reyyan nur,
Allah CC sizden de razı olsun
Hud suresi ayet 31
Ben size: "Allah'ın hazineleri benim yanımdadır" demiyorum, gaybı da bilmem. "Ben bir meleğim" de demiyorum, sizin gözlerinizin hor gördüğü kimseler için, "Allah onlara asla bir hayır vermeyecektir" diyemem. Onların kalplerinde olanı, Allah daha iyi bilir. Onları kovduğum takdirde ben gerçekten zalimlerden olurum."
(Ve ey kavmim!. Ben size demem ki: Benîm yanımda Allah Teâlâ'nın hazineleri vardır) yani: Bir Peygamberin yanında öyle dünya servetinin bulunması ic ab etmez. Ve ben öyle bir servete sahip olduğumu iddia etmiyorum ki, onun yokluğuyle benim hakikate aykırı iddiada bulunduğuma hükmedebilesiniz.. Maamafih peygamberlik nimeti, herşeyin üstündedir. Onun yanında dünya servetinin ne kıymeti olabilir?. (Ve ben gaybı bilmem) yani: Ben ancak Cenab'ı Hak'kın bana bildirdiklerini bilirim, inkarcıların, kâfirlerin âhiretde azaba uğrayacakları ise Hak Teâlâ'nın bildirdiği bir hakikattir. Bunu size bildirdiğimden dolayı beni inkâra, bu hakikati uzak görmeye selâhiyetiniz yoktur.. Gayba ait nice şeyler de vardır ki, onları Cenâb-ı Hak bildirmedikçe kimse bilemez. (Ve ben demem ki: Ben muhakkak bir meleğim) tâki: "Sen insansın, nasıl olur da melek olma iddiasında bulunuyorsunuz" diye beni yalanlayabilirsiniz. Ben bir insan olduğumu itiraf ediyorum. Maamafih peygamber olma şerefine eren muhterem insanlar, Allah katında meleklerden üstündür. (Ve demem ki: Öyle bir iddiada bulunamam ki. Ey dinsizler!. (Sizin gözlerinizin hor gördüğü) fakir hallerine bakıpta kendilerini alt tabakadan sandığınız (kimselere Allah Teâlâ elbette hayır vermeyecektir) ben böyle bir iddiada nasıl bulunabilirim?. Öyle Milaslı mü'minler herhalde hayra kavuşacaklardır. Onlar herhalde âhiretde büyük hayırlara, mükâfatlara ulaşacaklardır. Onların daha dünyada iken de nice nimetlere kavuşmaları mümkündür. Bunun aksini kim iddia edebilir?. (Allah Teâlâ onların) O mü'min kullarının (nefislerinde olanı da hakkıyla bilendir) onların nekadar samimi mü'min olduklarını tamamen bilir, ona göre kendilerine mükâfatını verir. Onların o samimi imanları hakkında tere d üt'edip onların münafık olduğunu söyleyen ve onları alt tabakadan sayan kâfirler için bu da bir reddiye mesabesindedir. (Şüphe yok, ben o vakit) O samimi mü'minler hakkında zelillik gibi, münafıklık gibi birşey isnadında bulunduğum, onların dünyada ve âhirette bir hayr ve saadete ulaşmayacaklarını söylediğim takdirde (zalimlerden olmuş olurum) yani hem nefsime zulmetmiş, hem de onların haklarında suizan ederek onlara zulm eylemiş bulunurum. Böyle bir zulm ise asla caiz bir Peygamber hakkında asla düşünülmüş değildir. Binaenaleyh ben öyle birşey söyleyemem.
Izdira;
lügatte, küçük görmek, hor ve hakir tutmak, hafife almak demektir.
Hud suresi ayet 32
Dediler ki: Ey Nuh! Bizimle mücadele ettin ve bize karşı mücadelede çok ileri gittin. Eğer doğrulardan isen, kendisiyle bizi tehdit ettiğini (azabı) bize getir!
Bu mübarek âyetler, Hz. Nuh'un şüpheleri gidermek için vermiş olduğu pek haklı cevapları, öğütleri çok gören kâfirlerin o Yüce Peygamber'e karşı fazla mücadelede bulunduğunu söyleyerek tehdit ettiği azapların meydana getirilmesini istediklerini bildiriyor. Hz. Nuh'un da onlara yaptığı n as i hat I arın fâide vermediğini, uhrevî mes'uliyete mâruz kalacaklarını ve onların kendisine isnat ettikleri iftiralardan uzak bulunduğunu beyan buyuruyor. Şöyle ki: Hz. Nuh'un Allah'ın birliğini isbat, âhiret hayatını beyan, peygamberlik vazifesini yerine getirmeye devam etmesini çok gören kavmi (Dediler ki: Ey Nuh!.) Sen (bizim ile muhakkak ki mücadelede) tartışmada, münakaşada (bulundun, artık mücadelemizi arttırdın) çok uzattın, veya maksadını çeşitli şekilde ifade edip durdun (eğer sen) iddianda, bizi korkuttuğun azap hususunda (doğrulardan isen İmdi kendisiyle bizi tehdit ettiğin şeyin) o korkuttuğun elem verici azabı (getiriver) öyle fazla açıklamaya lüzum yok, senin tartışmaların bize tesir edemez. Kâfirler, öyle bir azabın meydana gelmesine inanmadıkları için bunu bir alay yoluyla söylemişlerdir..
Hud suresi ayet 33
(Nuh) dedi ki: "Onu size ancak dilerse Allah getirir. Ve siz (Allah'ı) âciz bırakacak değilsiniz.
Onların bu lâkırdılarına karşı Hz. Nuh da (dedi ki: Onu) o istediğiniz azabı (size ancak Allah T e âlâ dilerse getirir) sizi o azaba alelacele veya bir müddet sonra uğratır. Ona ancak Hak Teâlâ kaadirdir, o azabı getirmek benim kudret ve selahiyetini dışındadır, (ve siz) Ey inkarcılar!. O Yüce Yaratıcıya hâşâ (âciz bırakıcılar değilsinizdir) siz kaçmak suretiyle veya müdafaada bulunmak yoluyla Cenâb-ı Hak'ki âciz bırakarak onun azabından kendinizi kurtaramazsınız, o azabı hikmeti gereği dilediği zaman üzerinize yöneltir bunu bilmeli değil misiniz?.
Hud suresi ayet 34
Eğer Allah sizi azdırmak istiyorsa, ben size öğüt vermek istesem de, öğüdüm size fayda vermez. (Çünkü) O sizin Rabbinizdir. Ve (nihayet) O'na döndürüleceksiniz."
Hz. Nuh, o cahil kavmine karşı sözlerinin sonunda buyurdu ki: (Ve benim nasihatim) Sizin hakkınızdaki hayra yönlendirici öğütlerim (size fâide verecek değildir) her ne kadar bir peygamberlik vazifesi olmak üzer eben (size nasihatte bulunmak istesem de) o faideyi bizzat benim temin etmeğe selâhiyetin"! yoktur. (Eğer Allah Teâlâ sizi azdırmak isterse) yani: Siz aslî yaratılışınızı değiştirip iradenizi, ihtiyarınızı kötüye kullandığınızdan dolayı Allah tarafından sapıklığa, küfre mahkûm bir halde bulunmuş olursanız, artık benim nasihatlarım tesir edemez. İlâhî iradeye kimse engel olmaz. Ey kavmim! Biliniz ki, (Rabbiniz o'dur) sizi yaratan, yaşatan besleyen, idarenize sahip olan ancak Allah Teâlâ'dır. (Ve) Siz nihayet (ona) O Yüce Yaratıcıya (döndürüleceksinizdir) âhirete sevkedileceksinizdir, dünyadaki amellerinize göre orada o Yüce Yaratıcının vereceği karşılığı bulacaksınızdır.
Hud suresi ayet 35
(Resûlüm!) Yoksa, "Bunu uydurdu" mu diyorlar? De ki: "Eğer onu uydurduysam günahım bana aittir. Fakat ben sizin işlediğiniz günahtan uzağım."
O cahil kavim (Yoksa onu) Nuh Aleyhisselâm'ın din adına kendilerine tebliğ ettiği şeyi kendisi Allah adına (uydurdu mu diyorlar?.) Evet.. Onlar öyle diyorlardı o mübarek Peygamberi tasdik etmiyorlardı. Cenâb-ı Hak da o Resulüne vahy etmiş idi ki. Ey Nuh!. O cahillere (de ki: Eğer ben uydurdum ise) hakikate aykırı olarak Allah adına öyle bir iddiada bulundum ise (günahı benim üzerimedir) o kazandığım iftiranın günahı vebali bana aittir. (Halbuki ben sizin yaptığınız günahtan uzağım) yani: Bana iftira isnat etmenizden dolayı karşı karşıya kaldığınız günahtan, onun cezasından ben uzak bulunmaktayım. Ben iftira etmiş değilim ki, günahkâr olmuş olayım. Bilâkis siz bana iftira isnat etmekle büyük bir azabı hak etmiş bulunmuşsunuzdur. Artık buna hazır olunur!. Bazı müfsirlere göre bu (SSÎ'inci âyeti kerime, bizim Peygamberimize yöneliktir ki: Onun Peygamberlere ve diğerlerine dair açıklamaları uydurma sayanları red için nazil olmuştur.
İcram;
Lügatte günahı, sakıncalı olan birşeyi kazanmak, kesbetmek, ve işlemek demektir.
Hud suresi ayet 36
Nuh'a vahyolundu ki: Kavminden iman etmiş olanlardan başkası artık (sana) asla inanmayacak. Öyle ise onların işlemekte olduklarından (günahlardan) dolayı üzülme.
Bu mübarek âyetler, Cenab'ı Hak'kın Hz. Nuh'a kavminden birçoklarının imân etmeyeceklerini açıklayarak kendisine teselli ettiğini ve bir gemi yapıp zalim kavmi hakkında bir yakarışta bulunmamasını emretmiş olduğunu bildirmektedir. Hz. Nuh'un da gemiyi yaptığını, bu sırada kendisiyle alay eden kavmine karşı ne şekilde karşılıkta bulunduğunu göstermektedir. Şöyle ki: (Ve Nuh'a) Allah tarafından (vahy olundu ki, muhakkak kavminden) küfr üzere İsrar edip duranlar (imân etmeyecektir) onlar Cenâb-ı Hak'ki birlemeyecekler, senin peygamberliğini tasdik eylemeyeceklerdir (ancak cidden imân etmiş) hakikati bilerek tam bir gönül rızasıyla imân şerefine kavuşmuş (olanlar müstesna) onlar temiz yaratılışlarını korumuş, imân nimetine ulaşmış mutlu bir topluluktan ibarettir, (artık) Ey Nuh!. O imân etmeyenlerin (yaptıkları şeyden dolayı üzülme) onların seni yalanlamaları, seninle alay etmeleri sebebiyle ümitsizlik ve üzüntüye düşme. Onlara, lâyık oldukları azaba, intikama uğrayacakları zaman yaklaşmıştır.
Hud suresi ayet 37
Gözlerimizin önünde ve vahyimiz (emrimiz) uyarınca gemiyi yap ve zulmedenler hakkında bana (bir şey) söyleme! Onlar mutlaka boğulacaklardır!
Ey Nuh!. (Gemiyi bizim nezaretimiz) Bizim koruma ve kollamamız ile (ve vahyimiz ile) bizim emrimizle, nasıl yapılacağına dair verdiğimiz bilgi ve ilhamımızla (yap) o vesile ile mü'minler kurtulacak kâfirlerde sular içinde boğulup gideceklerdir. (Ve zulm etmiş olanlar hakkında) Öyle seni yalanlayarak küfür ve şirk içinde yaşamayı tercih edenler hakkında (bana müracaatta bulunma) onlardan azabın kaldırılmasını benden isteme (Şüphe yok ki, onlar) kendi kâfirce hareketlerinin bir dünyevî cezası olmak üzere (boğulmuşlardır) yani: Onların boğulmaları hakkında Allah'ın hükmü çıkmıştır. Hz. Nuh hakkında kavminin yapmadıkları eza ve cefa kalmıyordu. Böyle olduğu halde o muhterem Peygamber, kavmini senelerce imâna davet etmiş, onların haklarında şefkat ve merhamet göstermiş idi. "Ey Rabbim!. Kavmimi bağışla, çünki onlar bilmiyorlar" diye duada bulunuyordu. Vaktaki, bu âyetler nazil oldu, onların kurtulmaya lâyık kimseler olmadığı anlaşıldı. Artık "Ey Rabbim!. Yeryüzünde kâfirlerden bir fert bırakma" diye duaya başladı.
Hud suresi ayet 38
Nuh gemiyi yapıyor, kavminden ileri gelenler ise, yanına her uğradıkça onunla alay ediyorlardı. Dedi ki: "Eğer bizimle alay ediyorsanız, iyi bilin ki siz nasıl alay ediyorsanız biz de sizinle alay edeceğiz!
(Ve) Hz. Nuh, aldığı ilâhî emirden dolayı (gemiyi yapıyordu) onu yapmaya başlamıştı (ve kavminden herhangi bir topluluk) herhangi bir cemaat o mübarek Peygamberin (yanından her geçip gidince de onunla alay ediyorlardı) onunla istihzada bulunuyorlardı. Ya Nuh!. Sen Peygamber olduktan sonra marangoz olmuşsun, o zamana kadar gemi görmemişlerdi, bunun ne için ne yapıldığını anlayamıyorlardı. O muhterem Peygamber de onlara (dedi ki: Ey cahiller!. (Eğer bizim ile alay ederseniz) bizim lüzumsuz birşey ile uğraştığımızı sanarda bize cahillik nisbet etmek isterseniz (artık şüphe yok ki, biz de sizin alay ettiğiniz gibi) bizi cahil gösterdiğiniz bizim boş şeyle uğraştığımızı sanarak alay ettiğiniz gibi (sizinle alay ederiz) biz kurtulup siz de boğulup gidince sizin cahilliğinizi düşünerek öyle bir felâkete lâyık olduğunuzu söyleriz. Bilinmektedir ki. Yüce bir Peygamber alay etmez. Bu tabir, karşılık verme, ve müşekele (aynı kelimenin farklı anlamda kullanılması) yoluyla söylenmiş oluyor. Bunlardan asıl maksat; "Ey cahiller!. Siz bu yaptığınız alayın pek korkunç sonucunu yakında görürsünüz" demekten ibarettir.
Hud suresi ayet 39
Kendisini rezil edecek azabın kime geleceğini ve sürekli bir azabın kimin başına ineceğini yakında bileceksiniz." (
Hz. Nuh, o kâfir gürühâ dedi ki: Ey benimle alay eden cahiller!. (Artık ileride bileceksinizdir ki, kendisini) dünyada boğmak (rezil edecek azap kime gelecektir) kimler boğulup gideceklerdir. (Ve daimî bir azap) uhrevî bir ceza, kesilmeyen bir ateş, ardı arkası gelmeyen bir cehennem azabı (kimin üzerine inecektir) ne büyük, ne edebî bir tehdit!. İşte o inkarcı kavim, böyle bir felâkete uğramak üzere bulunuyordu.
Hud suresi ayet 40
Nihayet emrimiz gelip de sular coşup yükselmeye başlayınca Nuh'a dedik ki: "(Canlı çeşitlerinin) her birinden iki eş ile -(boğulacağına dair) aleyhinde söz geçmiş olanlar dışında- aileni ve iman edenleri gemiye yükle!" Zaten onunla beraber pek azı iman etmişti.
Bu mübarek âyetler, Nuh Aleyhisselâm'ın kavmi için vadedilen azap zamanının geldiğini, tufanının geldiğini, tüf anın zuhura gelip müthiş bir vaziyet aldığını bildiriyor, İmân edenlerin gemiye binerek ve Allah'ın ismini zikrederek selâmet içinde kaldıklarını, Nuh Aleyhisselâm'ın oğlu Kenan'ın da o muhterem pederinin emrine itaat etmeyip dalgalar arasında helak olup gittiğini beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Hz. Nuh, gemiyi yapıp bitirince (nihayet emrimiz geldiği) kavminin helakine ilâhî irademiz tecelli eylediği (ve tandır kaynadığı) tandırdan sular fışkırmaya başladığı (vakit) Hz. Nuh'a vahy ederek (dedi ki: Onun içine) o yaptığın geminin içerisine (herbirinden) yeryüzünde bulunması takdir edilen her çeşit hayvandan (ikişer çift) birer erkek ve birer dişi yükle (ve aleyhinde söz geçmiş olanlar dışında aileni) de yükle ki, bunlar Hz. Nuh'un müslüman olan eşiyle müslim olan Sam, Ham ve Yasef adındaki üç oğludur. Hakkında Allah'ın hükmü geçmiş olandan maksat ise Hz. Nuh'un kendisine imân etmemiş olan diğer bir eşiyle Kenan veya Yâm adındaki oğludur. Bunlar kâfir bulunuyorlardı. (Ve imân etmiş olanları) Gemiye (yükle) yani: Ya Nuh! Kavminden sana imân edenleri de yanına al (ve maamafih pek azından başkası onunla beraber imân etmemişti.) Hz. Nuh'un dine davetine rağmen kavminin büyük bir kısmı küfr içinde yaşıyorlardı. Bir rivayete göre imân edenlerin sayısı (78) erkek ile kadından ibaretti. Bunların sekizi Hz. Nuh'un ailesi bulunuyordu ki: Onlar da Hz. Nuh'un bir eşiyle üç oğlu ve bunların üç hanımı idi. Velhâsıl, İmân edenler az bir cemaat idi. Sayılarını Cenâb-ı Hak bilir.
Rivayete göre Hz. Nuh, gemiyi abanoz ağaçlarından yapmış iki veya dört senede bitirmiştir. Bu geminin üç tabakası vardı. Alt tabakasında vahşi, haşerât denilen hayvanlar, orta tabakasında diğer evcil hayvanlar, üst tabakasında da Hz. Nuh ile kendisine imân etmiş olanlar bulunuyordu. Bu gemi, ilk yapılan bir gemidir. Bir rivayete göre bunun uzunluğu üçyüz arşın imiş. Hz. Adem'in mübarek cesedinin bu gemiye alınmış olduğu rivayet olunmaktadır. Kendisine ihtiyaç görülen yiyilecek şeylerde gemiye alınmıştı.
Tennurdan ve onun feveranından maksat nedir?. Bilindiği üzere Tennür lügatte tandır dediğimiz ve içinde ekmek pişirilen bir ocaktır, bir nevi fırmdır. Feveran da kaynamak, fışkırmak demektir. Bu âyeti kerimedeki tennurun feveranı ise çeşitli şekillerde yorumlanmıştır. Kısacası deniliyor ki:
(1) Bu tennür bir ocaktan ibaret idi. Bu Hz. Adem'e ait olup taştan yapılmıştı. Hz. Nuh'a intikâl etmiş idi, eşi bunda ekmek pişirirdi. Bu tennurdan suların fışkırmaya başlaması, tufan için bir alâmet bulunmuştu. Müfessirlerin birçoğu bu görüştedirler. Bu tennür Küfe'd e veya Şam'da veyahut Hint'te bulunuyordu.
(2) Bundan maksat, suların yüksek bir mevkiden itibaren fşıkırmış olmasıdır. Bu bir kinaye yoludur. Tennurdan suların fışkırması gibi tasvir edilmiştir. Suların öyle galeyana başlaması, ateşin, sıcaklığın, parlamaya, yayılmaya başlaması gibi sayılmıştır.
(3) Tennurdan maksat, yeryüzüdür. Yeryüzüne de tennür denilmiştir. Suların yerden fışkırması da onun galeyanından, her tarafa yayılmaya başlamasından ibarettir.
(4) Bundan maksat. Fecrin doğusu ile sabah nurlarının, şafak ışıklarının etrafa satılmasıdır. Böyle bir andan itibaren gemiye binilmesi emr olunmuş oluyor. Bu, İmamı Ali Hazretlerinden mervidir.
(5) Bundan maksat, Ebu Hayyan in tefsirinde beyan olunduğuna göre gemide suyun toplantığı mevkiidir. Bu yorum, geminin âdeta kazanlı olup içindeki kaynama suyun buhariyle hareket eder bir halde buunduğunu gösteriyor. Gerçekte Hz. Nuh'un aldığı ilâhî bir vahiyden dolayı bugünkü buhar ile hareket eden gemiler gibi bir gemi meydana getirmiş olduğu gözden uzak tutulamaz. Tufandan sonra toplum hayatı uzun bir müddet felce uğramı;, birçok şeyler unutulmuş, bu mükemmel gemi de devam etmeyip unutulmuş olabilir. Bilâhere fennin ilerlemesiyle şimdiki buharlı gemiler de meydana getirilmiştir. Maamafih bu hususta kesin bir hükm verilemez. Gerçek bilgi Allah katındadır.
Hud suresi ayet 41
(Nuh) dedi ki: "Gemiye binin! Onun yüzüp gitmesi de, durması da Allah'ın adıyladır. Şüphesiz ki Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir."
(Ve) Nuh Aleyhisselâm, kendisine imân eden zatlara (dedi ki: Onun içine) geminin içerisine (onun gitmesi ve durması anında da) her iki vaziyetinde de (Allah Teâlâ'nın ismini zikrederek binin) yani: Cenâb-ı Hak'kın ismini anarak veya Bismillah diyerek gemiye binen, veyahut o geminin yürümesi de, durması da Cenab'ı Hak'kın mukaddesi ismine bağlı bulunduğu için artık korkmayın, o tufandan size bir zarar gelmez. (Şüphe yok ki, Rab'bim gafurdur) günahları, hataları bağışlar, (rahimdir) kullarına merhameti çoktur. Onun bu af ve merhameti sayesindedir ki. Ey müminler!. Sizi bu felâketten, bu müthiş tufandan kurtararak selâmete kavuşturacaktır.
Hud suresi ayet 42
Gemi, dağlar gibi dalgalar arasında onları götürüyordu. Nuh, gemiden uzakta bulunan oğluna: Yavrucuğum! (Sen de) bizimle beraber bin, kâfirlerle beraber olma! diye seslendi.
O mü'minler de Allah'ın ismini zikrederek gemiye biniverdiler (ve gemi onları dağlar gibi) büyük, su üzerine yükselmiş olan (dalgalar içinde götürüyordu.) Sular en yüksek dağların üzerine yükselmişti. (Ve Nuh) Aleyhisselâm (oğluna) Kenan'a, diğer bir görüşe göre Yama (seslendi) onu tufandan kurtarmak istedi (o) ise muhterem pederinden (ayrı bir yere çekilmişti) pederinin dinine tâbi olmamış, onunla beraber gemiye binmemişti. (Ey oğlum!. Bizimle beraber) gemiye gel (bin ve kâfirler ile) din ve mekân itibariyle (beraber olma) eğer imân etmez, bizimle gemiye binmez isen helak olur gidersin dedi.
Hud suresi ayet 43
Oğlu: Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım, dedi. Nuh "Bugün Allah'ın emrinden (azabından), merhamet sahibi Allah'tan başka koruyacak kimse yoktur" dedi. Aralarına dalga girdi, böylece o da boğulanlardan oldu.
Nuh Aleyhisselâm'ın oğlu ise (Dedi ki: Ben bir dağa iltica edeceğim) yüksek bir yere sığınacağım, o dağ (beni sudan korur) ben helak olmam. Nuh Aleyhisselâm da ona (dedi ki: Bugün Allah'ın emrinden) azabından (koruyacak yoktur) o azaba birşey mâni olamaz, öyle dağa sığınmak seni o azaptan kurtaramaz. (Onun rahmet ettiği müstesna) Ancak Cenab'ı Hak'kın merhametine kavuşanlar bu tufan felâketinden korunurlar, bundan kurtuluş için başka çare yoktur. (Ve ikisinin arasına) yani: Nuh Aleyhisselâm ile onun emir ve tavsiyesini dinlemeyen oğlu arasına (dalga giriverdi de o) Hz. Nuh'un oğlu (boğulanlardan oldu) diğer kâfirler gibi tufan dalgaları arasında helak olup gitti. Velhâsıl: Kenan, böyle cahilce bir iddiada bulundu, Cenab'ı Hak'kın kudretini, azabım düşünmedi, muhterem pederinin nasihatini, ihtarını dinlemedi, kendisini ebedî bir felâkete uğratmış oldu. İşte hakkı kabul etmeyenlerin, faideli öğütleri dinlemeyenlerin âkibetleri isterse, kendileri soy bakımından en yüksek zatlara, ailelere mensup olsunlar. Yazıklar olsun bu gibi kıssalardan hisse almayanlara.
Hud suresi ayet 44
(Nihayet) "Ey yer suyunu yut! Ve ey gök (suyunu) tut!" denildi. Su çekildi; iş bitirildi; (gemi de) Cûdî (dağının) üzerine yerleşti. Ve: "O zalimler topluluğunun canı cehenneme!" denildi.
Bu mübarek âyetler, tufanın sona erip kâfirlerin helak olduklarını, Hz. Nuh'un oğlu hakkındaki yalvarışını ve verilen ilâhî cevabı, Hz. Nuh'un da Allah'ın affına sığındığını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve) tutanın meydana gelmesini ve kâfirlerin helakini müteakip Allah tarafından denildi ki: Yani: İlâhî irâde tecelli etti ki: (Ey yer!. Suyunu yut) İçerine çek (ve ey gök) sen de açı! (açı!) suyunu tutuver, yağmurların sona ersin (ve su kesildi) noksanlanarak kaybolup gitti (ve iş bitirilmiş oldu) yani: Kâfirlerin, helaki, mü'minlerin de kurtuluşu hakkındaki Allah'ın va'di yerine getirilmiş bulundu. Veya Allah'ın emri ve takdiri tamamiyle ortaya çıktı (gemi de Cudi dağı üzerine yerleşti) orada durup kaldı. Cudi dağı ise Musul civarında veya Şam'da veya Âmirdeki bir dağdan ibarettir. (Ve) Allah tarafından veya Hakkın emriyle melekler veya Hz. Nuh tarafından (zâlimler olan kavim için uzaklık) helak, rahmetden mahrumiyet (olsun denildi) çünki ilâhî dini tanımayan, kendi haklarında pek hayrı tavsiye edici olan bir Peygamberin öğütlerini red eden bir kavim, pek zâlim kimseler bulunduklarından dolayı böyle bir akıbete lâyık olmuştu. Öyle ıslah edilmeleri mümkün olmayan zâlimler aleyhine olan bir dua ise hikmet gereği ve faydalı olduğundan caiz bulunmuştur. "Rivayete göre, Nuh Aleyhisselâm, Recep ayının onuncu günü gemiye binmiş, Muharremin onuncu günü gemiden inmiş ve Cenâb-ı Hak'ka şükr için o gün oruç tutmuştur. Binaenaleyh Muharrem'in onuncu günü oruç tutmak bir sünnet bulunmuştur.
"Bel" lâfzı, belirsiz etmek, yiyecek ve içeceği sür'atle yutmak demektir. Kâli, lâfzı da koparmak demektir, iklâ'da bir şeyden men'etmek manasınadır.. "Gayz" da suyun azalması, çekilip eksilmesi, gitmesi demektir.
Hud suresi ayet 45
Nuh Rabbine dua edip dedi ki: "Ey Rabbim! Şüphesiz oğlum da ailemdendir. Senin vâdin ise elbette haktır. Sen hakimler hakimisin."
(Ve Nuh Rab'bine seslendi) Dua ve sualde bulundu (dedi ki: Ey Rabbim!. Şüphe yok ki, oğlum) Kenan da (benim ailemdendir) o da benim bakmakla yükümlü olduğum kimseler cümlesindendir. (Ve muhakkak ki, senin vadin haktır) Beni ve ailemi kurtaracağını da va'd buyurmuş idin, artık hikmet nedir ki, oğlum kurtuluşa eremedi: Senin vadin ise kesin doğrudur, ondan dönmek olamaz. (Ve) Ey Rabbim!. (Hâkimler'in en hâkîm'i sensin) çünki sen bütün hakîmlerin en âdili, en âlimisin.. Veya sen hikmet sahiplerinin en ziyâde hikmet ile vasıflananısın. Artık şüphe yok ki, bu kurtuluşa ulaşamamak da bir hikmete dayanmaktadır.
Hud suresi ayet 46
Allah buyurdu ki: Ey Nuh! O asla senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir iştir. O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben sana cahillerden olmamanı tavsiye ederim.
(Buyurdu ki,) Yani: Allah'ın vahyi geldi ki: (Ey Nuh!. O) O kurtuluşa ermemiş oğlun (muhakkak senin ehlinden değildir) o senin ailenden sayılamaz. Yahut o, gemiye kendilerini bindirmek için sana emr ettiğim ailenden değildir. Çünki o, kâfir olduğu için senin ailenden istisna edilmiştir. (Şüphesiz ki, o sahih olmayan bir iştir.)
Yani: Onun hareketi doğru ve takdire lâyık bulunmamıştır. Yahut o salih bir amel sahibi değildi. Bu cihetle o senin ailenden olma şerefini kaybetmiştir. Çünki insanlar arasındaki akrabalık ve yakınlığın asıl sebebi, din birliğidir. Bu bir manevî yakınlaşmadır. Allah'ın dinine bağlanma ve ona uyma hususunda birlik olanlar, biri birinin yakınıdır, dostudur. Aralarında manevî bir yakınlık, bir din kardeşliği vardır. Mü'minler ile kâfirler arasında ise hakikî bir alâka mevcut değildir. Binaenaleyh bir ailenin fertleri aynı dine mensup, aynı terbiye ile vasıflanmış olmadıkça aralarında hakiki, Allah katında makbul bir yakınlık mevcut olmuş olamaz. İşte Hz. Nuh ile soyca oğlu arasındaki vaziyet, bunu göstermektedir. (Artık) Ey Nuh -Aleyhisselâm-(hakkında bilgin olmayan) meydana gelmesi sevap, hikmete uygun olup olmadığı sence meçhul bulunan, kesin olarak bilinmeyen herhangi (bir şeyi benden sorma) benden isteme, kısacası Kenan da küfr içinde bulunduğu için onun kurtuluşa ermesi hikmete aykırı olacağından artık bir baba şefkatinin eseri olarak onun neden kurtulmadığını sormaya mahal yoktur, (muhakkak ki, ben sana cahillerden olmayasın diye öğüt veririm) tâki: Cahiller gibi uygun olmayan suallerde bulunmayasın.
Allah'ın bu emri Hz. Nuh hakkında ilâhî bir lutfun tecellisi demektir. Çünki Peygamberler haddizatında ma'sûmdurlar. Onlar günah işlemezler. Binaenaleyh Hz. Nuh'un sorduğu bu sual, bir günah değildir. Belki daha üstün ve daha mükemmel olanı terketmek kabilindendir. Veya ictihadındaki bir hatadan ibarettir. Oğlunun mü'min olduğunu zannetmesinden doğmuştur. İşte bu âyeti kerime de Hz. Nuh'un böyle daha faziletli ve mükemmel olanı, yani soru sormamayı terketmiş olduğuna veya i et i had ve kanaatinde isabet edememiş bulunduğuna bir tenbiht en ibaret bulunmuştur, bu büyük bir öğütten bir hayrı tavsiye etmekten başka değildir.
Hud suresi ayet 47
Nuh dedi ki: Ey Rabbim! Ben senden hakkında bilgim olmayan şeyi istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve esirgemezsen, ben ziyana uğrayanlardan olurum!
Bu ilâhî vahiy üzerine Hz. Nuh (Dedi ki: Ey Rab'bim!. Ben senden hakkında bilgini olmayan) yani: Meydana gelmesinin bir hikmet gereği olduğunu bilmediğim veya doğru olduğuna bilgim bulunmayan veyahut doğru olup olmadığına muttali bulunmadığım (bir şeyi senden sormaktan) böyle bir sualde bulunmaktan (şüphe yok ki, ben sana sığınırım) beni öyle bir suâlden koru. (Ve eğer benim için mağfiret etmez) benden sâdır olan yersiz bir suâlden dolayı beni bağışlamaz (ve beni esirgemez isen) yani: Tövbemi ve özrümü kabul etmek suretiyle bana merhametde bulurumaz isen (ben ziyana düşenlerden) zarar ve ziyana, manevî mes'uliyete uğrayanlardan (olurum) bu âyeti kerime, bütün insanlık için bir uyanma dersi vermektedir. Şöyle ki: Masum, her yönüyle Allah'ın lûtfuna kavuşmuş olan yüce bir peygamber, zeile kabilinden olan yersiz bir sualinde n dolayı böyle Cenâb-ı Hak'ka sığınarak ondan bağış ve rahmet niyazında bulunursa artık günahkâr olan biz insanlar, birçok kusurlarımızdan dolayı ne kadar pişmanlıkta bulunmalıyız, ne kadar tevbe edip af dileyerek Allah Teâlâ'nın af ve bağışına sığınmalıyız. Artık bunu düşünmeli, buna göre hareketimizi, ıslaha ve tanzime çalışmalıyız. Ve Başarı Allahtandır.
Hud suresi ayet 48
Denildi ki: Ey Nuh! Sana ve seninle beraber olan ümmetlere bizden selam ve bereketlerle (gemiden) in! Kendilerini (dünyada) faydalandıracağımız, sonra da bizden kendilerine elem verici bir azabın dokunacağı ümmetler de olacaktır.
Bu mübarek âyetler, Hz. Nuh ile kendisine tabi olan mü'minlerin gemiden tam bir selâmet ve bereketle yeryüzüne indiklerini ve bir nice kavimlerin Allah'ın azabına uğradıklarını bildirmektedir. Hz. Nuh ile kavmine ait olan bu tarihî hâdiselerin, kıssaların ise Rasülü Ekrem ile kavmi tarafından bilinmez iken bunlara dâir olan Kur'ânî açıklamaların gayba ait haberler cümlesinden olduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Allah tarafından (Denildi ki: Ey Nuh!. Bizden bir selâm ile) bir emniyet ve selâmet ile (ve senin üzerine ve seninle beraber olanlardan doğacak ümmetler üzerine .birçok bereketler ile) gemiden veya dağdan düz yeryüzüne (in) yani: Ey Nuh!. Yeryüzünün bütün sular içinde bulunmasından ve orada yaşamanın, bitkiler ve hayvanlar adına bir şey kalmadığından dolayı müşkül olduğunu düşünerek endişede bulunma. Sana ve sana tâbi olanlara ve kıyamete kadar imân edenlere emniyet, selâmet ve sürekli olarak çeşitli rızıklar verilecektir. Bu, Hz. Nuh'un tövbesinin kabulüne ve kendisinin ziyandan kurtularak çeşitli ilâhî lutuflara kavuşması için bir müjde mahiyetinde bulunmuştur. (Ve bir takım ümmetleri de ileride fâidelendireceğiz) Onlardan ve senin zürriyetinden dünyaya gelecekler, yeryüzünde yaşayacaklar, faidelere, servetlere kavuşacaklardır. Fakat onlar mü'min olmayacaklarından dolayı (sonra onlara bizden acıklı bir azap dokunacaktır.) Onlar âhiretde şiddetli cehennem azabına uğrayacaklardır, dünyadaki varlıkları kendilerine fâide vermeyecektir. Gerçekten de Hz. Nuh'tan sonra yeryüzünde yine insanlık kitlesi gelişip çoğalarak yayılmaya başlamış, kendilerine birçok Peygaberler gönderilmiş, buna rağmen büyük bir kısmı Allah'ın dininden ayrılarak küfr içinde yaşamı; ve yaşamakta bulunmuştur. İşte bütün bunların hepsi de âhiretde pek acıklı bir azaba uğrayacaklardır. Hatta bir kısmı dünyada da çeşit çeşit azaplara, felâketlere uğramışlardır, İnsanlık tarihi, buna şahitdir
Hud suresi ayet 49
(Resûlüm!) İşte bunlar sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bundan önce onları ne sen biliyordun ne de kavmin. O halde sabret. Çünkü iyi sonuç (sabredip) sakınanlarındır.
(İşte bu) Nuh Aleyhisselâm'ın kıssası, onun ve kavminin hakkındaki haber (gayıp haberlerindendir.) Diğer haberler gibi gelişigüzel, herkesçe bilinen haberlerden değildir. (Bunu) Bu Nuh Aleyhisselâm ile kavmi hakkındaki haberi (sana vahy ediyoruz) Kur'an'ı Kerim vasıtasiyle bildiriyoruz, (bunları ne sen ve ne de senin kavmin bundan evvel) Kur'an'ın inmesinden önce (bilir değildiniz) Gerçekten tüfân hadisesi, insanlar arasında meşhur ise de onun ayrıntılarına, meydana gelmesinin sebeplerine ve diğer ayrıntılarına vâkıf değildiler. Bunlar gayıp kabilinden bulunuyordu. Özellikle Rasûlü Ekrem hikmet gereği ümmi idi, kavmi de dünya tarihini bilmekten mahrum kimseler bulunuyordu. Bu sebeple de böyle bir kıssadan haberleri yok idi. Sonra Cenab'ı Hak, Kur'an'ı Kerim vasıtasiyle Peygamber Efendimizi ve onun ümmetini bunlardan ayrıntılı olarak haberdar buyurmuştur. (Artık) Ey Yüce Peygamber!. Sabret sana imân edenler de sabretsinler. Bir takım kâfirlerin ezâ ve cef âşinâ karşı tahammül gösteriniz. Risaletini tebliğden geri durma, geçici bir ezâ ve cef âyâ katlan. Nitekim Nuh Aleyhisselâm da böyle eziyetlere, üzüntülere karşı sabr etmiş idi. (Şüphe yok ki, akıbet sakınanlar içindir) Dünyada zafere ulaşmak, âhirette de kurtuluş ve selâmete kavşumak, küfrden ve günahlardan sakınan kullar için va'd olunmuştur. Bu Kur'ânî açıklamalar, Rasûlü Ekrem için bir teselli ve müjdeyi içermektedir. Gerçekte Rasûlü Ekrem bu nimetlere kavuşmuştur. Yaydığı İslâm dini de kıyamete kadar devam edip insanlık âlemine nurlar saçacaktır.
Kur'an-ı Kerim'de bu gibi Peygamberlere ait kıssaların bir kısım sürelerde tekrar tekrar beyan buyumlması çeşitli hikmetlere; faydalara dayanmaktadır. Bununla beraber bu kıssaların çoğusu çeşitli usul ile, başka başka ilâveler, mevzular ile bildirilmiş, Kur'an'ı Kerim'in bir söz mucizesi olduğu bu şekilde de tecelli etmiştir. Sonra Rasûlü Ekrem, vakit vakit birçok cemaatlar ile temasta bulunuyor, onlara icabına göre Peygamberlerin hayat tarihlerinden bahse lüzum görülüyordu. Bu sebeple de bu kıssalar tekrar ederek beyan buyurulmuştur. Bir de Peygamber devrindeki kâfirler, kâh ilâhî azabın kâfirlerin başına geleceğini inkâr ediyorlardı, kâh da dindar olanlara karşı pek vahşîce hareketlere cür'et gösteriyorlardı. Artık evvelki Peygamberlerin de onlara inananların da böyle inkârlar, eziyetler karşısında kalmış oldukları beyan buyuru I arak Rasûlü Ekrem'e ve onun dinine girmiş olan müslümanlara tarihî örnekler gösterilmiş, teselli vermek hususu temin buyurulmuştur. Eğer bu kıssalara, bu ibret alınacak olaylara, bir kere yer verilmiş olsa idi, bu kadar nazarı dikkati cebedemiyeceği cihetle Kur'an-ı Kerim'in inişindeki hikmete; faydaya da uygun olamazdı. Binaenaleyh Kur'an'ı Kerim'deki bazı âyetlerin, kıssaların böyle tekrar etmesi daha birçok hikmetleri, fâideleri içermektedir..
Enbiya suresi ayet 76
Ve Nuh'u da- hatırla!. 0 vakit ki, o evvelce niyazda bulunmuştu. Biz de ona icabet etmiş nihayet onu da, ehlini de pek büyük bir gamdan kurtuluşa erdirmiştir.
Bu mübarek âyetler de dördüncü bir kıssa olmak üzere Nuh Aleyhisselâm ile ona imân edenlerin kurtuluş sahasına erdiklerini, âsi ve inkarcı olan kavminin de helak olup gittiklerini beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey Yüce Resulüm!. (Ve Nuh'u da) hatırla, onun da tarihî hallerini bir ibret dersi olmak üzere başkalarına zikret, anlat. (0 vakit ki: o) Nuh Aleyhisselâm (evvelce) Hz. Lût'tan ve benzerlerinden önce Cenab-ı Hak'kın müsaadesiyle (niyazda) kavminin helaki hakkında duada yeryüzünde kâfirlerin dolaşıp durmamalarını temennide (bulunmuştu) çünkü, o muhterem Peygamber, İmandan mahrum, insanî faziletlerden nasipsiz kimselerin yeryüzünü kirletip durmalarından müteessir bulunmuştu. Cenab-ı Hak da buyuruyor ki: (Biz de ona icabet etmiş) o muhterem Peygamberin duasını azametimizle kabul eylemiş sonunda onuda) Hz. Nuh'u da (ehlini de) imânlarında sebat eden zatları da, aile fertlerini de (pek büyük bir gamdan kurtuluşa erdirmiştik) yani: Onları, o kavmin yalanlamasından, eza ve cefâsından, tufanın da müthiş dalgalarından koruyup himaye ederek kendilerini selâmet sahasına kavuşturmuştuk.
Enbiya suresi ayet 77
Ve bizim âyetlerimizi yalanlayan bir kavimden onu muhafaza ettik, şüphe yok ki, onlar kötülük yapan bir kavim idiler. Artık onları toptan -suda- boğuverdik.
(Ve bizim âyetlerimizi) kudretimize, birliğimize şahitlik eden sübjektif ve objektif sonsuz delilleri, kanıtları ve Nuh Aleyhisselâm gibi bir yüce peygamberin gösterdiği mucizeleri, delilleri (yalanlayan bir kavimden) maddî kuvvetlerine güvenen bir insanlık kütlesinden (onu) Hz. Nuh'u (muhafaza ettik) o inkarcıları kahrederek kendisini yardımımıza nail kıldık, (şüphe yok ki, onlar) o Nuh kavmi (kötülük yapan) iyi amellerden kaçınan (bir kavim idiler) hakkı yalanlıyorlardı, şerre ve diğer ahlâksızlıklara düşkün bulunuyorlardı, (artık onları cümleten) tufan hâdisesinin müthiş dalgaları arasında (boğuverdik) çünkü böyle bir dinsizliğe devam etmek, şer ve fesada düşkün olmak mutlaka helâkî getirir. Böyle kötü hallere mübtelâ olanlar sonunda mahv ve yok olup giderler. Dünya tarihi, buna birçok örnekler göstermektedir. İşte Nuh kavminin helaki da bu cümledendir.
tahsin33 (hocam) yaptığınız bu büyük hizmetinizin karşılığını teşekkürle ödemeye çalışmıyoruz; ödemeye gücümüz yetmez, ödeyemeyiz. hz allah c.c ruzi mahşerde emeğinin karşılığını verir inşallah.
ellerin dert görmesin CEZAKALLAHU HAYRAN...
Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.13.Asrın MüceddidiBEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ
kartal__13,
Değerli kardeşim Allah CC razı olsun
Bu gün Allah için ne yaptın dendiğinde bir cevabımız olsun inş. sizi takip ediyorum Allah CC sizinde emeklerinizin karşılığını en güzel şekilde versin
Müminun suresi ayet 23
Andolsun ki, Nuh'u kavmine gönderdik ve o: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin için O'ndan başka bir tanrı yoktur. Hâla sakınmaz mısınız? dedi.
Bu mübarek âyetler, Nuh Aleyhisselâmın kıssasını, kavminin Allah'ın dinine davet buyurmuş olduğunu bildiriyor. Kavminden ileri gelenlerin de Hz. Nuh'un bir beşer olduğunu ileri sürerek onun risaletini inkâr, kendisine delilik isnat ve bir müddet beklenilmesini tavsiye etmiş olduklarını naklediyor. Hazreti Nuh'un da kavminin inkârına karşı Allah'ın yardımını niyazda bulunmuş olduğunu şöylece beyan buyurmaktadır. (Andolsun ki) muhakkak bir tarihi olaydır ki, vaktiyle (Nuh'u kavmine) Peygamber (gönderdik) insanlığın ikinci babası sayılan o muhterem Peygamber, zamanında bulunan ve kendisiyle aynı lisanı konuşan, bu sebeple aralarındaki bir ırk birliği meydana gelmiş, fakat ilâhi dinden mahrum bulunmuş olan kimselere (dedi ki: Ey Kavmim!) yalnız (Allah'a ibadet edin) çünkü sizin ilâhınız, mabudunuz, yaratıcınız, ancak odur. (Sizin için ondan başka bir ilâh yoktur) Gerçek mabûd olan ondan başka değildir, (artık sakınmaz mısınız?.) 0 yüce mabudun azabından korkmaz mısınız ki, bir takım mahlûkları mabut tanımış, dalâlete düşmüş bulunuyorsunuz
Müminun suresi ayet 24
Bunun üzerine, kavminin inkarcı ileri gelenleri şöyle dediler: "Bu, tıpkı sizin gibi bir beşer olmaktan başka bir şey değildir. Size üstün ve hâkim olmak istiyor. Eğer Allah (peygamber göndermek) isteseydi, muhakkak ki melekler gönderirdi. Biz geçmişteki atalarımızdan böyle bir şey duymadık."
(Bunun üzerine) Hazreti Nuh'un bu ihtarına karşı (kavminden kâfirler olmuş olan ileri gelen bir zümre) kavminin eşrafından sayılan dinsiz bir taife, diğer halk takımına (dedi ki: Bu) Peygamberlik iddiasında bulunan Nuh -Aleyhisselâm- (başka değil) öyle iddia ettiği gibi Allah tarafından gönderilmiş bir Peygamber değil, o (ancak sizin gibi bir insan) aranızda bir fark yok, artık o nasıl olur da Peygamberlik gibi bir imtiyaza sahip bulunur!. 0 bu iddiası yi e (istiyor ki, sizin üzerinize üstünlük etsin) sizin âmiriniz olsun, sizi kendi arzusuna tâbi kılsın. (Ve eğer Allah dilemiş olsa idi) size bir Peygamber göndermek, sizi başkalarına ibadetten men eylemek istemiş bulunsa idi (elbette melekleri indirirdi) onları size Peygamber gönderirdi (biz bunu) yani: Yalnız bir Allaha ibadet edilip de başkalarına ibadet edilmemesini veyahut Nuh gibi peygamberlik davasında bulunmuş bir kimseyi (babalarımız arasında işitmedik) geçmiş ümmetler içinde böyle bir Allah'ın birliği inancı anlatılmış değildir.
Bu cahil kavmin sözleri, kendilerinin akıl ve mantığa aykırı şüpheler içinde kalmış olduklarını göstermektedir. Bunlar, taşlardan, ağaçlardan yapılmış putların Hanlığına, mâbudluğuna inandıkları halde bir insanın peygamber olacağına razı, inanmış bulunmuyorlardı. Düşünmüyorlardı ki: Bütün insanlık fertleri, melekler ile görüşerek dinî
hükümleri o meleklerden bizzat işitip almaya müstait olamazlar. Allah Teâlâ ancak bir kısım seçkin kullarını melekler vasıtasiyle vahyi almaya müstait bir tabiatta yaratmıştır, böyle bir yetenek bütün insanlığa verilmemiştir. Bu hikmete aykırıdır. Bu sapıklar diyelim ki melekler insan şekline girip kendilerine görünecek, Allah'ın hükümlerini tebliğ edecek olsalardı yine o melekleri de insan sanarak inkâr ederlerdi.
Müminun suresi ayet 25
"Bu, yalnızca kendisinde delilik bulunan bir kimsedir. Öyle ise, bir süreye kadar ona katlanıp bekleyin bakalım."
0 cahil taife şöyle bir şüpheye de düşerek dediler ki: (bu) Nuh Aleyh i s selâm (başka değil, kendisinde delilik bulunan bir erkek) onun içindir ki Allah'ın birliğini iddia ederek bizi putlarımıza tapmaktan men ediyor, (Binaenaleyh onu bir zamana kadar gözetiniz) durumunun sonunu bekleyiniz, ya iyileşerek hastalıktan kurtulur, artık öyle bir iddiada bulunmaz veya ölüp gider de biz de onun tekliflerinden kurtulmuş oluruz.
Müminun suresi ayet 26
(Nuh), Rabbim! dedi, beni yalanlamalarına karşı bana yardım et!
Hz. Nuh da sapıklık içinde çırpınıp duran kavminin durumunu ıslah etmesinden, hidayete, kurtuluşa ermesinden ümitsizliğe düşerek (dedi ki: Yarabbü. Bana yardım et) onlara karşı bana yardım buyur, o inkârlarında ısrar edip duran kâfirleri helak et (onların beni tekzib etmelerine karşı) onları bu yalanlamaları sebebiyle mahv et ve cezalandır. Çünkü bir Peygamberi yalanlamak, onu gönderen zatı da yalanlamak ve hafife almak olur. Artık Allah Teâlâ'nın muhterem bir resulünü tekzib etmek rezaletine cür'et eden kimseler, elbetteki helak olmaya lâyık olmuş olurlar. Onların yeryüzünde dolaşıp durmaları elbetteki, arzu edilmez.
Müminun suresi ayet 27
Bunun üzerine ona şöyle vahyettik: Gözlerimizin önünde (muhafazamız altında) ve bildirdiğimiz şekilde gemiyi yap. Bizim emrimiz gelip de sular coşup yükselmeye başlayınca her cinsten eşler halinde iki tane ve bir de, içlerinden, daha önce kendisi aleyhinde hüküm verilmiş olanların dışındaki aileni gemiye al. Zulmetmiş olanlar konusunda bana hiç yalvarma! Zira onlar kesinlikle boğulacaklardır.
Bu mübarek âyetler de Nuh Aleyhisselâmın bir gemi yapmakla ve mümin olanları o gemiye almakla ve o gemiye binince Cenab-ı Hak'ka hamd etmekle ve bir selâmet sahasına kavuşmasını Hak Teâlâ'dan niyaz eylemekle mükellef olmuş olduğunu bildiriyor ve Hz. Nuh'a ait olan bu birinci kıssada Allah'ın kudretinin büyüklüğüne, yüce peygamberlerin doğruluklarına ve güzelce sonlarına delâletler, işaretler bulunduğunu şöylece beyan buyurmaktadır. Allah Teâlâ Hazretleri buyuruyor ki: Nuh Aleyhisselâm'ın Allah'ın yardımını temennisi sebebiyle (artık ona vahyettik ki) Ey Nuh!. (Bizim nezaretimiz ve vahyimizle) yani: Yüce Mabûd'un hıfz ve koruması ile onun emir ve öğretmesiyle, sana vereceği kuvvet ve yetenek ile (gemiyi yap) seni ve sana tâbi olanları selâmet sahiline erdirecek bir gemi inşa et. Rivayete göre Cibril-i Emin, Cenab-ı Hak'kın emriyle Nuh Aleyh i s selâm'a geminin yapılmasını öğretmiş, ondan ne şekilde istifade edileceğini bildirmiştir. (Vaktaki emrimiz gelir de) yani: Dinsizler hakkında mukadder olan ilâhi emir yaklaşmış olur da (tennur kaynamağa başlarsa) yani: Hz. Ademden intikâl etmiş olan bir ekmek tandırı, adeta aykırı olarak bir su kaynağı kesilmeğe başlaşmış bulunursa veyahut yeryüzünden sular fışkırmaya yüz tutarsa (hemen o gemiye) hayvanların (her birinden iki çift) bir erkek, diğeri dişi olmak üzere ikişer adet al (ve aleyhinde söz geçmiş olandan başka) yani: Helakleri takdir edilmiş bulunan bir eşin ile oğlun Kenandan başka (aileni de al) mümin olan ehlibeytini de evlâdını da o gemiye al (Zulmetmiş olanlar hakkında) küfre düşmüş, nefislerini helake mâruz bırakmış olanlara dair (bana bir hitapta bulunma) onların Tufan azabından kurtulmaları için istekte, bir temennide bulunup durma. Zira (Şüphe yok ki, onlar boğulmuşlardır.) Onların şirk ve isyanları yüzünden boğulup cezalarına kavuşacakları hakkında ilâhi hüküm tahakkuk etmiştir. Onlar gördükleri birnice mucizelere, apaçık delillere rağmen küfürlerinde devam edip gittikleri için nefislerine zulmetmiş, artık o zulmün cezasına kavuşacakları zaman yaklaşmıştır.
Müminun suresi ayet 28
Sen, yanındakilerle birlikte gemiye yerleştiğinde: "Bizi zalimler topluluğundan kurtaran Allah'a hamdolsun" de.
Ey azim sahibi Peygamberlerden olan Hz. Nuh!. (Sen ve seninle beraber olanlar) mümin olan çoluk çocuğun ve diğer müminler ile birer çift hayvanat (geminin üzerine çıktığınızda) orada oturup yerleştiğiniz zaman, sizi kurtuluşa erdirecek olan Allah Teâlâ'ya şükran arzında bulunarak (de ki: Hamd o Allah'a olsun ki, bizi o zalimler olan kavimden) o kâfir inatçı kimselerden (kurtardı) onları boğulmaya mahkûm ederek bizi selâmete erdirdi. Evet.. Öyle dinsiz, ahlâksız bir taifenin içinden ayrılıp bir selâmet sahasına ermek, onların uğursuzluğundan dolayı bir felâkete, bir cezaya uğramamak büyük bir lütufi ilâhidir. Artık bundan dolayı o yüce yaratıcıya hamd ve övgüde bulunmak, bir kulluk vazifesidir.
Müminun suresi ayet 29
Ve de ki: Rabbim! Beni bereketli bir yere indir. Sen, iskân edenlerin en hayırlısısın.
Ey sânı yüce Nuh!. (De ki: Yarabbil. beni bir mübarek yere indir) gemimi bir selâmet sahiline kavuştur, beni, bana tâbi olanları hayır ve bereketi bol olan bir yere ulaştırmak lütfunda bulunan (ve sen) Ey Rabbi Kerim!. Şüphe yok ki, (indirenlerin) konuklayanların, bir iltifat yerine kabul edenlerin (en hayırlısısın) çünkü senin ilâhi zatın dilediği kullarını fevkalâde bir şekilde rahmete, nimete kavuşturur, korur.
Bu âyeti kerime gösteriyor ki: Bizim gibi kullara yönelen en mühim vazife, daima Cenab-ı Hak'ka sığınmaktır, onun lütuflarını, himayesini niyazda bulunmaktır, dünyada da ahirette de hayırlı bir menzile, bir makama kavuşmamızı yüce, merhametli yaratıcımızdan temenni eylemektir ve o yüce rızık vericinin verdiği nimetlerden dolayı ulu zatına daima hamd ve şükürde bulunup durmaktır.
Müminun suresi ayet 30
Şüphesiz bunda (Nuh ve kavminin başından geçenlerde) birtakım ibretler vardır. Hakikaten biz (kullarımızı böyle) deneriz.
(Şüphe yok ki, bunda) Nuh Aleyhisselâm'ın en garip olan bu kıssasında, müminlerin öyle selâmete kavuşup kâfirlerin bir azap tufanı ile mahv ve yok olmasından (elbette birnice ibretler vardır) Cenab-ı Hak'kın kudretine, Yüce peygamberlerin kadrinin yüksekliğine, onların bildirmiş oldukları şeylerin birer sırf hakikat olduğuna dair birçok deliller, kanıtlar vardır. Bu kıssadan pek büyük bir uyanış dersi alınabilir. Elverir ki, güzelce düşünülsün, (Hakikaten biz elbette pek imtihan edicileriz.) birçok hâdiseler ile kullarımız hakkında bir deneme muamelesi yapmış gibi oluruz. Evet.. İnsanlar, bu dünyada bazı vazifeler ile mükelleftirler, vakit vakit birnice nimetlere nail olurlar, bazan da, bir takım sıkıntılara mâruz kalırlar. Bunlar ile kendilerinin ilâhi hükme uyma dereceleri, ahlâki metanetleri, din bakımından metanet dereceleri meydana çıkmış olur. Bu bir imtihan demektir, bunda muvaffak olanlar büyük mükâfatlara nail olacaklardır, muvaffak olamayanlar da kendi kötü hareketlerinin cezasına uğrayacaklardır. Hak Teâlâ Hazretleri kullarının bütün kabiliyetlerini, onların neler yapıp neler yapmayacaklarını zaten ezeli ilmi ile tamamen bilmektedir. Böyle bir imtihandan maksat ise kullara kendi mahiyetlerini göstermek, onların kendi tercihlerini nasıl kullanmış olacağını meydana çıkarmak, ilâhi adaleti ortaya çıkarmak, ve kullar hakkında Allah'ın delilini gösterip bir itiraza asla mahal bırakmamak gibi hikmet gereği hususlardır. Nuh Aleyhisselâm'ın kıssası için Araf ve Yûnus ve Hud, Enbiya sûrelerinin tefsirine de müracaat ediniz!.
Furkan suresi ayet 37
Nuh'un kavmi de, elçileri yalanlandıklarında onları suda boğduk ve insanlar için bir ayet kıldık. Biz zulmedenlere acıklı bir azab hazırladık.
(Ve Nuh kavmini de) helak ettik, onlar da helake uğramış oldular (Peygamberlerini tekzib ettikleri vakit) Nuh Aleyhisselâm'ın ve ondan evvelki Peygamberlerin peygamberlik ve risaletlerini inkâr küfürlerinde direttikleri zaman (onları garkettik) gökten kırk gün yağmurlar yağmış, yerlerin altındaki sular da fışkırıp çıkmış, yer yüzü bir deniz kesilmiş. Nuh Aleyhisselâm'ın gemisine sığınan müminler o tufan azabından kurtulmuş, bütün kâfirler de suların içinde kalmış, boğulup gitmişlerdir, (ve onları) o kâfirlerin boğulmalarını veya onların bu kıssalarını (insanlara ibret kıldık) onlardan sonra dünyaya gelecek kimseler için bir uyanış dersi kılmış olduk, onlar gibi inkâra devam edenlerin âkibetleri böyle pek korkunç bir helakten başka değildir, (ve zalimler için) öyle kâfirlere mahsus (bir acıklı azap) da (hazırladık) ki, o da âhiret azabıdır, pek elim olan cehennem ateşidir. Bu da ikinci kıssadır.
Şuara suresi ayet 105
Nuh kavmi de peygamberleri yalancılıkla suçladılar.
Bu mübarek âyetler, Nuh Aleyhisselâm'ın kıssasını bildiriyor, Hz. Nuh'un kavmine olan tavsiyelerini, tebliğlerini, o kavmin de nasıl bir muhalefet vaziyeti almış olduklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Nuh'un) o muhterem Peygamberin (kavmi) zamanındaki bütün insanların büyük bir kısmı (Peygamberleri yalanladılar) Hz. Nuh'un peygamberliğini kabul etmediler, onun peygamberliğini inkâr etmiş oldular. Çünkü bütün Peygamberler, Allah'ın dinî bakımdan bir birlik oluştururlar, onlardan binini yalanlamak, hepsini yalanlamak hükmünde bulunmuş olur.
Şuara suresi ayet 106
Kardeşleri Nuh onlara şöyle demişti: (Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız?
O kavim (O vakit) yüce Peygamberleri yalanlamış oldular (ki) nesep yönünden (kardeşleri) olan ve kendi aralarından yetişmiş, ahlâki üstünlükleri kendilerince de pek iyi görülüp bilinmiş bulunan (Nuh, onlara dedi ki: Ey kavmim!. Siz (sakınmayacak mısınız?.) Cenab-ı Allah'tan korkmayacak mısınız ki, ondan başkasına tapıyorsunuz!. Nedir sizdeki bu gaflet, bu cehalet!.
Şuara suresi ayet 107
Bilin ki ben, size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.
(Şüphe yok ki, ben sizin için güvenilir) emanetle meşhur (bir Peygamberim) sizi irşat için Allah tarafından gönderilmiş bir memurum.
Şuara suresi ayet 108
Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.
(Artık Allah'tan korkun) onun mukaddes celâl ve cemalini düşünerek korku ve ürperti üzere bulunun (ve bana itaat edin) size tebliğ ettiğim tevhid inancından, kulluk vazifesinden kaçınmayın, tâki, selâmet ve saadete erebilesiniz.
Şuara suresi ayet 109
Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir.
Ve) Ben (bunun karşılığında) sizi böyle hak yoluna davetimden, sizi aydınlatmaya, irşada çalıştığımdan dolayı (sizden bir ücret istemiyorum) bir mükâfat beklemiyorum ki, öyle bir menfâat düşüncesiyle sizi irşada çalıştığıma inanarak bana bir suçlama isnat edebilirsiniz (benim mükâfatım) yerine getirdiğim peygamberlik vazifesinden dolayı kavuşacağım sevap, sonsuz lütuf (ancak âlemlerin Rabbine aittir) o Kerem sahibi mabuda mahsustur, ben sizden bir mükâfat beklemekte değilim.
Şuara suresi ayet 110
Onun için, Allah'tan korkun ve bana itaat edin.
(Artık) Ey kavmim!. Bu hususları güzelce düşünün (Allah'tan korkun) onun dinine aykırı hareketlerde bulunmayın (ve bana itaat edin) size tebliğ ettiğim ilâhî emirleri, yasakları kabul ederek gereğine göre harekette bulunun, sizin için bundan başka kurtuluş vesilesi yoktur.