun için, sûfînin Allah’a kavuşması ancak ve
ancak aşk ile fenâ kavuşmakla gerçekleşir. Çünkü sûfînin sevgisinin tek objesi Allah’dır.
Allah’ı daha fazla sevebilmek için sûfîler, devamlı zikir ve ma’rifet bilgisini edinmeye
çalışırlar. Sûfîler, varlığın temeli olan evrende onların direkt olarak hissedemedikleri Yaratıcı
ile özel bir ilişki içine girmek isterler. Onun için sûfî fani olandan bâki olana yönelen
kimsedir1849.
1818 İskender Pala, Ah Mine’l-Aşk, Cogito: Aşk, S. 4, İstanbul 1995, s. 99.
1819 Fahruddin-i Irakî, Lema’t-Parıltılar, (Çev: Saffet Yetkin), MEB Yayınları, İstanbul, 1941, s.65.
1820 Afîfî, Tasavvuf, İslâm’da Mânevî Devrim, (Çev: H. İbrahim Koçar-Murat Sülün), Risale Yayınları, İstanbul,
1996, s.269.
1821 Buhârî, Rikâk, 21; Müslim, Zikir, 5.
1822 Kuddûsî, Dîvân, s.94.
1823 Pala, a.g.m., s.89.
1824 Mevlâna, Divân-ı Kebir, VII, 640.
1825 Kuddûsî, Dîvân, s. 146.
1826 Pala, a.g.m., s.87.
1827 Kuddûsî, Dîvân, s.160.
1828 William Chittick, Tasavvuf, (Çev: Turan Koç), İz Yayıncılık, İstanbul, 2003, s.97.
1829 Bakara, 2/160.
1830 İsfehâni, Hilye, X, 78.
1831 İsfehâni, Hilye, X, 80.
1832 Ahmed Gazâlî, Sevânih, s. 81.
1833 Kuddûsî, Dîvân, s.160.
1834 Rahman, 55/26-27.
1835 Kasas, 28/88.
1836 Gazâlî, Mişkâtü’l-Envâr, s.18.
1837 Kuddûsî, Dîvân, s. 165.
1838 Mevlânâ, Rubailer, 304, 306, 344.
1839 Nasrullah Pürcevâdi, Can Esintisi, İslâm’da Şiir Metafiziği, s.301.
1840 Kuddûsî, Dîvân, s.43.
1841 Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr, VII, 639.
1842 Kuddûsî, Dîvân, s.43.
1843 İbnu’l-Arabî, Futûhât, II, 318.
1844 Nesei, Sunen, İşaret’ul-Nisâ, 3878.
1845 İbnu’l-Arabî, a.g.e. II, 326–327.
1846 Hicr, 15/29.
1847 Kuddûsî, Divan, s.46.
1848 Kuddûsî, Dîvân (İE), s. 493.