sh: » (M: 398)
hilkat-i kâinatta müdahalesi imtina' derecesinde akildan uzak oldugunu kemal-i vuzuh ile gösteren Yirminci Mektub'daki وَ هُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ kelimesi beyaninda ve üç temsili hâvi onun zeyli, su azîm sirr-i vahdeti kesfetmistir.
Hem hakaik-i îmaniye ve Kur'aniyede öyle bir genislik var ki, en büyük zekâ-i beserî ihata edemedigi halde; benim gibi zihni müsevves, vaziyeti perisan, müracaat edilecek kitab yokken, sikintili ve sür'atle yazan bir adamda, o hakaikin ekseriyet-i mutlakasi dekaikiyle zuhuru; dogrudan dogruya Kur'an-i Hakîm'in i'caz-i manevîsinin eseri ve inayet-i Rabbaniyenin bir cilvesi ve kuvvetli bir isaret-i gaybiyedir.
Dördüncü Isaret: Elli-altmis risaleler (*) öyle bir tarzda ihsan edilmis ki; degil benim gibi az düsünen ve zuhurata tebaiyet eden ve tedkike vakit bulamayan bir insanin; belki büyük zekâlardan mürekkeb bir ehl-i tedkikin sa'y ve gayretiyle yapilmayan bir tarzda te'lifleri, dogrudan dogruya bir eser-i inayet olduklarini gösteriyor. Çünki bütün bu risalelerde, bütün derin hakaik, temsilât vasitasiyla, en âmi ve ümmi olanlara kadar ders veriliyor. Halbuki o hakaikin çogunu büyük âlimler "tefhim edilmez" deyip, degil avama, belki havassa da bildiremiyorlar.
Iste en uzak hakikatlari, en yakin bir tarzda, en âmi bir adama ders verecek derecede; benim gibi Türkçesi az, sözleri muglak, çogu anlasilmaz ve zâhir hakikatlari dahi müskillestiriyor diye eskiden beri istihar bulmus ve eski eserleri o sû'-i istihari tasdik etmis bir sahsin elinde bu hârika teshilât ve sühulet-i beyan; elbette bilâsüphe bir eser-i inayettir ve onun hüneri olamaz ve Kur'an-i Kerim'in i'caz-i manevîsinin bir cilvesidir ve temsilât-i Kur'aniyenin bir temessülüdür ve in'ikasidir.
Besinci Isaret: Risaleler umumiyetle pek çok intisar ettigi halde, en büyük âlimden tut, tâ en âmi adama kadar ve ehl-i kalb büyük bir veliden tut, tâ en muannid dinsiz bir feylesofa kadar olan tabakat-i nâs ve taifeler o risaleleri gördükleri ve okuduklari ve bir kismi tokatlarini yedikleri halde tenkid edilmemesi ve her taife derecesine göre istifade etmesi, dogrudan dogruya bir eser-i inayet-i Rabbaniye ve bir keramet-i Kur'aniye oldugu gibi, çok
______________________
(*) Simdi yüzotuzdur.
sh: » (M: 399)
tedkikat ve taharriyatin neticesiyle ancak husul bulan o çesit risaleler, fevkalâde bir sür'atle, hem idrakimi ve fikrimi müsevves eden sikintili inkibaz vakitlerinde yazilmasi dahi, bir eser-i inayet ve bir ikram-i Rabbanîdir.
Evet ekser kardeslerim ve yanimdaki umum arkadaslarim ve müstensihler biliyorlar ki; Ondokuzuncu Mektub'un bes parçasi, birkaç gün zarfinda hergün iki-üç saatte ve mecmuu oniki saatte hiçbir kitaba müracaat edilmeden yazilmasi; hattâ en mühim bir parça ve o parçada lafz-i Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm kelimesinde zâhir bir hâtem-i nübüvveti gösteren dördüncü cüz, üç-dört saatte, dagda, yagmur altinda ezber yazilmis; ve Otuzuncu Söz gibi mühim ve dakik bir risale, alti saat içinde bir bagda yazilmis; ve Yirmisekizinci Söz, Süleyman'in bahçesinde bir, nihayet iki saat içinde yazilmasi gibi, ekser risaleler böyle olmasi; ve eskiden beri sikintili ve münkabiz oldugum zaman, en zâhir hakikatlari dahi beyan edemedigimi, belki bilemedigimi yakin dostlarim biliyorlar. Hususan o sikintiya hastalik da ilâve edilse, daha ziyade beni dersten, te'liften men'etmekle beraber; en mühim Sözler ve risaleler, en sikintili ve hastalikli zamanimda, en sür'atli bir tarzda yazilmasi; dogrudan dogruya bir inayet-i Ilâhiye ve bir ikram-i Rabbanî ve bir keramet-i Kur'aniye olmazsa nedir?
Hem hangi kitab olursa olsun, böyle hakaik-i Ilâhiyeden ve îmaniyeden bahsetmis ise, alâküllihal bir kisim mesaili, bir kisim insanlara zarar verir ve zarar verdikleri için, her mes'ele herkese nesredilmemis. Halbuki su risaleler ise; simdiye kadar hiç kimsede, -çoklardan sordugum halde- sû'-i tesir ve aks-ül amel ve tahdis-i ezhan gibi bir zarar vermedikleri, dogrudan dogruya bir isaret-i gaybiye ve bir inayet-i Rabbaniye oldugu bizce muhakkaktir.
Altinci Isaret: Simdi bence kat'iyet peyda etmistir ki; ekser hayatim ihtiyar ve iktidarimin, suur ve tedbirimin haricinde öyle bir tarzda geçmis ve öyle garib bir surette ona cereyan verilmis; tâ Kur'an-i Hakîm'e hizmet edecek olan bu nevi risaleleri netice versin. Âdeta bütün hayat-i ilmiyem, mukaddemat-i ihzariye hükmüne geçmis. Ve Sözler ile i'caz-i Kur'anin izhari, onun neticesi olacak bir surette olmustur. Hattâ su yedi sene nefyimde ve gurbetimde ve sebebsiz ve arzumun hilafinda tecerrüdüm ve
sh: » (M: 400)
mesrebime muhalif yalniz bir köyde imrar-i hayat etmekligim; ve eskiden beri ülfet ettigim hayat-i içtimaiyenin çok rabitalarindan ve kaidelerinden nefret edip terketmekligim; dogrudan dogruya bu hizmet-i Kur'aniyeyi hâlis, sâfi bir surette yaptirmak için bu vaziyet verildigine sübhem kalmamistir. Hattâ çok defa bana verilen sikinti ve zulmen bana karsi olan tazyikat perdesi altinda, bir dest-i inayet tarafindan merhametkârane, Kur'anin esrarina hasr-i fikr ettirmek ve nazari dagitmamak için yapilmistir kanaatindeyim. Hattâ eskiden mütalaaya çok müstak oldugum halde; bütün bütün sair kitablarin mütalaasindan bir men', bir mücanebet ruhuma verilmisti. Böyle gurbette medar-i teselli ve ünsiyet olan mütalaayi bana terkettiren, anladim ki, dogrudan dogruya âyât-i Kur'aniyenin üstad-i mutlak olmalari içindir.
Hem yazilan eserler, risaleler, -ekseriyet-i mutlakasi- hariçten hiçbir sebeb gelmeyerek, ruhumdan tevellüd eden bir hacete binaen, âni ve def'î olarak ihsan edilmis. Sonra bazi dostlarima gösterdigim vakit, demisler: "Su zamanin yaralarina devadir." Intisar ettikten sonra ekser kardeslerimden anladim ki, tam su zamandaki ihtiyaca muvafik ve derde lâyik bir ilâç hükmüne geçiyor.
Iste ihtiyar ve suurumun dairesi haricinde, mezkûr haletler ve sergüzest-i hayatim ve ulûmlarin enva'larindaki hilaf-i âdet ihtiyarsiz tetebbuatim; böyle bir netice-i kudsiyeye müncer olmak için, kuvvetli bir inayet-i Ilâhiye ve bir ikram-i Rabbanî olduguna bende süphe birakmamistir.
Yedinci Isaret: Bu hizmetimiz zamaninda, bes-alti sene zarfinda, bilâmübalaga yüz eser-i ikram-i Ilâhî ve inayet-i Rabbaniye ve keramet-i Kur'aniyeyi gözümüzle gördük. Bir kismini, Onaltinci Mektub'da isaret ettik; bir kismini, Yirmialtinci Mektub'un Dördüncü Mebhasi'nin mesail-i müteferrikasinda; bir kismini, Yirmisekizinci Mektub'un Üçüncü Mes'elesinde beyan ettik. Benim yakin arkadaslarim bunu biliyorlar. Daimî arkadasim Süleyman Efendi çoklarini biliyor. Hususan Sözler'in ve risalelerin nesrinde ve tashihatinda ve yerlerine yerlestirmekte ve tesvid ve tebyizinde, fevkalme'mul kerametkârane bir teshilâta mazhar oluyoruz. Keramet-i Kur'aniye olduguna süphemiz kalmiyor. Bunun misalleri yüzlerdir.
Hem maiset hususunda o kadar sefkatle besleniyoruz ki; en küçük bir arzu-yu kalbimizi, bizi istihdam eden sahib-i inayet tat-
sh: » (M: 401)
min etmek için; fevkalme'mul bir surette ihsan ediyor. Ve hâkeza... Iste bu hal gayet kuvvetli bir isaret-i gaybiyedir ki, biz istihdam olunuyoruz. Hem riza dairesinde, hem inayet altinda bize hizmet-i Kur'aniye yaptiriliyor.
اَلْحَمْدُ لِلّهِ هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى
سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
اَللّهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ صَلاَةً تَكُونُ لَكَ رِضَاءً وَ لِحَقِّهِ اَدَاءً وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ وَ سَلِّمْ تَسْلِيمًا كَثِيرًا آمِينَ
* * *
Mahrem bir suale cevaptir
[Su sirr-i inayet eskiden mahremce yazilmis, Ondördüncü Söz'ün âhirine ilhak edilmisti. Her nasilsa ekser müstensihler unutup yazmamislardi. Demek münasip ve lâyik mevkii burasi imis ki, gizli kalmis.]
Benden sual ediyorsun: "Neden senin Kur'andan yazdigin Sözler'de bir kuvvet, bir te'sir var ki, müfessirlerin ve âriflerin sözlerinde nâdiren bulunur. Bazan bir satirda, bir sahife kadar kuvvet var; bir sahifede, bir kitab kadar te'sir bulunuyor?"
Elcevap: -Güzel bir cevaptir- Seref, i'caz-i Kur'ana ait oldugundan ve bana ait olmadigindan, bilâ-perva derim: Ekseriyet itibariyle öyledir. Çünki:
Yazilan Sözler tasavvur degil tasdiktir; teslim degil, îmandir; marifet degil, sehadettir, suhuddur; taklid degil tahkiktir; iltizam degil, iz'andir; tasavvuf degil hakikattir; dava degil, dava içinde bürhandir. Su sirrin hikmeti budur ki:
Eski zamanda, esasat-i îmaniye mahfuzdu, teslim kavî idi. Teferruatta, âriflerin marifetleri delilsiz de olsa, beyanatlari makbul idi, kâfi idi. Fakat su zamanda dalalet-i fenniye, elini esasata ve erkâna uzatmis oldugundan, her derde lâyik devayi ihsan eden
sh: » (M: 402)
Hakîm-i Rahîm olan Zât-i Zülcelâl, Kur'an-i Kerim'in en parlak mazhar-i i'cazindan olan temsilâtindan bir su'lesini; acz ve za'fima, fakr ve ihtiyacima merhameten hizmet-i Kur'ana ait yazilarima ihsan etti. Felillahilhamd sirr-i temsil dürbünüyle, en uzak hakikatlar gayet yakin gösterildi. Hem sirr-i temsil cihet-ül vahdetiyle, en daginik mes'eleler toplattirildi. Hem sirr-i temsil merdiveniyle, en yüksek hakaika kolaylikla yetistirildi. Hem sirr-i temsil penceresiyle; hakaik-i gaybiyeye, esasat-i Islâmiyeye suhuda yakin bir yakîn-i îmaniye hasil oldu. Akil ile beraber vehim ve hayal, hattâ nefs ve heva teslime mecbur oldugu gibi, seytan dahi teslim-i silâha mecbur oldu.
Elhasil: Yazilarimda ne kadar güzellik ve te'sir bulunsa, ancak temsilât-i Kur'aniyenin lemaatindandir. Benim hissem; yalniz siddet-i ihtiyacimla talebdir ve gayet aczimle tazarruumdur. Derd benimdir, deva Kur'anindir.
* * *
Yedinci Mes'elenin Hâtimesidir
[Sekiz inayet-i Ilâhiye suretinde gelen isarat-i gaybiyeye dair gelen veya gelmek ihtimali olan evhami izale etmek ve bir sirr-i azîm-i inayeti beyan etmeye dairdir.]
Su Hâtime "Dört Nükte"dir:
Birinci Nükte: Yirmisekizinci Mektub'un Yedinci Mes'elesinde yedi-sekiz küllî ve manevî inayat-i Ilâhiyeden hissettigimiz bir isaret-i gaybiyeyi, "Sekizinci Inayet" namiyla "tevafukat" tabiri altindaki nakista o isaratin cilvesini gördügümüzü iddia etmistik. Ve iddia ediyoruz ki: Bu yedi-sekiz küllî inayatlar, o derece kuvvetli ve kat'îdirler ki, herbirisi tek basiyla o isarat-i gaybiyeyi isbat eder. Farz-i muhal olarak bir kismi zaîf görülse, hattâ inkâr edilse; o isarat-i gaybiyenin kat'iyetine halel vermez. O sekiz inayati inkâr edemeyen, o isarati inkâr edemez. Fakat tabakat-i nâs muhtelif oldugu, hem kesretli tabaka olan tabaka-i avam gözüne daha ziyade itimad ettigi için; o sekiz inayatin içinde en kuvvetlisi degil, belki en zâhirîsi tevafukat oldugundan; -çendan ötekiler daha kuvvetli, fakat bu daha umumî oldugu için- ona gelen evhami def'etmek maksadiyla, bir müvazene nev'inden, bir hakikati beyan etmeye mecbur kaldim. Söyle ki:
sh: » (M: 403)
O zâhirî inayet hakkinda demistik: Yazdigimiz risalelerde, Kur'an kelimesi ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm kelimesinde öyle bir derece tevafukat görünüyor.. hiçbir süphe birakmiyor ki, bir kasd ile tanzim edilip, müvazi bir vaziyet verilir. Kasd ve irade ise, bizlerin olmadigina delilimiz: Üç-dört sene sonra muttali' oldugumuzdur. Öyle ise bu kasd ve irade, bir inayet eseri olarak gaybîdir. Sirf i'caz-i Kur'an ve i'caz-i Ahmediyeyi te'yid suretinde o iki kelimede tevafuk suretinde o garib vaziyet verilmistir. Bu iki kelimenin mübarekiyeti, i'caz-i Kur'an ve i'caz-i Ahmediyeye bir hâtem-i tasdik olmakla beraber; sair misil kelimeleri dahi, ekseriyet-i azîme ile tevafuka mazhar etmisler. Fakat onlar, birer sahifeye mahsus. Su iki kelime, bir-iki risalenin umumunda ve ekser risalelerde görünüyor. Fakat mükerrer demisiz: Bu tevafukun asli, sair kitablarda da çok bulunabilir; amma kasd ve irade-i âliyeyi gösterecek bu derece garabette degildir. Simdi bu davamizi çürütmek kabil olmadigi halde, zâhir nazarlarda çürümüs gibi görmekte bir-iki cihet olabilir:
Birisi: "Sizler düsünüp, öyle bir tevafuku rast getirmissiniz." diyebilirler. "Böyle bir sey yapmak kasd ile olsa, rahat ve kolay bir seydir." Buna karsi deriz ki: Bir davada iki sahid-i sâdik kâfidir. Bu davamizdaki kasd ve irademiz taalluk etmeyerek, üç-dört sene sonra muttali' oldugumuza yüz sahid-i sâdik bulunabilir. Bu münasebetle bir nokta söyleyecegim: Bu keramet-i i'caziye, Kur'an-i Hakîm belâgat cihetinde derece-i i'cazda oldugu nev'inden degildir. Çünki i'caz-i Kur'anda, kudret-i beser o yolda giderek o dereceye yetisemiyor. Su keramet-i i'caziye ise, kudret-i beserle olamiyor; kudret, o ise karisamiyor. Karissa sun'î olur, bozulur. (Hâsiye)
Üçüncü Nükte: Isaret-i hâssa, isaret-i âmme münasebetiyle bir sirr-i dakik-i Rububiyet ve Rahmaniyete isaret edecegiz:
Bir kardesimin güzel bir sözü var. O sözü, bu mes'eleye mevzu edecegim. Sözü de sudur ki: Bir gün güzel bir tevafukati ona
____________________________
(Hâsiye): Ondokuzuncu Mektub'un Onsekizinci Isaretinde; bir nüshada, bir sahifede dokuz Kur'an tevafuk suretinde bulundugu halde birbirine hat çektik, mecmuunda Muhammed lafzi çikti. O sahifenin mukabilindeki sahifede sekiz Kur'an tevafukla beraber, mecmuunda Lâfzullah çikti. Tevafukatta böyle bedi' seyler çok var. Bu Hâsiyenin mealini gözümüzle gördük.
Bekir, Tevfik, Süleyman, Galib, Said
sh: » (M: 404)
gösterdim, dedi: "Güzel! Zâten her hakikat güzeldir. Fakat bu Sözler'deki tevafukat ve muvaffakiyet daha güzeldir." Ben de dedim: Evet hersey ya hakikaten güzeldir, ya bizzât güzeldir veya neticeleri itibariyle güzeldir. Ve bu güzellik, Rububiyet-i âmmeye ve sümul-ü rahmete ve tecelli-i âmmeye bakar. Dedigin gibi, bu muvaffakiyetteki isaret-i gaybiye daha güzeldir. Çünki bu, rahmet-i hâssaya ve Rububiyet-i hâssaya ve tecelli-i hâssaya bakar bir surettedir. Bunu bir temsil ile fehme takrib edecegiz. Söyle ki:
Bir padisahin umumî saltanati ve kanunu ile, merhamet-i sahanesi umum efrad-i millete tesmil edilebilir. Her ferd, dogrudan dogruya o padisahin lütfuna, saltanatina mazhardir. O suret-i umumiyede, efradin çok münasebat-i hususiyesi vardir.
Ikinci cihet, padisahin ihsanat-i hususiyesidir ve evamir-i hâssasidir ki; umumî kanunun fevkinde, bir ferde ihsan eder, iltifat eder, emir verir.
Iste bu temsil gibi; Zât-i Vâcib-ül Vücud ve Hâlik-i Hakîm ve Rahîm'in umumî Rububiyet ve sümul-ü rahmeti noktasinda hersey hissedardir. Her sey'in hissesine isabet eden cihette, hususî onunla münasebetdardir. Hem kudret ve irade ve ilm-i muhitiyle her seye tasarrufati, her sey'in en cüz'î islerine müdahalesi, Rububiyeti vardir. Hersey, her se'ninde ona muhtaçtir. O'nun ilim ve hikmetiyle isleri görülür, tanzim edilir. Ne tabiatin haddi var ki, o daire-i tasarruf-u Rububiyetinde saklansin ve te'sir sahibi olup müdahale etsin ve ne de tesadüfün hakki var ki, o hassas mizan-i hikmet dairesindeki islerine karissin. Risalelerde yirmi yerde kat'î hüccetlerle tesadüfü ve tabiati nefyetmisiz ve Kur'anin kilinciyla idam etmisiz, müdahalelerini muhal göstermisiz. Fakat Rububiyet-i âmmedeki daire-i esbab-i zâhiriyede, ehl-i gafletin nazarinda hikmeti ve sebebi bilinmeyen islerde, tesadüf namini vermisler. Ve hikmetleri ihata edilmeyen bazi ef'al-i Ilâhiyenin kanunlarini -tabiat perdesi altinda gizlenmis- görememisler, tabiata müracaat etmisler.
Ikincisi, hususî Rububiyetidir ve has iltifat ve imdad-i Rahmanîsidir ki, umumî kanunlarin tazyikati altinda tahammül edemeyen ferdlerin imdadina Rahman-ür Rahîm isimleri imdada yetisirler. Hususî bir surette muavenet ederler, o tazyikattan kurtarirlar. Onun için her zîhayat, hususan insan, her anda ondan istimdad eder ve meded alabilir.
sh: » (M: 405)
Iste bu hususî Rububiyetindeki ihsanati, ehl-i gaflete karsi da tesadüf altina gizlenmez ve tabiata havale edilmez.
Iste bu sirra binaendir ki; I'caz-i Kur'an ve Mu'cizat-i Ahmediye'deki isarat-i gaybiyeyi, hususî bir isaret telakki ve itikad etmisiz. Ve bir imdad-i hususî ve muannidlere karsi kendini gösterecek bir inayet-i hâssa oldugunu yakîn ettik. Ve sirf lillah için ilân ettik. Kusur etmissek Allah afvetsin. Âmîn.
رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا اِنْ نَسِينَا اَوْ اَخْطَاْنَا
* * *
[Sözler'in tebyizinde kiymetdar hizmeti sebkat eden muallim Ahmed Galib'in fikrasidir.]
"Elde Kur'an gibi bürhan-i hakikat varken,
Münkiri ilzam için gönlüme siklet mi gelir.
Sözün özdür ey can, tekellüf degil!
Ledün ilminin zübde-i pâkidir
Bu, sümmettedarik tasannuf degil!
Bu bir hikmet-i nur-u irfandir
Ki ehva ve lagv ve tefelsüf degil!
Müzekki-i nefs ve musaffi-i ruh,
Mürebbi-i dildir, tasavvuf degil!
O Sözler bütün marifet semsidir;
Sözüm dogrudur, bir teellüf degil!
Için nurudur, lafza akseylemis;
Bir-iki satirda teradüf degil!
Mutabik lafizlar birbirine;
Bu aslâ tasannu', tesadüf degil!
Dizilmis nizamla bütün harfleri;
Tevafuktur, aslâ tehalüf degil!
Bu bir cilve-i sirr-i i'cazdir;
Ki Kur'andandir, tecevvüf degil!
Bu hüsn-ü tesadüf güzeldir güzel;
Bu babda ne dense tezâuf degil!
sh: » (M: 406)
Said-i Bediüzzaman-i Nursî
Beyani bedi'dir, taattuf degil!
Teselliye ermemis elinde kalem,
Eder arz-i dîdar, taharrüf degil!
Tevafuk, sözünde ona çok mudur?
Tefevvuk, onun için teserrüf degil!
Isabet buna savb-i Hak'tan gelir,
Bu kasdî degildir, tasarruf degil!
Bunu görmeyen bed nazarlar için,
Telehhüf derim ben, teessüf degil!
Ki var manevî hayretim galiben,
Beyanim bu yolda tazarruf degil!
Çok iste Hak onu muvaffak ede,
Tevafuk, makam-i tevakkuf degil!
Ahmed Galib
(Rahmetullahi Aleyh)
* * *
[Merhum Binbasi Âsim Bey'in fikrasidir.]
Kasem ederim, dogrudur sözü özüyle beraber.
Bu hakikati kabul ve tasdik etmeyen bedmayeler,
Kalir dalalet ve vadi-i hüsranda nice seneler.
Bunlari irsad edip kurtarmaktir hüner,
Hidayet erisse eger, o vakit boyun eger.
Cümlenin islahini niyaz edip Hâlik'a yalvaralim,
Hep envar-i Kur'aniye olan Sözler'i okuyup anlatalim,
Bu yolda bizler de feyz alip dilsad olalim,
Fenayi bekaya tebdilde riza-yi Bâri'ye kavusalim.
Sad-hezar tahsine lâyik bîbaha fikra-i Galib,
Bu hakikatlari söylemekle olur sübhesiz galib.
Binbasi Âsim
(Rahmetullahi Aleyh)
* * *