3 sonuçtan 1 ile 3 arası

Konu: SÖZLER / Risale-i Nur'dan 11. Söz

    Share
  1. #1
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart SÖZLER / Risale-i Nur'dan 11. Söz

    بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ
    Onbirinci Söz

    بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
    وَالشَّمْسِ وَضُحَيهَا وَالْقَمَرِ اِذَا تَلَيهَا وَالنَّهَارِ اِذَا جَلَّيهَا وَ الَّيْلِ اِذَا يَغْشَيهَا
    وَ نَفْسٍ وَمَا سَوَّيهَا وَ اْلاَرْضِ وَمَا طَحَيهَاوَ السَّمَآءِ وَمَا بَنَيهَا
    Ey kardes! Eger hikmet-i âlemin tilsimini ve hilkat-i insanin muammasini ve hakikat-i salâtin rumuzunu bir parça fehmetmek istersen, nefsimle beraber su temsilî hikâyecige bak:
    Bir zaman bir sultan varmis; servetçe onun pek çok hazineleri vardi. Hem o hazinelerde her çesit cevâhir, elmas ve zümrüt bulunuyormus. Hem gizli pek âcaip defineleri varmis. Hem Kemâlâtça sanâyi-i garîbede pek çok mehareti varmis. Hem hesabsiz fünûn-u acîbeye ma'rifeti, ihâtasi varmis. Hem, nihayetsiz ulûm-u bedîaya ilim ve ittilâi varmis. Her cemâl ve kemâl sahibi, kendi cemâl ve kemâlini görmek ve göstermek istemesi sirrinca; o sultan-i zîsan dahi istedi ki, bir mesher açsin, içinde sergiler dizsin; tâ nâsin enzarinda saltanatinin hasmetini, hem servetinin sa'saasini, hem kendi san'atinin hârikalarini, hem kendi ma'rifetinin garibelerini izhar edip göstersin. Tâ cemâl ve kemâl-i mânevîsini iki vecihle müsahede etsin:
    Bir vechi: Bizzât nazar-i dekaik-âsinâsiyla görsün.
    Digeri: Gayrin nazariyla baksin. Bu hikmete binâen, cesîm ve genis ve muhtesem bir kasri yapmaga basladi. Sâhâne bir Sûrette
    sh: » (S: 126)
    dairelere, menzillere taksim ederek hazinelerinin türlü türlü murassaatiyla süslendirip kendi dest-i san'atinin en lâtif, en güzel eserleriyle zînetlendirip, fünun-u hikmetinin en incelikleriyle tanzim edip düzelterek ve ulûmunun âsâr-i mu'cizekâraneleriyle donatarak tekmil ettikten sonra, herbir taam ve nimetlerinin bütün çesitlerinden en lezizlerini câmi' sofralar, o sarayda kurdu. Herbir tâifeye lâyik bir sofra tâyin etti. Öyle sehâvetkârane, san'atperverane bir ziyafet-i âmme ihzâr etti ki, güya herbir sofra, yüz sanâyi-i lâtifenin eserleriyle vücud bulmus gibi kiymetli hadsiz ni'metleri serdi. Sonra aktâr-i memleketindeki ahali ve raiyetini, seyre ve tenezzühe ve ziyafete dâvet etti. Sonra bir yaver-i Ekremine (ASM) sarayin hikmetlerini ve müstemilâtinin mânâlarini bildirerek Onu üstad ve târif edici tâyin etti. Tâ ki, sarayin Sâniini, sarayin müstemilâtiyla ahaliye târif etsin ve sarayin nakislarinin rumuzlarini bildirip, içindeki san'atlarinin isâretlerini ögretip, derûnundaki manzum murassalar ve mevzun nukus nedir? Ve ne vecihle saray sahibinin Kemâlâtina ve hünerlerine delâlet ettiklerini, o saraya girenlere târif etsin ve girmenin âdâbini ve seyrin merasimini bildirip, o görünmeyen sultana karsi marziyati dairesinde tesrifat merasimini târif etsin. Iste o muarrif üstadin herbir dairede birer avenesi bulunuyor. Kendisi en büyük dairede sâkirdleri içinde durmus, bütün seyircilere söyle bir tebligatta bulunuyor. Diyor ki:
    «Ey ahali; Su kasrin meliki olan seyyidimiz, bu seylerin izhariyla ve bu sarayi yapmasiyla, kendini size tanittirmak istiyor. Siz dahi onu taniyiniz ve güzelce tanimaga çalisiniz. Hem su tezyinatla kendini size sevdirmek istiyor. Siz dahi onun san'atini takdir ve islerini istihsan ile kendinizi ona sevdiriniz. Hem bu gördügünüz ihsanat ile, size muhabbetini gösteriyor. Siz dahi itaat ile ona muhabbet ediniz. Hem su görünen in'am ve ikramlar ile, size sefkatini ve merhametini gösteriyor. Siz dahi sükür ile ona hürmet ediniz. Hem su Kemâlâtinin âsâriyla, mânevî cemâlini size göstermek istiyor. Siz dahi onu görmege ve teveccühünü kazanmaga istiyakinizi gösteriniz. Hem bütün su gördügünüz masnûat ve müzeyyenat üstünde birer mahsus sikke, birer hususî hâtem, birer taklid edilmez turra koymakla, hersey kendisine has oldugunu ve kendi eser-i desti oldugunu ve kendisi tek ve yekta, istiklâl ve infirad sahibi oldugunu size göstermek istiyor. Siz dahi Onu; tek ve yekta ve misilsiz, nazîrsiz bîhemta taniyiniz ve kabûl ediniz.» Daha bunun gibi, ona ve

    sh: » (S: 127)
    o makama münâsib sözleri seyircilere söyledi. Sonra, giren ahali iki güruha ayrildilar:
    Birinci güruhû: Kendini tanimis ve akli basinda ve kalbi yerinde olduklari için, o sarayin içindeki acâiblere baktiklari zaman dediler: «Bunda büyük bir is var.» Hem anladilar ki: Beyhûde degil, âdi bir oyuncak degil. Onun için merak ettiler. «Acaba tilsimi nedir, içinde ne var.» deyip düsünürken, birden o muarrif üstadin(A.S.M.) Beyân ettigi nutkunu isittiler. Anladilar ki: Bütün esrarin anahtarlari Ondadir; Ona müteveccihen gittiler ve dediler: «Esselâmü Aleyke ya Eyyühel Üstad! Hakkan, söyle bir muhtesem sarayin, senin gibi sâdik ve müdakkik bir muarrifi lâzimdir. Seyyidimiz sana ne bildirmisse lütfen bize bildiriniz.» Üstad ise, evvel zikri geçen nutuklari onlara dedi. Bunlar güzelce dinlediler, iyice kabûl edip tam istifade ettiler. Padisahin marzîyati dairesinde amel ettiler. Onlarin su edebli muamele ve vaziyetleri o Padisahin hosuna geldiginden onlari has ve yüksek ve tavsif edilmez diger bir saraya dâvet etti, ihsan etti. Hem öyle bir Cevvâd-i Melik'e lâyik ve öyle mutî ahaliye sâyeste ve öyle edebli misâfirlere münasib ve öyle yüksek bir kasra sâyan bir Sûrette ikrâm etti... daimî onlari saâdetlendirdi.
    Ikinci güruh ise; akillari bozulmus, kalbleri sönmüs olduklarindan, saraya girdikleri vakit, nefislerine maglub olup lezzetli taamlardan baska hiç bir sey'e iltifat etmediler; bütün o mehâsinden gözlerini kapadilar ve o üstadin (ASM) irsâd'atindan ve sâkirdlerinin îkazatindan kulaklarini tikadilar. Hayvan gibi yiyerek uykuya daldilar. Içilmeyen, fakat Bâzi seyler için ihzâr edilen iksirlerden içtiler. Sarhos olup öyle bagirdilar, karistirdilar; seyirci misafirleri çok rahatsiz ettiler. Sâni'-i Zîsan'in düsturlarina karsi edebsizlikte bulundular. Saray sahibinin askerleri de onlari tutup, öyle edebsizlere lâyik bir hapse attilar.
    Ey benimle bu hikâyeyi dinleyen arkadas! Elbette anladin ki: O Hâkim-i Zîsan; bu kasri, su mezkûr maksadlar için bina etmistir. Su maksadlarin husûlü ise, iki sey'e mütevakkiftir:
    Birisi: Su gördügümüz ve nutkunu isittigimiz üstadin (ASM) vücududur. Çünki: O bulunmazsa, bütün maksadlar beyhûde olur. Çünki: Anlasilmaz bir kitab, muallimsiz olsa; mânâsiz bir kâgittan ibaret kalir.


    Seni çok Özledim Annem

  2. #2
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: SÖZLER / Risale-i Nur'dan 11. Söz

    sh: » (S: 128)
    Ikincisi: Ahali, o Üstadin (ASM) sözünü kabûl edip dinlemesidir. Demek, vücûd-u Üstad vücud-u kasrin dâîsidir ve ahalinin istimâi, kasrin bekasina sebebdir. Öyle ise denilebilir ki: Su Üstad (ASM) olmasaydi, o Melik-i Zîsan su kasri bina etmezdi. Hem yine denilebilir ki: O Üstadin (ASM) tâlimatini ahali dinlemedikleri vakit, elbette o kasr tebdil ve tahvil edilecek.

    Ey arkadas! Hikâye burada bitti. Eger su temsîlin sirrini anladinsa bak, hakikatin yüzünü de gör.
    Iste o saray, su âlemdir ki; tavani, tebessüm eden yildizlarla tenvir edilmis gök yüzüdür. Tabani ise, sarktan garba gûnâ-gûn çiçeklerle süslendirilmis yeryüzüdür. O Melik ise, ezel ebed Sultani olan bir Zât-i Mukaddes'tir ki, yedi kat semâvat ve arzi ve içlerinde olan hersey, kendilerine mahsus lisanlarla o Zâti takdis edip tesbih ediyorlar. Hem öyle bir Melik-i Kadîr ki, semâvat ve arzi alti günde yaratarak Ars-i Rubûbiyyetinde durup; gece ve gündüzü, siyah ve beyaz iki hat gibi birbiri arkasi sira döndürüp, kâinat sahifesinde âyâtini yazan; ve Günes, Ay, yildizlar emrine müsahhar zîhasmet ve zîkudret sahibidir. O sarayin menzilleri ise, su onsekiz bin âlemdir ki, herbirisi kendine lâyik bir tarz ile tezyin ve tanzim edilmistir. Iste o sarayda gördügün sanayi-i garîbe ise, su âlemde görünen Kudret-i Ilahiyenin mu'cizeleridir ve o sarayda gördügün taamlar ise; su âlemde, hele yaz mevsiminde, hele Barla bahçelerinde Rahmet-i Ilahîyenin semerat-i hârikalarina isarettir ve oradaki ocak ve matbah ise, burada kalbinde ates olan arz ve sath-i arzdir ve orada temsilde gördügün gizli definelerin cevherleri ise, su hakikatta Esmâ-i Kudsiye-i Ilahiyenin cilvelerine misâldir ve temsilde gördügümüz nakislar ve o nakislarin remizleri ise, su âlemi süslendiren muntâzam masnûat ve mevzun nukus-u kalem-i kudrettir ki, Kadîr-i Zülcelâl'in esmâsina delâlet ederler ve o Üstad ise Seyyidimiz Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'dir. Avenesi ise, Enbiya Aleyhimüsselâm'dir ve sâkirdleri ise Evliyâ ve Asfiyâdir. O saraydaki hâkimin hizmetkârlari ise, su âlemde Melâike Aleyhimüsselâm'a isarettir. Temsilde, seyir ve ziyafete davet edilen misafirler ise, su dünya misafirhanesinde cin ve ins ve insanin hizmetkârlari olan hayvanlara isarettir ve o iki firka ise, burada birisi ehl-i îmandir ki kitab-i kâinatin âyâtinin müfessiri olan Kur'an-i Hakîm'in sâkirdleridir. Diger güruh ise ehl-i küfür ve tugyandir

    sh: » (S: 129)
    ki, nefis ve seytana tâbi olup yalniz hayat-i dünyeviyeyi taniyan, hayvan gibi belki daha asagi sagir, dilsiz, dâllîn güruhudur.
    Birinci kafile olan süedâ ve ebrar ise, zülcenaheyn olan Üstadi dinlediler. O Üstad hem abddir; ubûdiyet noktasinda Rabbini tâvsif ve târif eder ki, Cenâb-i Hakk'in dergâhinda ümmetinin elçisi hükmündedir. Hem Resuldür; Risâlet noktasinda Rabbinin ahkâmini Kur'an vasitasiyla cin ve inse teblig eder.
    Su bahtiyar cemaât, o Resulü dinleyip Kur'ana kulak verdiler. Kendilerini, enva'-i ibâdâtin fihristesi olan «namaz» ile birçok makamat-i âliye içinde çok lâtif vazifelerle telebbüs etmis gördüler. Evet namazin mütenevvi ezkâr ve harekâtiyla isâret ettigi vezâifi, makamati, mufassalan gördüler. Söyle ki:
    Evvelen: Âsâra bakip, gaibâne muamele Sûretinde saltanat-i Rububiyyetin mehâsinine temâsager makaminda kendilerini gördüklerinden; tekbir ve tesbih vazifesini edâ edip «Allahü Ekber» dediler.
    Sâniyen: Esmâ-i Kudsiye-i Ilahiyenin cilveleri olan bedâyiine ve parlak eserlerine dellâllik makaminda görünmekle «Sübhanallah, Velhamdülillah» diyerek takdis ve tahmid vazifesini îfâ ettiler.
    Sâlisen: Rahmet-i Ilahiyenin hazinelerinde iddihar edilen nimetlerini zâhir ve bâtin duygularla tadip anlamak makaminda, sükür ve senâ vazifesini edâyâ basladilar.
    Râbian: Esmâ-i Ilahiyenin definelerindeki cevherleri, mânevî cihâzat mizanlariyla tartip bilmek makaminda, tenzih ve medih vazifesine basladilar.
    Hâmisen: Mistâr-i kader üstünde kalem-i kudretiyle yazilan mektûbat-i Rabbâniyyeyi mütalâa makaminda, tefekkür ve istihsan vazifesine basladilar.
    Sâdisen: Esyanin yaratilisinda ve masnûatin san'atindaki lâtif incelik ve nâzenin güzellikleri temâsa ile tenzih makaminda Fâtir-i Zülcelâl, Sâni'-i Zülcemâl'lerine muhabbet ve istiyak vazifesine girdiler. Demek kâinata ve âsâra bakip, gaibane muamele-i ubûdiyyetle mezkûr makamatta mezkûr vezâifi edâ ettikten sonra Sâni'-i Hakîm'in dahi muamelesine ve ef'aline bakmak derecesine çiktilar ki, hâzirâne bir muamele Sûretinde evvelâ Hâlik-i Zülcelâl'in kendi

    sh: » (S: 130)
    san'atinin mu'cizeleriyle kendini zîsuura tanittirmasina karsi hayret içinde bir mârifet ile mukabele ederek
    سُبْحَانَكَ مَا عَرَفْنَاكَ حَقَّ مَعْرِفَتِكَ dediler. «Senin târif edicilerin bütün masnûatindaki mu'cizelerindir.» Sonra o Rahmân'in kendi rahmetinin güzel meyveleriyle kendini sevdirmesine karsi, muhabbet ve ask ile mukabele edip اِيّاكَ نَعْبُدُ وَاِيّاكَ نَسْتَعِينُ dediler. Sonra o Mün'im-i Hakikî'nin tatli nimetleriyle terahhum ve sefkatini göstermesine karsi; sükür ve hamd ile mukabele ettiler; dediler: سُبْحَانَكَ وَبِحَمْدِكَ «Senin hak sükrünü nasil edâ edebiliriz? Sen öyle sükre lâyik bir meskûrsun ki, bütün kâinata serilmis bütün ihsanatin açik lisan-i halleri, sükür ve senânizi okuyorlar. Hem âlem çarsisinda dizilmis ve zeminin yüzüne serpilmis bütün nimetlerin ilânâtiyla hamd ve medhinizi bildiriyorlar. Hem rahmet ve ni'metin manzum meyveleri ve mevzun yemisleri, senin cûd ve keremine sehadet etmekle senin sükrünü enzar-i mahlûkat önünde îfâ ederler.»
    Sonra su kâinatin yüzlerinde degisen mevcûdât âyinelerinde Cemâl ve Celâl ve Kemâl ve Kibriyâsinin izhârina karsi,
    اَللَّهُ اَكْبَرُ deyip tâzim içinde bir aczle rükûa gidip mahviyet içinde bir muhabbet ve hayretle secde edip mukabele ettiler. Sonra o Ganiyy-i Mutlakin servetinin çoklugunu ve rahmetinin genisligini göstermesine karsi; fakr ve hâcetlerini izhar edip, duâ edip: istemekle mukabele edip: وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ dediler.
    Sonra o Sâni-i Zülcelâl'în kendi san'atinin lâtiflerini, hârikalarini, antikalarini, sergilerle teshirgâh-i enamda nesrine karsi,
    مَاشَاءَ اللَّهُ deyip takdir ederek: "Ne güzel yapilmis!" deyip is-
    sh: » (S: 131)
    tihsan ederek,
    بَارَكَ اللَّهُ deyip müsâhede etmek, اَمَنَّا deyip sehadet etmek; "Geliniz, bakiniz!" hayran olarak حَىَّ عَلَى الْفَلاَحْ deyip herkesi sâhid tutmakla mukabele ettiler. Hem o Sultân-i ezel ve ebed, kâinatin aktârinda kendi Rubûbiyyetinin saltanatini ilânina ve vahdâniyyetinin izhârina karsi; tevhid ve tasdik edip سَمِعْنَا وَ اَطَعْنَا diyerek itaat ve inkiyad ile mukabele ettiler.
    Sonra o Rabb-ül âlemîn'in ulûihiyyetinin izhârina karsi; zaaf içinde aczlerini, ihtiyaç içinde fakrlerini ilândan ibâret olan ubûdiyyet ile ve ubûdiyyetin hülâsasi olan «Namaz» ile mukabele ettiler. Daha bunlar gibi gûna-gûn ubûdiyyet vazifeleriyle su dâr-i dünya denilen mescid-i kebîrinde farîze-i ömürlerini ve vazife-i hayatlarini edâ edip ahsen-i takvim Sûretini aldilar. Bütün mahlûkat üstünde bir mertebeye çiktilar ki, yümn-i îman ile emn ü emânet ile mücehhez emîn bir halife-i arz oldular ve su meydân-i tecrübe ve su destgâh-i imtihandan sonra onlarin Rabb-i Kerîmi onlari, îmanlarina mükâfat olarak saadet-i ebediyeye ve Islâmiyetlerine ücret olarak dârüsselâma dâvet ederek öyle bir ikrâm etti ve eder ki, hiç göz görmemis ve kulak isitmemis ve kalb-i besere hutûr etmemis derecede parlak bir tarzda rahmetine mazhar etti ve onlara ebediyet ve beka verdi. Çünki: Ebedî ve sermedî olan bir cemâlin seyirci müstâki ve âyinedâr âsiki, elbette bâki kalip ebede gidecektir. Iste Kur'an sâkirdlerinin âkibetleri böyledir. Cenâb-i Hak bizleri onlardan eylesin, âmin!


    Seni çok Özledim Annem

  3. #3
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: SÖZLER / Risale-i Nur'dan 11. Söz

    Amma, füccar ve esrar olan diger gürûh ise: Hadd-i bülûg ile su âlem sarayina girdikleri vakit, bütün vahdâniyyetin delillerine karsi küfür ile mukabele edip ve bütün ni'metlere karsi küfran ile mukabele ederek ve bütün mevcûdati kiymetsizlikle kâfirane bir ittiham ile tahkir ettiler ve bütün Esmâ-i Ilâhiyyenin tecelliyatina karsi red ve inkâr ile mukabele ettiklerinden, az bir vakitte nihâyetsiz bir cinâyet islediler; nihâyetsiz bir azâba müstehak oldular. Evet, insana sermâye-i ömür ve cihâzât-i insâniyye, mezkûr vezâif için verilmistir.

    sh: » (S: 132)
    Ey sersem nefsim ve ey pürheves arkadasim! Âyâ zannediyor musun ki, vazife-i hayatiniz; yalniz terbiye-i medeniyye ile güzelce muhâfaza-i nefs etmek, ayib olmasin, batin ve fercin hizmetine mi münhasirdir? Yâhut, zannediyor musunuz ki, hayatinizin makinesinde dercedilen su nâzik letâif ve mâneviyyat; ve su hassas âza ve âlât; ve su muntâzam cevarih ve cihâzât; ve su mütecessis havas ve hissiyatin gaye-i yegânesi; su hayât-i fâniyede, nefs-i rezîlenin, hevesât-i süfliyyenin tatmini için isti.maline mi münhasirdir? Hâsâ ve kellâ! Belki vücudunuzda sunlarin yaratilmasi ve fitratinizda bunlarin gaye-i idhâli, iki esâstir:
    Biri: Cenâb-i Mün'im-i Hakikînin bütün ni'metlerinin herbir çesitlerini size ihsas ettirip sükrettirmekten ibarettir. Siz de hissedip, sükür ve ibâdetini etmelisiniz.
    Ikincisi: Âleme tecelli eden Esmâ-i kudsiyye-i Ilâhiyyenin bütün tecelliyatinin aksâmini, birer birer, size o cihâzat vâsitasiyla bildirip tattirmaktir. Siz dahi tatmakla taniyarak îman getirmelisiniz.
    Iste bu iki esâs üzerine kemâlât-i insâniyye nesv ü nema bulur. Bununla insan, insan olur.
    Insâniyyetin cihâzâti, hayvan gibi hayât-i dünyeviyyeyi kazanmak için verilmemis olduguna su temsil sirriyla bak:
    Meselâ, bir zât bir hizmetçisine yirmi altin verdi; tâ mahsus bir kumastan kendisine bir kat libas alsin. O hizmetçi gitti, o kumasin âlâsindan mükemmel bir libas aldi, giydi.
    Sonra gördü ki: O zât, diger bir hizmetkârina bin altin verip, bir kâgit içinde Bâzi seyler yazili olarak onun cebine koydu, ticârete gönderdi. Simdi, her akli basinda olan bilir ki; o sermâye, bir kat libas almak için degil. Çünki evvelki hizmetkâr, yirmi altinla en âlâ kumastan bir kat libas almis oldugundan, elbette bu bin altin, bir kat libasa sarfedilmez. Sâyet bu ikinci hizmetkâr, cebine konulan kâgidi okumayip, belki evvelki hizmetçiye bakip, bütün parayi bir dükkânciya bir kat libas için verip, hem o kumasin en çürügünden ve arkadasinin libasindan elli derece asagi bir libas alsa, elbette o hâdim nihayet derecede ahmaklik etmis olacagi için siddetle tâzib ve hiddetle te'dib edilecektir.
    Ey nefsim ve ey arkadasim! Aklinizi basiniza toplayiniz. Ser-

    sh: » (S: 133)
    mâye-i ömür ve istidâd-i hayâtinizi hayvan gibi, belki hayvandan çok asagi bir derecede su hayât-i fâniye ve lezzet-i maddiyeye sarfetmeyiniz. Yoksa; sermayece en âlâ hayvandan elli derece yüksek oldugunuz halde, en ednasindan elli derece asagi düsersiniz.
    Ey gafil nefsim! Senin hayatinin gayesini ve hayatinin mahiyetini, hem hayatinin Sûretini, hem hayatinin sirr-i hakîkatini, hem hayatinin kemâl-i saâdetini bir derece anlamak istersen; bak:
    Senin hayatinin gayelerinin icmâli dokuz emirdir.
    Birincisi sudur ki: Senin vücudunda konulan duygular terâzileriyle, rahmet-i Ilâhiyyenin hazînelerinde iddihar edilen ni'metleri tartmaktir ve küllî sükretmektir.
    Ikincisi: Senin fitratinda vaz'edilen cihâzâtin anahtarlariyla Esmâ-i kudsiyye-i Ilahiyyenin gizli definelerini açmaktir, Zât-i Akdes'i o Esmâ ile tanimaktir.
    Üçüncüsü: Su teshirgâh-i dünyada, mahlûkat nazarinda, Esmâ-i Ilahiyyenin sana taktiklari garib san'atlarini ve lâtif cilvelerini bilerek hayâtinda teshir ve izhâr etmektir.
    Dördüncüsü: Lisân-i hâl ve kalinle Hâlikinin dergâh-i Rububiyyetine ubûdiyyetini ilân etmektir.
    Besincisi: Nasil bir asker pâdisahindan aldigi türlü türlü nisanlari, resmî vakitlerde takip padisahin nazarinda görünmekle onun iltifâtât-i âsârini gösterdigi gibi, sen dahi esmâ-i Ilahiyenin cilvelerinin sana verdikleri letâif-i insâniye murassaâtiyla bilerek süslenip o Sâhid-i Ezelî'nin nazar-i suhûd ve ishâdina görünmektir.
    Altincisi: Zevilhayat olanlarin tezahürat-i hayatiye denilen, Hâliklarina tahiyyatlari; ve ruhûzat-i hayatiye denilen, Sâni'lerine tesbihatlari ve semerat ve gayât-i hayatiye denilen, Vâhib-ül Hayât'a arz-i ubûdiyetlerini bilerek müsâhede etmek, tefekkür ile görüp sehâdetle göstermektir.
    Yedincisi: Senin hayatina verilen cüz'î ilim ve kudret ve irâde gibi sifat ve hallerinden küçük nümûnelerini vâhid-i kiyâsî ittihaz ile, Hâlik-i Zülcelâl'in sifât-i mutlakasini ve suûn-u mukaddesesini o ölçüler ile bilmektir. Meselâ sen cüz'î iktidarin ve cüz'î ilmin ve cüz'î irâden ile bu hâneyi muntâzam yaptigindan, su kasr-i âle-

    sh: » (S: 134)
    min senin hânenden büyüklügü derecesinde, su âlemin ustasini o nisbette Kadîr, Alîm, Hakîm, Müdebbir bilmek lâzimdir.
    Sekizincisi: Su âlemdeki mevcûdâtin herbiri kendine mahsus bir dil ile Hâlikinin vahdâniyetine ve Sâniinin Rubûbiyetine dair mânevî sözlerini fehmetmektir.
    Dokuzuncusu: Acz ve za'fin, fakr ve ihtiyacin ölçüsüyle kudret-i Ilâhiye ve Ginâ-yi Rabbâniyenin derecât-i tecelliyâtini anlamaktir. Nasilki açligin dereceleri nisbetinde ve ihtiyâcin envâ'i miktarinca, taamin lezzeti ve derecâti ve çesitleri anlasilir. Onun gibi sen de nihayetsiz aczin ve fakrinla, nihayetsiz kudret ve gina-yi Ilâhiyenin derecâtini fehmetmelisin. Iste senin hayatinin gayeleri, icmâlen bunlar gibi emirlerdir.
    Simdi kendi hayatinin mahiyetine bak ki, o mahiyetinin icmâli sudur:
    Esmâ-i Ilâhiyeye ait garâibin fihristesi, hem suûn ve sifât-i Ilahiyenin bir mikyasi.. hem kâinattaki âlemlerin bir mizani.. hem bu âlem-i kebîrin bir listesi.. hem su kâinatin bir haritasi.. hem su kitab-i ekberin bir fezlekesi.. hem kudretin gizli definelerini açacak bir anahtar külçesi.. hem mevcûdâta serpilen ve evkata takilan kemâlâtinin bir ahsen-i takvimidir. Iste mahiyet-i hayatin bunlar gibi emirlerdir.
    Simdi senin hayatinin Sûreti ve tarz-i vazifesi sudur ki:
    Hayatin, bir kelime-i mektûbedir. Kalem-i kudretle yazilmis hikmet-nümâ

    bir sözdür. Görünüp ve isitilip, Esmâ-i Hüsnâya delâlet eder. Iste hayatinin sûreti bu gibi emirlerdir.
    Simdi hayatinin sirr-i hakîkati sudur ki: Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete, âyineliktir. Yâni bütün âleme tecelli eden esmânin nokta-i mihrâkiyesi hükmünde bir câmiiyetle Zât-i Ehad-i Sâmed'e âyineliktir.
    Simdi hayatinin saadet içindeki Kemâli ise: Senin hayatinin âyinesinde temessül eden Sems-i Ezelî'nin envârini hissedip sevmektir. Zîsuur olarak Ona sevk göstermektir. Onun muhabbetiyle kendinden geçmektir. Kalbin göz bebeginde aks-i nurunu yerlestirmektir.
    Iste bu sirdandir ki, seni â'lâ-yi illiyyîne çikaran bir Hadîs-i Kudsînin meâl-i serîfi olan:
    مَنْ نَه كُنْجَمْ دَرْ سَموَات ُو زَمِين { اَزْ عَجَبْ كُنْجَمْ بَقَلْبِ مُؤْمِنِينdenilmistir.
    sh: » (S: 135)
    Iste ey nefsim! Hayatinin böyle ulvî gayâta müteveccih oldugu ve söyle kiymetli hazîneleri câmî' oldugu halde, hiç akil ve insâfa lâyik midir ki: Hiç-ender-hiç olan muvakkat huzûzât-i nefsâniyeye, geçici lezaiz-i dünyeviyeye sarfedip zâyi' edersin! Eger zâyi' etmemek istersen, geçen temsil ve hakikata remzeden
    وَالشَّمْسِ وَضُحَيهَا وَالْقَمَرِ اِذَا تَلَيهَا وَالنَّهَارِ اِذَا جَلَّيهَا وَ الَّيْلِ اِذَا يَغْشَيهَا وَ السَّمَآءِ وَمَا بَنَيهَا وَ اْلاَرْضِ وَمَا طَحَيهَا وَ نَفْسٍ وَمَا سَوَّيهَا فَاَلْهَمَهَافُجُورَهَا وَتَقْوَيهَا قَدْاَفْلَحَمَنْزَكَّيهَ وَقَدْخَابَمَنْدَسَّيهَا
    sûresindeki kasem ve cevâb-i kasemi düsünüp amel et.


    Seni çok Özledim Annem

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •