3 sonuçtan 1 ile 3 arası

Konu: SÖZLER / Risale-i Nur'dan 21. Söz

    Share
  1. #1
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart SÖZLER / Risale-i Nur'dan 21. Söz

    بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ
    Yirmibirinci Söz
    [Iki Makamdir]
    Birinci Makam
    بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
    اِنَّ الصَّلاَةَ كَانَتْ عَلَى اْلمُؤْمِنِينَ كِتَابًا مَوْقُوتًا
    Bir zaman sinnen, cismen, rütbeten büyük bir adam bana dedi: « Namaz iyidir. Fakat hergün hergün beser defa kilmak çoktur. Bitmediginden usanç veriyor.»
    O zâtin o sözünden hayli zaman geçtikten sonra, nefsimi dinledim. Isittim ki, ayni sözleri söylüyor ve ona baktim gördüm ki; tenbellik kulagiyla seytandan ayni dersi aliyor. O vakit anladim: O zât o sözü, bütün nüfus-u emmârenin namina söylemis gibidir veya söylettirilmistir. O zaman ben dahi dedim:
    « Mâdem nefsim emmâredir. Nefsini islah etmeyen, baskasini islah edemez. Öyle ise, nefsimden baslarim.»
    Dedim: Ey nefis! Cehl-i mürekkeb içinde, tenbellik döseginde, gaflet uykusunda söyledigin su söze mukabil
    « bes ikaz» i benden isit.
    Birinci ikaz: Ey bedbaht nefsim! Acaba ömrün ebedî midir! Hiç kat'î senedin var mi ki, gelecek seneye belki yarina kadar
    sh: » (S: 280)
    kalacaksin? Sana usanç veren, tevehhüm-ü ebediyettir. Keyf için, ebedî dünyada kalacak gibi nazlaniyorsun. Eger anlasa idin ki, ömrün azdir hem faidesiz gidiyor. Elbette onun yirmidörtten birisini, hakikî bir hayat-i ebediyenin saadetine medâr olacak bir güzel ve hos ve rahat ve rahmet bir hizmete sarfetmek; usanmak söyle dursun, belki ciddî bir istiyak ve hos bir zevki tahrike sebeb olur.
    IKINCI IKAZ: Ey sikem-perver nefsim! Acaba hergün hergün ekmek yersin, su içersin, havayi teneffüs edersin; sana onlar usanç veriyor mu? Mâdem vermiyor; çünki ihtiyaç tekerrür ettiginden, usanç degil belki telezzüz ediyorsun. Öyle ise: hâne-i cismimde senin arkadaslarin olan kalbimin gidasi, ruhumun âb-i hayâti ve lâtife-i Rabbâniyemin havâ-yi nesimini cezb ve celbeden namaz dahi, seni usandirmamak gerektir. Evet nihayetsiz teessürat ve elemlere maruz ve mübtelâ ve nihayetsiz telezzüzata ve emellere meftun ve pürsevda bir kalbin kut ve kuvveti; herseye kadir bir Rahîm-i Kerîm'in kapisini niyaz ile çalmakla elde edilebilir. Evet su fâni dünyada Kemâl-i sür'atle vaveylâ-yi firaki koparan giden ekser mevcûdâtla alâkadar bir ruhun âb-i hayâti ise; herseye bedel bir Mâbûd-u Bâki'nin, bir Mahbûb-u Sermedî'nin çesme-i rahmetine namaz ile teveccüh etmekle içilebilir. Evet fitraten ebediyeti isteyen ve ebed için halkolunan ve ezelî ve ebedî bir Zâtin âyinesi olan ve nihayetsiz derecede nazik ve letafetli bulunan zîsuur bir sirr-i insanî, zînur bir lâtife-i Rabbâniye; su kasavetli, ezici ve sikintili, geçici ve zulümatli ve bogucu olan ahvâl-i dünyeviye içinde, elbette teneffüse pek çok muhtaçtir ve ancak namazin penceresiyle nefes alabilir.
    ÜÇÜNCÜ IKAZ: Ey sabirsiz nefsim! Acaba geçmis günlerdeki ibâdet külfetini ve namazin mesakkatini ve musibet zahmetini, bugün düsünüp muzdarib olmak, hem gelecek günlerdeki ibâdet vazifesini ve namaz hizmetini ve musibet elemini, bugün tasavvur edip sabirsizlik göstermek hiç kâr-i akil midir? Su sabirsizlikta misâlin söyle bir sersem kumandana benzer ki: Düsmanin sag cenah kuvveti onun sagindaki kuvvetine iltihak etmis ve ona taze bir kuvvet oldugu halde; o tutar mühim bir kuvvetini sag cenâha gönderir, merkezi zayiflastirir. Hem sol cenahta düsmanin askeri yok iken ve daha gelmeden, büyük bir kuvvet gönderir,
    « Ates et!» emrini verir. Merkezi bütün bütün kuvvetten düsürtür. Düsman isi anlar, merkeze hücum eder; tar ü mar eder. Evet buna benzersin. Çünki:
    sh: » (S: 281)
    Geçmis günlerin zahmeti, bugün rahmete kalbolmus; elemi gitmis, lezzeti kalmis. Külfeti, kerâmete iltihak ve mesakkati, sevaba inkilab etmis. Öyle ise ondan usanç almak degil, belki yeni bir sevk, taze bir zevk ve devama ciddî bir gayret almak lâzimgelir. Gelecek günler ise mâdem gelmemisler. Simdiden düsünüp usanmak ve fütur getirmek; aynen o günlerde açligi ve susuzlugu ile bugün düsünüp bagirip çagirmak gibi bir divâneliktir. Mâdem hakikat böyledir. Âkil isen, ibâdet cihetinde yalniz bugünü düsün ve onun bir saatini, ücreti pek büyük, külfeti pek az, hos ve güzel ve ulvî bir hizmete sarfediyorum, de. O vakit senin aci bir füturun, tatli bir gayrete inkilâb eder.
    Iste ey sabirsiz nefsim! Sen üç sabir ile mükellefsin. Birisi: Tâat üstünde sabirdir. Birisi: Mâsiyetten sabirdir. Digeri: Musibete karsi sabirdir. Aklin varsa, su üçüncü ikazdaki temsilde görünen hakikati rehber tut. Merdâne
    « Ya Sabur » de, üç sabri omuzuna al. Cenâb-i Hakk'in sana verdigi sabir kuvvetini eger yanlis yolda dagitmazsan, her mesakkate ve her musîbete kâfi gelebilir ve o kuvvetle dayan.
    DÖRDÜNCÜ IKAZ: Ey sersem nefsim! Acaba su vazife-i ubûdiyet neticesiz midir, ücreti az midir ki, sana usanç veriyor? Halbuki bir adam sana birkaç para verse veyahut seni korkutsa, aksama kadar seni çalistirir ve fütursuz çalisirsin. Acaba bu misafirhane-i dünyada âciz ve fakir kalbine kût ve ginâ ve elbette bir menzilin olan kabrinde gidâ ve ziya ve herhalde mahkemen olan Mahser'de sened ve berat ve ister istemez üstünden geçilecek Sirat Köprüsü'nde nur ve burak olacak bir namaz, neticesiz midir veyahut ücreti az midir? Bir adam sana yüz liralik bir hediye va'detse, yüz gün seni çalistirir. Hulf-ul va'd edebilir o adama îtimad edersin, fütursuz islersin. Acaba hulf-ul va'd hakkinda muhal olan bir zât, Cennet gibi bir ücreti ve saadet-i ebediye gibi bir hediyeyi sana va'd etse, pek az bir zamanda, pek güzel bir vazifede seni istihdam etse; sen hizmet etmezsen veya isteksiz, suhre gibi veya usançla, yarim yamalak hizmetinle Onu va'dinde ittiham ve hediyesini istihfaf etsen, pek siddetli bir tedibe ve dehsetli bir tazibe müstehak olacagini düsünmüyor musun? Dünyada hapsin korkusundan en agir islerde fütursuz hizmet ettigin halde; Cehennem gibi bir haps-i ebedînin havfi, en hafif ve lâtif bir hizmet için sana gayret vermiyor mu?
    sh: » (S: 282)
    BESINCI IKAZ: Ey dünyaperest nefsim! Acaba ibâdetteki füturun ve namazdaki kusurun mesâgil-i dünyeviyenin kesretinden midir veyahut derd-i maisetin mesgalesiyle vakit bulamadigindan midir? Acaba sirf dünya için mi yaratilmissin ki, bütün vaktini ona sarfediyorsun! Sen istidad cihetiyle bütün hayvanatin fevkinde oldugunu ve hayat-i dünyeviyenin levâzimatini tedârikte iktidar cihetiyle, bir serçe kusuna yetisemedigini biliyorsun. Bundan neden anlamiyorsun ki, vazife-i asliyen hayvan gibi çabalamak degil; belki hakikî bir insan gibi, hakikî bir hayat-i dâime için sa'y etmektir. Bununla beraber mesâgil-i dünyeviye dedigin, çogu sana ait olmayan ve fuzûli bir Sûrette karistigin ve karistirdigin malâyâni mesgalelerdir. En elzemini birakip, güya binler sene ömrün var gibi en lüzumsuz mâlûmat ile vakit geçiriyorsun. Meselâ: Zühal'in etrafindaki halkalarin keyfiyeti nasildir ve Amerika tavuklari ne kadardir? gibi kiymetsiz seylerle kiymettar vaktini geçiriyorsun. Güya kozmografya ilminden ve istatistikçi fenninden bir kemâl aliyorsun.
    Eger desen:
    « Beni namazdan ve ibâdetten alikoyan ve fütur veren öyle lüzumsuz seyler degil, belki derd-i maisetin zarurî isleridir.» Öyle ise ben de sana derim ki: Eger yüz kurus bir gündelik ile çalissan; sonra biri gelse, dese ki: « Gel on dakika kadar surayi kaz, yüz lira kiymetinde bir pirlanta ve bir zümrüt bulacaksin.» Sen ona: « Yok, gelmem. Çünki on kurus gündeligimden kesilecek, nafakam azalacak » desen; ne kadar divanece bir bahane oldugunu elbette bilirsin. Aynen onun gibi; sen su baginda, nafakan için isliyorsun. Eger farz namazi terketsen, bütün sa'yin semeresi, yalniz dünyevî ve ehemmiyetsiz ve bereketsiz bir nafakaya münhasir kalir. Eger sen istirahat ve teneffüs vaktini, ruhun rahatina, kalbin teneffüsüne medâr olan namaza sarfetsen; o vakit, bereketli nafaka-i dünyeviyye ile beraber, senin nafaka-i uhreviyene ve zâd-i âhiretine ehemmiyetli bir menba olan, iki mâden-i mânevî bulursun:
    Birinci Mâden: Bütün bagindaki (Hasiye) yetistirdigin -çiçekli olsun, meyveli olsun- her nebâtin, her agacin tesbihatindan, güzel bir niyyet ile, bir hisse aliyorsun.


    Seni çok Özledim Annem

  2. #2
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: SÖZLER / Risale-i Nur'dan 21. Söz

    Ikinci maden: Hem bu bagdan çikan mahsulattan kim yese
    ___________________________

    (Hasiye): Bu makam, bir bagda bir zâta bir derstir ki, bu tarz ile Beyân edilmis
    sh: » (S: 283)
    -hayvan olsun, insan olsun; inek olsun, sinek olsun; müsteri olsun, hirsiz olsun- sana bir sadaka hükmüne geçer. Fakat o sart ile ki: Sen, Rezzak-i Hakikî nâmina ve izni dairesinde tasarruf etsen ve Onun malini, Onun mahlûkatina veren bir tevziat memuru nazariyla kendine baksan...
    Iste bak, namazi terk eden ne kadar büyük bir hâsâret eder, ne kadar ehemmiyetli bir serveti kaybeder ve sa'ye pek büyük bir sevk veren ve amelde büyük bir kuvve-i mânevî temin eden o iki neticeden ve o iki mâdenden mahrum kalir, iflâs eder. Hattâ ihtiyarlandikça bahçecilikten usanir, fütur gelir. « Neme lâzim» der. « Ben zâten dünyadan gidiyorum. Bu kadar zahmeti ne için çekecegim?» diyecek, kendini tenbellige atacak. Fakat evvelki adam der: « Daha ziyade ibâdetle beraber sa'y-i helâle çalisacagim. Tâ, kabrime daha ziyade isik gönderecegim âhiretime daha ziyade zahîre tedârik edecegim.»
    Elhasil: Ey nefis! Bil ki dünkü gün senin elinden çikti. Yarin ise senin elinde sened yok ki, ona mâliksin. Öyle ise hakikî ömrünü, bulundugun gün bil. Lâakal günün bir saatini, ihtiyat akçesi gibi, hakikî istikbal için teskil olunan bir sandukça-i uhreviye olan bir mescide veya bir seccâdeye at. Hem bil ki: Her yeni gün, sana hem herkese, bir yeni âlemin kapisidir. Eger namaz kilmazsan, senin o günkü âlemin zulümatli ve perisan bir halde gider, senin aleyhinde Alem-i Misâlde sehadet eder. Zira herkesin, her günde, su âlemden bir mahsus âlemi var. Hem o âlemin keyfiyyeti, o adamin kalbine ve ameline tâbidir. Nasilki âyinende görünen muhtesem bir saray, âyinenin rengine bakar. Siyah ise, siyah görünür. Kirmizi ise, kirmizi görünür. Hem onun keyfiyyetine bakar. O âyine sisesi düzgün ise, sarayi güzel gösterir. Düzgün degil ise, çirkin gösterir. En nâzik seyleri kaba gösterdigi misillü; sen kalbinle, aklinla, amelinle, gönlünle, kendi âleminin seklini degistirirsin. Ya aleyhinde, ya lehinde sehadet ettirebilirsin. Eger namazi kilsan, o namazin ile o âlemin Sâni'-i Zülcelâl'ine müteveccih olsan; birden, sana bakan âlemin tenevvür eder. Âdeta namazin bir elektrik lâmbasi ve namaza niyyetin, onun dügmesine dokunmasi gibi, o âlemin zulümatini dagitir ve o herc ü merc-i dünyyeviyedeki karmakarisik perisaniyyet içindeki tebeddülât ve harekât, hikmetli bir intizâm ve mânidar bir kitabet-i kudret oldugunu gösterir. اَللَّهُ نُورُ السَّمَوَاتِ وَاْلاَرْضِ âyet-i pür
    sh: » (S: 284)
    -envârindan bir nûrû, senin kalbine serper. Senin o günkü âlemini, o nurun in'ikâsiyla isiklandirir. Senin lehinde nuraniyyetle sehâdet ettirir.
    Sakin deme: « Benim namazim nerede, su hakikat-i namaz nerede...» Zira bir hurma çekirdegi, bir hurma agaci gibi, kendi agacini tavsif eder. Fark yalniz icmâl ve tafsil ile oldugu gibi; senin ve benim gibi bir âminin -velev hissetmezse- namazi, büyük bir velînin namazi gibi su nurdan bir hissesi var, su hakikattan bir sirri vardir -velev suurun taallâk etmezse-. Fakat derecâta göre inkisaf ve tenevvürü ayri ayridir. Nasil bir hurma çekirdeginden, tâ mükemmel bir hurma agacina kadar ne kadar merâtib bulunur. Öyle de: Namazin derecâtinda da daha fazla merâtib bulunabilir. Fakat bütün o merâtibde, o hakikat-i nûrâniyyenin esâsi bulunur.

    اَللَّهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ عَلَى مَنْ قَالَ اَلصَّلَوةُ عِمَادُ الدِّينِ وَعَلَى آلِهِ وَصَحْبِهِ اَجْمَعِينَ
    * * *
    sh: » (S: 285)

    Yirmibirinci Söz'ün Ikinci Makami
    [Kalbin bes yarasina bes merhemi tâzammun eder.]
    بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
    قُلْ رَبِّ اَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاطِينِ وَاَعُوذُ بِكَ رَبِّ اَنْ يَحْضُرُونِ
    Ey maraz-i vesvese ile mübtelâ! Biliyor musun vesvesen neye benzer? Musibete benzer. Ehemmiyet verdikçe siser. Ehemmiyet vermezsen söner. Ona büyük nazariyla baksan büyür. Küçük görsen, küçülür. Korksan agirlasir, hasta eder. Havf etmezsen hafif olur, mahfî kalir. Mahiyetini bilmezsen devam eder, yerlesir. Mahiyetini bilsen, onu tanisan gider. Öyle ise, su musibetli vesvesenin aksâm-i kesîresinden kesîr-ül vuku olan yalniz bes vechini Beyân edecegim. Belki sana ve bana sifa olur. Zira su vesvese öyle bir seydir ki, cehil onu davet eder, ilim onu tardeder. Tanimazsan gelir, tanisan gider.
    BIRINCI VECIH - Birinci Yara: Seytan evvelâ sübheyi kalbe atar. Eger kalb kabûl etmezse, sübheden setme döner. Hayale karsi setme benzer Bâzi pis hâtiralari ve münâfî-i edeb çirkin halleri tasvir eder. Kalbe
    « Eyvâh» dedirtir. Ye'se düsürtür. Vesveseli adam zanneder ki kalbi, Rabbine karsi sû'-i edebde bulunuyor. Müdhis bir halecan ve heyecan hisseder. Bundan kurtulmak için huzurdan kaçar, gaflete dalmak ister. Bu yaranin merhemi budur:
    sh: » (S: 286)
    Bak ey bîçare vesveseli adam! Telâs etme. Çünki senin hatirina gelen setm degil, belki tahayyüldür. Tahayyül-ü küfür, küfür olmadigi gibi; tahayyül-ü setm dahi, setm degildir. Zira mantikça tahayyül, hüküm degildir. Setm ise, hükümdür. Hem bununla beraber o çirkin sözler, senin kalbinin sözleri degil. Çünki senin kalbin ondan müteessir ve müteessiftir. Belki kalbe yakin olan lümme-i seytanîden geliyor. Vesvesenin zarari, tevehhüm-ü zarardir. Yâni onu zararli tevehhüm etmekle, kalben mutazarrir olmaktir. Çünki hükümsüz bir tahayyülü hakikat tevehhüm eder. Hem seytanin isini kendi kalbine mal eder. Onun sözünü, ondan zanneder. Zarar anlar, zarara düser. Zâten seytanin da istedigi odur.
    IKINCI VECIH: Budur ki: Mânâlar kalbden çiktiklari vakit, Sûretlerden çiplak olarak hayale girerler; oradan Sûretleri giyerler. Hâyâl ise, her vakit bir sebeb tahtinda bir nevi Sûretleri nesceder. Ehemmiyet verdigi seyin Sûretlerini yol üstünde birakir. Hangi mânâ geçse ya ona giydirir, ya takar, ya bulastirir, ya perde eder. Eger mânâlar münezzeh ve temiz iseler, Sûretler mülevves ve rezil ise giymek yoktur, fakat temas var. Vesveseli adam, temasi telebbüsle iltibas eder.
    « Eyvâh!» der. « Kalbim ne kadar bozulmus. Bu sefillik, bu hisset-i nefs, beni matrud eder. » Seytan onun su damarindan çok istifade eder. Su yaranin merhemi sudur:
    Dinle ey bîçâre! Nasilki, senin namazin edeb-i nezihânesinin vesilesi olan zâhirî taharete, batninin bâtinindaki necaset ona tesir etmez ve bozmaz. Öyle de: Maânî-i mukaddesenin, Sûret-i mülevveseye mücâvereti zarar etmez. Meselâ sen âyât-i Ilâhiyeyi tefekkür ediyorsun. Birden bir maraz, ya bir istiha, ya bevl gibi bir emr-i müheyyic siddetle senin hissine dokunuyor. Elbette senin hayalin, devâ-i illet ve kazâ-i hacetin levâzimatini görecek, bakacak, onlara münasib süflî Sûretleri nescedecek ve gelen mânâlar ortalarindan geçecekler. Geçeceklere ne beis vardir, ne televvüs var ve ne zarar var ve ne hatâr var. Yalniz hatâr ise hasr-i nazardir, zann-i zarardir.
    ÜÇÜNCÜ VECIH:Budur ki: Esya mabeynlerinde, Bâzi münasebât-i hafiyye bulunur. Hattâ hiç ümid etmedigin seyler içinde münasebet ipleri bulunur. Ya bizzât bulunur veya senin hayâlin, mesgul oldugu san'ata göre o ipleri yapmis, onlari birbiriyle baglamis. Su sirr-i münasebettendir ki, bâzan bir mukaddes seyi görmek, bir mülevves seyi hatira getirir. Fenn-i Beyân'da Beyân olundugu
    sh: » (S: 287)
    gibi,
    « Hariçte uzaklik sebebi olan ziddiyet ise, hayalde sebeb-i kurbiyettir.» Yâni: Iki ziddin Sûretlerinin cem'ine vasita, bir münasebet-i hayaliyyedir. Bu münasebetle gelen tahattura, tedâi-yi efkâr tâbir edilir. Meselâ: Sen namazda, münâcatta, Kâ'be karsisinda, huzur-u Ilâhîde iken, âyâti tefekkürde oldugun bir halde; su tedâi-yi efkâr, seni tutup en uzak malâyâniyyat-i rezileye sevkeder. Senin basin, böyle bir tedâi-yi efkâra mübtelâ ise, sakin telâs etme. Belki intibaha geldigin anda, dön. « Aman ne kusur ettim» deyip tedkikle mesgul olup durma. Tâ o zaîf münasebet, senin dikkatinle kuvvet peyda etmesin. Zira teessür gösterdikçe, ehemmiyet verdikçe, senin o zaîf tahatturun melekeye döner. Bir maraz-i hayalî olur. Korkma, maraz-i kalbî degil. Su nevi tahattur ise, galiben ihtiyarsizdir. Hususan hassas asabilerde daha galibdir. Seytan, su nevi vesvesenin mâdenini çok islettirir. Su yaranin merhemi sudur ki:
    Tedâi-yi efkâr, galiben ihtiyarsizdir. Onda mes'uliyet yoktur. Hem tedâîde, mücâveret var; temas ve ihtilât yoktur. Onun için, efkârin keyfiyetleri, birbirine sirayet etmez, birbirine zarar vermez. Nasilki seytan ile melek-i ilham, kalb taraflarinda mücâveretleri var ve füccar ve ebrarin karabetleri ve bir meskende durmalari, zarar vermez. Öyle de, tedâi-yi efkâr sâikasiyla istemedigin pis hayalât, gelip nezih efkârin içine girse; zarar vermez. Meger kasden olsa veya zarar zanniyla onunla ziyade mesgul olsa. Hem bâzan kalb yoruluyor. Fikir, kendini eglendirmek için rastgele bir seyle mesgul olur. Seytan firsat bulur, pis seyleri önüne serpiyor, sürüyor.


    Seni çok Özledim Annem

  3. #3
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: SÖZLER / Risale-i Nur'dan 21. Söz

    DÖRDÜNCÜ VECIH: Amelin en iyi Sûretini taharriden nes'et eden bir vesvesedir ki, takvâ zanniyla teseddüd ettikçe hal ona siddetlenir. Hattâ bir dereceye varir ki, o adam amelin daha evlâsini ararken, harama düser. Bâzan bir sünnetin aramasi, bir vâcibi terkettiriyor. « Acaba amelim sahih oldu mu?» der, iade eder. Bu hal devam eder. Gâyet ye'se düser. Seytan su halinden istifade eder, onu yaralar. Su yaranin iki merhemi var:
    Birinci merhem: Bu gibi vesvese ehl-i Îtizale lâyiktir. Çünki onlar derler:
    « Medâr-i teklif olan ef'al ve esya, kendi zâtinda, âhiret itibariyle ya hüsnü var; sonra o hüsne binaen emredilmis veya kubhu var; sonra ona binaen nehyedilmis. Demek esyada, âhiret ve hakikat nokta-i nazarinda olan hüsün ve kubh zâtîdir; emir ve nehy-i Ilâhî ona tabidir.» Bu mezhebe göre, insan her isledigi amelde söyle bir vesvese gelir: « Acaba amelim nefs-ül emirdeki güzel
    sh: » (S: 288)
    Sûrette yapilmis midir?» Amma mezheb-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemâat derler ki: « Cenâb-i Hak bir seye emreder, sonra hasen olur. Nehyeder, sonra kabih olur. Demek emir ile güzellik, nehy ile çirkinlik tahakkuk eder. Hüsün ve kubh mükellefin ittilaina bakar ve ona göre takarrür eder. Su hüsün ve kubh ise, sûrî ve dünyaya bakan yüzünde degil, belki âhirete bakan yüzdedir. Meselâ, sen namaz kildin veya abdest aldin. Halbuki namazini ve abdestini fesada verecek bir sebeb, nefs-ül emirde varmis. Lâkin sen ona hiç muttali olmadin. Senin namazin ve abdestin hem sahihtir, hem hasendir. Mu'tezile der: « Hakikatte kabih ve fâsîddir. Lâkin senden kabûl edilir. Çünki cehlin var, bilmedin ve özrün var. Öyle ise Ehl-i Sünnet mezhebine göre, zâhir-i seriate muvafik olarak isledigin ameline: » « Acaba sahih olmus mu?» deyip vesvese etme. Fakat, « Kabûl olmus mu?» de. Gururlanma, ucbe girme.
    Ikinci merhem: Dinde harec yoktur.
    لاَ حَرَجَ فِى الدِّينِ Mâdem dört mezheb haktir. Mâdem istigfara müncer olan derk-i kusur ise, gurura müncer olan hüsn-ü amelin rü'yetine -böyle vesveseli adama- müreccahtir. Yâni böyle vesveseli adam, amelini güzel görüp gurura düsmektense, amelini kusurlu görse, istigfar etse, daha evlâdir. Mâdem böyledir, sen vesveseyi at. Seytana de ki: Su hal, bir harecdir. Hakikat-i hale muttali olmak güçtür. Dindeki yüsre münafîdir. يُسْرٌاَلدِّينُلاَ حَرَجَ فِى الدِّينِ esâsina muhaliftir. Elbette böyle amelim bir mezheb-i hakka muvafik gelir. O bana kâfidir. Hem lâakal ben aczimi itiraf ederek ibâdeti lâyik-i veçhile edâ edemedigimden istigfar ve tazarru' ile merhamet-i Ilahiyyeye dehâlet edip, kusurum affolunmak, kusurlu amelim kabûl olunmak için mütezellilane bir niyaza vesiledir.
    BESINCI VECIH: Mesâil-i îmâniyede sübhe Sûretinde gelen vesvesedir. Bîçare vesveseli adam, bâzan tahayyülü, taakkul ile iltibas eder. Yâni: Hayale gelen bir sübheyi, akla girmis bir sübhe tevehhüm edip, îtikadina halel gelmis zanneder. Hem bâzan tevehhüm ettigi bir sübheyi, îmânâ zarar veren bir sek zanneder. Hem bâzan tasavvur ettigi bir sübheyi, tasdik-i aklîye girmis bir sübhe zanneder. Hem bâzan bir emr-i küfrîde tefekkürü, küfür zanneder. Yâni dalaletin esbabini anlamak Sûretinde kuvve-i müfekkirenin
    sh: » (S: 289)
    cevelânini ve tedkikatini ve bîtarâfâne muhakemesini, hilâf-i îmân zanneder. Iste telkinat-i seytaniyenin eseri olan su zanlardan ürkerek, « Eyvah! Kalbim bozulmus, îtikadima halel gelmis » der. O haller, galiben ihtiyarsiz oldugundan, cüz'-i ihtiyârîsiyle islah edemediginden ye'se düser. Bu yaranin merhemi sudur ki:
    Tahayyül-ü küfür, küfür olmadigi gibi; tevehhüm-ü küfür dahi, küfür degildir. Tasavvur-u dalâlet dalâlet olmadigi gibi; tefekkür-ü dalâlet dahi, dâlalet degildir. Çünki hem tahayyül, hem tevehhüm, hem tasavvur, hem tefekkür; tasdik-i aklîden ve iz'ân-i kalbîden ayridirlar, baskadirlar. Onlar bir derece serbesttirler. Cüz'-i ihtiyariyeyi pek dinlemiyorlar. Teklif-i dinî altina çok giremiyorlar. Tasdik ve iz'an, öyle degiller. Bir mizana tabidirler. Hem tahayyül, tevehhüm, tasavvur, tefekkür, nasilki tasdik ve iz'an degiller. Öyle de sübhe ve tereddüd sayilmazlar. Fakat eger lüzumsuz tekrar ede ede müstakar bir hale gelse, o vakit hakikî bir nevi sübhe, ondan tevellüd edebilir. Hem bîtarâfâne muhakeme namiyla veya insaf namina deyip, sikk-i muhalifi iltizâm ede ede, tâ öyle bir hale gelir ki, ihtiyarsiz taraf-i muhalifi iltizâm eder. Ona vâcib olan hakkin iltizâmi kirilir. O da tehlikeye düser. Hasmin veya seytanin bir vekil-i fuzulîsi olacak bir hâlet, zihninde takarrür eder.
    Su nevi vesvesenin en mühimi budur ki: Vesveseli adam, imkân-i zâtî ile imkân-i zihnîyi birbiriyle iltibas eder. Yâni: Bir seyi zâtinda mümkün görse, o seyi zihnen dahi mümkün ve aklen meskûk tevehhüm eder. Halbuki Ilm-i Kelâm'in kaidelerindendir ki: Imkân-i zâtî ise, yakîn-i ilmiye münafî degil ve zaruret-i zihniyeye ziddiyeti yoktur. Meselâ: Su dakikada Karadeniz'in yere batmasi, zâtinda mümkündür ve o imkân-i zâtî ile muhtemeldir. Halbuki yakînen, o denizin yerinde oldugunu hükmediyoruz, sübhesiz biliyoruz ve o ihtimal-i imkânî ve o imkân-i zâtî, bize sek vermez, bir sübhe getirmez, yakînimizi bozmaz. Meselâ: Su günes zâtinda mümkündür ki, bugün gurub etmesin veya yarin tulû' etmesin. Halbuki bu imkân yakînimize zarar vermez, sübhe getirmez. Iste bunun gibi, meselâ hakaik-i îmâniyeden olan hayat-i dünyeviyenin gurubuna ve hayat-i uhreviyenin tulûuna, imkân-i zâtî cihetinde gelen vehimler, yakîn-i îmânîye zarar vermez. Hem
    لاَ عِبْرَةَ ِلْلاِحْتِمَالِ الْغَيْرِ النَّاشِئِ عَنْ دَلِيلٍ yâni: "Bir delilden
    sh: » (S: 290)
    nes'et etmeyen bir ihtimalin hiç ehemmiyeti yoktur" olan kaide-i meshûre; hem usûl-üd din, hem usûl-ül fikhin kaide-i mukarreresindendir.
    Eger desen: Bu derece mü'minlere muzir ve müz'ic olan vesvese, ne hikmete binaen bize belâ olmus?"
    Elcevab: Ifrata varmamak, hem galebe çalmamak sartiyla, asl-i vesvese teyakkuza sebebdir, taharriye dâîdir, ciddiyete vesiledir. Lâkaydligi atar, tehâvünü def'eder. Onun için Hakîm-i Mutlak, su dâr-i imtihanda, su meydân-i müsabakada bize bir kamçi-yi tesvik olarak, vesveseyi seytanin eline vermis. Beserin basina vuruyor. Sayet ziyade incitse, Hakîm-i Rahîm'e sekva etmeli, اَعُوزُ بِاللَّهِ مِنَ الشَيْطَانِ الرَّجِيمِdemeli.


    Seni çok Özledim Annem

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •