Ölü Sahihlerinin Okuyacağı Dualar
392- Ümmü Seleme'den (Radıyallahu Anha) rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğunu işittim: Hangi kula bir musibet gelir de, şunları söylerse, muhakkak ki Allah Teâlâ ona musibeti sebebiyle sevab verir ve onun yerine kendisine ondan daha hayırlısını ihsan buyurur. "Ümmü Seleme (Radıyallahu Anha) demiştir: (Zevcim) Ebû Seleme vefat edince, Resûlüllah bana emrettiği şekilde söyledim de, Allah Tealâ bana ondan daha hayırlısı olan Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i verdi:
"înnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn. Allâhümme'cürnî fî musibeti ve-hlif li hayren minhâ."
(Biz Allah'ın kullarıyız ve O'na döneceğiz. Allah'ım, musibetimde bana sevab ver ve ondan daha hayırlısını bana ihsan et.)"[43]
393- Ümmü Seleme'den (Radıyallahu Anha) rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Seliem şöyle buyurdu:
"Sizden birinize, bir musibet (ölüm) gelince, şöyle desin:
"İnnâ lillâhi ve innâ üeyhi râciûn. Atiâhümme indeke ahtesibü musî betî fe'cürnî fîhâ ve ebdilnî bina hayran minhâ."
(Biz, Allah'ın kullarıyız ve O'na döneceğiz. Allah'ım! Musibetimin sevabını Senin katından istiyorum; ondan dolayı bana mükâfat ver ve ondan ötürü, bana ondan daha hayırlısını ver.)"[44]
394- Ebû Musa EI-Eş'arf den (Radıyallahu Anh) rivayet edildiğine göre, ResûlüUah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
"Kulun çocuğu öldüğü zaman, Allah Teâlâ, meleklerine sorar: kulumun çocuğunu (canını) aldınızmı? Melekler:
— Evet, derler. Allah:
— Onun kalbinin meyvasını aldınız? buyurur. Onlar:
— Evet, derler. Allah sorar:
— Kulum ne söyledi? Onlar derler ki:
— Kulun Sana hamd etti ve istirca' yaptı (İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râci-ûn, dedi). Allah Tealâ buyurur:
— O kuluma Cennette bir ev yapın ve ona Hamd evi adım verin,"[45]
395- Ebû Hüreyre'den rivayet edilen bu hadîsi şerif, geçen hadîsin manasını ifade eder. ResûlüUah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurmuştur: "Allah Tealâ şöyle buyurur: Hangi mü'min kulumun dünya ehlinden sevgilisini alırım da, sonra onun için sevab isterse, katımda onun mükâfatı cennetten başkası değildir."[46]
Arkadaşının Ölüm Haberini Duyanın Okuyacağı Duâ
396- îbni Abbas'dan (Radıyallahu Anhüma) rivayet edildiğine göre, demiştir ki, ResûlüUah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Ölüm bir korkudur (sabır işidir). Sizden birinize, arkadaşının ölüm haberi gelince, şöyle desin)
"înnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn ve innâ ilâ rabbinâ lemunkalibûn."
(Biz Allah'ın kullarıyız ve O'na varacağız ve Rabbîmize döneceğiz. Allah'ım! Onu senin katında iyi kimseler arasında yaz ve onun kitabını en yükseklerdekiler arasında yap. Geride kalan ailesi içinde onun yerine geçecek kimse ver. (musibetine katlanma) sevabından bizi mahrum etme ve ondan sonra bizi fitneye düşürme.)"[47]
İslâm Düşmanı Birisinin Ölüm Haberini Duyanın Okuyacağı Duâ
397- îbni Mes'ud'dan (Radıyallahu Anh) rivayet edildiğine göre, şöyle anlatmıştır:
"ResûlüUah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzuruna varıp dedim ki: Ey Allah'ın Resulü! Azız ve Yüce olan Allah, Ebû Cehil'i öldürdü. Bunun üzerine şöyle buyurdu:
"Elhamdüllâlillezî nasara abdehû ve eazze dinehû."
(Kuluna Peygamberine) yardım eden ve dînini yücelten Allah'a hamd olsun.)[48]
Ölü Üzerine Feryad Edip Ağlamak Ve Cahiliyet Duası İle Dua Etmek Haramdır
Musibet (Ölüm) zamanında, islâmla bağdaşmayan (islâmdan önceki âdetler üzere baş-saç yolarak, elbise yırtarak, bağırıp çağırarak) dualarda bulunmanın haram olduğu üzerinde alimler ittifak etmişlerdir.
398- Abdullah ibni Mes'ud'dan (Radıyallahu Anh) rivayet edildiğine göre, demiştir ki, ResûlüUah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
"(Ölünün arkasından) yanakları tokatlayan, yakalan yırtan ve (islâmdan önceki) cahiliyet duâsıyla duâ eden bizden değildir."
Müslim'in rivayetinde: "Yanakları tokatlayan yahud cahiliyet duâsıyla dua eden yahud yakaları yırtan bizden (bizim yolumuzda gidenlerden) değildir." şeklindedir.[49]
399- Ebû Musa El-Eş'arî'den (Radıyallahu Anh) rivayet edildiğine göre, demiştir ki, ResûlüUah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, "ölü arkasından feryat edip çağıran kadından, saç yolandan ve elbise yırtandan kendini berî kılmıştır. "[50]
Bütün bunlar, alimlerin görüş birliği ile haramdır. Yine saçları dağıtmak, yanaklara vurmak, yüzü tırmalamak, ah vah deyip felâket dualarında bulunmak da haramdır.
400- Ümmü Atiyye'den (Radıyallahu Anha) rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
"Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, ölü arkasında feryad ederek ağlamayacağımıza dair bizden söz aldı.”[51]
401- Ebû Hüreyre'den (Radiyallahu Anh) rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Resüîüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "İnsanlarda iki şey vardır ki, onları bu iki şey küfre kadar götürür (yahud onlar, kâfirlerin âdetlerindendir). Onlardan biri, nesebe (insanların şeref ve namuslarına) dil uzatmak, diğeri de, ölü arkasında feryad ederek ağlamaktır. "[52]
402- Ebû Saîd El-Hudrî'den (Radıyallahu Anh) rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
"Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, ölü arkasından feryad ederek ağlayan kadına ve dinleyiciye lanet etmiştir."[53]
Bilinmelidir ki, ölü arkasından ağlama (niyahet), sesi yükselterek ölünün iyiliklerini sayma halidir. Bir de, ağlayarak onun iyiliklerini saymaktır, denmiştir.
Bizim (Şafi'î) alimlerimiz demişlerdir ki, ağlamada aşırı derecede sesi yükseltmek haramdır (Hanefî'lerde tahrimen mekruhtur.) Ancak feryad etmeyerek ve iyiliklerini saymayarak ölü üzerine ağlamak haram değildir.
403- İbni Ömer'den (Radıyallahu Anhüma) rivayet edildiğine göre, "Resûiüllah Sallallahu Aleyhi ve sellem (hasta olan) Sa'd İbni Ubâde'yi ziyaret etti. Beraberinde Abdurrahman ibni Avf, Sa'd ibni Ebî Vakkas ve Abdullah ibni Mes'ud vardı. Resûiüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ağladı. însanlar, Resûiüllah Sallalahu Aleyhi ve Sellem'in ağlayışını görünce, onlar da ağladılar. Bunun üzerine buyurdu:
- Dinleyiniz! Allah, gözün yaşarmasıyla ve kalbin üzülmesiyle azab etmez; fakat sununla (diline işaret etti) azab eder yahud merhamet eder, (Dil iyi söylerse, sevab alır, kötü söylerse azab çeker)"[54]
404- Üsâme ibni Zeyd'den (Radıyallahu Anhüma) rivayet edildiğine göre:
"Resûiüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kızının (Zeyneb'in) oğlu ölüm halinde iken, çocuk Peygamberin huzuruna kaldırıldı. Resûiüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in gözlerinden yaş aktı. Bunun üzerine Sa'd, Peygambere sordu: Bu (ağlayışın) nedir, ey Allah'ın Resulü? Buyurdular: Bu bir acımadır ki, Allah onu, kullarının kalbine koydu. Allah da, kulları içinde merhametli olanlara rahmet eder.”[55]
405- Enes'den (Radıyallahu Anh) rivayet ediliyor ki: "Resûiüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, oğlu İbrahim'in ölümüne yakın bir zamanda yanına vardı da, Peygamber Sallalllahu Aleyhi ve Sellem'in gözleri yaşarmaya başladı. Bunun üzerine, Abdurrahman ibni Avf dedi ki: Sen de mi, ya Resûlallah (ağlıyorsun)? Buyurdular:
Ey Avf'ın olu (Abdurrahman)! Ağlamak, merhamet gereğidir. Sonra arkasından bir söz söyledi (veya ikinci kez gözleri yaş akıttı) da şöyle buyurdu:
Göz yaşarır, kalb da üzüntü duyar. Biz ancak Rabbımızı razı kılacak şeyi söyleriz. Ey İbrahim, biz de senin ayrılmanla üzüntülüyüz."[56]
Anlattığım şekilde hadîsler çoktur ve meşhurdur.
Sahîh olan hadîslere gelince: "Ölü kendi ailesinin ağlamasından dolayı azab görür, "hadîsi şerifi, mutlak olarak zahirî manasında değildir, te'vil olunur. Bunun te'vilinde alimler birbirinden ayrı hükümler vermişlerdir. Allah bilir, bunların en uygunu şudur: Eğer ölü, ailesine ağlamaları için vasiyet etmiş veya başka bir şekilde sebebiyet vermişse, o zaman azab çekmeye hak kazanır. Ben bütün bunları yahud bunların çoğunu "Mühezzeb" adlı kitabın cenazeler bölümünde anlattım. En doğrusunu Allah bilir.
Alimlerimiz demişlerdir ki, ölümden önce ve sonra ağlamak caizdir. Fakat şu sahîh hadîs-i şerifin delaletiyle, ölümden önce ağlamak daha iyidir: "Ağlamak gerekirse, asla ağlayıcı (kiralık kadın) ağlamasın. Allah kendisine rahmet etsin, İmam Şafiî ve arkadaşları, öldükten sonra ağlamanın tenzihen mekruh olduğuna hükmetmişlerdir, haram olmaz demişlerdir. Yukardaki hadîsi de, kerahete hamletmişlerdir.
Taziyede Bulunmak (Sabır Dileğinde Bulunmak)
406- Abdullah ibni Mes'ud'dan (Radıyallahu Anh) rivayet edildiğine göre, Peygamber Sallalluhu Aleyhi ve Selİem buyurdu: "Kim, bir musî-bete düşeni taziyede bulunursa, onun (sabır) mükâfatını alır."[57]
407- Ebû Berze'den (Radıyallahu Anh) rivayet edildiğine göre, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu:
"Çocuğunu kaybedene kim taziyede bulunursa, ona cennette bir hırka giydirilir.”[58]
408- Abdullah ibni Amr ibni'l-Â's'dan (Radıyallahu Anhüma) rivayet edilen uzun hadîste şu kısım vardır: Peygamber Saİlallahu Aleyhi ve Sellem Hazreti Fâtımâ'ya buyurdu:
"Ey Fâtıma, seni evinden çıkaran nedir? Fatıma cevab verdi: Bu ölünün ailesine geldim de, ölülerine rahmet dileğinde yahud onlara sabır tavsiyesinde bulundum, ölüleri sebebiyle...'[59]
409- Amr ibni Hazm'dan (Radıyallahu Anh) güzel bir isnadla rivayet edildiğine göre, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
"Hangi mü'min, kardeşine, musibetinden dolayı taziyede bulunursa, kıyamet gününde Allah ona keramet (iyilik) elbiselerinden giydirir."[60]
Bil ki, taziye, ölü sahibini teselli edecek söz söylemek ve ona sabır dilemektir. Böylece üzüntüsü hafifletilir ve musibeti küçültülür. Bunu yapmak müstahabdır. Çünkü bunda, iyiliği emretmek ve kötülükten alıkoymak vardır. Aynı zamanda Allah Tealâ'mn şu emri içine girer: "İyilik ve takva üzerinde yardımlaşın."[61]
Taziyenin meşruiyyetine dair en güzel delil budur.
Sahîh bir hadîste, Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğu sabit olmuştur: "Kul, kardeşinin yardımında bulundukça, Allah da kulun yardımında bulunur."
Yine bilinmelidir ki, taziye, ölü gömüldükten sonra ve gömülmeden önce müstahabdır. Alimlerimiz demişlerdir ki, taziyenin vakti, ölüm anından başlayıp definden üç gün sonraya kadar devam eder. Burada üç gün yaklaşık bir ifadedir, yoksa müddet olarak kesinleştirilmiş değildir. Arkadaşlarımızdan Şeyh Ebû Muhammed El-Cüveynî de böyle söylemiştir.
Diğer alimlerimiz demişlerdir ki, üç günden sonra taziye mekruhtur; çünkü taziye, musibet çekenin kalbini rahatlandırmak içindir. Çoğunlukla üç günden sonra kalb üzüntüden kurtulur. Artık bir daha kederi tazelemek uygun düşmez. Alimlerimizin çoğunluğu böyle söylemişlerdir.
Alimlerimizden Ebu'l-Abbas ibn-i El-Kass demiştir ki, üç günden sonra taziyede bulunmakta bir beis yoktur. Zaman ne kadar uzasa taziye devam eder. Bunu, İmamı Haremeyn de, alimlerimizin birinden aynen hikâye etmiştir. Benimsenen şudur: Alimlerimizin yahud onlardan çoğunun istisna etmiş oldukları iki durum dışında, taziye üç günden sonra yapılmaz. İki durum şudur: Defin zamanında taziye eden ile musibet sahibinden biri bulunmaz da, üç günden sonra buluşurlarsa taziye edilir, bunda beis yoktur.
Yine alimlerimiz demişlerdir ki, ölüyü definden sonra taziyede bulunmak, definden önce bulunmaktan daha faziletlidir; çünkü ölü sahibleri, ölüyü gömmek için hazırlık halindedirler, hem de definden sonra kederleri ayrılığından dolayı daha çok olur. Eğer definden önce, ölü sahiblerinde şiddetli bir keder ve sabırsızlık görülürse, onları sükûnete kavuşturmak için, definden önce taziye yapılır. En doğrusunu Allah bilir.
Taziyeyi Umumi Yapmak
Ölünün bütün ailesini, erkek olsun, kadın olsun akrabalarını umûmî olarak taziye etmek müstahabdır. Ancak genç kadınları yalnız mahremleri taziye eder. Alimlerimiz demiştir ki, salihleri, zayıfları ve çocukları taziye etmek daha Önemlidir.
Taziye İçin Oturup Beklemek Mekruhtur
îmam Şafi'î ve alimlerimiz (Allah onlara rahmet etsin) demişlerdir ki, taziye için oturup beklemek mekruhtur. Şöyle açıklamışlardır:
Mekruh olan, ölü sahihlerinin bir evde toplanarak kendilerini taziyeye gelecek olanları beklemeleridir. Uygun olan, herkesin işine dönmesidir. Bu taziye için oturup beklemenin kerahetinde erkekle kadın arasında bir fark yoktur. El-Mehamilî, böyle açıklamış ve bunu, İmam Şafi'î'nin hükmü olarak nakletmiştir. Taziye için oturmanın keraheti, tenzîhidir; bunun yanında başka bir bid'at bulunmamak şartıyla... Eğer buna, haram olan başka bir bid'at eklenirse, o vakit böyle bir taziye de haram olur; nitekim âdetlerin çoğunda böyle yasak bid'atlar vardır. Sahih olan hadîste şu gerçek sabit olmuştur; "Din işinde her yenilik bid'attır (uydurmadır) ve her uydurma şey de sapıklıktır."
En İyi Taziye Sözleri
Taziyenin sözünde bir kayıt yoktur; hangi sözle söylenirse olur. Müs-lümanın müslümanı taziye etmesinde: Allah mükâfatını büyütsün, sabrını güzel yapsın, ölüne mağfiret etsin, demeyi alimlerimiz müstahab görmüşlerdir. Müslüman kâfire şöyle demelidir: Allah ecrini büyütsün ve sabrım güzel yapsın. Kâfir kimse, müslümana: Allah sabrını güzel yapsın ve ölüne mağfiret etsin, demelidir. Kâfirin kâfire sözü: Allah onun yerine geçecek birini sana versin, olmalıdır.
410- Kendisiyle taziye yapılan sözün en güzeli, Üsâme ibni Zeyd'den (Radıyallahu Anhüma) rivayet edilendir. Şöyle anlatmıştır:
"Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kızlarından biri, ölmek üzere olan çocuğu veya oğlu için Peygamberi çağırmak ve haberdar etmek üzere Hazreti Peygambere bir elçi gönderdi. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem elçiye şöyle buyurdu: "Kızıma dön ve ona bildir ki, aldığı şey de Allah Tealâ'nmdır, verdiği şey de O'nundur ve her şey O'nun katında belli bir ecelledir (zamanladır). Ona söyle, sabretsin ve Allah'dan sevab beklesin, "[62]
Böylece hadîsin tamamını (geri kalan kısmını) anlattı.
Ben, derim ki: Bu hadîs, islâm esaslarının en büyüklerinden biridir. Dinî inançlardan ve hükümlerden çoğunu kapsadığı gibi, din edeblerini, musibetlere, üzüntülere, hastalıklara ve bunların benzerlerine sabretmeyi de ifade eder.
"Allah'ın aldığı şey O'nundur", sözünün manası şu: Bütün âlemler Allah'ın mülküdür. Size ait olan şeyi almaz, sizde ariyet manası ile bulu-' nan (ödünç ve emânet olan) kendine ait şeyi alır.
"Verdiği şey, O'nundur", sözünün manası da şu: Allah'ın size ihsan ettiği şey, Allah'ın mülkünden hariç değildir. Yine O, Allah Teâlâ'nmdır; onda istediğini yapar. Her şey de onun katında belirli bir zamana bağlıdır; o halde sabırsızlaşip korkmaymız. Çünkü Allah'ın can aldığı kimsenin belirli olan eceli son bulmuştur. Artık o ecelin, belirli vaktinden Öne geçmesi yahut sonraya kalması mümkün değildir. Öyle ise, bu gerçekftrin hepsini bildiğiniz zaman, sabrediniz ve başınıza gelen musibetlere sabrediniz de, Allah'dan sevab bekleyiniz. En doğrusunu Allah bilir.
411- Muâviye ibni Kurre, ibni Iyâs'dan, o da babasından (Radıyallahu Anh) anlatarak, nakledildiğine göre şöyle demiştir:
' 'Peygamber Sallaüahu Aleyhi ve Sellem, arkadaşlarından birini aradı da onu sordu. Ashab dediler ki: Ya Resulallah! Onun görmüş olduğun oğulcuğu öldü. Sonra Peygamber Sallalahu Aleyhi ve Sellem adamla karşılaşınca, oğlundan sordu. Adam çocuğun öldüğünü Peygambere söyledi. Bunun üzerine Peygamber adama taziyede bulundu sonra buyurdu: Ey falanca! Hangisi sana daha sevimlidir: Ömrün boyunca dünyada onunla faydalanman mı, yoksa yarın kıyamette Cennet kapılarından bir kapıya senden önce o çocuk varıp da sana cennet kapısını açması mı? Adam cevab verdi: Ey Allah'ın Peygamberi! Doğrusu, benden önce onun cennete gidip kapısını bana açması, bana daha sevimlidir. Peygamber buyurdu: İşte sana, bu vardır, "[63]
Beyhakî, îmam Şafi'î Hazretlerinin (Allah onlara rahmet etsin) menâ-kıbına isnadla anlatır:
Şafi'î Hazretlerine haber gelir ki, Abdurrahman ibni Mehdi'nin (Allah ona rahmet etsin) bir oğlu vefat etti de, bundan dolayı Abdurrahman şiddetli bir şekilde üzüldü. Bunun üzerine Şafi'î Hazretleri (Allah ona rahmet etsin) Abdurrahman'a şu haberi gönderir:
- Ey Kardeşim! Sen başkalarına yapmış oiduğun taziye ile kendine tâziyede bulun. Başkasına kötü gördüğün işi kendine de kötü gör. Bil ki, musibetlerin acısı, sevinci kaybetmek ve sevabdan mahrum olmaktır. Bunlar, bir de günah kazanmakla bir araya gelirlerse, durum nasıl olur? O halde, sen beklemeksizin sana gelen musibetin sevabını sabır göstererek al; zira yaptığın bu sabırsızlık hareketiyle o sevabı kaybetmişsin. Allah sana, musibetler . zamanında sabır ilham etsin ve hem sana, hem de bize sabır sebebiyle sevab ihsan etsin. Bir de Abdurrahman'a şu şiiri yazdı:
Sana taziye eden, ebedîlik güveninde değil;
Fakat dinin sünnet olan âdetidir bu...
Taziye edilen, ölüsü arkasında bakî değil,
Taziye eden de değil, bir müddet yaşasalar bile...
Bir adam, oğlunu kaybeden kardeşlerinden birine şu taziyeyi yazdı: Bil ki, çocuk yaşadıkça babasına üzüntüdür ve bir fitnedir. Eğer çocuğu, kendinden önce gönderirse, bir rahmet ve lütuf olur. O halde, üzüntü ve fitnesinden kaybettiğine müteessir olma. Bunlara karşılık, onun sebebiyle Allah'ın sana ihsan ettiği lütuf ve rahmeti kaybetme...
Musa ibni'l-Mehdî, ibrahim ibn-i Salime, oğlundan ötürü taziyede bulunarak şöyle dedi: (Ölen çocuğun) başına bir musibet ve fitne olduğu için (kurtulduğuna) sevinirsin. (Ölümü) sana bir sevab ve rahmet vesilesi olduğu için de üzülürsün.
Bir adam, bir adama taziyede bulunarak dedi:
Allah'dan korkmaya ve sabretmeye bağlan ki, sevab bekleyen bununla kazanır ve akîbet ona kavuşur.
Yine bir kimse, bir kimseye taziyede bulunarak şöyle dedi: Âhirette senin için bir mükâfat oian, dünyada senin için bir sevinç olandan daha hayırlıdır.
Abdullah ibni Ömer'den (Radıyallahu Anhüma) nakledildiğine göre, bir oğlunu gömdükten sonra kabri başında güldü. Ona: kabrin başında nasıl gülersin? denildi. Cevab verdi:
- Şeytanın burnunu yere sürtüp kırmak istedim.
İbni Cüreyc'den (Allah ona rahmet etsin) şöyîe dediği nakledilmiştir: Kim ki, uğradığı musibetten dolayı sevabı düşünerek sabretmezse, sonunda (alışarak) hayvanlar gibi teselli bulur.
Humeyd El-A'recMen şöyle dediği anlatılır:
- Saîd ibni Cübeyr'i (Allah ona rahmet etsin) gördümki, oğluna bakarak onun için şöyle diyor:
Ben burada daha hayırlı bir yol biliyorum. Kendisine soruldu: O bildiğin hal nedir? Oğlum ölürde, onun sebebiyle sevap kazanırım. Hasan Basri'den (Allah ona rahmet etsin) rivayet edilir; Bir adam, Ölen çocuğundan dolayı çok üzülür ve halini Hasan Basrî'ye şikâyet eder. Hasan Basrî ona şöyle der:
Senin oğlun hayatta iken senden ayrılır, uzaklaşır mıydı? Evet, onun gurbeti, yanımda bulunmasından daha çoktu, der. Hasan Basrî:
Onu gurbette say; çünkü dünyadaki gurbetinden aldığın sevab, bundan daha büyük değildir.Bunun üzerine adam dedi ki: Ey Eba Saîd (Hasan Basrî), benim oğlumdan dolayı olan üzüntümü hafiflettin.
Meymun ibni Mihran'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Bir adam, Ömer ibni Abdülaziz'e, oğlu Abdülmelik'in ölümünden dolayı taziyede bulundu (Allah her ikisinden razı olsun). Bunun üzerine Ömer ibni Abdülaziz şunu söyledi: Abdülmelik'in başına gelen iş, bildiğimiz bir iş olduğundan, bu iş gerçekleşince, onu tuhaf bulmadık.
Bişr ibni Abdullah'ın şöyle dediği nakledilmiştir:
Ömer ibni Abdülaziz, oğlu Abdülmelik'in mezarı başında durup dedi ki, Yavrum! Allah sana rahmet etsin. Ben senin dünyaya gelişinle sevindim, büyümenle mutlu oldum. Artık senden isteyecek bir dileğim yoktur.
Mesleme'den şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Ömer ibni Abdülaziz'in oğlu Abdülmelik vefat edince, babası, onun yüzünü açarak dedi ki: Allah sana rahmet etsin, yavrum! Doğumunla müj-delendiğim gün, sevindim. Mutlu olarak seninle yaşadım. Benim için bu anımdan bana daha sevimli olduğun bir vakit olmamıştır. Vallahi, sen babanı cennete çağırıyorsun.
Ebu'l-Hasan El-Medâinî anlatır: Ömer ibni Abdülaziz, oğlunun hastalığında onun yanma varıp dedi ki: Yavrum, kendini nasıl buluyorsun? Kendimi ölüm üzere görüyorum, cevabını verdi. Babası:
- Yavrum, senin (vefatına sabrederek) alacağım sevab, senin benden dolayı (ölümümle) kazanacağın sevabdan bana daha sevimlidir, dedi. Çocuk cevab verdi:
- Babacığım, senin sevdiğin şey, benim sevdiğimden daha sevimlidir bana...
Esma oğlu Cüveyriye, amcasından rivayet ederek anlatılmıştır ki: Üç kardeş Tüster savaşında bulundular (İran'da bir yerin adı olan bu bölgede müslümanlar savaş yapmışlardı). Bu kardeşler, orada şehit düştüler. Birgün onların annesi, bir ihtiyacı için çarşıya çıkmış. Çarşıda, Tüster savaşında bulunan bir adam bu kadına rasgelmiş. Kadın, adamı tanıyarak oğullarının durumlarından sormuş. Adam, onların şehid edildiklerini söylemiş. Kadın sormuş: Düşmana saldırırken mi, yoksa geri kaçarken mi, şehid oldular? Adam cevab verdi: Düşmana saldırırlarken... Kadın:
- Allah'a hamd olsun! Kurtuluşa erdiler, namusu korudular. Benim de, kendilerinin de, babamın da, annemin de...
İmam Şafi'î Hazretleri vefat edince şu şiiri okudu:
"Felek, bundan başkası değil; sabret şunlara:
Mal hasretliğine, sevgili ayrılığına..."
Ebu'l-Hasan El-Medâînî anlatmıştır: Ubeydullah ibn-i Hasan'm babası vefat etti. Ubeydullah o gün, Basra kadısı ve Emîri bulunuyordu. Bunun için kendisini taziye edenler çok olmuştu. Bu arada sabredemeyip feryad koparmanın sebebi üzerinde konuştular. Sonunda şu fikir üzerinde birleştiler: İnsan alışageldiği bir şeyi terk ederse, feryadı basar. (İnsan beraber yaşadığı ve seviştiği bir kimseyi ölüme terk etmesiyle böylece feryad eder).
Derim ki: Bu konu ile ilgili haberler çoktur. Ben, bu kitabın, taziyeye işaret eden sözlerden boş kalmaması için bunların birkismmı anlattım. En iyisini Allah bilir.
Müslümanlar İçinde Ortaya Çıkan Bazı Taun (Veba) Hastalıkları
Burada, bu hastalığı anmakdan maksad, üzüntülere tahammül ve sabretmeyi benimsetmektir. Bir de bilinmelidir ki, insanın başına gelen mu-sîbet, daha önce geçirdiği hallere nisbetle azdır.
Ebu'l-Hasan El-Medâinî şöyle demiştir: İslâm tarihinde beş büyük taun (veba) hastalığı olmuştur. Bunlardan birincisi, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in zamanında ve hicretin altıncı yılında "Medâin'de Şeyreviye bölgesinde olmuştur. Sonra Hazreti Ömer (Radıyallahu Anh) devrinde Şam'da "Amvâs Taunu" olmuştur. Bu olayda yirmibeş bin kişi ölmüştür. Sonra hicretin altmış dokuzuncu yılında şevval ayında ve İbni Zübeyr zamanında taun olmuştur ki, üç gün içinde, her gün yetmiş bin kişi ölmüştür. Bu olayda Enes ibni Mâlik'in (Radıyallahu Anh) seksen üç oğlu ölmüştür. Yetmiş üç oğlu öldüğü de söylenir. Abdurrahman İbni Ebi Bekre'-nin de kırk oğlu ölmüştür.
Sonra Feteyat taunu, hicretin 87. yılı şevval ayında olmuştur.
Sonra yüz otuz bir yılı Receb ayı taunu olmuş ve ramazan ayında şiddetlenmişti. Her gün gasledilmek üzere bin cenaze birikiyordu. Sonra Şevval ayında hastalık hafifleşti.
Kûfe'de de, ellinci yılda taun olmuştu. Muğîre ibni Şu'be orada vefat etti. Medâînî, böylece sözünü bitirdi.
İbni Kuteybe de, "Maarif" adlı kitabında, El-Esna'î'den naklen taun sayısını buna yakın olarak anlatmıştır.Orada bazı ziyadelik ve noksanlık vardır.
Seksen yedinci yıldaki hastalıkta çok miktarda genç kızlar öldüğü için buna "Feteyat Taunu" adı verildi. Bu hastalık, Basra, Vasıt, Şam ve Kûfe'de olmuştu. Aynı zamanda bu felâkette ileri gelen zevat öldüğü için bu olaya "Taunu'1-Eşraf" da denilir. Mekke ve Medine'de asla taun olmamıştır. Bu konu geniştir. Ben, Müslim şerhinin başında genişçe anlattığım bu konudan bir kısmım burada belirtmiş oldum. Tevfik Allah'dandır.
Ölü Sahihlerine Ve Akrabasına Ölümü Bildirmenin Cevazı Ve Haberi Yaymanın Keraheti
412- Hüzeyfe'den (Radıyallahu Anh) rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
"Ben öldüğüm zaman, ölümümü kimseye ilân etmeyin. Çünkü, bunun bir çağırışına ve feryad olmasından ben korkarım. Zira Resûlüllah Sallal-lahu Aleyhi ve Seİlem'in bağırıp çağırma şekliyle ölümün ilân edilmesini yasakladığım kendisinden işittim."[64]
413- Abdullah ibni Mesud'dan rivayet edildiğine göre Peygamber Sal-lallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
"Bağırıpçağırarak Ölümü yaymaktan sakınınız. Çünkü bu iş, cahiliyet (islâmdan öncekilerin) âdetlerindendir."[65]
414- Buharî ve Müslim'in Sahîh'lerinde rivayet edildiğine göre, Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Necaşî'nin (Habeşistan Meliki'rûn) ölümünü ashabına ilân etmiştir.[66]
415- Buharî ve Müslim'in Sahîh'lerinde rivayet edildiğine göre, Peygamberin haberi olmaksızın geceleyin gömülen bir ölü hakkında, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
"Onun ölümünü bana bildireydiniz ya?..."
Büyük alimler, mezheb alimlerimizin çoğu ve başkaları şöyle demişlerdir:
Bu iki hadîsi şeriften ötürü, ölü sahibleri ile yakınlarının ölüm haberini bildirmeleri müstahabdır. Yasaklanan ilân, cahiliyet âdetleri üzere olan âdetlerdir. Onlar, kabilelerinde şerefli bir kimse öldüğü zaman, diğer kabilelere bir atlı (süvari) gönderirlerdi ve o, şöyle seslenirdi: Falancanın ölmesiyle arablar helak oldu!.. Bu ilân yanında da bağırıp çağınşma ve ağlama olurdu.
Ölüm haberini yaymanın ve ilân etmenin müstahab olduğu hususunda Havî kitabının sahibi, imamlarımızın iki görüşünü, alimlerimizden nak-îetmiştir.
Bazı alimler, yakın ve uzakta olan ölüler için, bu ilânın müstahab olduğunu söylemişlerdir: çünkü namaz kılanlar ve ölüye duâ edenler çoğalmış olur. Bir kısmı da demiştir ki, uzakta olanlar için bu ilân müstahab olur, başkası için müstahab olmaz. Ben de, derim ki, yalnız haberi duyurmak suretiyle olursa, mutlak olarak ilân müstahabdır. Uzak ve yakında olmanın farkı yoktur.
Ölü Yıkanırken Ve Kefenlenirken Okunacak Dualar
Ölüyü yıkarken, Allah Tealâ'yı çok ziretmek ve ölüye duâ etmek müstahabdır. Alimlerimiz demiştir:
Ölüyü yıkayan kimse, ölünün yüzünde nur parıltısı ve bedeninde hoş koku gibi hoşuna giden bir hal gördüğü zaman, bu durumu insanlara anlatması iyi olur; fakat onda hoşa gitmeyen, yüz karalığı, koku ve şekil değişmeleri gibi haller görünce, bunları herhangi bir kimseye anlatması ona haram olur. bu anlattıklarımıza delil olarak da, Ebû Dâvud ve Tirmizfnîn Sünenlerindeki rivayetleri göstermişlerdir.
416- îbni Ömer'den (Radıyallahu Anhüma) rivayet edildiğine göre, Re-sülüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
"Ölülerinizin güzelliklerini söyleyin ve kötülüklerinden (onları anlatmaktan) kaçınınız.”[67]
417- Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in azadlısı Ebû Râfi'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah Sallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
"Kim bir ölüyü yıkar da, onun (çirkin olan) halini gizlerse, Allah o kimseye kırk defa mağfiret buyurur."[68]
İmamlarımızın çoğunluğu, anlattığım gibi, bu meseleyi mutlak şekilde kabul etmişlerdir.
Ancak bu alimlerden Beyan sahibi Ebu'1-Hayr El-Yümnî şöyle demiştir: Eğer Ölü, sağlığında bid'at sahibi olup bunu açıkolarak yapıyordu ise, insanları bu bid'attan sakındırmak ve korumak kasdı ile, yıkayıcının Ölüde görmüş olduğu çirkin halini insanlara anlatması kaideye uygundur.