Hem madem Hâlıkımızbize en büyük muallim ve en mükemmel üstad ve şaşırmaz ve şaşırtmaz en doğru rehber olarak Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâmı tayin etmiş ve en son elçi olarak göndermiş. Biz dahi
ilmelyakîn mertebesinden aynelyakîn ve hakkalyakîn mertebelerine terakki ve tekemmül etmek üzere
herşeyden evvel bu üstadımızdan
Hâlıkımızdan sorduğumuz suali sormaklığımız lâzım geliyor. Çünkü o zât
Hâlıkımız tarafından herbiri birer nişane-i tasdik olan bin mu'cizâtıyla
Kur'ân'ın bir mu'cizesi olarak
Kur'ân'ın hak ve kelâmullah olduğunu ispat ettiği gibi; Kur'ân dahi
kırk nevi i'câz ile o zâtın bir mucizesi olup
onun doğru ve Resulullah olduğunu ispat ederek
ikisi beraber
biri âlem-i şehadet lisanı (bütün hayatında
bütün enbiya ve evliyanın tasdikleri altında) diğeri âlem-i gayb lisanı bütün semâvî fermanların ve kâinat hakikatlerinin tasdikleri içinde binler âyâtıyla iddia ve ispat ettikleri hakikat-i haşriye elbette güneş ve gündüz gibi bir kat'iyettedir. Evet
haşir gibi
en acip ve en dehşetli ve tavr-ı aklın haricinde bir mes'ele
ancak ve ancak böyle harika iki üstadın dersleriyle halledilir
anlaşılır.
Bediüzzaman Said NursîAsâ-yı Mûsâ
*
Din ilimleri ile fen ilimleri birlikte okutulmalı
Vicdanın ziyasıulûm-u dîniyedir. Aklın nuru
fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecellî eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit
birincisinde taassup
ikincisinde hile
şüphe tevellüd eder.
Bediüzzaman Said NursîMünâzarât
*
O vilayat-ı Şarkiyeâlem-i İslâmın bir nevî merkezi hükmündedir; fünûn-u cedîde yanında
ulûm-u dîniye de lâzım ve elzemdir. Çünkü
ekser enbiyanın Şarkta
ekser hükemanın Garbda gelmesi gösteriyor ki
Şarkın terakkiyâtı dinle kaimdir. Başka vilayetlerde sırf fünûn-u cedide okuttursanız da
Şarkta her halde millet
vatan maslahatı namına
ulûm-u dîniye esas olmalıdır. Yoksa Türk olmayan müslümanlar
Türke hakîki kardeşliğini hissedemeyecek. Şimdi
bu kadar düşmanlara karşı teavün ve tesanüde muhtacız. Hatta bu hususta size bir hakikatli misal vereyim:
EskidenTürk olmayan bir talebem vardı. Eski medresemde
hamiyetli ve gayet zeki o talebem
ulûm-u dîniyeden aldığı hamiyet dersi ile her vakit derdi: ‘Salih bir Türk
elbette fasık kardeşimden ve babamdan
bana daha ziyade kardeştir ve akrabadır.’ Sonra aynı talebe
talihsizliğinden
sırf maddî fünûn-u cedide okumuş. Sonra
ben
dört sene sonra esaretten gelince onunla konuştum. Hamiyet-i milliye bahsi oldu. O dedi ki: 'Ben şimdi
rafizî bir kürdü
salih bir Türk hocasına tercih ederim.' Ben de
'Eyvah!' dedim. ‘Ne kadar bozulmuşsun?' Bir hafta çalıştım
onu kurtardım
eski hakikatli hamiyete çevirdim.
İşte ey mebuslar! O talebenin evvelki haliTürk milletine ne kadar lüzumu var; ikinci hali ne kadar vatan menfaatine uygun olmadığını fikrinize havale ediyorum. Demek
farz-ı muhal olarak
siz başka yerde dünyayı dîne tercih edip
siyasetçe dîne ehemmiyet vermeseniz de
herhalde Şark vilayetlerinde din tedrisatına azamî ehemmiyet vermeniz lâzım.
Bediüzzaman Said NursîTarihçe-i Hayat