***
DIŞARDA
Points: 155.310, Level: 100
Level completed: 0%,
Points required for next Level: 0
Overall activity: 0%
Achievements


SÖZLER / Risale-i Nur'dan 21. Söz
بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ
Yirmibirinci Söz
[Iki Makamdir]
Birinci Makam
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
اِنَّ الصَّلاَةَ كَانَتْ عَلَى اْلمُؤْمِنِينَ كِتَابًا مَوْقُوتًا
Bir zaman sinnen, cismen, rütbeten büyük bir adam bana dedi: « Namaz iyidir. Fakat hergün hergün beser defa kilmak çoktur. Bitmediginden usanç veriyor.»
O zâtin o sözünden hayli zaman geçtikten sonra, nefsimi dinledim. Isittim ki, ayni sözleri söylüyor ve ona baktim gördüm ki; tenbellik kulagiyla seytandan ayni dersi aliyor. O vakit anladim: O zât o sözü, bütün nüfus-u emmârenin namina söylemis gibidir veya söylettirilmistir. O zaman ben dahi dedim: « Mâdem nefsim emmâredir. Nefsini islah etmeyen, baskasini islah edemez. Öyle ise, nefsimden baslarim.»
Dedim: Ey nefis! Cehl-i mürekkeb içinde, tenbellik döseginde, gaflet uykusunda söyledigin su söze mukabil « bes ikaz» i benden isit.
Birinci ikaz: Ey bedbaht nefsim! Acaba ömrün ebedî midir! Hiç kat'î senedin var mi ki, gelecek seneye belki yarina kadar
sh: » (S: 280)
kalacaksin? Sana usanç veren, tevehhüm-ü ebediyettir. Keyf için, ebedî dünyada kalacak gibi nazlaniyorsun. Eger anlasa idin ki, ömrün azdir hem faidesiz gidiyor. Elbette onun yirmidörtten birisini, hakikî bir hayat-i ebediyenin saadetine medâr olacak bir güzel ve hos ve rahat ve rahmet bir hizmete sarfetmek; usanmak söyle dursun, belki ciddî bir istiyak ve hos bir zevki tahrike sebeb olur.
IKINCI IKAZ: Ey sikem-perver nefsim! Acaba hergün hergün ekmek yersin, su içersin, havayi teneffüs edersin; sana onlar usanç veriyor mu? Mâdem vermiyor; çünki ihtiyaç tekerrür ettiginden, usanç degil belki telezzüz ediyorsun. Öyle ise: hâne-i cismimde senin arkadaslarin olan kalbimin gidasi, ruhumun âb-i hayâti ve lâtife-i Rabbâniyemin havâ-yi nesimini cezb ve celbeden namaz dahi, seni usandirmamak gerektir. Evet nihayetsiz teessürat ve elemlere maruz ve mübtelâ ve nihayetsiz telezzüzata ve emellere meftun ve pürsevda bir kalbin kut ve kuvveti; herseye kadir bir Rahîm-i Kerîm'in kapisini niyaz ile çalmakla elde edilebilir. Evet su fâni dünyada Kemâl-i sür'atle vaveylâ-yi firaki koparan giden ekser mevcûdâtla alâkadar bir ruhun âb-i hayâti ise; herseye bedel bir Mâbûd-u Bâki'nin, bir Mahbûb-u Sermedî'nin çesme-i rahmetine namaz ile teveccüh etmekle içilebilir. Evet fitraten ebediyeti isteyen ve ebed için halkolunan ve ezelî ve ebedî bir Zâtin âyinesi olan ve nihayetsiz derecede nazik ve letafetli bulunan zîsuur bir sirr-i insanî, zînur bir lâtife-i Rabbâniye; su kasavetli, ezici ve sikintili, geçici ve zulümatli ve bogucu olan ahvâl-i dünyeviye içinde, elbette teneffüse pek çok muhtaçtir ve ancak namazin penceresiyle nefes alabilir.
ÜÇÜNCÜ IKAZ: Ey sabirsiz nefsim! Acaba geçmis günlerdeki ibâdet külfetini ve namazin mesakkatini ve musibet zahmetini, bugün düsünüp muzdarib olmak, hem gelecek günlerdeki ibâdet vazifesini ve namaz hizmetini ve musibet elemini, bugün tasavvur edip sabirsizlik göstermek hiç kâr-i akil midir? Su sabirsizlikta misâlin söyle bir sersem kumandana benzer ki: Düsmanin sag cenah kuvveti onun sagindaki kuvvetine iltihak etmis ve ona taze bir kuvvet oldugu halde; o tutar mühim bir kuvvetini sag cenâha gönderir, merkezi zayiflastirir. Hem sol cenahta düsmanin askeri yok iken ve daha gelmeden, büyük bir kuvvet gönderir, « Ates et!» emrini verir. Merkezi bütün bütün kuvvetten düsürtür. Düsman isi anlar, merkeze hücum eder; tar ü mar eder. Evet buna benzersin. Çünki:
sh: » (S: 281)
Geçmis günlerin zahmeti, bugün rahmete kalbolmus; elemi gitmis, lezzeti kalmis. Külfeti, kerâmete iltihak ve mesakkati, sevaba inkilab etmis. Öyle ise ondan usanç almak degil, belki yeni bir sevk, taze bir zevk ve devama ciddî bir gayret almak lâzimgelir. Gelecek günler ise mâdem gelmemisler. Simdiden düsünüp usanmak ve fütur getirmek; aynen o günlerde açligi ve susuzlugu ile bugün düsünüp bagirip çagirmak gibi bir divâneliktir. Mâdem hakikat böyledir. Âkil isen, ibâdet cihetinde yalniz bugünü düsün ve onun bir saatini, ücreti pek büyük, külfeti pek az, hos ve güzel ve ulvî bir hizmete sarfediyorum, de. O vakit senin aci bir füturun, tatli bir gayrete inkilâb eder.
Iste ey sabirsiz nefsim! Sen üç sabir ile mükellefsin. Birisi: Tâat üstünde sabirdir. Birisi: Mâsiyetten sabirdir. Digeri: Musibete karsi sabirdir. Aklin varsa, su üçüncü ikazdaki temsilde görünen hakikati rehber tut. Merdâne « Ya Sabur » de, üç sabri omuzuna al. Cenâb-i Hakk'in sana verdigi sabir kuvvetini eger yanlis yolda dagitmazsan, her mesakkate ve her musîbete kâfi gelebilir ve o kuvvetle dayan.
DÖRDÜNCÜ IKAZ: Ey sersem nefsim! Acaba su vazife-i ubûdiyet neticesiz midir, ücreti az midir ki, sana usanç veriyor? Halbuki bir adam sana birkaç para verse veyahut seni korkutsa, aksama kadar seni çalistirir ve fütursuz çalisirsin. Acaba bu misafirhane-i dünyada âciz ve fakir kalbine kût ve ginâ ve elbette bir menzilin olan kabrinde gidâ ve ziya ve herhalde mahkemen olan Mahser'de sened ve berat ve ister istemez üstünden geçilecek Sirat Köprüsü'nde nur ve burak olacak bir namaz, neticesiz midir veyahut ücreti az midir? Bir adam sana yüz liralik bir hediye va'detse, yüz gün seni çalistirir. Hulf-ul va'd edebilir o adama îtimad edersin, fütursuz islersin. Acaba hulf-ul va'd hakkinda muhal olan bir zât, Cennet gibi bir ücreti ve saadet-i ebediye gibi bir hediyeyi sana va'd etse, pek az bir zamanda, pek güzel bir vazifede seni istihdam etse; sen hizmet etmezsen veya isteksiz, suhre gibi veya usançla, yarim yamalak hizmetinle Onu va'dinde ittiham ve hediyesini istihfaf etsen, pek siddetli bir tedibe ve dehsetli bir tazibe müstehak olacagini düsünmüyor musun? Dünyada hapsin korkusundan en agir islerde fütursuz hizmet ettigin halde; Cehennem gibi bir haps-i ebedînin havfi, en hafif ve lâtif bir hizmet için sana gayret vermiyor mu?
sh: » (S: 282)
BESINCI IKAZ: Ey dünyaperest nefsim! Acaba ibâdetteki füturun ve namazdaki kusurun mesâgil-i dünyeviyenin kesretinden midir veyahut derd-i maisetin mesgalesiyle vakit bulamadigindan midir? Acaba sirf dünya için mi yaratilmissin ki, bütün vaktini ona sarfediyorsun! Sen istidad cihetiyle bütün hayvanatin fevkinde oldugunu ve hayat-i dünyeviyenin levâzimatini tedârikte iktidar cihetiyle, bir serçe kusuna yetisemedigini biliyorsun. Bundan neden anlamiyorsun ki, vazife-i asliyen hayvan gibi çabalamak degil; belki hakikî bir insan gibi, hakikî bir hayat-i dâime için sa'y etmektir. Bununla beraber mesâgil-i dünyeviye dedigin, çogu sana ait olmayan ve fuzûli bir Sûrette karistigin ve karistirdigin malâyâni mesgalelerdir. En elzemini birakip, güya binler sene ömrün var gibi en lüzumsuz mâlûmat ile vakit geçiriyorsun. Meselâ: Zühal'in etrafindaki halkalarin keyfiyeti nasildir ve Amerika tavuklari ne kadardir? gibi kiymetsiz seylerle kiymettar vaktini geçiriyorsun. Güya kozmografya ilminden ve istatistikçi fenninden bir kemâl aliyorsun.
Eger desen: « Beni namazdan ve ibâdetten alikoyan ve fütur veren öyle lüzumsuz seyler degil, belki derd-i maisetin zarurî isleridir.» Öyle ise ben de sana derim ki: Eger yüz kurus bir gündelik ile çalissan; sonra biri gelse, dese ki: « Gel on dakika kadar surayi kaz, yüz lira kiymetinde bir pirlanta ve bir zümrüt bulacaksin.» Sen ona: « Yok, gelmem. Çünki on kurus gündeligimden kesilecek, nafakam azalacak » desen; ne kadar divanece bir bahane oldugunu elbette bilirsin. Aynen onun gibi; sen su baginda, nafakan için isliyorsun. Eger farz namazi terketsen, bütün sa'yin semeresi, yalniz dünyevî ve ehemmiyetsiz ve bereketsiz bir nafakaya münhasir kalir. Eger sen istirahat ve teneffüs vaktini, ruhun rahatina, kalbin teneffüsüne medâr olan namaza sarfetsen; o vakit, bereketli nafaka-i dünyeviyye ile beraber, senin nafaka-i uhreviyene ve zâd-i âhiretine ehemmiyetli bir menba olan, iki mâden-i mânevî bulursun:
Birinci Mâden: Bütün bagindaki (Hasiye) yetistirdigin -çiçekli olsun, meyveli olsun- her nebâtin, her agacin tesbihatindan, güzel bir niyyet ile, bir hisse aliyorsun.