Zeyl
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

[Bu küçücük zeylin büyük bir ehemmiyeti var. Herkese menfaatlidir.]
Cenab-i Hakk'a vâsil olacak tarîkler pek çoktur. Bütün hak tarîkler Kur'andan alinmistir. Fakat tarîkatlarin bazisi, bazisindan daha kisa, daha selâmetli, daha umumiyetli oluyor. O tarîkler içinde, kasir fehmimle Kur'andan istifade ettigim "Acz ve fakr ve sefkat ve tefekkür" tarîkidir. Evet acz dahi, ask gibi belki daha eslem bir tarîktir ki; ubudiyet tarîkiyla mahbubiyete kadar gider. Fakr dahi, Rahman ismine îsal eder. Hem sefkat dahi ask gibi, belki daha keskin ve daha genis bir tarîktir ki Rahîm ismine îsal eder. Hem tefekkür dahi ask gibi, belki daha zengin, daha parlak, daha genis bir tarîktir ki, Hakîm ismine îsal eder. Su tarîk, hafî tarîkler misillü, "Letaif-i Asere" gibi on hatve degil ve tarîk-i cehriye gibi "Nüfus-u Seb'a" yedi mertebeye atilan adimlar degil, belki "Dört Hatve"den ibarettir. Tarîkattan ziyade hakikattir, seriattir. Yanlis anlasilmasin: Acz ve fakr ve kusurunu, Cenab-i Hakk'a karsi görmek demektir. Yoksa onlari yapmak veya halka göstermek demek degildir. Su kisa tarîkin evradi: Ittiba-i sünnettir, feraizi islemek, kebairi terketmektir. Ve bilhassa namazi ta'dil-i erkân ile kilmak, namazin arkasindaki tesbihati yapmaktir.
Birinci Hatveye:
فَلاَ تُزَكّوُا اَنْفُسَكُمْ âyeti isaret ediyor.
Ikinci Hatveye:
وَلاَ تَكُونُوا كَالَّذِينَ نَسُوا اللّهَ فَاَنْسَيهُمْ اَنْفُسَهُمْ âyeti isaret ediyor.
Üçüncü Hatveye:
مَا اَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّهِ وَمَا اَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَ âyeti isaret ediyor.
sh: » (S: 493)
Dördüncü Hatveye:
كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ اِلاَّ وَجْهَهُ âyeti isaret ediyor. Su dört hatvenin kisa bir izahi sudur ki:
Birinci Hatvede:
فَلاَ تُزَكّوُا اَنْفُسَكُمْ âyeti isaret ettigi gibi: Tezkiye-i nefs etmemek. Zira insan, cibilliyeti ve fitrati hasebiyle nefsini sever. Belki evvelâ ve bizzât yalniz zâtini sever, baska herseyi nefsine feda eder. Mabud'a lâyik bir tarzda nefsini medheder. Mabud'a lâyik bir tenzih ile nefsini meayibden tenzih ve tebrie eder. Elden geldigi kadar kusurlari kendine lâyik görmez ve kabul etmez. Nefsine perestis eder tarzinda siddetle müdafaa eder. Hattâ fitratinda tevdi edilen ve Mabud-u Hakikî'nin hamd ve tesbihi için ona verilen cihazat ve istidadi, kendi nefsine sarfederek مَنِ اتَّخَذَ اِلهَهُ هَوَيهُ sirrina mazhar olur. Kendini görür, kendine güvenir, kendini begenir. Iste su mertebede, su hatvede tezkiyesi, tathiri: Onu tezkiye etmemek, tebrie etmemektir.
Ikinci Hatvede:
وَلاَ تَكُونُوا كَالَّذِينَ نَسُوا اللّهَ فَاََنْسَيهُمْ اَنْفُسَهُمْ dersini verdigi gibi: Kendini unutmus, kendinden haberi yok. Mevti düsünse, baskasina verir. Fena ve zevali görse, kendine almaz ve külfet ve hizmet makaminda nefsini unutmak, fakat ahz-i ücret ve istifade-i huzuzat makaminda nefsini düsünmek, siddetle iltizam etmek, nefs-i emmarenin muktezasidir. Su makamda tezkiyesi, tathiri, terbiyesi; su haletin aksidir. Yani nisyan-i nefs içinde nisyan etmemek. Yani huzuzat ve ihtirasatta unutmak ve mevtte ve hizmette düsünmek.
Üçüncü Hatvede:
مَا اَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّهِ وَمَا اَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَ dersini verdigi gibi: Nefsin muktezasi, daima iyiligi kendinden bilip fahr ve ucbe girer. Bu hatvede: Nefsinde yalniz kusuru ve naksi ve aczi ve fakri görüp; bütün mehasin ve kemalâtini, Fâtir-i Zülcelal tarafindan ona ihsan edilmis nimetler oldugunu anlayip, fahr yerinde
sh: » (S:494)
sükür ve temeddüh yerinde hamdetmektir. Su mertebede tezkiyesi,
قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّيَهَا sirriyla sudur ki: Kemalini kemalsizlikte, kudretini aczde, ginasini fakrda bilmektir.
Dördüncü Hatvede:
كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ اِلاَّ وَجْهَهُ dersini verdigi gibi: Nefs, kendini serbest ve müstakil ve bizzât mevcud bilir. Ondan bir nevi rububiyet dava eder. Mabuduna karsi adâvetkârane bir isyani tasir. Iste gelecek su hakikati derketmekle ondan kurtulur. Hakikat söyledir ki: Hersey nefsinde mana-yi ismiyle fânidir, mefkuddur, hâdistir, madumdur. Fakat mana-yi harfiyle ve Sâni'-i Zülcelal'in esmasina âyinedarlik cihetiyle ve vazifedarlik itibariyle sahiddir, meshuddur, vâciddir, mevcuddur. Su makamda tezkiyesi ve tathiri sudur ki: Vücudunda adem, ademinde vücudu vardir. Yani kendini bilse, vücud verse; kâinat kadar bir zulümat-i adem içindedir. Yani vücud-u sahsîsine güvenip Mûcid-i Hakikî'den gaflet etse; yildiz böcegi gibi bir sahsî ziya-yi vücudu, nihayetsiz zulümat-i adem ve firaklar içinde bulunur, bogulur. Fakat enaniyeti birakip, bizzât nefsi hiç oldugunu ve Mûcid-i Hakikî'nin bir âyine-i tecellisi bulundugunu gördügü vakit, bütün mevcudati ve nihayetsiz bir vücudu kazanir. Zira bütün mevcudat, esmasinin cilvelerine mazhar olan Zât-i Vâcib-ül Vücud'u bulan, herseyi bulur.

Hâtime
Su acz, fakr, sefkat, tefekkür tarîkindaki dört hatvenin izahati; hakikatin ilmine, seriatin hakikatina, Kur'anin hikmetine dair olan yirmialti aded Sözler'de geçmistir. Yalniz surada bir-iki noktaya kisa bir isaret edecegiz. Söyle ki:
Evet su tarîk daha kisadir. Çünki dört hatvedir. Acz, elini nefisten çekse, dogrudan dogruya Kadîr-i Zülcelal'e verir. Halbuki en keskin tarîk olan ask, nefisten elini çeker, fakat masuk-u mecazîye yapisir. Onun zevalini bulduktan sonra Mahbub-u Hakikî'ye gider. Hem su tarîk daha eslemdir. Çünki nefsin satahat ve bâlâ-pervazane davalari bulunmaz. Çünki acz ve fakr ve kusurdan baska nefsinde bulmuyor ki, haddinden fazla geçsin. Hem, bu tarîk daha umumî ve cadde-i kübradir. Çünki kâinati ehl-i vahdet-ül vücud gibi, huzur-u daimî kazanmak için îdama
sh: » (S: 495)
mahkûm zannedip, "Lâ mevcûde illâ Hû" hükmetmeye veyahut ehl-i vahdet-üs suhud gibi, huzur-u daimî için kâinati nisyan-i mutlak hapsinde hapse mahkûm tahayyül edip, "Lâ meshûde illâ Hû" demeye mecbur olmuyor. Belki idamdan ve hapisten gayet zâhir olarak Kur'an afvettiginden, o da sarf-i nazar edip ve mevcudati kendileri hesabina hizmetten azlederek Fâtir-i Zülcelal hesabina istihdam edip, esma-i hüsnasinin mazhariyet ve âyinedarlik vazifesinde istimal ederek mana-yi harfî nazariyla onlara bakip, mutlak gafletten kurtulup huzur-u daimîye girmektir; herseyde Cenab-i Hakk'a bir yol bulmaktir.
Elhasil: Mevcudati mevcudat hesabina hizmetten azlederek, mana-yi ismiyle bakmamaktir.

* * *
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Said Nursî