KUDDÛSÎ’NİN DÜŞÜNCESİNDE İNSAN VE VARLIK
I. İNSAN
1.1. Vücûd/ontolojik Olarak İnsan


Lügatta, göz bebeği1294 anlamına gelen bu kelime, Arapça da unutmaktan1295

türetilmiştir. Bu kelime aynı zamanda, bir şeyin ortaya çıkması, cinnin/görünmeyenin
zıddıdır.1296

Sûfî terminolojisinde toplayıcı, cami’ varlık, cismanî olmayan mevcuttur. Sûfîlere
göre kemâl mertebesine yakınlığından dolayı, onunla ünsiyet açısından insan arasında yakın
bir bağ vardır.
İnsan sözcüğü, Kur’ân’da “ insan, ins ve ünas” şeklinde onlarca defa
tekrarlanır.1297 Allah’ın önce övdüğü; “Biz insanı hakîkaten en güzel şekilde yarattık…”1298,
şeklinde beyan ettiği insanı Hz. peygamber (s)’de övmektedir: “Allah ademi/insanı kendi
sureti üzerine yarattı.”1299
Yeryüzüne bütün varlıklara halife olarak gönderilen1300, bu üstün
varlık1301 Yaratıcı’sına karşı nankörlüğünden dolayı eleştirilmiştir. Bu zaafından dolayı
Kur’ân, insanı, genel olarak zayıf ve muhtac1302, topraktan yaratılmış,1303 ihtilafçı1304,
aceleci1305, Yaratıcı’sının nimetlerine karşı isyankâr ve gururlu1306, Hakk’ın kendisine ihsânda
bulunduğu sayısız vergiye karşı nankör ve şımarık1307 vb. cehalet ve zalimlik gibi sıfatlarla
nitelendirilmektedir.
Kur’ân semantiği içerisinde değerlendirildiğide insan, Yaratıcı’sı için en değerli
varlıktır. Fakat insan bunun bilincine varıp değerlendirmeyince, “Aşağıların en aşağısına
düşer” 1308
Zira Kur’an, insanın iki farklı yönden oluşan bir ontolojik yapıya sahip olduğunu
ifade etmektedir. O hem madde “İnsan topraktan yaratıldı”,1309 hem de ruhî olarak “İnsan,
Allah’ın bir nefhasıdır
”1310 şeklinde inşa edilmiştir. Bu iki yön aynı zamanda insanın bedensel
olarak ölümünü, ruhsal olarak ölümsüzlüğünü açıklamaktadır. Diğer taraftan beşeri ve İlâhî
tarafını ortaya koymaktadır. Bu, sûfî literatüründe nâsut- lâhut, kalb-öz, şekli-asli olarak da
ifade edilmektedir.
İnsan İlâhî nefhadan dolayı, Rabbânî nitelikler taşıdığı için, saygı ve hürmete layık
en önde gelen varlıktır. Çünkü Yaratıcı onu her yönüyle mükemmel yaratmıştır. O, hem
maddî olarak tam yaratılmış,1311 hem de ruhsal yönde tam bir olgunlukta, en üstün varlık
olarak yaratılmıştır. Nitekim Allah, “Biz insanları yaratıklarımızın bir çoğuna üstün
kıldık
”1312 buyurmaktadır.
Sûfîlere göre, İnsan-ı Kâmil sıfatı, ma’rifet/Allah’ın bilmesine dayanmaktadır.
İnsan, İlâhî isimlerin anlamlarını kavramakta ve zikir yoluyla onların sürekli olarak şuurda
hazır bulunmasını sağlayan tek mahlûkat türüdür.
Allah’ın sıfatlarını kavrayan mukarrabûn/Allah’a yakın olanlar, bilineni elde
etmeyi isterler. Allah’ın ulûhiyetini, iç dünyalarında, insan olmanın merkezi olan kalbî ilimle
ilham alarak hissederler ve O’nun ahlâkı ile ahlâklanmak isterler. Onlara göre, şiddetli arzu
olmayınca, kâmilliğe/olgunluğa ulaşmak mümkün değildir. Allah’ı arzulamanın zayıflığı,
O’na olan gönül bağının mâsîvaya karşı meylinden ve aşk nurunun gönülde tam
oluşmamasından kaynaklanmaktadır. Şevkin/arzunun özü bilgidir/Allah’ı bilme bilgisidir.
Eğer gönül ağyârdan temizlenirse, Allah’ı aşk ile arzu eder ve O’na kurbiyet ister. Allah’ın
sıfatlarının beşerîn gücü ölçüsünde tecellîsini sağlamak; gerekli faaliyeti göstermek, yâni
Allah’ın ahlâkı ile ahlâklanmak demektir. Bilmek, arzulamak ve yapma1313 derecelerini geçen
insan İlâhî /Rabbanî bir varlık olur ve Allah’a yaklaşır. Bu makâma ulaşan insan, Allah’ın
kendisine vermiş olduğu bütün imkân ve kabiliyetleri gerçekleştirmiş olur. İşte bu yolla sâlik,
Allah’a yaklaşmakla mutluluğunu da kazanmış olur ve Allah’a vuslatı gerçekleştirmiş

olur.1314 İnsanın bu mutluluğu, arzularının gücünü yok ederek ve nefs-i emmareyi
zayıflatmakk sûretiyle onu meleklere benzetir. Bu makâma gelen kişi, bu şekilde gerçek
hürriyete de kavuşmuş olur. Bu nedenle Allah’tan başka hiçbir şeye ihtiyacı olmayan insan
özgürdür, bu da sıddıkların derecesidir1315.
İşte Gazâlî (ö. 505/1111)’nin dediği gibi, insan-ı kâmil’in üç konuda olgunluğa
ulaşması, onu gerçek bilgiye ulaştıracaktır. Bunların da birincisi, bilgide olgunluk, ikincisi,
kuvvette olgunluk ve üçüncüsü ise, hürriyette olgunluktur. Allah’a giden sâlikin, Allah’a
giden yolda bu kemâl mertebelerinden geçmesi gerekir1316.
Buradan şu sonuca ulaşabiliriz; insan, Allah’ın ahlâkı ile ahlâklandıkça, melekût
âlemine ait olduğunu, Allah’ın suretinde yaratıldığını ve evrenin bir mikrokozmoz olduğunu
idrak eder. Bu anlayış rûhanî yükseliştir. Rûhanî yükselişin doruğunda insan yine insan olarak
kalmakta, yâni onun durumunda ontolojik bir değişme olmamaktadır.




1294 İbn-i Manzûr, Lisânü’l-Ârab, IV.,12-13; Tehânevî, Keşşâf, II., 1468-69.
1295 Asım Efendi, Kamûs, II., 871-72.
1296 Suad el-Hakîm, Resail, s.
1297 Bk. Abdülbakî, Mu’cemu’l-mMufehres, ss. 119-120.
1298 Tîn, 95/4-5.
1299 Buhârî, İstizan, 1.; Müslim, Cennet,12.
1300 Bk. Bakara, 2/30; En’âm, 6/165.
1301 Bk. Bakara, 2/34; A’râf, 7/172-173; Hicr, 15/28-30.
1302 Bk. Nisâ, 4/28.
1303 Bk. En’âm, 6/2.
1304 Bk. Bakara, 2/213.
1305 Bk. İsrâ, 17/11.

1306 Bk. Nahl, 16/4.
1307 Bk. İsrâ, 17/67.

1308 Tîn, 95/5.
1309 Bk. Hicr, 15/28; En’âm, 6/2; Sad, 38/71.
1310 Hicr, 15/29.
1311 Tîn, 95/4.
1312 İsrâ, 17/70.

1313 Mehmet S. Aydın; Gazâlî’nin Te’vil Anlayışı, İslâm Felsefesi Yazıları, Makaleler 2, Ufuk Kitapları, İstanbul,
2000, s.88.