Sâlikin Kemalâta Ulaşmasında Uzletin Tesiri
Kelime anlamıyla uzlet, “i’tizal” babında çekilmek, uzaklaşmak, ayrılmak
demektir686
Tasavvuf terminolojisinde uzlet; insanın hâlktan uzaklaşarak münzevi/yalnız
(hâlktan uzak Hakk ile birlikte) bir yaşam sürdürmektir.687 Bu ayrılıktan amaç insanlardan ve
mâsîvadan/ağyâr soyutlanarak ihlâslı/samimi bir şekilde Allah ile baş başa kalmaktır. Bu
yaşam kesinlikle “yalnızlık” değil Hakk’a vuslattır. Yâni şeb-i arûstur. Zaten sûfînin
hayatında “yalnızlık” denilen bir terimin olması mümkün değildir. Her “ân”ını Rabbi ile
yaşayan birinin böyle bir yalnızlık psikolojisi içine girmesi imkansızdır. Uzlet, ezoterik bir
yaklaşımla, iç dünyada Hakk ile yalnız kalarak aydınlanmaktır. Derin sükutun merdivenidir.
İnsanlardan uzaklaşan kişi birçok organını terbiye altına almış demektir. Konuşma aracı olan
dili, görme organı olan gözü, işitme organı olan kulağı, hepsinden önemlisi insanın sevk ve
idare merkezi olan kalbi terbiye etmek, eğitim sürecine sokmak demektir.
Sûfîler, uzlete farklı yorumlar getirmişlerdir. Bazı sûfîler, uzleti, insanlardan
mutlak bir şekilde bedenen ayrılmak olarak tanımlamışlardır.688 Bu maddî/bedensel ayrılış
zorunlu durumlarda, yâni, Hakk’ın dışındaki şeylerin konuşulduğu ortamlardan uzaklaşmak
olarak anlaşılmıştır.
Allah’ın insanlar için kitaplarında yazdığı işaretleri, kendi bedenleri üzerinde
gösterdiği âyetleri ve evrende diktiği işaretleri egzotik/bilişsel bir perspektiften değil de,
derûnî bir yaklaşımla bakan sûfîler ise, fikri, kalbi, rûhî ve tefekkürî olarak; “kötü insanlardan
veya kötü sıfat ve işlerden uzaklaşmak” şeklinde yorumlamışlardır. Ayrıca bu tanımların
yanında buna benzer birçok farklı yaklaşımda ortaya konulmuştur. Örneğin, uzlet ve bunun
yanında hâlvet ile birlikte sûfînin hâlkla beraber yaşamaktan yüz çevirmesi,689 kötü
ahlâklı/Allah’ın dostu olmayan kişilerle birlikte olmaktan kurtulmak olarak ta anlaşılmıştır.690
Tamamen kalbin yoğunlaşmasıyla gerçekleşen ve dış dünyadaki her şeyin kalpten
atılmasıyla son bulan, muhakkiklerin/derin kişilerin uzleti, övünülen bir uzlet olarak
bilinmiştir. Bunların gönlünde Allah’ın bilgisinden/mârifet başka bir şey yoktur. Onlar kendi
kalplerinde Tanrı’yı müşahede ederler.691
Ağyârdan yalnızlaşanların belli başlı amaçları vardır, birincisi diğer insanların
muhtemel kötülüklerinden arınmak, ikincisi kendisinin yıkıcı etkilerinden başkalarını
korumak ki, bu , birincisinden daha yüce bir hedef amaçlamaktadır. Zira bu seçim, dostluğu
tercih edip tam mâsîvaya sırt çevirmektir. İkinci amacın birinciden daha yüce olmasının
nedeni; birinci amaçta insanlara su-i zanda bulunmak, onları kötü saymak söz konusudur.
İkinci durumda ise, kişinin kendi nefsini muhasebe etmesi daha çok öne çıkmaktadır. Çünkü
insanın kendi nefsi hakkında kötü düşünmesi, başkaları hakkında kötü düşünmekten ya da
eleştirmekten daha iyidir.692
Uzleti ruhsal ve düşünce olarak uzaklaşmak olarak görenler ise, sûfî‘nin hâlka
karışırken, gönlü kesinlikle Hakk’tan ayırmamak ve nefsi kötü arzulardan uzaklaştırmak
şeklinde anlamışlardır.693 Diğer taraftan insanlarla beraber bulunmak, onlarla birlikte Allah’ı
anmak gibi ibâdetler yapmak, insanlar Allah’tan başka şeylerle meşgul olurken, onlardan
uzaklaşmaktır. Kalbî irtibatı sürekli olarak Allah ile gerçekleştirmektir.694 İlk dönem
mutasavvıfları da, uzleti kötü eylemlerden uzaklaşmak, yâni onu, vatandan ayrılma olarak
değil, kötü vasıflardan uzaklaşma, arınma şeklinde yorumlamışlardır. Bedenen hâlkla beraber
yaşadığı hâlde gönlü ile onlardan ayrı bulunmaktır.695 Hâlktan uzaklaşmak, ancak kalbi
hâlktan uzak bir şekilde ve sohbetlerinden inkıta hâlinde olursa, o kişi mahlukattan habersiz
hale gelir demektir.696
Uzlet ile sûfî, her tür gereksiz hayatı üzerinde atar, varlık ile yokluğun/non-etre
soyut birleşmesini duyar. Bu nedenle âşık şâir sûfîler de, karanlıklarda kendi ışıklarını daha
iyi görmüşlerdir. Uzlete çekilme de sûfîye, münzevî düşünceyi, oyalamayan düşünceyi,
yükselen, saf hâlde kendini yücelten düşünceyi getirir.697
Yalnızlığı tercih edenlerin en yücesi, Rabb’inin dostluğunu tercih ederek,
mâsîvadan dolayı içsel olarak inzivaya çekilenlerdir. Bu insanlar, Rabb’in dostluğunu
amaçlayarak yalnızlaşırlarsa, diğer insanlar tarafından bilinmezler. Onlara Hakk tarafından
verilen rûhî sır ve yeteneklerden kimsenin haberdar olması mümkün değildir.
Yalnız kalma isteğinin sûfînin kalbine yerleşmesi iki şekilde gerçekleşir; öncelikle
bir “yabancılaşma” gerçekleşecektir. Yabancılaşma yabani kalma hissi, kişinin kopmak
istediği hâl ve nesneye/mâsîvaya karşı bir tepki koymadır. Sonra varmak, sığınmak istediği
şeye doğru yanaşmak, ilişmek, ünsiyet oluşturmak basamağı gelir. İşte sâliki gönüllü ve
huzurlu bir şekilde yalnızlığa iten bu düşüncedir.
682 Sühreverdî, Avârif, s. 484.
683 İsfahani, Hilye, III, s. 293.
684 Tirmizi, Da’avat, 99.
685 El-İsfehani, Müfredat, s. 179.
686 İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, XI, 440, Âsım Efendi, Kâmûs Tercümesi, İstanbul, 1305, III, s.1434–1435.
687 Cürcânî, Kitâbü’t-Ta’rifât, Beyrut, 1988, s.150.
688 İbnü’l Arabî Hiyetü’l-Ebdâl Resail, s.510.
689 Necmü’ddîn Kübra, Usûlil Aşere (Tasavvufî Hayat İçinde) s.53.
690 Hucvîrî, Keşfü’l-Mahcûb, s. 158.
691 İbnü’l-Arabî, Hilyetü’l-Ebdal, s. 510.
692 Age, s.511.
693 Abdülmün’im el-Hıfnî, Mu’cemu Mustalahâtı’s-Sûfîyye, Beyrut, 1981, s.184.
694 Kuşeyrî, er-Risale, Beyrut, 1992, s.103.
695 Age, s.102.