Sıddıkıyet
Zübeyir Ağabeyin en önemli özelliği, sadakatiydi. “O, sıddıkıyet makamının zirvesindeydi.” diyebilirim.
Bir gün “Hastalıklarımın başka mahiyeti var.” demişti. Anladığım kadarıyla o, Üstadın hastalıklarını kendi üzerine almıştı. Külfet varsa, hediyesi de var. O, “Üstadıma lâyık talebe, kardeşlerime lâyık kardeş olamadım!” der dururdu.
O öyleyse bizim hâlimiz nicedir!
Yine o, “Ben, hayatta iken Üstadıma hizmet edeyim de ne olursa olsun, derdim.” demişti.
Bekir Ağabey bir keresinde onun için “Üstadda bulunan bütün hassalar Zübeyir Ağabeyde mevcuttur.” demişti.
“Muhyiddin-i Arabî’nin eserinde ahir zamandaki müceddidin başveziri olacak, onda bütün hassaları bulunacak.” diyordu. Üstad için cehennemin alevleri içinde yanmaya razı bir ruh hâli vardı.
İşte sıddıkıyet...
Benim şahsına karşı kalbimdeki takdir hissimi okudu ve şöyle dedi:
“Kardeşim, böylesi zayıftır. Üstad doğrudan doğruya Allah’a, doğrudan doğruya Resulullah’a, doğrudan doğruya Kur’an’a rabtetmiş.”
Yani demek istedi ki: “Benim şahsıma bağlanman zayıftır. Asıl bağlanman gereken değerler, Allah, Peygamber ve Kur’an’dır.”
Eyüp Ekmekçi
“Mektubun üzerindeki yazılar, yani zarf yazıları (isim ve adres) ne kadar dikkatli ve güzel yazılırsa, adrese de o kadar doğru gider” şeklinde anlatırdı.
“Memleketinize göndereceğiniz tebrik kartlarının üzerinde İstanbul camileri olsun; minareler, kubbeler, kartın her tarafını doldurmuş bulunsun!” diyerek, yine İslâmiyetin tebliğ, ilân ve cihana duyurulmasını anlatırdı.
“Minare, cami” bahsi gelince, yine bir meseleyi hatırladım. Nur Abimle “derse çalışma” bahsimizi konuşurken:
“Kardeşim! İstanbul camilerinde ders çalış. Fakültenize yakın Beyazıt ve Lâleli Camileri var, buralarda güzel ders çalışılır. Böyle mübarek mabetlerde çalışarak, hemen fakülteye de gidersin!” diyordu.
Necmeddin Şahiner
VAZİFENİ YAP, GERİSİ VAZİFE-İ İLAHİYYEDİR.
Polisler bir gün Bediüzzaman Hazretlerinin kaldığı eve, ani bir baskın yapıyorlar. O sırada kitaplar hep meydandadır. Gizlemeye zaman da yoktur.
Üstad hazretleri, hemen yastıkları kitapların üzerine yıkıyor. Kitapların bir bölümü gizlense de yarısı dışarıda kalıyor.
Polisler, evi didik didik arıyorlar. Yastıklarla yarısı meydanda, yarısı örtülmüş kitapları göremiyorlar. Evde hiçbir şey bulamadan çıkıp gidiyorlar.
Üstad Hazretleri daha sonra talebesi Zübeyir Gündüzalp’e soruyor:
Niye böyle yaptım biliyor musun? Bak kitapların yarısı örtülü yarısı meydanda görülüyor.
Zübeyir Gündüzalp:
Siz bilirsiniz Üstadım, diyor.
Hazreti Üstad, sözlerine şöyle devam ediyor:
Ben vazifemi yaptım. O anda, elimden ancak bu kadar bir tedbir gelebiliyordu. Gerisi vazife-i İlahiye dir.