6 sonuçtan 1 ile 6 arası

Konu: SÖZLER / Risale-i Nur'dan 20. Söz

    Share
  1. #1
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart SÖZLER / Risale-i Nur'dan 20. Söz

    بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ
    Yirminci Söz
    [Iki Makamdir]
    Birinci Makam
    بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
    وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلآَئِكَةِ اسْجُدُوا ِلاَدَمَ فَسَجَدُوآ اِلآَّ اِبْلِيسَ
    اِنَّ اللَّهَ يَاْمُرُكُمْ اَنْ تَذْبَحُوا بَقَرَةً
    (ثُمَّ قَسَتْ قُلُوبُكُمْ مِنْ بَعْدِ ذَلِكَ فَهِىَ كَاْلحِجَارَةِ اَوْ اَشَدُّ قَسْوَةً)
    Bir gün su âyetleri okurken Iblis'in ilkaatina karsi Kur'an-i Hakîm'in feyzinden üç nükte ilham edildi. Vesvesenin Sûreti sudur:
    Dedi ki: "Dersiniz: Kur'an mu'cizedir. Hem nihayetsiz belâgattadir. Hem, umuma her vakitte hidâyettir. Halbuki, söyle bâzi hâdisat-i cüz'iyeyi tarihvârî bir Sûrette musirrane tekrar etmekte ne mânâ var? Bir inegi kesmek gibi bir vâkia-i cüz'iyeyi, o kadar mühim tavsifât ile böyle zikretmek, hattâ o Sûre-i azîmeye de «El-Bakara» tesmiye etmekte ne münasebet var? Hem de « Âdem'e secde' olan hâdise, sirf bir emr-i gaybîdir. Akil ona yol bulamaz. Kavî bir
    sh: » (S: 255)
    îmandan sonra teslim ve iz'an edilebilir. Halbuki Kur'an, umum ehl-i akla ders veriyor. Çok yerlerde
    اَفَلاَ يَعْقِلُونَ der, akla havale eder. Hem taslarin tesadüfî olan Bâzi hâlât-i tabiiyesini ehemmiyetle Beyân etmekte ne hidâyet var?»
    Ilham olunan nüktelerin Sûreti sudur:
    Birinci Nükte: Kur'an-i Hakîm'de çok hâdisat-i cüz'iye vardir ki, herbirisinin arkasinda bir düstur-u küllî saklanmis ve bir kanun-u umumînin ucu olarak gösteriliyor. Nasilki,
    عَلَّمَ اَدَمَ اْلاَسْمَآءَ كُلَّهَا Hazret-i Âdem'in melâikelere karsi kabiliyet-i hilâfet için bir mu'cizesi olan tâlim-i esmâdir ki, bir hâdise-i cüz'iyedir. Söyle bir düstur-u küllînin ucudur ki: Nev-i besere câmiiyet-i istidad cihetiyle tâlim olunan hadsiz ulûm ve kâinatin enva'ina muhit pek çok fünun ve Hâlikin suunat ve evsafina samil kesretli mâarifin tâlimidir ki; nev'-i besere degil yalniz melâikelere, belki Semâvat ve Arz ve daglara karsi Emanet-i kübrâyi haml dâvasinda bir rüchâniyet vermis ve heyet-i mecmuasiyla arzin bir halife-i mânevîsi oldugunu Kur'an ifham ettigi misillü; «Melâikelerin Âdem'e secdesiyle beraber, Seytan'in secde etmemesi olan'» hâdise-i cüz'iye-i gaybiye, pek genis bir düstur-u külliye-i meshudenin ucu oldugu gibi, pek büyük bir hakikati ihsas ediyor. Söyle ki: Kur'an, sahs-i Âdem'e Melâikelerin itaat ve inkiyâdini ve Seytan'in tekebbür ve imtinâini zikretmesiyle; nev'-i besere kâinatin ekser maddî enva'lari ve enva'in mânevî mümessilleri ve müekkelleri müsahhar olduklarini ve nev'-i beserin hassalarinin bütün istifadelerine müheyya ve münkad olduklarini ifham etmekle beraber, o nev'in istidadatini bozan ve yanlis yollara sevkeden mevadd-i serîre ile onlarin mümessilleri ve sekene-i habiseleri, o nev'-i beserin tarîk-i kemâlâtinda ne büyük bir engel, ne müdhis bir düsman teskil ettigini ihtar ederek, Kur'an-i Mu'ciz-ül Beyân, bir tek Âdem'le (A.S.) cüz'î hâdiseyi konusurken bütün kâinatla ve bütün nev'-i beserle bir mükâleme-i ulviye ediyor.
    Ikinci Nükte: Misir Kit'asi, kumistan olan Sahra-yi Kebîr'in bir parçasi oldugundan Nil-i Mübarek'in feyziyle gâyet mahsuldâr
    sh: » (S: 256)
    bir tarla hükmüne geçtiginden, o cehennem-nümun sahra komsulugunda söyle cennet-misâl bir mevki-i mübarekin bulunmasi, felâhat ve zirâati ahalisinde pek mergub bir Sûrete getirmis ve o sekenenin seciyesine öyle tesbit etmis ki, ziraati kudsiye ve vasita-i ziraat olan «bakar»i ve «sevri» mukaddes, belki Mâbud derecesine çikarmis. Hattâ o zamandaki Misir milleti sevre, bakara ibâdet etmek derecesinde bir kudsiyet vermisler. Iste o zamanda benî-Israil dahi, o kit'ada nes'et ediyordu ve o terbiyeden bir hisse aldiklari, «Ic» mes'elesinden anlasiliyor.
    Iste Kur'an-i Hakîm, Hazret-i Mûsa Aleyhisselâm'in Risâletiyle, o milletin seciyelerine girmis ve istidadlarina islemis olan o bakarperestlik mefkuresini kesip öldürdügünü, bir bakarin zebhi ile ifham ediyor.
    Iste su hâdise-i cüz'iye ile bir düstur-u küllîyi, her vakit, hem herkese gâyet lüzumlu bir ders-i hikmet oldugunu ulvî bir i'câz ile Beyân eder.
    Buna kiyasen bil ki: Kur'an-i Hakîm'de Bâzi hâdisat-i tarihiyye Sûretinde zikredilen cüz'î hâdiseler, küllî düsturlarin uçlaridir. Hattâ çok Sûrelerde zikr ve tekrar edilen Kissa-i Mûsa'nin yedi cümlelerine misâl olarak lemaât'ta I'caz-i Kur'an Risalesinde o cüz'î cümlelerin herbir cüz'ünün nasil mühim bir düstur-u küllîyi tâzammun ettigini Beyân etmisiz. Istersen o risaleye müracaat et.
    Üçünü Nükte:

    ثُمَّ قَسَتْ قُلُوبُكُمْ مِنْ بَعْدِ ذَلِكَ فَهِىَ كَاْلحِجَارَةِ اَوْ اَشَدُّ قَسْوَةً وَاِنَّ مِنَ اْلحِجَارَةِ َلمَا يَتَفَجَّرُ مِنْهُ اْلاَنْهَارُ وَاِنَّ مِنْهَا لمَاَ يَشَّقَّقُ فَيَخْرُجُ مِنْهُ اْلمَآءُ وَاِنَّ مِنْهَا لمَاَ يَهْبِطُ مِنْ خَشْيَةِ
    اللَّهِ وَمَا اللَّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
    Su âyeti okurken, müvesvis dedi ki: "Herkese mâlûm ve âdi olan taslarin su fitrî Bâzi hâlât-i tabiiyesini, en mühim ve büyük mes'eleler Sûretinde bahis ve Beyânda ne mânâ var, ne münasebet var, ne ihtiyaç var?"
    Su vesveseye karsi feyz-i Kur'andan söyle bir nükte ilham edildi:
    Evet, münasebet var ve ihtiyaç var. Hem o derece büyük bir
    sh: » (S: 257)
    münasebet ve ehemmiyetli bir mânâ ve o derece muazzam ve lüzumlu bir hakikat var ki, ancak Kur'anin îcaz-i mu'cizi ve lütf-u irsadiyla bir derece basitlestirilmis ve ihtisar edilmis. Evet i’câz-i Kur'anin bir esâsi olan îcaz, hem hidâyet-i Kur'anin bir nuru olan lütf-u irsad ve hüsn-ü ifham, iktiza ediyorlar ki: Kur'anin muhatâblari içinde ekseriyeti teskil eden avâma karsi küllî hakikatlari ve derin ve umumî düsturlari, me'luf ve cüz'î Sûretler ile gösterilsin ve fikirleri basit olan umumî avâma karsi, muazzam hakikatlarin yalniz uçlari ve basit bir Sûreti gösterilsin. Hem âdet perdesi tahtinda ve zeminin altinda hârikulâde olan tasarrufat-i Ilahiye, icmâlen gösterilsin. Iste bu sirra binaendir ki, Kur'an-i Hakîm su âyetle diyor:
    Ey Benî-Israil ve ey Benî-Âdem! Sizlere ne olmus ki: Kalbleriniz tastan daha câmid ve daha ziyade katilasmistir. Zira görmüyor musunuz ki, o pek sert ve pek câmid ve toprak altinda bir tabaka-i azîme teskil eden o koca taslar, o kadar evâmir-i Ilahiyeye karsi muti' ve müsahhar ve icraat-i Rabbâniye altinda o kadar yumusak ve emirberdir ki, havada agaçlarin teskilinde tasarrufat-i Ilahiye ne derece sühuletle cereyan ediyor. Öyle de; taht-ez zemin ve o sert, sagir taslarda o derece sühulet ve intizâm ile, hattâ damarlara karsi kanin cevelani gibi muntâzam su cedvelleri (Hasiye) ve su damarlari, kemâl-i hikmetle o taslarda mukavemet görmeyerek cereyan ediyor. Hem havada nebâtat ve agaçlarin dallarinin sühuletle Sûret-i intisari gibi; o derece sühuletle köklerin nazik damarlari, yer altindaki taslarda mümânâat görmeyerek evâmir-i Ilahî ile muntâzam intisar ettigini Kur'an isaret ediyor ve genis bir hakikati, su âyetle ders veriyor ve o ders ile, o kasavetli kalblere bu mânâyi veriyor ve remzen diyor:
    ____________________
    (Hasiye): Evet, zemin denilen muhtesem ve seyyar sarayin temel tasi olan tas tabakasinin Fâtir-i Zülcelâl tarafindan tavzif edilen en mühim üç vazifeyi Beyân etmek, ancak Kur'an'a yakisir.
    Iste birinci vazifesi: Topragin, kudret-i Rabbâniye ile nebâtata analik edip yetistirdigi gibi, Kudret-i Ilahiye ile tas dahi topraga dâyelik edip yetistiriyor.
    Ikinci vazifesi: Zeminin bedeninde deveran-i dem hükmünde olan sularin muntâzam cevelânina hizmetidir.
    Üçüncü Vazife-i Fitriyesi: Çesmelerin ve irmaklarin, uyûn ve enharin muntâzam bir mizan ile zuhur ve devamlarina hazinedârlik etmektir. Evet taslar, bütün kuvvetiyle ve agizlarinin dolusuyla akittiklari âb-i hayat Sûretinde, Delâil-i Vahdâniyeti zemin yüzüne yazip serpiyor.
    sh: » (S: 258)
    Ey Benî-Israil ve ey benî-Âdem! Zaaf ve acziniz içinde nasil bir kalb tasiyorsunuz ki, öyle bir Zâtin evâmirine karsi o kalb kasavetle mukavemet ediyor. Halbuki o koca sert taslarin tabaka-i muazzamasi, o Zâtin evâmiri önünde Kemâl-i inkiyadla karanlikta nazik vazifelerini mükemmel îfâ ediyorlar. Itaatsizlik göstermiyorlar. Belki o taslar, toprak üstünde bulunan bütün zevilhayata, âb-i hayatla beraber sâir medâr-i hayatlarina öyle bir hazinedârlik ediyor ve öyle bir adâlet le taksimata vesiledir ve öyle bir hikmetle tevziata vasita oluyor ki, Hakîm-i Zülcelâl'in dest-i kudretinde, balmumu gibi ve belki hava gibi yumusaktir, mukavemetsizdir ve âzamet-i kudretine karsi secdededir. Zira toprak üstünde müsahede ettigimiz su masnuat-i muntâzama ve su hikmetli ve inâyetli tasarrufat-i Ilâhiye misillü, zemin altinda aynen cereyan ediyor. Belki hikmeten daha acib ve intizâmca daha garib bir Sûrette hikmet ve inâyet-i Ilâhiye tecelli ediyor. Bakiniz! En sert ve hissiz o koca taslar, nasil balmumu gibi evâmir-i tekviniyeye karsi yumusaklik gösteriyorlar ve me'mur-u Ilâhî olan o lâtif sulara, o nazik köklere, o ipek gibi damarlara o derece mukavemetsiz ve kasavetsizdir. Güya bir âsik gibi, o lâtif ve güzellerin temasiyla kalbini parçaliyor, yollarinda toprak oluyor.
    Hem
    وَاِنَّ مِنْهَا لمَاَ يَهْبِطُ مِنْ خَشْيَةِ اللَّهِ ile söyle bir hakikat-i muazzamanin ucunu gösteriyor ki: «Taleb-i Rü'yet» hâdisesinde, meshur dagin tecelli ile parçalanmasi ve taslarinin dagilmasi gibi; umum rûy-i zeminde asli sudan incimad etmis âdeta yekpare taslardan ibaret olan ekser daglarin zelzele veya Bâzi hâdisat-i arziye Sûretinde tecelliyat-i Celaliyye ile o daglarin yüksek zirvelerinden o hasyet verici tecelliyat-i Celaliyyenin zuhuruyla taslar parçalanarak, bir kismi ufalanip topraga kalbolup, nebâtata mense' olur. Diger bir kismi tas kalarak, yuvarlanip derelere, ovalara dagilip, sekene-i zeminin meskeni gibi birçok islerinde hizmetkârlik ederek ve mahfî Bâzi hikem ve menafi' için kudret ve hikmet-i Ilahiyeye secde-i itaat ederek, desâtir-i Hikmet-i Sübhaniyeye emirber seklini aliyor-


    Seni çok Özledim Annem

  2. #2
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: SÖZLER / Risale-i Nur'dan 20. Söz

    sh: » (S: 259)
    lar. Elbette o hasyetten, o yüksek mevkii terkedip mütevâziâne asagi yerleri ihtiyar etmek ve o mühim menfaatlere sebeb olmak beyhude olmayip, basibos degil ve tesadüfî dahi olmadigini, belki bir Hakîm-i Kadîr'in tasarrufat-i Hakîmânesiyle, o intizâmsizlik içinde zâhir nazara görünmeyen bir intizâm-i hakîmane bulunduguna delil ise; o taslara müteallik faideler, menfaatler ve onlar üstünde yuvarlandiklari dagin cesedine giydirilen ve çiçek ve meyvelerin murassaatiyla münakkas ve müzeyyen olan gömleklerin Kemâl-i intizâmi ve hüsn-ü san'ati; kat'î, sübhesiz sehadet eder.
    Iste su üç âyetin, hikmet nokta-i nazarinda ne kadar kiymettar oldugunu gördünüz. Simdi bakiniz Kur'anin letafet-i Beyânina ve i'câz-i belâgatina; nasil su zikrolunan büyük ve genis ve ehemmiyetli hakikatlarin uçlarini üç fikra içinde üç vakiâ-yi meshure ve meshude ile gösteriyor ve medâr-i ibret üç hâdise-i uhrâyi hatirlatmakla lâtif bir irsad yapar, mukavemetsûz bir zecreder.
    Meselâ: Ikinci fikrada der: وَاِنَّ مِنْهَا لمَاَ يَشَّقَّقُ فَيَخْرُجُ مِنْهُ اْلمَآءُ
    Su fikra ile Hazret-i Mûsa Aleyhisselâm'in asâsina karsi Kemâl-i sevk ile insikak edip oniki gözünden oniki çesme akitan tasa isaret etmekle, sssssöyle bir mânâyi ifham ediyor ve mânen diyor: Ey Benî-Israil! Bir tek mu'cize-i Musâ'ya (A.S.) karsi koca taslar yumusar, parçalanir. Ya hasyetinden veya sürurundan aglayarak sel gibi yas akittigi halde, hangi insafla bütün mu'cizât-i Museviyeye (A.S.) karsi temerrüd ederek aglamayip, gözünüz cümûd ve kalbiniz katilik ediyor.
    Hem üçüncü fikrada der:
    وَاِنَّ مِنْهَا لمَاَ يَهْبِطُ مِنْ خَشْيَةِ اللَّهِ
    Su fikra ile Tûr-i Sîna'daki münacat-i Museviyede (A.S.) vuku bulan tecelliye-i Celâliyye heybetinden koca dag parçalanip dagilmasi ve o hasyetten taslarin etrafa yuvarlanmasi olan vâkia-yi meshûreyi ihtar ile söyle bir mânâyi ders veriyor ki: Ey Kavm-i Mûsa (A.S.)! Nasil, Allah'tan korkmuyorsunuz? Halbuki taslardan ibaret
    sh: » (S: 260)
    olan daglar, onun hasyetinden ezilip dagiliyor ve sizden ahz-i misak için üstünüzde Cebel-i Tûr'u tuttugunu, hem taleb-i rü'yet hâdisesinde dagin parçalanmasini bilip ve gördügünüz halde, ne cesaretle onun hasyetinden titremeyip, kalbinizi katilik ve kasavette bulunduruyorsunuz?
    Hem birinci fikrada diyor:
    وَاِنَّ مِنَ اْلحِجَارَةِ لمَاَ يَتَفَجَّرُ مِنْهُ اْلاَنْهَارُ
    Bu fikra ile daglardan nebean eden Nil-i Mübarek, Dicle ve Firat gibi irmaklari hatirlatmakla, taslarin evâmir-i tekviniyeye karsi ne kadar hârika-nümâ ve mu'cizevari bir Sûrette mazhar ve müsahhar oldugunu ifham eder ve onunla böyle bir mânâyi müteyakkiz kalblere veriyor ki: Söyle azîm irmaklarin elbette mümkün degil, su daglar hakikî menbalari olsun. Çünki: Faraza o daglar tamamen su kesilse ve mahrutî birer havuz olsalar, o büyük nehirlerin söyle sür'atli ve kesretli cereyanlarina müvazeneyi kaybetmeden, birkaç ay ancak dayanabilirler ve o kesretli masarife karsi galiben bir metre kadar toprakta nüfuz eden yagmur, kâfi varidat olamaz. Demek ki, su enhârin nebeanlari, âdi ve tabiî ve tesadüfî bir is degildir. Belki pek hârika bir Sûrette Fâtir-i Zülcelâl, onlari sirf hazine-i gaybdan akittiriyor.
    Iste bu sirra isareten bu mânâyi ifade için hadîste rivayet ediliyor ki: «O üç nehrin herbirine Cennet'ten birer katre her vakit damliyor ve ondan bereketlidirler.» Hem bir rivayette denilmis ki: «Su üç nehrin menbalari Cennet'tendir.G Su rivayetin hakikati sudur ki: Mâdem esbab-i maddiyye, sunlarin bu derece kesretli nebeanina kabil degildir. Elbette menbalari, bir âlem-i gaybdadir ve gizli bir hazine-i Rahmetten gelir ki, masarif ile varidatin müvazenesi devam eder.
    Iste Kur'an-i Hakîm, su mânâyi ihtar ile söyle bir ders veriyor ki, der: Ey Benî-Israil ve ey Benî-Âdem! Kalb katiligi ve kasavetinizle öyle bir Zât-i Zülcelâl'in evâmirine karsi itaatsizlik ediyorsunuz ve öyle bir Sems-i Sermedî'nin ziya-yi mârifetine gafletle gözlerinizi yumuyorsunuz ki, Misir'inizi Cennet Sûretine çeviren Nil-i Mübarek gibi koca nehirleri, âdi câmid taslarin agizlarindan akitip mu'cizât-i kudretini, sevâhid-i vahdâniyetini o koca nehirlerin kuvvet ve zuhur ve ifazeleri derecesinde kâinatin kalbine ve zeminin dima-
    sh: » (S: 261)
    gina vererek, cin ve insin kulûb ve ukûlüne isale ediyor. Hem hissiz, câmid Bâzi taslari böyle acib bir tarzda (Hasiye) mu'cizât-i kudretine mazhar etmesi; Günesin ziyasi Günesi gösterdigi gibi, o Fâtir-i Zülcelâl'i gösterdigi halde, nasil Onun o nur-u mârifetine karsi kör olup görmüyorsunuz?
    Iste su üç hakikate nasil bir belâgat giydirilmis gör. Ve belâgat-i irsadiyeye dikkat et. Acaba hangi kasavet ve katilik vardir ki, böyle hararetli su belâgat-i irsada karsi dayanabilsin, ezilmesin!
    Iste bastan buraya kadar anladinsa, Kur'an-i Hakîm'in irsadî bir lem'a-i i'câzini gör, Allah'a sükret...
    سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَآ اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَآ اِنَّكَ اَنْتَ االْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
    اَللَّهُمَّ فَهِّمْنَا اَسْرَارَ الْقُرْاَنِكَمَاتُحِبُّ وَتَرْضَىوَ وَفِّقْنَا لِحِزِْمَتِهِ آمِينْ بِرَحْمَتِكَ يَآ اَرْحَمَ الرَّاحِمِينَاَللَّهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّمْ عَلَى مَنْ اُنْزِلَ عَلَيْهِ الْقُرْاَنُ االْحَكِيمُ وَ عَلَى اَلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينْ
    * * *

    ________________________
    (Hasiye): Nil-i Mübarek, Cebel-i Kamer'den çiktigi gibi, Dicle'nin en mühim bir subesi, Van Vilayetinden Müküs nahiyesinde bir kayanin magarasindan çikiyor. Firat'in da mühim bir subesi, Diyadin taraflarinda bir dagin eteginden çikiyor. Daglarin asli, hilkaten bir madde-i mayiâdan incimad etmis taslar oldugu fennen sabittir. Tesbihat-i Nebeviyeden olan
    سُبْحَانَ مَنْ بَسَطَ اْلاَرْضَ عَلَىَ مَآءٍ جَمَدْ kat'î delâlet ediyor ki: Asl-i hilkat-i arz söyledir ki: Su gibi bir madde, Emr-i Ilahî ile incimad eder, tas olur. Tas, izn-i Ilahî ile toprak olur. Tesbihteki Arz lafzi, toprak demektir. Demek o su, çok yumusaktir; üstünde durulmaz. Tas çok serttir, ondan istifade edilmez. Onun için Hakîm-i Rahîm, topragi tas üstünde serer, zevilhayata makarr eder.
    sh: » (S: 262 )
    Yirminci Söz'ün Ikinci Makami
    [Mu'cizât-i Enbiyâ yüzünde parlayan bir lem'a-i i’câz-i Kur'an]
    Âhirdeki iki sual ve iki cevaba dikkat et.
    بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
    وَلاَ
    وَلاَرَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍٍ اِلاَّ فِى كِتَابٍ مُبِينٍٍ
    Ondört sene evvel, (simdi otuz seneden geçti) su âyetin bir sirrina dair Isarat-ül I'caz namindaki tefsirimde arabiyy-ül ibâre bir bahis yazmistim. Simdi arzulari bence ehemmiyetli olan iki kardasim, o bahse dair Türkçe olarak bir parça izah istediler. Ben de Cenâb-i Hakk'in tevfikine itimaden ve Kur'anin feyzine istinâden diyorum ki:
    Bir kavle göre Kitab-i Mübin, Kur'andan ibarettir. Yas ve kuru, hersey içinde bulundugunu, su âyet-i kerime Beyân ediyor. Öyle mi? Evet, hersey içinde bulunur. Fakat herkes herseyi içinde göremez. Zira muhtelif derecelerde bulunur. Bâzân çekirdekleri, bâzân nüveleri, bâzân icmâlleri, bâzân düsturlari, bâzân alâmetleri; ya sârâhaten, ya isareten, ya remzen, ya ibhamen, ya ihtar tarzinda bulunurlar. Fakat ihtiyaca göre ve maksad-i Kur'ana münasib bir tarzda ve iktiza-yi makam münasebetinde su tarzlarin birisiyle ifade ediliyor. Ezcümle:


    Seni çok Özledim Annem

  3. #3
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: SÖZLER / Risale-i Nur'dan 20. Söz

    sh: » (S: 263)
    Beserin san'at ve fen cihetindeki terakkiyatlarinin neticesi olan havarik-i san'at ve garâib-i fen olarak tayyare, elektrik, simendifer, telgraf gibi seyler vücuda gelmis ve beserin hayat-i maddiyesinde en büyük mevki almislar... Elbette umum nev'-i besere hitab eden Kur'an-i

    Hakîm, sunlari mühmel birakmaz. Evet birakmamis. ''Iki Cihet'' ile onlara da isaret etmistir:
    Birinci cihet: Mu'cizât-i Enbiyâ Sûretiyle...
    Ikinci kisim sudur ki: Bâzi hâdisat-i târihiyye Sûretinde isaret eder. Ezcümle:
    قُتِلَ اَصْحَابُ اْلاُخْدُودِ اَلنَّارِ ذَاتِ االْوَقُودِ اِذْ هُمْ عَلَيْهَا قُعُودٌ وَهُمْ عَلَى مَا يَفْعَلُونَ بِاْلمُؤْمِنِينَ شُهُودٌ وَمَا نَقَمُوا مِنْهُمْ اِلآَّ اَنْ يُؤْمِنُوا بِاللِّهِ الْعَزِيزِ اْلحَمِيدِ
    (HASIYE-1)Keza: فِىا الْفُلْكِ اْلمَشْحُونِ وَخَلَقْنَا لَهُمْ مِنْ مِثْلِهِ مَا يَرْكَبُونَ gibi âyetlerle simendifere isaret ettigi gibi,اَللَّهُ نُورُ السَّمَوَاتِ وَاْلاَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ اَلْمِصْبَاحُ فِى زُجَاجَةٍ اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّىٌّ يُوقَدُ مِنْ شَجَرَةٍ مُبَارَكَةٍ زَيْتُونَةٍ
    (Hassiye-2)
    لاَ شَرْقِيَّةٍ وَ لاَ غَرْبِيَّةٍيَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ َتمْسَسْهُ نَارٌ نُورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِى اللَّهُ لِنُورِهِ مَنْ يَشَآءُ
    âyeti, pek çok envara, esrara isaretle beraber elektrige dahi remz ediyor.
    ________________________
    (Hasiye-1): Su cümle isaret ediyor ki: Simendiferdir. Âlem-i Islâm'i esaret altina almistir. Kâfirler onunla Islâm'i maglub etmistir.
    (Hasiye-2):
    يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ َتمْسَسْهُ نَارٌ نُورٌ عَلَى نُورٍ cümlesi, o remzi isiklandiriyor.
    sh: » (S: 264)
    ediyor. Su ikinci kisim, hem çok zâtlar onlarla ugrastigindan, hem çok dikkat ve izaha muhtaç oldugundan ve hem çok oldugundan; simdilik simendifer ve elektrige isaret eden su âyetlerle iktifa edip o kapiyi açmayacagim.
    Birinci kisim ise, mu'cizât-i Enbiyâ Sûretinde isaret ediyor. Biz dahi o kisimdan bâzi nümuneleri misâl olarak zikredecegiz.
    MUKADDEME: Iste Kur'an-i Hakîm; enbiyalari, insanin Cemâatlerine terakkiyat-i mâneviye cihetinde birer pisdâr ve imam gönderdigi gibi; yine insanlarin terakkiyat-i maddiye sûretinde dahi o enbiyanin herbirisinin eline bâzi hârikalar verip yine o insanlara birer ustabasi ve üstâd etmistir. Onlara mutlak olarak ittibaa emrediyor. Iste enbiyalarin mânevî Kemâlâtini bahsetmekle insanlari onlardan istifadeye tesvik ettigi gibi, mu'cizâtlarindan bahis dahi; onlarin nazîrelerine yetismeye ve taklidlerini yapmaya bir tesviki ismam ediyor. Hattâ denilebilir ki: Mânevî kemâlât gibi maddî kemâlâti ve hârikalari dahi en evvel mu'cize eli nev'-i besere hediye etmistir. Iste Hazret-i Nuh'un (Aleyhisselâm) bir mu'cizesi olan sefine.. ve Hazret-i Yusuf'un (Aleyhisselâm) bir mu'cizesi olan saati; en evvel besere hediye eden, dest-i mu'cizedir. Bu hakikate lâtif bir isarettir ki: San'atkârlarin ekseri, herbir san'atta birer peygamberi pîr ittihaz ediyor. Meselâ gemiciler Hazret-i Nuh'u (Aleyhisselâm), saatçilar Hazret-i Yusuf'u (Aleyhisselâm), terziler Hazret-i Idris'i (Aleyhisselâm)...
    Evet mâdem Kur'anin herbir âyeti, çok vücuh-u irsadî ve müteaddid cihat-i hidâyeti oldugunu ehl-i tahkik ve ilm-i belâgat ittifak etmisler. Öyle ise Kur'an-i Mu'ciz-ül Beyân'in en parlak âyetleri olan mu'cizât-i Enbiyâ âyetleri; birer hikâye-i tarihiyye olarak degil, belki onlar çok maânî-i irsadiyeyi tâzammun ediyorlar. Evet, mu'cizât-i Enbiyâyi zikretmesiyle fen ve san'at-i beseriyenin nihayet hududunu çiziyor. En ileri gâyatina parmak basiyor. En nihayet hedeflerini tâyin ediyor. Beserin arkasina dest-i tesviki vurup o gayeye sevkediyor. Zaman-i mâzi, zaman-i müstakbel tohumlarinin mahzeni ve suunatinin âyinesi oldugu gibi; müstakbel dahi mâzinin tarlasi ve ahvâlinin âyinesidir. Simdi misâl olarak o çok vâsi' menba'dan yalniz birkaç nümunelerini Beyân edecegiz:
    sh: » (S: 265)
    Meselâ: Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm'in bir mu'cizesi olarak teshir-i havayi Beyân eden:
    وَلِسُلَيْمَانَ الرِّيحَ غُدُوُّهَا شَهْرٌ وَرَوَاحُهَا شَهْرٌ âyeti; «Hazret-i Süleyman, bir günde havada tayeran ile iki aylik bir mesâfeyi kat'etmistir» der. Iste bunda isaret ediyor ki: Besere yol açiktir ki, havada böyle bir mesâfeyi kat'etsin. Öyle ise ey beser! Mâdem sana yol açiktir. Bu mertebeye yetis ve yanas. Cenâb-i Hak, su âyetin lisaniyla mânen diyor: «Ey insan! Bir abdim, hevâ-i nefsini terk ettigi için havaya bindirdim. Siz de nefsin tenbelligini birakip bâzi kavânîn-i âdetimden güzelce istifade etseniz, siz de binebilirsiniz...»
    Hem Hazret-i Mûsa Aleyhisselâm'in bir mu'cizesini Beyân eden:
    فَقُلْنَا اضْرِبْ بِعَصَاكَ االْحَجَرَ فَانْفَجَرَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْنًا ilâ âhir... Bu âyet isaret ediyor ki: Zemin tahtinda gizli olan rahmet hazinelerinden, basit âletlerle istifade edilebilir. Hattâ tas gibi bir sert yerde, bir asâ ile âb-i hayat celbedilebilir. Iste su âyet, bu mânâ ile besere der ki: «Rahmetin en lâtif feyzi olan âb-i hayati, bir asâ ile bulabilirsiniz. Öyle ise haydi çalis bul!» Cenâb-i Hak su âyetin lisan-i remziyle mânen diyor ki: «Ey insan! Mâdem bana itimad eden bir abdimin eline öyle bir asâ veriyorum ki: Her istedigi yerde âb-i hayati onunla çeker. Sen de benim kavânîn-i rahmetime istinad etsen; söyle ona benzer veyahut ona yakin bir âleti elde edebilirsin, haydi et!» Iste beser terakkiyatinin mühimlerinden birisi; bir âletin icadidir ki: Ekser yerlerde vuruldugu vakit suyu fiskirtiyor. Su âyet, ondan daha ileri, nihayat ve gayât-i hududunu çizmistir. Nasilki evvelki âyet, simdiki hal-i hâzir tayyareden çok ileri nihayetlerinin noktalarini tâyin etmistir.
    Hem meselâ: Hazret-i Isa Aleyhisselâm'in bir mu'cizesine dair:
    وَاُبْرِئُ اْلاَكْمَهَ وَاْلاَبْرَصَ وَاُحْيِى اْلمَوْتَى بِاِذْنِ اللَّهِ Kur'an, Hazret-i Isa Aleyhisselâm'in nasil ahlâk-i ulviyyesine ittibaa beseri sarihan tesvik eder. Öyle de, su elindeki san'at-i âliyeye ve tibb-i Rabbanîye, remzen tergib ediyor. Iste su âyet isaret ediyor ki: «En müzmin dertlere dahi derman bulunabilir. Öyle ise ey insan ve ey musibetzede benî-Âdem! Me'yus olmayiniz. Her dert, -ne olursa olsun-
    sh: » (S: 266)
    dermani mümkündür. Arayiniz, bulunuz. Hattâ ölüme de muvakkat bir hayat rengi vermek mümkündür.» Cenâb-i Hak, su âyetin lisan-i isaretiyle mânen diyor ki: «Ey insan! Benim için dünyayi terk eden bir abdime iki hediye verdim. Biri, mânevî dertlerin dermani; biri de, maddî dertlerin ilâci... Iste ölmüs kalbler nûr-u hidâyetle diriliyor. Ölmüs gibi hastalar dahi, onun nefesiyle ve ilâciyla sifa buluyor. Sen de benim eczahâne-i hikmetimde her derdine deva bulabilirsin. Çalis, bul! Elbette ararsan bulursun.»
    Iste beserin tip cihetindeki simdiki terakkiyatindan çok ilerideki hududunu, su âyet çiziyor ve ona isaret ediyor ve tesvik yapiyor.
    Hem meselâ Hazret-i Davud Aleyhisselâm hakkinda:
    وَاَلَنَّا لَهُ اْلحَدِيدَ وَاَتَيْنَاهُ اْلحِكْمَةَ وَفَصْلَ اْلخِطَابِ
    Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm hakkinda: وَاَسَلْنَا لَهُ عَيْنَ االْقِطْرِ âyetleri isaret ediyorlar ki: Telyin-i hadid, en büyük bir nimet-i Ilahiyedir ki; büyük bir peygamberinin fazlini, onunla gösteriyor. Evet telyin-i hadid, yâni demiri hamur gibi yumusatmak ve nühasi eritmek ve mâdenleri bulmak, çikarmak; bütün maddî sanayi-i beseriyenin asli ve anasidir ve esâsi ve madenidir. Iste su âyet isaret ediyor ki: «Büyük bir resule, büyük bir halife-i zemine, büyük bir mu'cize Sûretinde, büyük bir nimet olarak; telyin-i hadiddir ve demiri hamur gibi yumusatmak ve tel gibi inceltmek ve bakiri eritmekle ekser sanayi-i umumiyeye medâr olmaktir.» Mâdem bir resule, hem halife yâni hem mânevî hem maddî bir hâkime, lisanina hikmet ve eline san'at vermis. Lisanindaki hikmete sarihan tesvik eder. Elbette elindeki san'ata dahi tergib isareti var. Cenâb-i Hak, su âyetin lisan-i isaretiyle mânen diyor:
    «Ey benî-Âdem! Evâmir-i teklifiyeme itâat eden bir abdimin lisanina ve kalbine öyle bir hikmet verdim ki; Herseyi kemâl-i vuzuh ile fasledip hakikatini gösteriyor ve eline de öyle bir san'at verdim ki; elinde balmumu gibi demiri her sekle çevirir. Halifelik ve pâdisahligina mühim kuvvet elde eder. Mâdem bu mümkündür, veriliyor. Hem ehemmiyetlidir. Hem hayat-i içtimâiyenizde ona çok muhtaçsiniz. Siz de evâmir-i tekviniyeme itâat etseniz, o hikmet ve o san'at size de verilebilir. Mürur-u zamanla yetisir ve yanasabilirsiniz.» Iste beserin san'at cihetinde en ileri gitmesi ve maddî
    sh: » (S: 267)
    kuvvet cihetinde en mühim iktidar elde etmesi; telyin-i hadîd iledir ve izabe-i nühas iledir. Âyette nühas, «kitr» ile tâbir edilmis. Su âyetler, umum nev'-i beserin nazarini su hakikate çeviriyor ve su hakikatin ne kadar ehemmiyetli oldugunu takdir etmeyen eski zaman insanlarina ve simdiki tenbellerine siddetle ihtar ediyor...
    Hem meselâ: Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm taht-i Belkîs'i yanina celbetmek için vezirlerinden bir âlim-i ilm-i celb dedi: «Gözünüzü açip kapayincaya kadar sizin yaninizda o tahti hâzir ederim» olan hâdise-i hârikaya delâlet eden su âyet:


    Seni çok Özledim Annem

  4. #4
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: SÖZLER / Risale-i Nur'dan 20. Söz

    قَالَ الَّذِى عِنْدَهُ عِلْمٌ مِنَ اْلكِتَابِ اَنَا اَتِيكَ بِهِ قَبْلَ اَنْ يَرْتَدَّ اِلَيْكَ طَرْفُكَ فَلَمَّا رَاَهُ مُسْتَقِرًّا عِنْدَهُ ilâ âhir... Isaret ediyor ki: Uzak mesâfelerden esyayi aynen veya sûreten ihzâr etmek mümkündür. Hem vâkidir ki; Risâletiyle beraber saltanatla müserref olan Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm, hem mâsûmiyetine, hem de adâletine medâr olmak için pek genis olan aktar-i memleketine bizzât zahmetsiz muttali olmak ve raiyetinin ahvâlini görmek ve dertlerini isitmek; bir mu'cize sûretinde Cenâb-i Hak ihsan etmistir. Demek, Cenâb-i Hakka itimad edip Süleyman Aleyhisselâm'in lisan-i ismetiyle istedigi gibi, o da lisan-i istidadiyla Cenâb-i Hak'tan istese ve kavanin-i âdetine ve inâyetine tevfîk-i hareket etse; ona dünya, bir sehir hükmüne geçebilir. Demek taht-i Belkis Yemen'de iken, Sam'da ayniyla veyahut Sûretiyle hâzir olmustur, görülmüstür. Elbette taht etrafindaki adamlarin Sûretleri ile beraber sesleri de isitilmistir. Iste uzak mesâfede, celb-i sûrete ve savta hasmetli bir Sûrette isaret ediyor ve mânen diyor:
    «Ey ehl-i saltanat! Adâlet -i tâmme yapmak isterseniz; Süleymanvari, rûy-i zemini etrafiyla görmeye ve anlamaya çalisiniz. Çünki bir hâkim-i adâlet-pîse, bir padisah-i raiyet-perver; aktâr-i memleketine, her istedigi vakit muttali olmak derecesine çikmakla mes'uliyet-i mânevîyeden kurtulur veya tam adâlet yapabilir.» Cenâb-i Hak, su âyetin lisan-i remziyle mânen diyor ki: «Ey benî-Âdem! Bir abdime genis bir mülk ve o genis mülkünde adâlet -i tâmme yapmak için; ahvâl ve vukuat-i zemine bizzât ittila veriyorum ve mâdem herbir insana fitraten, zemine bir halife olmak kabiliyetini ver
    sh: » (S: 268)
    misim. Elbette o kabiliyete göre rûy-i zemini görecek ve bakacak, anlayacak istidâdini dahi vermesini, hikmetim iktiza ettiginden vermisim. Sahsen o noktaya yetismezse de, nev'an yetisebilir. Maddeten erisemezse de, ehl-i velâyet misillü, mânen erisebilir. Öyle ise, su azîm nimetten istifade edebilirsiniz. Haydi göreyim sizi, vazife-i ubûdiyetinizi unutmamak sartiyla öyle çalisiniz ki, rûy-i zemini, her tarafi herbirinize görülen ve her kösesindeki sesleri size isittiren bir bahçeye çeviriniz.

    هُوَ الَّذِى جَعَلَ لَكُمُ اْلاَرْضَ ذَلُولاً فَامْشُوا فِى مَنَاكِبِهَا وَكُلُوا مِنْ رِزْقِهِ وَاِلَيْهِ النُّشُورُ
    deki ferman-i Rahmanîyi dinleyiniz.» Iste beserin nâzik san'atlarindan olan celb-i sûret ve savtlarin çok ilerisindeki nihayet hududunu su âyet, remzen gösteriyor ve tesviki ismam ediyor.
    Hem meselâ: Yine Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm, cin ve seytanlari ve ervâh-i habiseyi teshîr edip, serlerini men ve umûr-u nafiada istihdam etmeyi ifade eden su âyetler:
    مُقَرَّنِينَ فِى اْلاَصْفَادِ ilâ âhir... وَمِنَ الشَّيَاطِينِ مَنْ يَغُوصُونَ لَهُ وَيَعْمَلُونَ عَمَلاً دُونَ ذَلِكَ ilâ âhir... âyetiyle diyor ki: Yerin, insandan sonra, zîsuur olarak en mühim sekenesi olan cin, insana hizmetkâr olabilir. Onlarla temas edilebilir. Seytanlar da düsmanligi birakmaya mecbur olup, ister istemez hizmet edebilirler ki, Cenâb-i Hakk'in evâmirine müsahhar olan bir abdine, onlari müsahhar etmistir. Cenâb-i Hak mânen su âyetin lisan-i remziyle der ki: «Ey insan! Bana itaat eden bir abdime cin ve seytanlari ve serirlerini itaat ettiriyorum. Sen de benim emrime müsahhar olsan, çok mevcûdât, hattâ cin ve seytan dahi sana müsahhar olabilirler.»
    Iste beserin, san'at ve fennin imtizâcindan süzülen, maddî ve mânevî fevkalâde hassasiyetinden tezâhür eden ispirtizma gibi celb-i ervah ve cinlerle muhabereyi su âyet, en nihayet hududunu çiziyor ve en faideli Sûretlerini tâyin ediyor ve ona yolu dahi açiyor. Fakat simdiki gibi; bâzan kendine emvat namini veren cinlere ve seytanlara ve ervâh-i habîseye müsahhar ve maskara olup oyuncak olmak
    sh: » (S: 269)
    degil, belki tilsimat-i Kur'aniye ile onlari teshir etmektir, serlerinden kurtulmaktir.
    Hem temessül-ü ervâha isaret eden Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm'in ifritleri celb ve teshirine dair âyetler, hem
    فَاَرْسَلْنَآ اِلَيْهَا رُوحَنَا فَتَمَثَّلَ لَهَا بَشَرًا سَوِيًّا misillü Bâzi âyetler, ruhânîlerin temessülüne isaret etmekle beraber celb-i ervâha dahi isaret ediyorlar. Fakat isaret olunan celb-i ervâh-i tayyibe ise, medenîlerin yaptigi gibi hezeliyat Sûretinde bâzi oyuncaklara o pek ciddî ve ciddî bir âlemde olan ruhlara hürmetsizlik edip, kendi yerine ve oyuncaklara celbetmek degil, belki ciddî olarak ve ciddî bir maksad için Muhyiddin-i Arabî gibi zâtlar ki, istedigi vakit ervâh ile görüsen bir kisim ehl-i velâyet misillü onlara müncelib olup münasebet peyda etmek ve onlarin yerine gidip âlemlerine bir derece takarrüb etmekle ruhâniyetlerinden mânevî istifade etmektir ki, âyetler ona isaret eder ve isaret içinde bir tesviki ihsas ediyorlar ve bu nevi san'at ve fünûn-u hafîyenin en ileri hudûdunu çiziyor ve en güzel Sûretini gösteriyorlar.
    Hem meselâ: Hazret-i Davud Aleyhisselâm'in mu'cizelerine dair:

    اِنَّا سَخَّرْنَا اْلجِبَالَ مَعَهُ يُسَبِّحْنَ بِالْعَشِىِّ وَاْلاِشْرَاق عُلِّمْنَا مَنْطِقَ الطَّيْرِ يَا جِبَالُ اَوِّبِى مَعَهُ وَالطَّيْرَ وَاَلَنَّا لَهُ اْلحَدِيدَ
    âyetler delâlet ediyor ki: Cenâb-i Hak, Hazret-i Davud Aleyhisselâm'in tesbihâtina öyle bir kuvvet ve yüksek bir ses ve hos bir edâ vermistir ki: Daglari vecde getirip birer muazzam fonograf misillü ve birer insan gibi bir serzâkirin etrafinda ufkî halka tutup; bir daire olarak tesbihat ediyorlardi. Acaba bu mümkün müdür, hakikat midir?
    Evet hakikattir. Magarali her dag, her insanla ve insanin diliyle papagan gibi konusabilir. Çünki aks-i sada vasitasiyla dagin önünde sen «Elhamdülillah» de. Dag da aynen senin gibi «Elhamdülillâh» diyecek. Mâdem bu kabiliyeti, Cenâb-i Hak daglara ihsan etmistir. Elbette o kabiliyet, inkisaf ettirilebilir ve o çekirdek sünbüllenir...
    sh: » (S: 270)
    Iste Hazret-i Davud Aleyhisselâm'a Risâletiyle beraber hilâfet-i rûy-i zemini müstesna bir Sûrette ona verdiginden, o genis Risâlet ve muazzam saltanata lâyik bir mu'cize olarak o kabiliyet çekirdegini öyle inkisaf ettirmis ki; çok büyük daglar; birer nefer, birer sâkird, birer mürid gibi Hazret-i Dâvud'a iktida edip onun lisaniyla, onun emriyle Hâlik-i Zülcelâl'e tesbihat ediyorlardi. Hazret-i Dâvud Aleyhisselâm ne söylese, onlar da tekrar ediyorlardi. Nasilki simdi vesait-i muhabere ve vesâil-i irtibâtin kesret ve tekemmülü sebebiyle hasmetli bir kumandan, daglara dagilan azîm ordusuna bir anda «Allahü Ekber» dedirir ve o koca daglari konusturur, velveleye getirir. Mâdem insanin bir kumandani, daglari sekenelerinin lisaniyla mecâzî olarak konusturur. Elbette Cenâb-i Hakk'in hasmetli bir kumandani, hakikî olarak konusturur, tesbihat yaptirir. Bununla beraber her cebelin bir sahs-i mânevîsi bulundugunu ve ona münasib birer tesbih ve birer ibâdeti oldugunu, eski Sözlerde Beyân etmisiz. Demek her dag, insanlarin lisâniyla aks-i sada sirriyla tesbihat yaptiklari gibi, kendi elsine-i mahsusalariyla dahi Hâlik-i Zülcelâl'e tesbihatlari vardir.
    وَالطَّيْرَ مَحْشُورَةً عُلِّمْنَا مَنْطِقَ الطَّيْرِ cümleleriyle Hazret-i Davud ve Süleyman Aleyhisselâm'a, kuslar enva'inin lisanlarini, hem istidadlarinin dillerini, yâni hangi ise yaradiklarini, onlara Cenâb-i Hakk'in ihsan ettigini su cümleler gösteriyorlar. Evet mâdem hakikattir. Mâdem rûy-i zemin, bir sofra-i Rahman'dir. Insanin serefine kurulmustur. Öyle ise, o sofradan istifade eden sâir hayvanat ve tuyûrun çogu insana müsahhar ve hizmetkâr olabilir. Nasilki en küçüklerinden bal arisi ve ipek böcegini istihdam edip ilham-i Ilahî ile azîm bir istifade yolunu açarak ve güvercinleri bâzi islerde istihdam ederek ve papagan misillü kuslari konusturarak, medeniyet-i beseriyenin mehâsinine güzel seyleri ilâve etmistir. Öyle de, baska kus ve hayvanlarin istidad dili bilinirse, çok taifeleri var ki; karindaslari hayvanat-i ehliye gibi, birer mühim isde istihdam edilebilirler. Meselâ: Çekirge âfetinin istilâsina karsi; çekirgeyi yemeden mahveden sigircik kuslarinin dili bilinse ve harekâti tanzim edilse, ne kadar faideli bir hizmette ücretsiz olarak istihdam edilebilir. Iste kuslardan su nevi istifâde ve teshîri ve telefon ve fonograf gibi câmidâti konusturmak ve tuyurdan istifâde etmek; en münteha hududunu su âyet çiziyor. En uzak hedefini tâyin ediyor. En hasmetli Sûretine
    sh


    Seni çok Özledim Annem

  5. #5
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: SÖZLER / Risale-i Nur'dan 20. Söz

    sh: » (S: 271)
    parmakla isaret ediyor ve bir nevi tesvik eder. Iste Cenâb-i Hak su âyetlerin lisan-i remziyle mânen diyor ki:

    «Ey insanlar! Bana tam abd olan bir hemcinsinize, onun nübüvvetinin ismetine ve saltanatinin tam adâletine medâr olmak için, mülkümdeki muazzam mahlûkati ona müsahhar edip konusturuyorum ve cünûdumdan ve hayvanatimdan çogunu ona hizmetkâr veriyorum. Öyle ise, herbirinize de mâdem gök ve yer ve daglar hamlinden çekindigi bir emanet-i kübrâyi tevdi etmisim, halife-i zemin olmak istidadini vermisim. Su mahlûkatin da dizginleri kimin elinde ise, ona râm olmaniz lâzimdir. Tâ onun mülkündeki mahlûklar da size râm olabilsin ve onlarin dizginleri elinde olan zâtin nâmina elde edebilseniz ve istidadlariniza lâyik makama çiksaniz... Mâdem hakikat böyledir. Mânâsiz bir eglence hükmünde olan fonograf islettirmek, güvercinlerle oynamak, mektub postaciligi yapmak, papaganlari konusturmaya bedel; en hos, en yüksek, en ulvî bir eglence-i mâsumâneye çalis ki, daglar sana Dâvudvâri birer muazzam fonograf olabilsin ve hava-i nesîminin dokunmasiyla escar ve nebâtattan birer tel-i musikî gibi nagamat-i zikriye kulagina gelsin ve dag, binler dilleriyle tesbihat yapan bir acâib-ül mahlukat mahiyetini göstersin ve ekser kuslar, Hüdhüd-ü Süleymânî gibi birer munis arkadas veya muti' birer hizmetkâr sûretini giysin. Hem seni eglendirsin, hem müstaid oldugun Kemâlâta da seni sevk ile sevk etsin. Öteki lehviyat gibi, insâniyetin iktiza ettigi makamdan seni düsürtmesin.
    Hem meselâ: Hazret-i Ibrahim Aleyhisselâm'in bir mu'cizesi hakkinda olan قُلْنَا يَا نَارُ كُونِى بَرْدًا وَسَلاَمًا عَلَى اِبْرَاهِيمَ âyetinde üç isaret-i lâtife var:
    Birincisi: Ates dahi, sâir esbab-i tabiiye gibi kendi keyfiyle, tabiatiyla, körükörüne hareket etmiyor. Belki emir tahtinda bir vazife yapiyor ki; Hazret-i Ibrahim'i (Aleyhisselâm) yakmadi ve ona, yakma emrediliyor.
    Ikincisi: Atesin bir derecesi var ki, bürudetiyle ihrâk eder. Yâni ihrâk gibi bir tesir yapar. Cenâb-i Hak,
    سَلاَمًا (Hasiye) lâf-
    (Hasiye): Bir tefsir diyor:
    سَلاَمًا demese idi, bürudetiyle ihrak edecekti.
    sh: » (S: 272)
    ziyla bürudete diyor ki: «Sen de hararet gibi bürudetinle ihrak etme.» Demek, o mertebedeki ates, sogukluguyla yandirir gibi tesir gösteriyor. Hem atestir, hem berddir. Evet, hikmet-i tabiiyede nâr-i beyza halinde atesin bir derecesi var ki; harareti etrafina nesretmiyor ve etrafindaki harareti kendine celbettigi için, su tarz bürudetle, etrafindaki su gibi mâyi seyleri incimad ettirip, mânen bürûdetiyle ihrak eder. Iste zemherir, bürudetiyle ihrak eden bir sinif atestir. Öye ise, atesin bütün derecâtina ve umum envâ'ina câmi' olan Cehennem içinde, elbette «Zemherir» in bulunmasi zarurîdir.
    Üçüncüsü: Cehennem atesinin tesirini men'edecek ve eman verecek îmân gibi bir madde-i mâneviye, Islâmiyet gibi bir zirh oldugu misillü; dünyevî atesinin dahi tesirini men'edecek bir madde-i maddiyye vardir. Çünki Cenâb-i Hak, Ism-i Hakîm iktizasiyla; bu dünya dâr-ül hikmet olmak hasebiyle, esbab perdesi altinda icraat yapiyor. Öyle ise Hazret-i Ibrahim'in cismi gibi, gömlegini de ates yakmadi ve atese karsi mukavemet hâletini vermistir. Ibrahim'i yakmadigi gibi, gömlegini de yakmiyor. Iste bu isaretin remziyle mânen su âyet diyor ki: «Ey Millet-i Ibrahim! Ibrahimvari olunuz. Tâ maddî ve mânevî gömlekleriniz, en büyük düsmaniniz olan atese hem burada, hem orada bir zirh olsun. Ruhunuza îmâni giydirip, cehennem atesine karsi zirhiniz oldugu gibi; Cenâb-i Hakk'in zeminde sizin için sakladigi ve ihzâr ettigi bâzi maddeler var. Onlar sizi atesin serrinden muhafaza eder. Arayiniz, çikariniz, giyiniz.» Iste beserin mühim terakkiyatindan ve kesfiyatindandir ki, bir maddeyi bulmus ates yakmayacak ve atese dayanir bir gömlek giymis. Su âyet ise, ona mukabil bak ne kadar ulvî, lâtif ve güzel ve ebede kadar yirtilmayacak «Hanîfen Müslimen» tezgâhinda dokunacak bir hulleyi gösteriyor.
    Hem meselâ:
    وَعَلَّمَ اَدَمَ اْلاَسْمَآءَ كُلَّهَا «Hazret-i Âdem Aleyhisselâm'in dâva-yi hilafet-i kübrâda mu'cize-i kübrâsi, tâlîm-i esmâdir» diyor. Iste sâir enbiyanin mu'cizeleri, birer hususî hârika-i beseriyeye remzettigi gibi, bütün enbiyanin pederi ve divân-i nübüvvetin fâtihasi olan Hazret-i Âdem Aleyhisselâm'in mu'cizesi umum Kemâlât ve terakkiyât-i beseriyenin nihayetlerine ve en ileri hedeflerine sarahate yakin isaret ediyor. Cenâb-i Hak (Celle Celâlühü), mânen su âyetin lisan-i isaretiyle diyor ki: «Ey benî-Âdem! Sizin pederinize, Melâikelere karsi hilafet dâvasinda rüchaniyetine
    sh: » (S: 273)
    hüccet olarak, bütün Esmâyi tâlim ettigimden, siz dahi mâdem onun evlâdi ve vâris-i istidadisiniz. Bütün esmâyi taallüm edip, mertebe-i emânet-i kübrâda, bütün mahlûkata karsi, rüchaniyetinize liyâkatinizi göstermek gerektir. Zira kâinat içinde, bütün mahlukat üstünde en yüksek makamata gitmek ve zemin gibi büyük mahlûktlar size müsahhar olmak gibi mertebe-i âliyeye size yol açiktir. Haydi ileri atiliniz ve birer ismime yapisiniz, çikiniz. Fakat sizin pederiniz bir defa seytana aldandi, cennet gibi bir makamdan rûy-i zemine muvakkaten sukût etti. Sakin siz de terakkiyatinizda seytana uyup hikmet-i Ilahiyenin semâvatindan, tabiat dalaletine sukuta vasita yapmayiniz. Vakit be-vakit basinizi kaldirip Esmâ-i hüsnâma dikkat ederek, o semâvata uûuc etmek için fünununuzu ve terakkiyâtinizi merdiven yapiniz. Tâ fünun ve Kemâlâtinizin menbâlari ve hakikatlari olan Esmâ-i Rabbâniyeme çikasiniz ve o esmânin dürbünüyle, kalbinizle Rabbinize bakasiniz.
    Bir nükte-i mühimme ve bir sirr-i ehem
    Su âyet-i acibe, insanin câmiiyet-i istidadi cihetiyle mazhar oldugu bütün Kemâlât-i ilmiye ve terakkiyât-i fenniye ve havarik-i sun'iyeyi «tâlim-i esmâ» ünvaniyla ifade ve tâbir etmekte söyle lâtif bir remz-i ulvî var ki: Herbir Kemâlin, herbir ilmin, herbir terakkiyatin, herbir fennin bir hakikat-i âliyesi var ki; o hakikat, bir ism-i Ilahîye dayaniyor. Pek çok perdeleri ve mütenevvi tecelliyati ve muhtelif daireleri bulunan o isme dayanmakla o fen, o Kemâlât, o san'at kemâlini bulur, hakikat olur. Yoksa yarim yamalak bir Sûrette nâkis bir gölgedir.
    Meselâ: Hendese bir fendir. Onun hakikati ve nokta-i müntehâsi, Cenâb-i Hakk'in Ism-i Adl ve Mukaddir'ine yetisip, hendese âyinesinde o ismin hakîmane cilvelerini hasmetiyle müsahede etmektir.
    Meselâ: Tib bir fendir, hem bir san'attir. Onun da nihayeti ve hakikati; Hakîm-i Mutlak'in Sâfi ismine dayanip, eczahâne-i kübrâsi olan rûy-i zeminde rahîmâne cilvelerini edviyelerde görmekle tib Kemâlâtini bulur, hakikat olur.
    Meselâ: Hakikat-i mevcûdâttan bahseden Hikmet-ül Esya, Cenâb-i Hakk'in (Celle Celalühü) «Ism-i Hakîm»inin tecelliyat-i kübrâsini müdebbirâne, mürebbiyâne; esyada, menfaatlarinda ve maslahatlarinda görmekle ve o isme yetismekle ve ona dayanmakla su
    sh: » (S: 274)
    hikmet hikmet olabilir. Yoksa, ya hurafata inkilâb eder ve malayâniyat olur veya felsefe-i tabiiye misillü dalalete yol açar.
    Iste sana üç misâl... Sâir Kemâlât ve fünunu bu üç misâle kiyas et.
    Iste Kur'an-i Hakîm, su âyetle beseri, simdiki terakkiyatinda pek çok geri kaldigi en yüksek noktalara, en ileri hududa, en nihayet mertebelere, arkasina dest-i tesviki vurup, parmagiyla o mertebeleri göstererek «Haydi ars ileri» diyor. Bu âyetin hazine-i uzmasindan simdilik bu cevherle iktifa ederek o kapiyi kapiyoruz.
    Hem meselâ: Hâtem-i divân-i nübüvvet ve bütün enbiyanin mu'cizeleri onun dâva-i Risâletine birtek mu'cize hükmünde olan enbiyanin serveri ve su kâinatin mâ-bihil iftihari ve Hazret-i Âdem'e (Aleyhisselâm) icmâlen tâlim olunan bütün esmânin bütün merâtibiyle tafsilen mazhari (Aleyhissalâtü Vesselâm) yukariya celâl ile parmagini kaldirmakla sakk-i Kamer eden ve asagiya cemâl ile indirmekle yine o parmagindan kevser gibi su akitan ve bin mu'cizât ile Mûsaddak ve müeyyed olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'in mu'cize-i kübrâsi olan Kur'an-i Hakîm'in vücuh-u i'câzinin en parlaklarindan olan hak ve hakikata dair Beyânâtindaki cezâlet, ifadesindeki belâgat, maânîsindeki câmiiyyet, üslûblarindaki ulviyyet ve halâveti ifade eden:


    Seni çok Özledim Annem

  6. #6
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: SÖZLER / Risale-i Nur'dan 20. Söz

    قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ اْلاِنْسُ وَاْلجِنُّ عَلَى اَنْ يَاْتُوا ِبمِثْلِ هَذَا اْلقُرْاَنِ لاَ يَاْتُونَ ِبمِثْلِهِ وَلَوْ كَانَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ ظَهِيرًا
    gibi çok âyât-i beyyinatla ins ve cinnin enzarini, su mu'cize-i ebediyenin vücuh-u i’câzindan en zâhir ve en parlak vechine çeviriyor. Bütün ins ve cinnin damarlarina dokunduruyor. Dostlarinin sevklerini, düsmanlarinin inadini tahrik edip, azîm bir tesvik ile, siddetli bir tergib ile dost ve düsmanlari onu tanzire ve taklide, yâni nazîrini yapmak ve kelâmini ona benzetmek için sevk ediyor, hem öyle bir Sûrette o mu'cizeyi nazargâh-i enama koyuyor; güya insanin bu dünyaya gelisinden gaye-i yegânesi; o mu'cizeyi hedef ve düstur ittihaz edip, ona bakarak, netice-i hilkat-i insâniyeye bilerek yürümektir.
    Elhasil: Sâir Enbiya Aleyhimüsselâm'in mu'cizâtlari, birer havarik-i san'ata isaret ediyor ve Hazret-i Âdem Aleyhisselâm'in
    sh: » (S: 275)
    mu'cizesi ise; esâsat-i san'at ile beraber, ulûm ve fünunun, havarik ve Kemâlâtinin fihristesini bir Sûret-i icmâlîde isaret ediyor ve tesvik ediyor. Amma mu'cize-i kübrâ-i Ahmediye (A.S.M.) olan Kur'an-i Mu'ciz-ül Beyân ise, tâlim-i Esmânin hakikatina mufassalan mazhariyetini; hak ve hakikat olan ulûm ve fünûnun dogru hedeflerini ve dünyevî, uhrevî Kemâlâti ve saadâti vâzihan gösteriyor. Hem pek çok azîm tesvikatla, beseri onlara sevkediyor. Hem öyle bir tarzda sevkeder, tesvik eder ki; o tarz ile söyle anlattiriyor: «Ey insan! Su kâinattan maksad-i a'lâ; tezahür-ü rubûbiyete karsi, ubûdiyet-i külliye-i insâniyedir ve insanin gaye-i aksâsi, o ubûdiyete ulûm ve Kemâlât ile yetismektir.» Hem öyle bir Sûrette ifade ediyor ki, o ifade ile söyle isaret eder ki: «Elbette nev'-i beser, âhir vakitte ulûm ve fünûna dökülecektir. Bütün kuvvetini ilimden alacaktir. Hüküm ve kuvvet ise, ilmin eline geçecektir.» Hem o Kur'an-i Mu'ciz-ül Beyân, cezâlet ve belâgat-i Kur'aniyeyi mükerreren ileri sürdügünden remzen anlattiriyor ki: «Ulûm ve fünunun en parlagi olan belâgat ve cezâlet, bütün enva'iyla âhirzamanda en mergub bir Sûret alacaktir. Hattâ insanlar, kendi fikirlerini birbirlerine kabûl ettirmek ve hükümlerini birbirine icra ettirmek için, en keskin silâhini cezâlet-i Beyândan ve en mukavemet-sûz kuvvetini belâgât-i edâdan alacaktir.»
    Elhasil: Kur'anin ekser âyetleri, herbiri birer hazine-i Kemâlâtin anahtari ve birer define-i ilmin miftahidir.
    Eger istersen Kur'anin semâvatina ve âyâtinin nücumlarina yetisesin;
    geçmis olan yirmi aded Sözleri, yirmi basamakli (Hasiye-1) bir merdiven yaparak çik. Onunla gör ki: Kur'an ne kadar parlak bir günestir. Hakaik-i Ilâhiyyeye ve hakaik-i mümkinat üstüne nasil safi bir nur serpiyor ve parlak bir ziya nesrediyor bak...
    Netice: Mâdem enbiyaya dair olan âyetler, simdiki terakkiyat-i beseriyenin hârikalarina birer nevi isaretle beraber, daha ilerideki hududunu çiziyor gibi bir tarz-i ifadesi var ve mâdem herbir âyetin müteaddid mânâlara delâleti muhakkaktir, belki müttefekun aleyhtir ve mâdem enbiyaya ittiba etmek ve iktida etmeye dair evâmir-i mutlaka var. Öyle ise, su geçmis âyetlerin maânî-i sarihalarina delâletle beraber, san'at ve fünun-u beseriyenin mühimlerine isarî bir tarzda delâlet, hem tesvik ediliyor denilebilir.
    (Hasiye-1): Belki otuzüç aded Sözleri, otuzüç aded Mektublari, otuzbir Lem'alari, onüç Sualari; yüzyirmi basamakli bir merdivendir...
    sh: » (S: 276)
    IKI MÜHIM SUALE KARSI IKI MÜHIM CEVAB
    BIRINCISI: Eger desen: «Mâdem Kur'an, beser için nâzil olmustur. Neden beserin nazarinda en mühim olan medeniyet hârikalarini tasrih etmiyor? Yalniz gizli bir remz ile, hafî bir îma ile, hafif bir isaretle, zaîf bir ihtar ile iktifa ediyor? »
    ELCEVAB: Çünki medeniyet-i beseriye hârikalarinin haklari, bahs-i Kur'anîde o kadar olabilir. Zira Kur'anin vazife-i asliyesi: Daire-i rubûbiyetin Kemâlât ve suunatini ve daire-i ubûdiyetin vezaif ve ahvâlini tâlim etmektir. Öyle ise su havarik-i beseriyenin o iki dairede haklari; yalniz bir zaîf remz, bir hafif isaret, ancak düser. Çünki onlar, daire-i rubûbiyetten haklarini isteseler, o vakit pek az hak alabilirler. Meselâ; tayyare-i beser (Hasiye) Kur'ana dese: «Bana bir hakk-i kelâm ver, âyâtinda bir mevki ver.» Elbette o daire-i rubûbiyetin tayyareleri olan Seyyarat, Arz, Kamer; Kur'an namina diyecekler: «Burada cirmin kadar bir mevki alabilirsin.» Eger beserin taht-el bahirleri, âyât-i Kur'aniyeden mevki isteseler; o dairenin taht-el bahirleri (yâni, bahr-i muhit-i havaîde ve esîr denizinde yüzen) zemin ve yildizlar ona diyecekler: «Yanimizda senin yerin, görünmeyecek derecede azdir.» Eger elektrigin parlak, yildiz-misâl lâmbalari, hakk-i kelâm isteyerek, âyetlere girmek isteseler; o dairenin elektrik lâmbalari olan simsekler, sahablar ve gökyüzünü zînetlendiren yildizlar ve misbahlar diyecekler: «Isigin nisbetinde bahis ve Beyâna girebilirsin.» Eger havârik-i medeniyet, dekaik-i san'at cihetinde haklarini isterlerse ve âyetlerden makam taleb ederlerse; o vakit, birtek sinek onlara «Susunuz» diyecek. «Benim bir kanadim kadar hakkiniz yoktur. Zira sizlerdeki, beserin cüz'-i ihtiyariyla kesbedilen bütün ince san'atlar ve bütün nâzik cihazlar toplansa, benim küçücük vücudumdaki ince san'at ve nazenin cihazlar kadar acib olamaz.
    اِنَّ الَّذِينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ لَنْ يَخْلُقُوا ذُبَابًا وَلَوِ اجْتَمَعُوا لَهُ ilâ âhir.. âyeti sizi susturur.»
    (Hasiye): Su ciddî mes'eleyi yazarken ihtiyarsiz olarak, kalemim üslûbunu, su lâtif lâtifeye çevirdi. Ben de kalemimi serbest biraktim. Ümid ederim ki, üslûbun lâtifeligi, mes'elenin ciddiyetine halel vermesin.
    sh: » (S: 277)
    Eger o hârikalar, daire-i ubûdiyete gidip, o daireden haklarini isterlerse; o zaman o daireden söyle bir cevab alirlar ki: «Sizin münasebetiniz bizimle pek azdir ve dairemize kolay giremezsiniz. Çünki programimiz budur ki: Dünya bir misafirhânedir. Insan ise onda az duracaktir ve vazifesi çok bir misafirdir ve kisa bir ömürde hayat-i ebediyeye lâzim olan levazimati tedârik etmekle mükelleftir. En ehemm ve en elzem isler, takdim edilecektir. Halbuki siz ekseriyet îtibâriyle su fâni dünyayi bir makarr-i ebedî nokta-i nazarinda ve gaflet perdesi altinda, dünyaperestlik hissiyle islenmis bir sûret sizde görülüyor. Öyle ise, hakperestlik ve âhireti düsünmeklik esâslari üzerine müesses olan ubûdiyetten hisseniz pek azdir. Lâkin eger kiymettar bir ibâdet olan sirf menfaat-i ibâdullah için ve menâfi-i umumiye ve istirahat-i âmmeye ve hayát-i içtimaiyenin kemâline hizmet eden ve elbette ekalliyet teskil eden muhterem san'atkârlar ve mülhem kessaflar, arkanizda ve içinizde varsa; o hassas zâtlara su remz ve isarat-i Kur'aniye -sa'ye tesvik ve san'atlarini takdir etmek için- elhak kâfi ve vâfidir.»
    IKINCI SUALE CEVAB: Eger desen: «Simdi su tahkikattan sonra sübhem kalmadi ve tasdik ettim ki; Kur'anda sâir hakaikla beraber, medeniyet-i hâziranin hârikalarina ve belki daha ilerisine isaret ve remz vardir. Dünyevî ve uhrevî saadet-i besere lâzim olan hersey, degeri nisbetinde içinde bulunur. Fakat niçin Kur'an, onlari sarahatla zikretmiyor? Tâ, muannid kâfirler dahi tasdike mecbur olsunlar, kalbimiz de rahat olsun?
    ELCEVAB: Din bir imtihandir. Teklif-i Ilahî bir tecrübedir. Tâ, ervah-i âliye ile ervah-i sâfile, müsabaka meydaninda birbirinden ayrilsin. Nasilki bir mâdene ates veriliyor; tâ elmasla kömür, altunla toprak birbirinden ayrilsin. Öyle de bu dâr-i imtihanda olan teklifat-i Ilahiye bir ibtilâdir ve bir müsabakaya sevktir ki; istidad-i beser mâdeninde olan cevâhir-i âliye ile mevadd-i süfliye, birbirinden tefrik edilsin... Mâdem Kur'an, bu dâr-i imtihanda bir tecrübe Sûretinde, bir müsabaka meydaninda beserin tekemmülü için nâzil olmustur. Elbette su dünyevî ve herkese görünecek umûr-u gaybiye-i istikbaliyeye yalniz isaret edecek ve hüccetini isbat edecek derecede akla kapi açacak. Eger sarahaten zikretse, sirr-i teklif bozulur. Âdeta gökyüzündeki yildizlarla vazihan
    لآَاِلَهَ اِلاَّاللَّهُ yazmak misillü bir bedâhete girecek. O zaman herkes ister istemez
    sh: » (S: 278)
    tasdik edecek. Müsabaka olmaz, imtihan fevt olur. Kömür gibi bir ruh ile elmas gibi bir ruh (Hasiye) beraber kalacaklar...
    Elhasil: Kur'an-i Hakîm, hakîmdir. Herseye, kiymeti nisbetinde bir makam verir. Iste Kur'an, binüçyüz sene evvel, istikbâlin zulümâtinda müstetir ve gaybî olan semerat ve terakkiyat-i insâniyeyi görüyor ve gördügümüzden ve görecegimizden daha güzel bir Sûrette gösterir. Demek Kur'an, öyle bir zâtin kelâmidir ki; bütün zamanlari ve içindeki bütün esyayi bir anda görüyor.
    Iste mu'cizât-i Enbiya yüzünde parlayan bir lem'a-i i'câz-i Kur'an...

    اَللَّهُمَّ فَهِّمْنَا اَسْرَا رَ الْقُرْاَنِ وَ وَفِّقْنَا لِخِدْمَتِهِ فِى كُلِّ اَنٍ وَ زَمَانٍ
    سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَآ اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَآ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
    رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَآ اِنْ نَسِينَآ اَوْ اَخْطَاْنَا
    اَللَّهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّمْ وَ بَارِكْ وَ كَرِّمْ عَلَى سَيِدِنَا وَ مَوْلَينَا مُحَمَّدٍ عَبْدِكَ وَ نَبِيِّكَ وَ رَسُولِكَ النَّبِىِّ اْلاُمِّىِّ وَ عَلَى اَلِهِ وَ اَصْحَابِهِ وَ اَزْوَاجِهِ وَ ذُرِّيَّاتِهِ وَ عَلَى النَّبِيِّنَ وَ الْمُرْسَلِينَ وَ الْمَلَئِكَةِ الْمُقَرَّبِينَ وَ اْلاَوْلِيَآءِ وَ الصَّالِحِينَ. اَفْضَلَ صَلاَةٍ وَ اَزْكَىَ سَلاَمٍ وَ اَنْمَى بَرَكَاتٍ بِعَدَدِ سُوَرِ الْقُرْاَنِ وَ اَيَاتِهِ وَ حُرُوفِهِ وَ كَلِمَاتِهِ وَ مَعَانِيهِ وَ اِشَارَاتِهِ وَ رُمُوزِهِ وَ دَلاَلاَتِهِ وَاغْفِرْلَنَا وَارْحَمْنَا وَ الْطُفْ بِنَا يَآ اِلَهَنَا يَا خَالِقَنَا بِكُلِّ صَلاَةٍ مِنْهَا بِرَحْمَتِكَ يَآ اَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ
    وَ الْحَمْدُ ِللَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ اَمِينَ
    (Hasiye): Ebu Cehil-i Laîn ile Ebu Bekir-i Siddik müsavi görünecek. Sirr-i teklif zayi' olacak.


    Seni çok Özledim Annem

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •