Sayfa 2/3 İlkİlk 123 SonSon
21 sonuçtan 11 ile 20 arası

Konu: MEKTUBÂT / Risale-i Nur'dan 29. MEKTUP

  1. #11
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: MEKTUBÂT / Risale-i Nur'dan 29. MEKTUP

    sh: » (M: 452)
    sellisi, Hülâgu ve Cengiz gibi zalimlerin gaddarane sergüzestlerini dinlemesinde midir? Ve âhireti unutturacak, dünyaya baglandiracak, neticesiz, manen sukut, zâhiren terakki denilen simdiki nevi hareketinizde midir? Ve uhrevî nur, sinemada midir? Ve hakikî teselli, tiyatroda midir? Bu bîçare ihtiyarlar hamiyetten hürmet isterlerken, manevî biçakla o bîçareleri kesmek hükmünde ve "idam-i ebedîye sevkediliyorsunuz" fikrini vermek ve rahmet kapisi tasavvur ettikleri kabir kapisini ejderha agzina çevirmek, "Sen oraya gideceksin" diye manevî kulagina üflemek; hamiyet-i milliye ise, böyle hamiyetten yüzbin defa el'iyazübillah!..

    Dördüncü taife ki, çocuklardir. Bunlar, hamiyet-i milliyeden merhamet isterler, sefkat beklerler. Bunlar da za'f ve acz ve iktidarsizlik noktasinda; merhametkâr, kudretli bir Hâliki bilmekle ruhlari inbisat edebilir, istidadlari mes'udane inkisaf edebilir. Ileride, dünyadaki müdhis ehval ve ahvale karsi gelebilecek bir tevekkül-ü îmanî ve teslim-i Islâmî telkinatiyla o masumlar hayata müstakane bakabilirler. Acaba alâkalari pek az oldugu terakkiyat-i medeniye dersleri ve onlarin kuvve-i maneviyesini kiracak ve ruhlarini söndürecek, nursuz sirf maddî felsefî düsturlarin taliminde midir? Eger insan bir cesed-i hayvanîden ibaret olsaydi ve kafasinda akil olmasaydi; belki bu masum çocuklari muvakkaten eglendirecek terbiye-i medeniye tabir ettiginiz ve terbiye-i milliye süsü verdiginiz bu firengî usûl, onlara çocukçasina bir oyuncak olarak, dünyevî bir menfaati verebilirdi. Mâdemki o masumlar hayatin dagdagalarina atilacaklar, mâdemki insandirlar; elbette küçük kalblerinde çok uzun arzulari olacak ve küçük kafalarinda büyük maksadlar tevellüd edecek. Mâdem hakikat böyledir; onlara sefkatin muktezasi, gayet derecede fakr ve aczinde, gayet kuvvetli bir nokta-i istinadi ve tükenmez bir nokta-i istimdadi; kalblerinde îman-i billah ve îman-i bil-âhiret suretiyle yerlestirmek lâzimdir. Onlara sefkat ve merhamet bununla olur. Yoksa, divane bir validenin, veledini biçakla kesmesi gibi, hamiyet-i milliye sarhosluguyla, o bîçare masumlari manen bogazlamaktir. Cesedini beslemek için, beynini ve kalbini çikarip ona yedirmek nev'inden, vahsiyane bir gadirdir, bir zulümdür.
    Besinci taife, fakirler ve zaîfler taifesidir. Acaba, hayatin agir tekâlifini fakirlik vasitasiyla elîm bir tarzda çeken fakirlerin ve hayatin müdhis dagdagalarina karsi çok müteessir olan zaîflerin, hamiyet-i milliyeden hisseleri yok mudur? Bu bîçarelerin ye'sini
    sh: » (M: 453)
    ve elemini artiran ve sefih bir kisim zenginlerin mel'abe-i hevesati ve zalim bir kisim kavîlerin vesile-i söhret ve sekaveti olan firenk-mesrebane ve perde-birunane ve firavunane medeniyetperverlik nami altinda yaptiginiz harekâtta midir? Bu bîçare fukaralarin fakirlik yarasina merhem ise; unsuriyet fikrinden degil, belki Islâmiyetin eczahane-i kudsiyesinden çikabilir. Zaîflerin kuvveti ve mukavemeti, karanlik ve tesadüfe bagli, suursuz, tabiî felsefeden alinmaz; belki hamiyet-i Islâmiye ve kudsî Islâmiyet milliyetinden alinir!..
    Altinci taife gençlerdir. Bu gençlerin gençlikleri eger daimî olsaydi; menfî milliyetle onlara içirdiginiz sarabin muvakkat bir menfaati, bir faidesi olurdu. Fakat o gençligin lezzetli sarhoslugu; ihtiyarlikla elemle ayilmasi ve o tatli uykunun ihtiyarlik sabahinda esefle uyanmasiyla, o sarabin humari ve sikintisi onu çok aglattiracak ve o lezzetli rü'yanin zevalindeki elem, ona çok hazîn teessüf ettirecek. "Eyvah! Hem gençlik gitti, hem ömür gitti, hem müflis olarak kabre gidiyorum; keski aklimi basima alsaydim." dedirecek. Acaba bu taifenin hamiyet-i milliyeden hissesi, az bir zamanda muvakkat bir keyf görmek için, pek uzun bir zamanda teessüfle aglattirmak midir? Yoksa onlarin saadet-i dünyeviyeleri ve lezzet-i hayatiyeleri; o güzel, sirin gençlik nimetinin sükrünü vermek suretinde, o nimeti sefahet yolunda degil, belki istikamet yolunda sarfetmekle; o fâni gençligi, ibadetle manen ibka etmek ve o gençligin istikametiyle Dâr-i Saadette ebedî bir gençlik kazanmakta midir? Zerre miktar suurun varsa söyle!..
    Elhasil: Eger Türk Milleti, yalniz altinci taife olan gençlerden ibaret olsa ve gençlikleri daimî kalsa ve dünyadan baska yerleri bulunmasa, sizin Türkçülük perdesi altindaki firenk-mesrebane harekâtiniz, hamiyet-i milliyeden sayilabilirdi. Benim gibi hayat-i dünyeviyeye az ehemmiyet veren ve unsuriyet fikrini firengi illeti gibi bir maraz telakki eden ve gençleri nâ-mesru keyf ve hevesattan men'e çalisan ve baska memlekette dünyaya gelen bir adama, "O Kürddür, arkasina düsmeyiniz." diyebilirdiniz ve demeye bir hak kazanabilirdiniz. Fakat mâdemki Türk nami altinda olan su vatan evlâdi, sâbikan beyan edildigi gibi alti kisimdir. Bes kisma zarar vermek ve keyflerini kaçirmak, yalniz birtek kisma muvakkat ve dünyevî ve akibeti mes'um bir keyf vermek, belki sarhos etmek; elbette o Türk Milletine dostluk degil,
    sh: » (M: 454)
    düsmanliktir. Evet ben unsurca Türk sayilmiyorum; fakat Türklerin ehl-i takva taifesine ve musibetzedeler kismina ve ihtiyarlar sinifina ve çocuklar taifesine ve zaîfler ve fakirler zümresine bütün kuvvetimle ve kemal-i istiyakla müsfikane ve uhuvvetkârane çalismisim ve çalisiyorum. Altinci taife olan gençleri dahi, hayat-i dünyeviyesini zehirlettirecek ve hayat-i uhreviyesini mahvedecek ve bir saat gülmeye bedel, bir sene aglamayi netice veren harekât-i nâmesruadan vazgeçirmek istiyorum. Yalniz bu alti-yedi sene degil, belki yirmi senedir Kur'andan ahzedip Türkçe lisaniyla nesrettigim âsâr meydandadir. Evet Lillahilhamd, Kur'an-i Hakîm'in maden-i envarindan iktibas edilen âsâr ile, ihtiyar taifesinin en ziyade istedikleri nur gösteriliyor. Musibetzedelerin ve hastalarin tiryak gibi en nâfi' ilâçlari, eczahane-i kudsiye-i Kur'aniyede gösteriliyor. Ve ihtiyarlari en ziyade düsündüren kabir kapisi, rahmet kapisi oldugu ve idam kapisi olmadigi, o envar-i Kur'aniye ile gösterildi. Ve çocuklarin nazik kalblerinde hadsiz mesaib ve muzir esyaya karsi gayet kuvvetli bir nokta-i istinad ve hadsiz âmâl ve arzularina medar bir nokta-i istimdad Kur'an-i Hakîm'in madeninden çikarildi ve gösterildi ve bilfiil istifade ettirildi. Ve fukaralar ve zuafalar kismini en ziyade ezen ve müteessir eden hayatin agir tekâlifi, Kur'an-i Hakîm'in hakaik-i îmaniyesiyle hafiflestirildi.
    Iste bu bes taife ki, Türk Milletinin alti kismindan bes kismidir; menfaatlerine çalisiyoruz. Altinci kisim ki, gençlerdir. Onlarin iyilerine karsi ciddî uhuvvetimiz var. Senin gibi mülhidlere karsi hiçbir cihetle dostlugumuz yok! Çünki ilhada giren ve Türkün hakikî bütün mefahir-i milliyesini tasiyan Islâmiyet milliyetinden çikmak isteyen adamlari Türk bilmiyoruz, Türk perdesi altina girmis firenk telakki ediyoruz! Çünki yüzbin defa Türkçüyüz deyip dava etseler, ehl-i hakikati kandiramazlar. Zira fiilleri, harekâtlari, onlarin davalarini tekzib ediyor.


    Seni çok Özledim Annem

  2. #12
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: MEKTUBÂT / Risale-i Nur'dan 29. MEKTUP

    Iste ey firenk-mesrebler ve propagandanizla hakikî kardeslerimi benden sogutmaya çalisan mülhidler! Bu millete menfaatiniz nedir? Birinci taife olan ehl-i takva ve salahatin nurunu söndürüyorsunuz. Merhamete ve timar etmeye sayan ikinci taifesinin yaralarina zehir serpiyorsunuz. Ve hürmete çok lâyik olan üçüncü taifenin tesellisini kiriyorsunuz, ye's-i mutlaka atiyorsunuz. Ve sefkate çok muhtaç olan dördüncü taifenin bütün bütün kuvve-i maneviyesini kiriyorsunuz ve hakikî insaniyetini söndürüyorsunuz. Ve muavenet ve yardima ve teselliye çok
    sh: » (M: 455)

    muhtaç olan besinci taifenin ümidlerini, istimdadlarini akîm birakip, onlarin nazarinda hayati, mevtten daha ziyade dehsetli bir surete çeviriyorsunuz. Ikaza ve ayilmaga çok muhtaç olan altinci taifesine, gençlik uykusu içinde öyle bir sarab içiriyorsunuz ki; o sarabin humari pek elîm, pek dehsetlidir. Acaba bu mudur hamiyet-i milliyeniz ki, o hamiyet-i milliye ugrunda çok mukaddesati feda ediyorsunuz. O Türkçülük menfaati, Türklere bu suretle midir? Yüz bin defa el'iyazübillah.
    Ey efendiler! Bilirim ki, hak noktasinda maglub oldugunuz zaman, kuvvete müracaat edersiniz. Kuvvet hakta oldugu, hak kuvvette olmadigi sirriyla; dünyayi basima ates yapsaniz, hakikat-i Kur'aniyeye feda olan bu bas size egilmeyecektir. Hem size bunu da haber veriyorum ki: Degil sizler gibi mahdud, manen millet nazarinda menfur bir kisim adamlar, belki binler sizler gibi bana maddî düsmanlik etseler, ehemmiyet vermeyecegim ve bir kisim muzir hayvanattan fazla kiymet vermeyecegim. Çünki bana karsi ne yapacaksiniz? Yapacaginiz is, ya hayatima hâtime çekmekle veya hizmetimi bozmak suretiyle olur. Bu iki seyden baska dünyada alâkam yok. Hayatin basina gelen ecel ise, suhud derecesinde kat'î îman etmisim ki; tegayyür etmiyor, mukadderdir. Mâdem böyledir; Hak yolunda sehadet ile ölsem, çekinmek degil, istiyak ile bekliyorum. Bahusus ben ihtiyar oldum, bir seneden fazla yasamayi zor düsünüyorum. Zâhirî bir sene ömrü, sehadet vasitasiyla kazanilan hadsiz bir ömr-ü bâkiye tebdil etmek; benim gibilerin en âlî bir maksadi, bir gayesi olur. Amma hizmet ise, felillahilhamd hizmet-i Kur'aniye ve îmaniyede Cenâb-i Hak rahmetiyle öyle kardesleri bana vermis ki; vefatim ile, o hizmet bir merkezde yapildigina bedel, çok merkezlerde yapilacak. Benim dilim ölüm ile susturulsa; pek çok kuvvetli diller benim dilime bedel konusacaklar, o hizmeti idame ederler. Hattâ diyebilirim: Nasilki bir tane tohum toprak altina girip ölmesiyle bir sünbül hayatini netice verir; bir taneye bedel, yüz tane vazife basina geçer. Öyle de; mevtim, hayatimdan fazla o hizmete vasita olur ümidini besliyorum!..
    Besinci Desise-i Seytaniye: Ehl-i dalaletin tarafgirleri, enaniyetten istifade edip, kardeslerimi benden çekmek istiyorlar. Hakikaten insanda en tehlikeli damar, enaniyettir ve en zaîf damari da odur. Onu oksamakla, çok fena seyleri yaptirabilirler. Ey kardeslerim! Dikkat ediniz; sizi enaniyette vurmasinlar, onun-
    sh: » (M: 456)
    la sizi avlamasinlar. Hem biliniz ki: Su asirda ehl-i dalalet eneye binmis, dalalet vadilerinde kosuyor. Ehl-i hak, bilmecburiye eneyi terketmekle hakka hizmet edebilir. Ene'nin istimalinde hakli dahi olsa; mâdemki ötekilere benzer ve onlar da onlari kendileri gibi nefisperest zannederler, hakkin hizmetine karsi bir haksizliktir. Bununla beraber etrafina toplandigimiz hizmet-i Kur'aniye, ene'yi kabul etmiyor. "Nahnü" istiyor. "Ben demeyiniz, biz deyiniz" diyor. Elbette kanaatiniz gelmis ki, bu fakir kardesiniz ene ile meydana çikmamis. Sizi enesine hâdim yapmiyor. Belki, enesiz bir hâdim-i Kur'anî olarak kendini size göstermis. Ve kendini begenmemeyi ve enesine tarafdar olmamayi meslek ittihaz etmis. Bununla beraber, kat'î deliller ile sizlere isbat etmistir ki: Meydan-i istifadeye vaz'edilen eserler, mîrî malidir; yani Kur'an-i Hakîm'in teressuhatidir. Hiç kimse, enesiyle onlara temellük edemez! Haydi farz-i muhal olarak ben enemle o eserlere sahib çikiyorum, benim bir kardesimin dedigi gibi: Mâdem bu Kur'anî hakikat kapisi açildi, benim noksaniyetime ve ehemmiyetsizligime bakilmayarak, ehl-i ilim ve kemal arkamda bulunmaktan çekinmemeli ve istigna etmemelidirler. Selef-i sâlihînin ve muhakkikîn-i ulemanin âsârlari, çendan her derde kâfi ve vâfi bir hazine-i azîmedir; fakat bazi zaman olur ki, bir anahtar bir hazineden ziyade ehemmiyetli olur. Çünki hazine kapalidir; fakat bir anahtar, çok hazineleri açabilir. Zannederim ki, o enaniyet-i ilmiyeyi fazla tasiyan zâtlar da anladilar ki: Nesrolunan Sözler, hakaik-i Kur'aniyenin birer anahtari ve o hakaiki inkâr etmeye çalisanlarin baslarina inen birer elmas kilinçtir. O ehl-i fazl ve kemal ve kuvvetli enaniyet-i ilmiyeyi tasiyan zâtlar bilsinler ki; bana degil, Kur'an-i Hakîm'e talebe ve sakird oluyorlar. Ben de onlarin bir ders arkadasiyim. Haydi farz-i muhal olarak ben üstadlik dava etsem, mâdem simdi ehl-i îmanin tabakatini, avamdan havassa kadar, maruz kaldiklari evham ve sübehattan kurtarmak çaresini bulduk; o ulema ya daha kolay bir çaresini bulsunlar veyahut bu çareyi iltizam edip ders versinler, tarafdar olsunlar. Ulema-üs sû' hakkinda bir tehdid-i azîm var. Bu zamanda ehl-i ilim ziyade dikkat etmeli. Haydi farzetseniz ki, düsmanlarimizin zanni gibi ben, benlik hesabina böyle bir hizmette bulunuyorum. Acaba dünyevî ve millî bir maksad için, çok zâtlar enaniyeti terkedip, firavun-mesreb bir adamin kemâl-i sadakatla etrafina toplanip, siddetli bir tesanüdle is gördükleri halde; acaba bu kardesiniz, hakikat-i
    sh: » (M: 457)
    Kur'aniye ve hakaik-i îmaniye etrafinda, kendi enaniyetini setretmekle beraber, o dünyevî komitenin onbasilari gibi, terk-i enaniyetle hakaik-i Kur'aniye etrafinda bir tesanüdü sizden istemeye hakki yok mudur? Sizin en büyük âlimleriniz de, ona "Lebbeyk" dememesinde haksiz degil midirler?
    Kardeslerim, enaniyetin isimizde en tehlikeli ciheti, kiskançliktir. Eger sirf lillah için olmazsa, kiskançlik müdahale eder, bozar. Nasilki bir insanin bir eli, bir elini kiskanmaz ve gözü, kulagina hased etmez ve kalbi aklina rekabet etmez. Öyle de: Bu heyetimizin sahs-i manevîsinde herbiriniz bir duygu, bir âza hükmündesiniz. Birbirinize karsi rekabet degil, bilakis birbirinizin meziyetiyle iftihar etmek, mütelezziz olmak bir vazife-i vicdaniyenizdir.
    Bir sey daha kaldi, en tehlikesi odur ki: Içinizde ve ahbabinizda, bu fakir kardesinize karsi bir kiskançlik damari bulunmak, en tehlikelidir. Sizlerde mühim ehl-i ilim de var. Ehl-i ilmin bir kisminda, bir enaniyet-i ilmiye bulunur. Kendi mütevazi de olsa, o cihette enaniyetlidir. Çabuk enaniyetini birakmaz. Kalbi, akli ne kadar yapissa da; nefsi, o ilmî enaniyeti cihetinde imtiyaz ister, kendini satmak ister, hattâ yazilan risalelere karsi muaraza ister. Kalbi risaleleri sevdigi ve akli istihsan ettigi ve yüksek buldugu halde; nefsi ise, enaniyet-i ilmiyeden gelen kiskançlik cihetinde zimnî bir adâvet besler gibi, Sözler'in kiymetlerinin tenzilini arzu eder tâ ki kendi mahsulât-i fikriyesi onlara yetissin, onlar gibi satilsin. Halbuki bilmecburiye bunu haber veriyorum ki:
    "Bu dürûs-u Kur'aniyenin dairesi içinde olanlar, allâme ve müçtehidler de olsalar; vazifeleri -ulûm-u îmaniye cihetinde- yalniz yazilan su Sözler'in serhleri ve izahlaridir veya tanzimleridir. Çünki çok emarelerle anlamisiz ki: Bu ulûm-u îmaniyedeki fetva vazifesiyle tavzif edilmisiz. Eger biri, dairemiz içinde nefsin enaniyet-i ilmiyeden aldigi bir his ile, serh ve izah haricinde birsey yazsa; soguk bir muaraza veya nâkis bir taklidcilik hükmüne geçer. Çünki çok delillerle ve emarelerle tahakkuk etmis ki: Risale-i Nur eczalari, Kur'anin teressuhatidir; bizler, taksim-ül a'mal kaidesiyle, herbirimiz bir vazife deruhde edip, o âb-i hayat teressuhatini muhtaç olanlara yetistiriyoruz!.."
    Altinci Desise-i Seytaniye sudur ki: Insandaki tenbellik ve tenperverlik ve vazifedarlik damarindan istifade eder. Evet
    sh: » (M: 458)
    seytan-i ins ve cinnî her cihette hücum ederler. Arkadaslarimizdan metin kalbli, sâdakati kuvvetli, niyeti ihlasli, himmeti âlî gördükleri vakit baska noktalardan hücum ederler. Söyle ki:
    Isimize sekte ve hizmetimize fütur vermek için, onlarin tenbelliklerinden ve tenperverliklerinden ve vazifedarliklarindan istifade ederler. Onlar, öyle desiselerle onlari hizmet-i Kur'aniyeden alikoyuyorlar ki; haberleri olmadan bir kismina fazla is buluyorlar, tâ ki hizmet-i Kur'aniyeye vakit bulmasin. Bir kismina da, dünyanin cazibedar seylerini gösteriyorlar ki; hevesi uyanip, hizmete karsi bir gaflet gelsin ve hâkeza...
    Bu hücum yollari uzun çeker. Bu uzunlukta kisa keserek, dikkatli fehminize havale ederiz.
    Ey kardeslerim! Dikkat ediniz: Vazifeniz kudsiyedir, hizmetiniz ulvîdir. Herbir saatiniz, bir gün ibadet hükmüne geçebilecek bir kiymettedir. Biliniz ki, elinizden kaçmasin!...

    يَا اَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اصْبِرُوا وَصَابِرُوا وَرَابِطُوا وَاتَّقُوا اللّهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ { وَلاَ تَشْتَرُوا بِآيَاتِى ثَمَنًا قَلِيلاً
    سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ وَسَلاَمٌ عَلَى الْمُرْسَلِينَ وَ الْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
    سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
    اَللّهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّمْ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ النَّبِىِّ اْلاُمِّىِّ الْحَبِيبِ الْعَالِى الْقَدْرِ الْعَظِيمِ الْجَاهِ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ وَ سَلِّمْ آمِينَ
    * * *


    Seni çok Özledim Annem

  3. #13
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: MEKTUBÂT / Risale-i Nur'dan 29. MEKTUP

    sh: » (M: 459)

    Kudsî Bir Tarihçe
    Kur'an-i Hakîm'in mühim bir sirr-i i'cazîsinin zuhur ettigi senenin tarihi, yine lafz-i Kur'andadir. Söyle ki:
    Kur'an kelimesi, ebced hesabiyla üçyüz ellibirdir. Içinde iki elif var; mahfî elif "Elfün" okunsa, bin manasindaki "Elfün"dür.(Hâsiye) Demek 1351 senesine, Sene-i Kur'aniye tabir edilebilir. Çünki Lafz-i Kur'andaki tevafukatin sirr-i acibi, Kur'anin tefsiri olan Risale-i Nur eczalarinda o sene göründü. Ve Kur'andaki Lafz-i Celâl'in i'cazkârane sirr-i tevafuku, ayni senede tezahür etti. Ve bir naks-i i'cazîyi gösterecek bir Kur'anin yeni bir tarzda yazilmasi, ayni senede oluyor. Ve hatt-i Kur'anin tebdiline karsi, Kur'an sakirdlerinin bütün kuvvetleriyle hatt-i Kur'anîyi muhafazaya çalismasi ayni senededir. Ve Kur'anin mühim ezvak-i i'caziyesi, ayni senede tezahür ediyor. Hem ayni senede Kur'an ile çok münasebetdar hâdisat olmus ve olacak gibi...

    * * *
    ______________________________ _
    (Hâsiye): Ilm-i Sarf kaidesince: feilün, fe'lün okunur. Ketifün, ketfün okunmasi gibi. Buna binaen elifün, elfün okunur. O halde, bin üçyüz ellibir olur.

    * * *
    sh: » (M: 460)

    Altinci Risale olan Altinci Kismin Zeyli
    Es'ile-i Sitte
    [Istikbalde gelecek nefret ve tahkirden sakinmak için, su mahrem zeyil yazilmistir. Yani "Tuh o asrin gayretsiz adamlarina!" denildigi zaman, yüzümüze tükürükleri gelmemek için veyahud silmek için yazilmistir.
    Avrupa'nin insaniyetperver maskesi altinda vahsi reislerinin sagir kulaklari çinlasin!.. Ve bu vicdansiz gaddarlari bize musallat eden o insafsiz zalimlerin görmeyen gözlerine sokulsun! Ve bu asirda, yüzbin cihette "Yasasin Cehennem" dedirten mimsiz medeniyetperestlerin baslarina vurulmak için yazilmis bir arzuhaldir.]

    بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

    وَمَا لَنَا اَلاَّ نَتَوَكَّلَ عَلَى اللّهِ وَقَدْ هَدَينَا سُبُلَنَا وَلَنَصْبِرَنَّ عَلَى مَا آذَيْتُمُونَا وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ اْلمُتَوَكِّلُونَ
    Bu yakinlarda ehl-i ilhadin perde altinda tecavüzleri gayet çirkin bir suret aldigindan; çok bîçare ehl-i îmana ettikleri zalimane ve dinsizcesine tecavüz nev'inden; bana, hususî ve gayr-i resmî, kendim tamir ettigim bir mabedimde, hususî bir-iki kardesimle hususî ibadetimde, gizli ezan ve kametimize müdahale edildi. "Ne için Arabça kamet ediyorsunuz ve gizli ezan okuyorsunuz?" denildi. Sükûtta sabrim tükendi. Kabil-i hitab olmayan öyle vicdansiz alçaklara degil; belki milletin mukadderatiyla, keyfî istibdad ile oynayan firavun-mesreb komitenin baslarina derim ki: Ey ehl-i bid'a ve ilhad!.. Alti sualime cevab isterim.
    Birincisi: Dünyada hükûmet süren, hükmeden her kavmin,
    sh: » (M: 461)
    hattâ insan eti yiyen yamyamlarin, hattâ vahsi canavar bir çete reisinin bir usûlü var, bir düstur ile hükmeder. Siz hangi usûlle bu acib tecavüzü yapiyorsunuz? Kanununuzu ibraz ediniz! Yoksa bazi alçak memurlarin keyiflerini, kanun mu kabul ediyorsunuz? Çünki böyle hususî ibadatta kanun yapilmaz ve kanun olamaz!
    Ikincisi: Nev'-i beserde, hususan bu asr-i hürriyette ve bilhassa medeniyet dairesinde hemen umumiyetle hüküm-ferma "hürriyet-i vicdan" düsturunu kirmak ve istihfaf etmek ve dolayisiyla nev'-i beseri istihkar etmek ve itirazini hiçe saymak kadar cür'etinizle, hangi kuvvete dayaniyorsunuz? Hangi kuvvetiniz var ki, siz kendinize "lâdinî" ismi vermekle, ne dine ne dinsizlige ilismemeyi ilân ettiginiz halde; dinsizligi mutaassibane kendine bir din ittihaz etmek tarzinda, dine ve ehl-i dine böyle tecavüz, elbette sakli kalmayacak! Sizden sorulacak!.. Ne cevab vereceksiniz? Yirmi hükûmetin en küçügünün itirazina karsi dayanamadiginiz halde, nasil yirmi hükûmetin birden itirazini hiçe sayar gibi, hürriyet-i vicdaniyeyi cebrî bir surette bozmaga çalisiyorsunuz.
    Üçüncüsü: Mezheb-i Hanefî'nin ulviyetine ve safiyetine münafî bir surette, vicdanini dünyaya satan bir kisim ulema-üs sû'un yanlis fetvalariyla, benim gibi Sâfi-ül Mezheb adamlara, hangi usûl ile teklif ediyorsunuz? Bu meslekte milyonlar etbai bulunan Safiî Mezhebini kaldirip, bütün Safiîleri Hanefîlestirdikten sonra, bana zulüm suretinde cebren teklif edilse, sizin gibi dinsizlerin bir usûlüdür denilebilir. Yoksa, keyfî bir alçakliktir! Öylelerin keyfine tabi degiliz ve tanimayiz!
    Dördüncüsü: Islâmiyet ile eskiden beri imtizaç ve ittihad eden, ciddî dindar ve dinine samimî hürmetkâr Türklük milliyetine bütün bütün zid bir surette, firenklik mânasinda Türkçülük namiyla, tahrifdarane ve bid'akârane bir fetva ile "Türkçe kamet et!" diye benim gibi baska milletten olanlara teklif etmek hangi usûlledir? Evet hakikî Türklere pek hakikî dostane ve uhuvvetkârane münasebetdar oldugum halde, böyle sizin gibi firenk-mesreblerin Türkçülügü ile hiçbir cihette münasebetim yoktur. Nasil bana teklif ediyorsunuz? Hangi kanun ile? Eger milyonlarla efradi bulunan ve binler seneden beri milliyetini ve lisanini unutmayan ve Türklerin hakikî bir vatandasi ve eskiden beri


    Seni çok Özledim Annem

  4. #14
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: MEKTUBÂT / Risale-i Nur'dan 29. MEKTUP

    sh: » (M: 462)
    cihad arkadasi olan Kürdlerin milliyetini kaldirip, onlarin dilini onlara unutturduktan sonra; belki bizim gibi ayri unsurdan sayilanlara teklifiniz, bir nevi usûl-ü vahsiyane olur. Yoksa sirf keyfîdir. Eshasin keyfine tebaiyet edilmez ve etmeyiz!

    Besincisi: Bir hükûmet, kendi raiyetine ve raiyet kabul ettigi adamlara herbir kanununu tatbik etse de; raiyet kabul etmedigi adamlara, kanununu tatbik edemez. Çünki onlar diyebilirler ki: "Mâdem biz raiyetiniz degiliz, siz de bizim hükûmetimiz degilsiniz!"
    Hem hiçbir hükûmet, iki cezayi birden vermez. Bir katili, ya hapse atar veyahud idam eder. Hem hapisle ceza, hem idamla ceza bir yerde vermek, hiçbir usûlde yoktur!
    Iste mâdem vatana ve millete hiçbir zararim dokunmadigi halde; beni sekiz senedir, en yabani ve hariç bir milletten cani bir adama dahi yapilmayan bir esaret altina aldiniz. Canileri afvettiginiz halde, hürriyetimi selbedip, hukuk-u medeniyeden iskat ederek muamele ettiniz. "Bu da vatan evlâdidir." demediginiz halde; hangi usûl ile, hangi kanun ile bîçare milletinize rizalari hilafina olarak tatbik ettiginiz bu hürriyet-siken usûlünüzü, benim gibi her cihetle size yabanci bir adama teklif ediyorsunuz? Mâdem Harb-i Umumî'de ordu kumandanlarinin sehadetiyle, vasita oldugumuz çok fedakârliklari ve vatan ugrunda cansiperane mücahedeleri cinayet saydiniz. Ve bîçare milletin hüsn-ü ahlâkini muhafaza ve saadet-i dünyeviye ve uhreviyelerinin teminine pek ciddî ve tesirli çalismayi hiyanet saydiniz. Ve manen menfaatsiz, zararli, hatarli, keyfî, küfrî firenk usûlünü kendinde kabul etmeyen bir adama sekiz sene ceza verdiniz. (Simdi ceza yirmisekiz sene oldu.) Ceza bir olur. Tatbikini kabul etmedim, cezayi çektirdiniz. Ikinci bir cezayi cebren tatbik etmek, hangi usûl iledir?
    Altincisi: Mâdem sizlerle, itikadinizca ve bana edilen muameleye nazaran, küllî bir muhalefetimiz var. Siz dininizi ve âhiretinizi, dünyaniz ugrunda feda ediyorsunuz. Elbette mabeynimizde -tahmininizce- bulunan muhalefet sirriyla, biz dahi hilafiniza olarak; dünyamizi, dinimiz ugrunda ve âhiretimize her vakit feda etmeye haziriz. Sizin zalimane ve vahsiyane hükmünüz altinda bir-iki sene zelilane geçecek hayatimizi, kudsî bir sehadeti kazanmak için feda etmek; bize âb-i
    sh: » (M: 463)
    kevser hükmüne geçer. Fakat Kur'an-i Hakîm'in feyzine ve isaratina istinaden, sizi titretmek için, size kat'î haber veriyorum ki:
    Beni öldürdükten sonra yasayamayacaksiniz! Kahhar bir el ile, cennetiniz ve mahbubunuz olan dünyadan tardedilip ebedî zulümata çabuk atilacaksiniz! Arkamdan, pek çabuk sizin Nemrudlasmis reisleriniz gebertilecek, yanima gönderilecek. Ben de huzur-u Ilahîde yakalarini tutacagim. Adalet-i Ilâhiye, onlari esfel-i sâfilîne atmakla intikamimi alacagim!
    Ey din ve âhiretini dünyaya satan bedbahtlar! Yasamanizi isterseniz, bana ilismeyiniz! Ilisseniz, intikamim muzaaf bir surette sizden alinacagini biliniz, titreyiniz! Ben rahmet-i Ilâhîden ümid ederim ki: Mevtim, hayatimdan ziyade dine hizmet edecek ve ölümüm basinizda bomba gibi patlayip basinizi dagitacak! Cesaretiniz varsa ilisiniz! Yapacaginiz varsa, göreceginiz de var! Ben bütün tehdidatiniza karsi, bütün kuvvetimle bu âyeti okuyorum:

    اَلَّذِينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ اِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُوا لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ اِيمَانًا وَ قَالُوا حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ

    * * *


    Seni çok Özledim Annem

  5. #15
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: MEKTUBÂT / Risale-i Nur'dan 29. MEKTUP

    sh: » (M: 464)

    Yedinci Kisim
    Isarat-i Seb'a
    بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
    فَآمِنُوا بِاللّهِ وَرَسُولِهِ النَّبِىِّ اْلاُمِّىِّ الَّذِى يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَكَلِمَاتِهِ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ { يُرِيدُونَ اَنْ يُطْفِئُوا نُورَ اللّهِ ِباَفْوَاهِهِمْ وَيَاْبَى اللّهُ اِلاَّ اَنْ يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ

    [Üç sualin cevabi olarak "Yedi Isaret"tir. Birinci sual, dört isarettir.]
    Birinci Isaret: Seair-i Islâmiyeyi tagyire tesebbüs edenlerin senedleri ve hüccetleri, yine her fena seylerde oldugu gibi, ecnebileri körükörüne taklidcilik yüzünden geliyor. Diyorlar ki:
    "Londra'da ihtida edenler ve ecnebilerden îmana gelenler; memleketlerinde ezan ve kamet gibi çok seyleri kendi lisanlarina tercüme ediyorlar, yapiyorlar. Âlem-i Islâm onlara karsi sükût ediyor, itiraz etmiyor. Demek bir cevaz-i ser'î var ki, sükût ediliyor?"
    Elcevap: Bu kiyasin o kadar zâhir bir farki var ki, hiçbir cihette onlara kiyas etmek ve onlari taklid etmek zîsuurun kâri degildir. Çünki ecnebi diyarina, lisan-i seriatta "Dâr-i Harb" denilir. Dâr-i Harbde çok seylere cevaz olabilir ki, "Diyar-i Islâm"da mesag olamaz.
    Hem Firengistan diyari, Hiristiyan sevketi dairesidir. Istilahat-i
    sh: » (M: 465)
    ser'iyenin maânîsini ve kelimat-i mukaddesenin mefahimini lisan-i hal ile telkin edecek ve ihsas edecek bir muhit olmadigindan; bilmecburiye kudsî maânî, mukaddes elfaza tercih edilmis; maânî için elfaz terkedilmis,ehvenüsser ihtiyar edilmis. Diyar-i Islâmda ise; muhit, o kelimat-i mukaddesenin meal-i icmalîsini ehl-i Islâma lisan-i hal ile ders veriyor. An'ane-i Islâmiye ve Islâmî tarih ve umum seair-i Islâmiye ve umum erkân-i Islâmiyete ait muhaverat-i ehl-i Islâm, o kelimat-i mukaddesenin mücmel meâllerini, mütemadiyen ehl-i îmana telkin ediyorlar. Hattâ su memleketin maabid ve medaris-i diniyesinden baska makberistanin mezar taslari dahi, birer telkin edici, birer muallim hükmündedir ki; o maânî-i mukaddeseyi, ehl-i îmana ihtar ediyorlar. Acaba kendine müslüman diyen bir adam, dünyanin bir menfaati için, bir günde elli kelime Firengî lügatindan taallüm ettigi halde; elli senede ve her günde elli defa tekrar ettigi Sübhanallah, Elhamdülillah ve Lâilahe Illâllah ve Allahü Ekber gibi mukaddes kelimeleri ögrenmezse, elli defa hayvandan daha asagi düsmez mi? Böyle hayvanlar için, bu kelimat-i mukaddese tercüme ve tahrif edilmez ve tehcir edilmezler! Onlari tehcir ve tagyir etmek, bütün mezar taslarini hâkketmektir; bu tahkire karsi titreyen mezaristandaki ehl-i kuburu aleyhlerine döndürmektir.
    Ehl-i ilhada kapilan ulema-üs sû', milleti aldatmak için diyorlar ki: Imam-i Azam, sair imamlara muhalif olarak demis ki: "Ihtiyaç olsa, diyar-i baidede, Arabî hiç bilmeyenlere, ihtiyaç derecesine göre; Fatiha yerine Farisî tercümesi cevazi var." Öyle ise, biz de muhtaciz, Türkçe okuyabiliriz?
    Elcevap: Imam-i A'zam'in bu fetvasina karsi, basta azamî imamlarin en mühimleri ve sair oniki eimme-i müçtehidîn, o fetvanin aksine fetva veriyorlar. Âlem-i Islâmin cadde-i kübrasi, o umum eimmenin caddesidir. Mu'zam-i Ümmet, cadde-i kübrada gidebilir. Baska hususî ve dar caddeye sevkedenler, idlâl ediyorlar. Imam-i A'zam'in fetvasi, bes cihette hususîdir:
    Birincisi: Merkez-i Islâmiyetten uzak diyar-i âherde bulunanlara aittir.
    Ikincisi: Ihtiyac-i hakikîye binaendir.
    Üçüncüsü: Bir rivayette, lisan-i ehl-i Cennet'ten sayilan Farisî li-
    sh: » (M: 466)
    saniyla tercümeye mahsustur.
    Dördüncüsü: Fatiha'ya mahsus olarak cevaz verilmis, tâ Fatiha'yi bilmeyen namazi terketmesin.
    Besincisi: Kuvvet-i îmandan gelen bir hamiyet-i Islâmiye ile, maânî-i mukaddesenin, avamin tefehhümüne medar olmak için cevaz gösterilmis. Halbuki za'f-i îmandan gelen ve menfî fikr-i milliyetten çikan ve lisan-i Arabîye karsi nefret ve za'f-i îmandan tevellüd eden meyl-i tahrib saikasiyla tercüme edip Arabî aslini terketmek, dini terk ettirmektir!
    Ikinci Isaret: Seair-i Islâmiyeyi tagyir eden ehl-i bid'a, evvelâ ulema-üs sû'dan fetva istediler. Sâbikan bes vecihle hususî oldugunu gösterdigimiz fetvayi gösterdiler. Sâniyen: Ehl-i bid'a, ecnebi inkilabcilarindan böyle mes'um bir fikir aldilar ki: Avrupa, Katolik Mezhebini begenmeyerek basta ihtilâlciler, inkilabcilar ve feylesoflar olarak -Katolik mezhebine göre ehl-i bid'a ve Mu'tezile telakki edilen Protestanlik Mezhebini iltizam edip, Fransizlarin Ihtilâl-i Kebirinden istifade ederek, Katolik Mezhebini kismen tahrib edip, Protestanligi ilân ettiler.
    Iste körükörüne taklidcilige alisan buradaki hamiyet-füruslar diyorlar ki: "Mâdem Hiristiyan dininde böyle bir inkilab oldu; bidayette inkilabcilara mürted denildi, sonra Hiristiyan olarak yine kabul edildi. Öyle ise, Islâmiyette de böyle dinî bir inkilab olabilir?"
    Elcevap: Bu kiyasin, Birinci Isaret'teki kiyastan daha ziyade farki zâhirdir. Çünki Din-i Îsevî'de yalniz esasat-i diniye Hazret-i Îsâ Aleyhisselâm'dan alindi. Hayat-i içtimaiyeye ve füruat-i ser'iyeye dair ekser ahkâmlar, Havariyyun ve sair rüesa-yi ruhaniye tarafindan teskil edildi. Kism-i azami, kütüb-ü sâbika-i mukaddeseden alindi. Hazret-i Îsâ Aleyhisselâm, dünyaca hâkim ve sultan olmadigindan ve kavanin-i umumiye-i içtimaiyeye merci' olmadigindan; esasat-i diniyesi, hariçten bir libas giydirilmis gibi, seriat-i Hiristiyaniye namina örfî kanunlar, medenî düsturlar alinmis, baska bir suret verilmis. Bu suret tebdil edilse, o libas degistirilse, yine Hazret-i Îsâ Aleyhisselâm'in esas dini bâki kalabilir. Hazret-i Îsâ Aleyhisselâm'i inkâr ve tekzib çikmaz. Halbuki din ve seriat-i Islâmiyenin sahibi olan Fahr-i Âlem Aleyhissalâtü Vesselâm iki cihanin sultani, sark ve garb ve Endülüs


    Seni çok Özledim Annem

  6. #16
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: MEKTUBÂT / Risale-i Nur'dan 29. MEKTUP

    sh: » (M: 467)
    ve Hind, birer taht-i saltanati oldugundan; Din-i Islâm'in esasatini bizzât kendisi gösterdigi gibi, o dinin teferruatini ve sair ahkâmini, hattâ en cüz'î âdâbini dahi bizzât o getiriyor, o haber veriyor, o emir veriyor. Demek füruat-i Islâmiye, degismeye kabil bir libas hükmünde degil ki; onlar tebdil edilse, esas-i din bâki kalabilsin. Belki esas-i dine bir ceseddir, lâakal bir cilddir. Onunla imtizaç ve iltiham etmis; kabil-i tefrik degildir. Onlari tebdil etmek, dogrudan dogruya sahib-i seriati inkâr ve tekzib etmek çikar.

    Mezahibin ihtilafi ise: Sahib-i seriatin gösterdigi nazarî düsturlarin tarz-i tefehhümünden ileri gelmistir. "Zaruriyat-i Diniye" denilen ve kabil-i te'vil olmayan ve "Muhkemat" denilen düsturlari ise, hiç bir cihette kabil-i tebdil degildir ve medar-i içtihad olamaz. Onlari tebdil eden, basini dinden çikariyor; يَمْرُقُونَ مِنَ الدِّينِ كَمَا يَمْرُقُ السَّهْمُ مِنَ الْقَوْسِ kaidesine dâhil oluyor.
    Ehl-i bid'a, dinsizliklerine ve ilhadlarina söyle bir bahane buluyorlar. Diyorlar ki: "Âlem-i insaniyetin müteselsil hâdisatina sebeb olan Fransiz Ihtilâl-i Kebirinde, papazlara ve rüesa-yi ruhaniyeye ve onlarin mezheb-i hâssi olan Katolik mezhebine hücum edildi ve tahrib edildi. Sonra çoklari tarafindan tasvib edildi. Firenkler dahi, ondan sonra daha ziyade terakki ettiler?"
    Elcevap: Bu kiyasin dahi, evvelki kiyaslar gibi farki zâhirdir. Çünki Fransizlarda, havas ve hükûmet adamlari elinde çok zaman Din-i Hiristiyanî, bahusus Katolik Mezhebi; bir vasita-i tahakküm ve istibdad olmustu. Havas, o vasita ile nüfuzlarini avam üzerinde idame ediyorlardi. Ve "serseri" tabir ettikleri avam tabakasinda intibaha gelen hamiyetperverlerini ve havas zalimlerin istibdadina karsi hücum eden hürriyetperverlerin mütefekkir kisimlarini ezmeye vasita oldugundan ve dörtyüz seneye yakin Firengistanda ihtilâller ile istirahat-i beseriyeyi bozmaga ve hayat-i içtimaiyeyi zîr ve zeber etmeye bir sebeb telakki edildiginden; o mezhebe, dinsizlik namina degil, belki Hiristiyanligin diger bir mezhebi namina hücum edildi. Ve tabaka-i avamda ve feylesoflarda bir küsmek, bir adâvet hasil olmustu ki; malûm hâdise-i tarihiye vukua gelmistir. Halbuki Din-i Muhammedî (A.S.M.) ve seriat-i Islâmiyeye karsi; hiçbir
    sh: » (M: 468)
    mazlumun, hiçbir mütefekkirin hakki yoktur ki, ondan sekva etsin. Çünki onlari küstürmüyor, onlari himaye ediyor. Tarih-i Islâm meydandadir. Islâmlar içinde bir-iki vukuattan baska dâhilî muharebe-i diniye olmamis. Katolik Mezhebi ise, dörtyüz sene ihtilâlât-i dâhiliyeye sebeb olmus.
    Hem Islâmiyet, havastan ziyade avamin tahassüngâhi olmustur. Vücub-u zekat ve hurmet-i riba ile; havassi, avamin üstünde müstebid yapmak degil, bir cihette hâdim yapiyor.
    سَيِّدُ الْقَوْمِ خَادِمُهُمْ *خَيْرُ النَّاسِ مَنْ يَنْفَعُ النَّاسَ diyor.
    Hem Kur'an-i Hakîm lisaniyla
    اَفَلاَ تَعْقِلُونَ * اَفَلاَ يَتَدَبَّرُونَ * اَفَلاَ يَتَفَكَّرُونَ gibi kudsî havaleler ile, akli istishad ediyor ve ikaz ediyor ve akla havale ediyor, tahkike sevkediyor. Onun ile, ehl-i ilim ve ashab-i akla din namina makam veriyor, ehemmiyet veriyor. Katolik mezhebi gibi akli azletmiyor, ehl-i tefekkürü susturmuyor, körükörüne taklid istemiyor.
    Hakikî Hiristiyanlik degil, belki simdiki Hiristiyan dininin esasiyla Islâmiyetin esasi mühim bir noktadan ayrildigindan; sâbik farklar gibi çok cihetlerle ayri ayri gidiyorlar. O mühim nokta sudur:
    Islâmiyet, tevhid-i hakikî dinidir ki; vasitalari, esbablari iskat ediyor. Enaniyeti kiriyor, ubudiyet-i hâlisa te'sis ediyor. Nefsin rububiyetinden tut, tâ her nevi rububiyet-i bâtilayi kat'ediyor, reddediyor. Bu sir içindir ki; havastan bir büyük insan tam dindar olsa, enaniyeti terketmeye mecbur olur. Enaniyeti terketmeyen, salabet-i diniyeyi ve kismen de dinini terkeder.
    Simdiki Hiristiyanlik dini ise; "Velediyet Akidesi"ni kabul ettigi için vesait ve esbaba tesir-i hakikî verir. Din namina enaniyeti kirmaz, belki Hazret-i Îsâ Aleyhisselâm'in bir mukaddes vekili diye o enaniyete bir kudsiyet verir. Onun için, dünyaca en büyük makam isgal eden Hiristiyan havaslari, tam dindar olabilirler. Hattâ Amerika'nin esbak Reis-i Cumhuru Wilson ve Ingiliz'in esbak Reis-i Vükelasi Loid George gibi çoklar var ki, mutaassib birer papaz hükmünde dindar oldular. Müslümanlarda ise öyle makamlara girenler, nâdiren tam dindar ve salabetli


    Seni çok Özledim Annem

  7. #17
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: MEKTUBÂT / Risale-i Nur'dan 29. MEKTUP

    sh: » (M: 469)
    kalirlar. Çünki gururu ve enaniyeti birakamiyorlar. Takva-yi hakikî ise, gurur ve enaniyetle içtima edemiyor.

    Evet nasilki Hiristiyan havassinin taassubu, müslüman havaslarinin adem-i salabeti mühim bir farki gösteriyor; öyle de: Hiristiyandan çikan feylesoflar, dinlerine karsi lâkayd veya muariz vaziyeti almasi ve Islâmdan çikan hükemalarin kism-i azami, hikmetlerini esasat-i Islâmiyeye bina etmesi; yine mühim bir farki gösteriyor.
    Hem ekseriyetle zindanlara ve musibetlere düsen âmi Hiristiyanlar, dinden meded beklemiyorlar. Eskiden çogu dinsiz oluyordular. Hattâ Fransa'nin Ihtilâl-i Kebirini çikaran ve "Serseri Dinsiz" tabir edilen tarihçe meshur inkilabcilar, o musibetzede avam kismidir. Islâmiyette ise, ekseriyet-i mutlaka ile hapse ve musibete düsenler, dinden meded beklerler ve dindar oluyorlar. Iste bu hal dahi mühim bir farki gösteriyor.
    Üçüncü Isaret: Ehl-i bid'a diyorlar ki: "Bu taassub-u dinî, bizi geri birakti. Bu asirda yasamak, taassubu birakmakla olur. Avrupa, taassubu biraktiktan sonra terakki etti?"
    Elcevap: Yanlissiniz ve aldanmissiniz veya aldatiyorsunuz. Çünki Avrupa, dinine mutaassibdir. Hattâ bir âdi Bulgar'a veya bir nefer-i Ingiliz'e veya bir serseri Fransiz'a "Sarik sar. Sarmazsan hapse atilacaksin!" denilse, taassublari muktezasinca diyecek: "Hapse degil, öldürseniz bile, dinime ve milliyetime bu hakareti yapmayacagim!"
    Hem tarih sahiddir ki: Ehl-i Islâm ne vakit dinine tam temessük etmis ise, o zamana nisbeten terakki etmis. Ne vakit salabeti terketmisse, tedenni etmis. Hiristiyanlik ise, bilakistir. Bu da, mühim bir fark-i esasîden nes'et etmis.
    Hem Islâmiyet, sair dinlere kiyas edilmez. Bir müslüman Islâmiyetten çiksa ve dinini terketse, daha hiçbir peygamberi kabul edemez; belki Cenâb-i Hakk'i dahi ikrar edemez ve belki hiçbir mukaddes sey'i tanimaz; belki kendinde kemalâta medar olacak bir vicdan bulunmaz, tefessüh eder. Onun için Islâmiyet nazarinda, harbî kâfirin hakk-i hayati var. Hariçte olsa musalaha etse, dâhilde olsa cizye verse; Islâmiyetçe hayati mahfuzdur. Fakat mürtedin hakk-i hayati yoktur. Çünki vicdani tefessüh eder, hayat-i içtimaiyeye bir zehir hükmüne geçer. Halbuki
    sh: » (M: 470)
    Hiristiyanin bir dinsizi, yine hayat-i içtimaiyeye nâfi' bir vaziyette kalabilir. Bazi mukaddesati kabul eder ve bazi peygamberlere inanabilir ve Cenâb-i Hakk'i bir cihette tasdik edebilir.
    Acaba bu ehl-i bid'a ve dogrusu ehl-i ilhad, bu dinsizlikte hangi menfaati buluyorlar? Eger idare ve asayisi düsünüyorlarsa; Allah'i bilmeyen dinsiz on serserinin idaresi ve serlerini def'etmesi, bin ehl-i diyanetin idaresinden daha müskildir. Eger terakkiyi düsünüyorlarsa; öyle dinsizler idare-i hükûmete muzir olduklari gibi, terakkiye dahi manidirler. Terakki ve ticaretin esasi olan emniyet ve asayisi kiriyorlar. Dogrusu onlar, meslekçe tahribatçidirlar. Dünyada en büyük ahmak odur ki, böyle dinsiz serserilerden terakki ve saadet-i hayatiyeyi beklesin. Böyle ahmaklardan mühim bir mevkii isgal eden birisi demis ki: "Biz, Allah Allah diye diye geri kaldik. Avrupa, top tüfek diye diye ileri gitti."
    "Cevab-ül ahmak-is sükût" kaidesince, böylelere karsi cevab sükûttur. Fakat bazi ahmaklarin arkasinda bedbaht âkiller bulundugundan deriz ki:
    Ey bîçareler! Bu dünya bir misafirhanedir. Her günde otuzbin sahid, cenazeleriyle "El-mevtü hak" hükmünü imza ediyorlar ve o davaya sehadet ediyorlar. Ölümü öldürebilir misiniz? Bu sahidleri tekzib edebilir misiniz? Mâdem edemiyorsunuz; mevt, Allah Allah dedirtir. Sekeratta Allah Allah yerine; hangi topunuz, hangi tüfeginiz, zulümat-i ebedîyi o sekerattakinin önünde isiklandirir, ye's-i mutlakini ümid-i mutlaka çevirebilir? Mâdem ölüm var, kabre girilecek; bu hayat gidiyor, bâki bir hayat geliyor. Bir defa top tüfek denilse; bin defa Allah Allah demek lâzim gelir. Hem Allah yolunda olsa; tüfek de Allah der, top da Allahü Ekber diye bagirir, Allah ile iftar eder, imsak eder.
    Dördüncü Isaret: Tahribatçi ehl-i bid'a iki kisimdir.
    Bir kismi -güya din hesabina, Islâmiyete sâdakat namina- güya dini milliyetle takviye etmek için, "Za'fa düsmüs din secere-i nuraniyesini, milliyet topraginda dikmek, kuvvetlestirmek istiyoruz." diye, dine taraftar vaziyeti gösteriyorlar.
    Ikinci kisim; millet namina, milliyet hesabina, unsuriyete kuvvet vermek fikrine binaen, "Milleti, Islâmiyetle asilamak istiyoruz." diye, bid'alari îcad ediyorlar.
    sh: » (M: 471)
    Birinci kisma deriz ki: Ey "sâdik ahmak" itlakina mâsadak bîçare ulema-üs sû' veya meczub, akilsiz, cahil sofîler! Hakikat-i kâinat içinde kökü yerlesmis ve hakaik-i kâinata kökler salmis olan Secere-i Tûba-i Islâmiyet; mevhum, muvakkat, cüz'î, hususî, menfî, belki esassiz, garazkâr, zulümkâr, zulmanî unsuriyet topragina dikilmez! Onu oraya dikmeye çalismak, ahmakane ve tahribkârane, bid'akârane bir tesebbüstür.
    Ikinci kisim milliyetçilere deriz ki: Ey sarhos hamiyet-füruslar! Bir asir evvel milliyet asri olabilirdi. Su asir unsuriyet asri degil! Bolsevizm, sosyalizm mes'eleleri istilâ ediyor; unsuriyet fikrini kiriyor, unsuriyet asri geçiyor. Ebedî ve daimî olan Islâmiyet milliyeti; muvakkat, dagdagali unsuriyetle baglanmaz ve asilanmaz. Ve asilamak olsa da; Islâm milletini ifsad ettigi gibi, unsuriyet milliyetini dahi islah edemez, ibka edemez. Evet muvakkat asilamakta bir zevk ve bir muvakkat kuvvet görünüyor, fakat pek muvakkat ve akibeti hatarlidir.
    Hem Türk unsurunda ebedî kabil-i iltiyam olmamak suretinde bir insikak çikacak. O vakit milletin kuvveti, bir sik, bir sikkin kuvvetini kirdigi için, hiçe inecek. Iki dag birbirine karsi bir mizanin iki gözünde bulunsa; bir batman kuvvet, o iki kuvvet ile oynayabilir; yukari kaldirir, asagi indirir.
    Ikinci Sual, iki isarettir:
    Birinci Isaret ki: "Besinci Isaret"tir. Mühim bir sualin gayet muhtasar bir cevabidir.
    Sual: Âhirzamanda Hazret-i Mehdi gelecegine ve fesada girmis âlemi islah edecegine dair müteaddid rivayat-i sahiha var. Halbuki su zaman, cemaat zamanidir; sahis zamani degil! Sahis ne kadar dâhî ve hattâ yüz dâhî derecesinde olsa, bir cemaatin mümessili olmazsa, bir cemaatin sahs-i manevîsini temsil etmezse; muhalif bir cemaatin sahs-i manevîsine karsi maglubdur. Su zamanda -kuvvet-i velayeti ne kadar yüksek olursa olsun- böyle bir cemaat-i beseriyenin ifsadat-i azîmesi içinde nasil islah eder? Eger Mehdi'nin bütün isleri hârika olsa, su dünyadaki hikmet-i Ilâhiyeye ve kavanin-i âdetullaha muhalif düser. Bu Mehdi mes'elesinin sirrini anlamak istiyoruz?
    Elcevap: Cenâb-i Hak kemal-i rahmetinden, seriat-i Islâmiyenin ebediyetine bir eser-i himayet olarak, herbir fesad-i


    Seni çok Özledim Annem

  8. #18
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: MEKTUBÂT / Risale-i Nur'dan 29. MEKTUP

    sh: » (M: 472)
    ümmet zamaninda bir muslih veya bir müceddid veya bir halife-i zîsan veya bir kutb-u azam veya bir mürsid-i ekmel veyahud bir nevi Mehdi hükmünde mübarek zâtlari göndermis; fesadi izale edip, milleti islah etmis; Din-i Ahmedîyi (A.S.M.) muhafaza etmis. Mâdem âdeti öyle cereyan ediyor, âhirzamanin en büyük fesadi zamaninda; elbette en büyük bir müçtehid, hem en büyük bir müceddid, hem hâkim, hem mehdi, hem mürsid, hem kutb-u azam olarak bir zât-i nuranîyi gönderecek ve o zât da Ehl-i Beyt-i Nebevîden olacaktir. Cenâb-i Hak bir dakika zarfinda beyn-es sema vel-arz âlemini bulutlarla doldurup bosalttigi gibi, bir saniyede denizin firtinalarini teskin eder ve bahar içinde bir saatte yaz mevsiminin nümunesini ve yazda bir saatte kis firtinasini îcad eden Kadîr-i Zülcelâl; Mehdi ile de âlem-i Islâmin zulümatini dagitabilir. Ve va'detmistir, va'dini elbette yapacaktir. Kudret-i Ilâhiye noktasinda bakilsa, gayet kolaydir. Eger daire-i esbab ve hikmet-i Rabbaniye noktasinda düsünülse, yine o kadar makul ve vukua lâyiktir ki; eger Muhbir-i Sadik'tan rivayet olmazsa dahi, herhalde öyle olmak lâzim gelir ve olacaktir diye ehl-i tefekkür hükmeder. Söyle ki: Felillahilhamd


    للّهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّمْ عَلَى سَيِّدِِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ كَمَا صَلَّيْتَ عَلَى اِبْرَاهِيمَ وَ عَلَى آلِ اِبْرَاهِيمَ فِى الْعَالَمِينَ اِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ

    duâsi -umum ümmet, umum namazinda, günde bes defa tekrar ettikleri bu duâ- bilmüsahede kabul olmustur ki; Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, Âl-i Ibrahim Aleyhisselâm gibi öyle bir vaziyet almis ki; umum mübarek silsilelerin basinda, umum aktar ve a'sarin mecma'larinda o nuranî zâtlar kumandanlik ediyorlar.(Hâsiye) Ve öyle bir kesrettedirlerki; o kumandanlarin mecmu'u, muazzam bir ordu teskil ediyorlar. Eger maddî sekle girse ve bir tesanüd ile bir firka vaziyetini alsalar, Islâmiyet dinini milliyet-i mukaddese hükmünde rabita-i ittifak ve intibah yapsalar, hiçbir milletin ordusu onlara karsi dayanamaz! Iste o pek
    ______________________________ ______
    (Hâsiye): Hattâ onlardan bir tanesi olan Seyyid Ahmed-üs Sünusî, milyonlar müride kumandanlik ediyor. Seyyid Idris gibi diger bir zât, yüzbinden fazla müslümanlara kumandanlik ediyor. Seyyid Yahya gibi bir baska seyyid, yüzbinler adamlara emirlik ediyor ve hâkeza... Bu seyyidler kabilesinin efradlarinda böyle zâhirî kahramanlar çok oldugu gibi; Seyyid Abdülkadir-i Geylanî, Seyyid Ebulhasen-i Sazelî, Seyyid Ahmed-i Bedevî gibi manevî kahramanlarin kahramanlari dahi varlarmis...
    sh: » (M: 473)
    kesretli o muktedir ordu, Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'dir ve Hazret-i Mehdi'nin en has ordusudur.
    Evet bugün tarih-i âlemde hiçbir nesil, secere ile ve senedlerle ve an'ane ile birbirine muttasil ve en yüksek seref ve âlî haseb ve asil neseb ile mümtaz hiçbir nesil yoktur ki, Âl-i Beyt'ten gelen seyyidler nesli kadar kuvvetli ve ehemmiyetli bulunsun. Eski zamandan beri bütün ehl-i hakikatin firkalari basinda onlar ve ehl-i kemalin namdar reisleri yine onlardir. Simdi de, kemmiyeten milyonlari geçen bir nesl-i mübarektir. Mütenebbih ve kalbleri îmanli ve muhabbet-i Nebevî ile dolu ve cihandeger seref-i intisabiyla serfirazdirlar. Böyle bir cemaat-i azîme içindeki mukaddes kuvveti tehyic edecek ve uyandiracak hâdisat-i azîme vücuda geliyor. Elbette o kuvvet-i azîmedeki bir hamiyet-i âliye feveran edecek ve Hazret-i Mehdi basina geçip, tarîk-i hak ve hakikata sevkedecek. Böyle olmak ve böyle olmasini; bu kistan sonra baharin gelmesi gibi, âdetullahtan ve rahmet-i Ilâhiyeden bekleriz ve beklemekte hakliyiz.
    Ikinci Isaret, yani Altinci Isaret: Hazret-i Mehdi'nin cem'iyet-i nuraniyesi, Süfyan komitesinin tahribatçi rejim-i bid'akâranesini tamir edecek, Sünnet-i Seniyeyi ihya edecek; yani âlem-i Islâmiyette Risalet-i Ahmediyeyi (A.S.M.) inkâr niyetiyle Seriat-i Ahmediyeyi (A.S.M.) tahribe çalisan Süfyan komitesi, Hazret-i Mehdi cem'iyetinin mu'cizekâr manevî kilinciyla öldürülecek ve dagitilacak.
    Hem âlem-i insaniyette inkâr-i Ulûhiyet niyetiyle medeniyet ve mukaddesat-i beseriyeyi zîr ü zeber eden Deccal komitesini, Hazret-i Îsâ Aleyhisselâm'in din-i hakikîsini Islâmiyetin hakikatiyla birlestirmeye çalisan hamiyetkâr ve fedakâr bir Isevî cemaati nami altinda ve "Müslüman Îsevîleri" ünvanina lâyik bir cem'iyet, o Deccal komitesini, Hazret-i Îsâ Aleyhisselâm'in riyaseti altinda öldürecek ve dagitacak; beseri, inkâr-i Ulûhiyetten kurtaracak.
    Su mühim sir pek uzundur. Baska yerlerde bir nebze bahsettigimizden burada bu kisa isaretle iktifa ediyoruz.
    Yedinci Isaret yani Üçüncü Sual: Diyorlar ki: "Senin eski zamandaki müdafaatin ve Islâmiyet hakkindaki mücahedatin, simdiki tarzda degil. Hem Avrupa'ya karsi Islâmiyet'i müdafaa eden mütefekkirîn tarzinda gitmiyorsun. Neden Eski Said vaziye-
    sh: » (M: 474)
    tini degistirdin? Neden manevî mücahidîn-i Islâmiye tarzinda hareket etmiyorsun?
    Elcevap: Eski Said ile mütefekkirîn kismi, felsefe-i beseriyenin ve hikmet-i Avrupaiyenin düsturlarini kismen kabul edip, onlarin silâhlariyla onlarla mübareze ediyorlar; bir derece onlari kabul ediyorlar. Bir kisim düsturlarini, fünun-u müsbete suretinde lâyetezelzel teslim ediyorlar, o suretle Islâmiyetin hakikî kiymetini gösteremiyorlar. Âdeta kökleri çok derin zannettikleri hikmetin dallariyla Islâmiyeti asiliyorlar, güya takviye ediyorlar. Bu tarzda galebe az oldugundan ve Islâmiyetin kiymetini bir derece tenzil etmek oldugundan, o meslegi terkettim. Hem bilfiil gösterdim ki: Islâmiyetin esaslari o kadar derindir ki; felsefenin en derin esaslari onlara yetismez, belki sathî kalir. Otuzuncu Söz, Yirmidördüncü Mektub, Yirmidokuzuncu Söz bu hakikati bürhanlariyla isbat ederek göstermistir. Eski meslekte, felsefeyi derin zannedip, ahkâm-i Islâmiyeyi zâhirî telakki edip felsefenin dallariyla baglamakla durutmak ve muhafaza edilmek zannediliyordu. Halbuki felsefenin düsturlarinin ne haddi var ki, onlara yetissin?

    سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
    َاْلحَمْدُ لِلّهِ الَّذِى هَدَينَا لِهذَا وَمَا كُنَّا لِنَهْتَدِىَ لَوْلاَ اَنْ هَدَينَا اللّهُ لَقَدْ جَاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِاْلحَقِّ
    اَللّهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّمْ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ كَمَا صَلَّيْتَ عَلَى سَيِّدِنَا اِبْرَاهِيمَ وَ عَلَى آلِ اِبْرَاهِيمَ فِى الْعَالَمِينَ اِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ
    * * *


    Seni çok Özledim Annem

  9. #19
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: MEKTUBÂT / Risale-i Nur'dan 29. MEKTUP

    sh: » (M: 483)
    leri ve fitrî hareketleri ibadet sekline girmekle beraber; herbir ameli, sünneti ve ser'i o ittiba' noktasinda düsündürmekle, bir tahattur-u hükm-ü ser'î veriyor. O tahattur ise, sahib-i seriati düsündürüyor. O düsünmek ise, Cenâb-i Hakk'i hatira getiriyor. O hâtira, bir nevi huzur veriyor. O halde mütemadiyen ömür dakikalari, huzur içinde bir ibadet hükmüne getirilebilir. Iste bu cadde-i kübra, velayet-i kübra olan ehl-i veraset-i Nübüvvet olan Sahabe ve selef-i sâlihînin caddesidir.

    Ikinci Nokta: Velayet yollarinin ve tarîkat subelerinin en mühim esasi, ihlastir. Çünki ihlas ile hafî sirklerden halas olur. Ihlasi kazanmayan, o yollarda gezemez. Ve o yollarin en keskin kuvveti, muhabbettir. Evet muhabbet, mahbubunda bahaneler aramaz ve kusurlarini görmek istemez. Ve kemaline delalet eden zaîf emareleri, kavî hüccetler hükmünde görür. Daima mahbubuna tarafdardir.
    Iste bu sirra binaendir ki, muhabbet ayagiyla marifetullaha teveccüh eden zâtlar; sübehata ve itirazata kulak vermezler, ucuz kurtulurlar. Binler seytan toplansa, onlarin mahbub-u hakikîsinin kemaline isaret eden bir emareyi, onlarin nazarinda ibtal edemez. Eger muhabbet olmazsa, o vakit kendi nefsi ve seytani ve haricî seytanlarin ettikleri itirazat içinde çok çirpinacak. Kahramancasina bir metanet ve kuvvet-i îman ve dikkat-i nazar lâzimdir ki, kendisini kurtarsin.
    Iste bu sirra binaendir ki; umum meratib-i velayette marifetullahtan gelen muhabbet, en mühim maye ve iksirdir. Fakat muhabbetin bir vartasi var ki: Ubudiyetin sirri olan niyazdan, mahviyetten naza ve davaya atlar, mizansiz hareket eder. Masiva-yi Ilâhiyeye teveccühü hengâminda, mâna-yi harfîden mâna-yi ismîye geçmesiyle; tiryak iken zehir olur. Yani; gayrullahi sevdigi vakit, Cenâb-i Hak hesabina ve onun namina, onun bir âyine-i esmâsi olmak cihetiyle rabt-i kalb etmek lâzimken; bazan o zâti, o zât hesabina, kendi kemalât-i sahsiyesi ve cemal-i zâtîsi namina düsünüp, mana-yi ismiyle sever. Allah'i ve peygamberi düsünmeden yine onlari sevebilir. Bu muhabbet, muhabbetullaha vesile degil, perde oluyor. Mâna-yi harfî ile olsa, muhabbetullaha vesile olur, belki cilvesidir denilebilir.
    Üçüncü Nokta: Bu dünya, dâr-ül hikmettir, dâr-ül hizmettir; dâr-ül ücret ve mükâfat degil. Buradaki a'mal ve hizmetlerin
    sh: » (M: 484)
    ücretleri berzahta ve âhirettedir. Buradaki a'mal, berzahta ve âhirette meyve verir. Mâdem hakikat budur, a'mal-i uhreviyeye ait neticeleri dünyada istememek gerektir. Verilse de memnunane degil, mahzunane kabul etmek lâzimdir. Çünki Cennet'in meyveleri gibi, kopardikça yerine ayni gelmek sirriyla, bâki hükmünde olan amel-i uhrevî meyvesini, bu dünyada fâni bir surette yemek, kâr-i akil degildir. Bâki bir lâmbayi, bir dakika yasayacak ve sönecek bir lâmba ile mübadele etmek gibidir.
    Iste bu sirra binaen; ehl-i velayet, hizmet ve mesakkat ve musibet ve külfeti hos görüyorlar, nazlanmiyorlar, sekva etmiyorlar. "Elhamdülillahi alâküllihal" diyorlar. Kesf ve keramet, ezvak ve envar verildigi vakit, bir iltifat-i Ilâhî nev'inden kabul edip setrine çalisiyorlar. Fahre degil, belki sükre, ubudiyete daha ziyade giriyorlar. Çoklari o ahvalin istitar ve inkitaini istemisler, tâ ki amellerindeki ihlas zedelenmesin. Evet makbul bir insan hakkinda en mühim bir ihsan-i Ilâhî, ihsanini ona ihsas etmemektir; tâ niyazdan naza ve sükürden fahre girmesin.
    Iste bu hakikata binaendir ki, velayeti ve tarîkati isteyenler; eger velayetin bazi teressuhati olan ezvak ve keramati isterlerse ve onlara müteveccih ise ve onlardan hoslansa; bâki uhrevî meyveleri, fâni dünyada, fâni bir surette yemek kabilinden olmakla beraber; velayetin mayesi olan ihlasi kaybedip, velayetin kaçmasina meydan açar.
    YEDINCI TELVIH: "Dört Nükte"dir.
    Birinci Nükte: Seriat dogrudan dogruya, gölgesiz, perdesiz, sirr-i ehadiyet ile Rububiyet-i mutlaka noktasinda hitab-i Ilâhînin neticesidir. Tarîkatin ve hakikatin en yüksek mertebeleri, seriatin cüzleri hükmüne geçer. Yoksa daima vesile ve mukaddime ve hâdim hükmündedirler. Neticeleri, seriatin muhkematidir. Yani: Hakaik-i seriata yetismek için, tarîkat ve hakikat meslekleri, vesile ve hâdim ve basamaklar hükmündedir. Git gide en yüksek mertebede, nefs-i seriatta bulunan mana-yi hakikat ve sirr-i tarîkata inkilab ederler. O vakit, seriat-i kübranin cüzleri oluyorlar. Yoksa bazi ehl-i tasavvufun zannettikleri gibi, seriati zâhirî bir kisir, hakikati onun içi ve neticesi ve gayesi tasavvur etmek dogru degildir. Evet seriatin, tabakat-i nâsa göre inkisafati ayri ayridir. Avam-i nâsa göre zâhir-i seriati, hakikat-i
    sh: » (M: 485)
    seriat zannedip, havassa münkesif olan seriatin mertebesine "hakikat ve tarîkat" nami vermek yanlistir. Seriatin umum tabakata bakacak meratibi var.
    Iste bu sirra binaendir ki: Ehl-i tarîkat ve ashab-i hakikat ileri gittikçe, hakaik-i seriata karsi incizablari, istiyaklari, ittibalari ziyadelesiyor. En küçük bir Sünnet-i Seniyeyi, en büyük bir maksad gibi telakki edip, onun ittibaina çalisiyorlar, onu taklid ediyorlar. Çünki vahiy ne kadar ilhamdan yüksek ise; semere-i vahiy olan âdâb-i ser'iye, o derece semere-i ilham olan âdâb-i tarîkattan yüksek ve ehemmiyetlidir. Onun için, tarîkatin en mühim esasi, Sünnet-i Seniyeye ittiba' etmektir.
    Ikinci Nükte: Tarîkat ve hakikat, vesilelikten çikmamak gerektir. Eger maksud-u bizzât hükmüne geçseler; o vakit seriatin muhkemati ve ameliyati ve Sünnet-i Seniyeye ittiba', resmî hükmünde kalir; kalb öteki tarafa müteveccih olur. Yani: Namazdan ziyade halka-i zikri düsünür; feraizden ziyade, evradina müncezib olur; kebairden kaçmaktan ziyade, âdâb-i tarîkatin muhalefetinden kaçar. Halbuki muhkemat-i seriat olan farzlarin bir tanesine, evrad-i tarîkat mukabil gelemez; yerini dolduramaz. Âdâb-i tarîkat ve evrad-i tasavvuf, o feraizin içindeki hakikî zevke medar-i teselli olmali, mense olmamali. Yani: Tekyesi, câmideki namazin zevkine ve ta'dil-i erkânina vesile olmali; yoksa câmideki namazi çabuk resmî kilip, hakikî zevkini ve kemalini tekyede bulmayi düsünen, hakikattan uzaklasiyor.
    Üçüncü Nükte: "Sünnet-i Seniye ve ahkâm-i seriat haricinde tarîkat olabilir mi?" diye sual ediliyor.
    Elcevap: Hem var, hem yok. Vardir, çünki bazi evliya-yi kâmilîn, seriat kilinciyla idam edilmisler. Hem yoktur, çünki muhakkikîn-i evliya, Sa'dî-i Sirazî'nin bu düsturunda ittifak etmisler:

    مُحَالَسْتْ سَعْدِى بَرَاهِ صَفَا * ظَفَرْ بُرْدَنْ جُزْدَرْ َىِ مُصْطَفَى
    Yani: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'in caddesinden hariç ve onun arkasindan gitmeyen muhaldir ki; hakikî envar-i hakikata vâsil olabilsin." Bu mes'elenin sirri sudur ki: Mâdem Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Hâtem-ül Enbiya'dir ve umum
    sh: » (M: 486)


    Seni çok Özledim Annem

  10. #20
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: MEKTUBÂT / Risale-i Nur'dan 29. MEKTUP

    nev'-i beser namina muhatab-i Ilâhîdir; elbette nev'-i beser, onun caddesi haricinde gidemez ve bayragi altinda bulunmak zarurîdir. Ve mâdem ehl-i cezbe ve ehl-i istigrak, muhalefetlerinden mes'ul olamazlar; ve mâdem insanda bazi letaif var ki, teklif altina giremez; o latife hâkim oldugu vakit, tekâlif-i ser'iyeye muhalefetiyle mes'ul tutulmaz; ve mâdem insanda bazi letaif var ki, teklif altina girmedigi gibi, ihtiyar altina da girmez; hattâ aklin tedbiri altina da girmez, o latife, kalbi ve akli dinlemez; elbette o latife bir insanda hâkim oldugu zaman -fakat o zamana mahsus olarak- o zât, seriata muhalefette velayet derecesinden sukut etmez, mazur sayilir. Fakat bir sartla ki, hakaik-i seriata ve kavaid-i îmaniyeye karsi bir inkâr, bir tezyif, bir istihfaf olmasin. Ahkâmi yapmasa da, ahkâmi hak bilmek gerektir. Yoksa o hale maglub olup, neûzübillah, o hakaik-i muhkemeye karsi inkâr ve tekzibi ismam edecek bir vaziyet, alâmet-i sukuttur!
    Elhasil: Daire-i seriatin haricinde bulunan ehl-i tarîkat iki kisimdir:

    Bir kismi: -Sâbikan geçtigi gibi- ya hale, istigraka, cezbeye ve sekre maglub olup veya teklifi dinlemeyen veya ihtiyari isitmeyen latifelerin mahkûmu olup, daire-i seriatin haricine çikiyor. Fakat o çikmak, ahkâm-i seriati begenmemekten veya istememekten degil; belki mecburiyetle ihtiyarsiz terkediyor. Bu kisim ehl-i velayet var. Hem mühim veliler, bunlarin içinde muvakkaten bulunmus. Hattâ bu neviden; degil yalniz daire-i seriattan, belki daire-i Islâmiyet haricinde bulundugunu bazi muhakkikîn-i evliya hükmetmisler. Fakat bir sartla: Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'in getirdigi ahkâmin hiçbirini tekzib etmemektir. Belki, ya düsünmüyor veya müteveccih olamiyor veyahut bilemiyor ve bilmiyor. Bilse, kabul etmese olmaz!
    Ikinci kisim ise: Tarîkat ve hakikatin parlak ezvaklarina kapilip, mezâkindan çok yüksek olan hakaik-i seriatin derece-i zevkine yetisemedigi için; zevksiz, resmî birsey telakki edip, ona karsi lâkayd kalir. Gitgide, seriati zâhirî bir kisir zanneder. Buldugu hakikati, esas ve maksud telakki eder. "Ben onu buldum, o bana yeter." der, ahkâm-i seriata muhalif hareket eder. Bu kisimdan akli basinda olanlar mes'uldürler, sukut ediyorlar, belki kismen seytana maskara oluyorlar.
    Dördüncü Nükte: Ehl-i dalalet ve bid'at firkalarindan bir
    sh: » (M: 487)
    kisim zâtlar, ümmet nazarinda makbul oluyorlar. Aynen onlar gibi zâtlar var; zâhirî hiçbir fark yokken, ümmet reddediyor. Bunda hayret ediyordum. Meselâ: Mu'tezile mezhebinde Zemahserî gibi, Itizal'de en mutaassib bir ferd oldugu halde, muhakkikîn-i Ehl-i Sünnet, onun o sedid itirazatina karsi onu tekfir ve tadlil etmiyorlar, belki bir râh-i necat onun için ariyorlar. Zemahserî'nin derece-i siddetinden çok asagi Ebu Ali Cübbaî gibi mu'tezile imamlarini, merdud ve matrud sayiyorlar. Çok zaman bu sir benim merakima dokunuyordu. Sonra lütf-u Ilâhî ile anladim ki: Zemahserî'nin Ehl-i Sünnet'e itirazati, hak zannettigi meslegindeki muhabbet-i haktan ileri geliyordu. Yani, meselâ: Tenzih-i hakikî; onun nazarinda, hayvanlar kendi ef'aline hâlik olmasiyla oluyor. Onun için Cenâb-i Hakk'i tenzih muhabbetinden, Ehl-i Sünnet'in halk-i ef'al mes'elesinde düsturunu kabul etmiyor. Merdud olan sair Mu'tezile imamlari muhabbet-i haktan ziyade, Ehl-i Sünnet'in yüksek düsturlarina kisa akillari yetisemediginden ve genis kavanin-i Ehl-i Sünnet, onlarin dar fikirlerine yerlesmediginden, inkâr ettiklerinden merduddurlar. Aynen bu Ilm-i Kelâm'daki Ehl-i Itizal'in Ehl-i Sünnet ve Cemaat'a muhalefeti oldugu gibi, Sünnet-i Seniye haricindeki bir kisim ehl-i tarîkatin muhalefeti dahi iki cihetledir:
    Biri: Zemahserî gibi; haline, mesrebine meftuniyet cihetinde daha derece-i zevkine yetisemedigi âdâb-i seriata karsi bir derece lâkayd kalir.
    Diger kismi ise: Hâsâ âdâb-i seriata, desatir-i tarîkata nisbeten ehemmiyetsiz bakar. Çünki dar havsalasi, o genis ezvaki ihata edemiyor ve kisa makami, o yüksek âdâba yetisemiyor.
    SEKIZINCI TELVIH: Sekiz vartayi beyan eder:
    Birincisi: Sünnet-i Seniyeye tamam ittibai riayet etmeyen bir kisim ehl-i sülûk; velayeti, nübüvvete tercih etmekle vartaya düser. Yirmidördüncü ve Otuzbirinci Sözler'de, nübüvvet ne kadar yüksek oldugu ve velayet ona nisbeten ne kadar sönük oldugu isbat edilmistir.
    Ikincisi: Ehl-i tarîkatin bir kisim müfrit evliyasini Sahabeye tercih, hattâ Enbiya derecesinde görmekle vartaya düser. Onikinci ve Yirmiyedinci Sözler'de ve Sahabeler hakkindaki zeylinde kat'î isbat edilmistir ki: Sahabelerde öyle bir hâssa-i sohbet var ki,
    sh: » (M: 488)
    velayet ile yetisilmez ve Sahabelere tefevvuk edilmez ve Enbiyaya hiçbir vakit evliya yetismez.
    Üçüncüsü: Ifrat ile tarîkat taassubu tasiyanlarin bir kismi, âdâb ve evrad-i tarîkati Sünnet-i Seniyeye tercih etmekle Sünnete muhalefet edip, Sünneti terkeder, fakat virdini birakmaz. O suretle âdâb-i ser'iyeye bir lâkaydlik vaziyeti gelir, vartaya düser.
    Çok Sözlerde isbat edildigi gibi ve Imam-i Gazalî, Imam-i Rabbanî gibi muhakkikîn-i ehl-i tarîkat derler ki: "Birtek Sünnet-i Seniyeye ittiba' noktasinda hasil olan makbuliyet, yüz âdâb ve nevafil-i hususiyeden gelemez. Bir farz, bin Sünnete müreccah oldugu gibi; bir Sünnet-i Seniye dahi, bin âdâb-i tasavvufa müreccahtir." demisler.
    Dördüncüsü: Müfrit bir kisim ehl-i tasavvuf; ilhami, vahiy gibi zanneder ve ilhami, vahiy nev'inden telakki eder, vartaya düser. Vahyin derecesi ne kadar yüksek ve küllî ve kudsî oldugu ve ilhamat ona nisbeten ne derece cüz'î ve sönük oldugu, Onikinci Söz'de ve i'caz-i Kur'ana dair Yirmibesinci Söz'de ve sair risalelerde gayet kat'î isbat edilmistir.
    Besincisi: Sirr-i tarîkati anlamayan bir kisim mutasavvife, zaîfleri takviye etmek ve gevsekleri tesci' etmek ve siddet-i hizmetten gelen usanç ve mesakkati tahfif etmek için, istenilmeyerek verilen ezvak ve envar ve keramati hos görüp meftun olur; ibadata, hidemata ve evrada tercih etmekle vartaya düser. Su risalenin Altinci Telvihinin Üçüncü Noktasinda icmalen beyan olundugu ve sair Sözlerde kat'iyen isbat edilmistir ki: Bu dâr-i dünya, dâr-ül hizmettir, dâr-ül ücret degil! Burada ücretini isteyenler; bâki, daimî meyveleri, fâni ve muvakkat bir surete çevirmekle beraber, dünyadaki beka hosuna geliyor, müstakane berzaha bakamiyor; âdeta bir cihette dünya hayatini sever, çünki içinde bir nevi âhireti bulur.
    Altincisi: Ehl-i hakikat olmayan bir kisim ehl-i sülûk, makamat-i velayetin gölgelerini ve zillerini ve cüz'î nümunelerini, makamat-i asliye-i külliye ile iltibas etmekle vartaya düser. Yirmidördüncü Söz'ün Ikinci Dali'nda ve sair Sözlerde kat'iyen isbat edilmistir ki: Nasil Günes, âyineler vasitasiyla taaddüd ediyor; binler misalî Günes, ayni Günes gibi ziya ve hararet sahibi olur. Fakat o misalî Günesler, hakikî Günese nisbeten çok zaîftir-
    sh: » (M: 489)
    ler. Aynen onun gibi: Makamat-i Enbiya ve eazim-i evliyanin makamatinin bazi gölgeleri ve zilleri var. Ehl-i sülûk onlara girer; kendini, o evliya-yi azîmeden daha azîm görür; belki Enbiyadan ileri geçtigini zanneder, vartaya düser. Fakat bu geçmis umum vartalardan zarar görmemek için, usûl-ü îmaniyeyi ve esasat-i seriati daima rehber ve esas tutmak ve meshudunu ve zevkini onlara karsi muhalefetinde ittiham etmekledir.
    Yedincisi: Bir kisim ehl-i zevk ve sevk, sülûkünde fahri, nazi, satahati, teveccüh-ü nâsi ve merciiyeti; sükre, niyaza, tazarruata ve nâstan istignaya tercih etmekle vartaya düser. Halbuki en yüksek mertebe ise, ubudiyet-i Muhammediyedir ki, "Mahbubiyet" ünvaniyla tabir edilir. Ubudiyetin ise sirr-i esasi; niyaz, sükür, tazarru', husu', acz, fakr, halktan istigna cihetiyle o hakikatin kemaline mazhar olur. Bazi evliya-yi azîme, fahr ve naz ve satahata muvakkaten, ihtiyarsiz girmisler; fakat o noktada, ihtiyaren onlara iktida edilmez; hâdîdirler, mühdî degillerdir; arkalarindan gidilmez!
    Sekizinci Varta: Hodgâm, aceleci bir kisim ehl-i sülûk; âhirette alinacak ve koparilacak velayet meyvelerini, dünyada yemesini ister ve sülûkunda onlari istemekle vartaya düser. Halbuki وَمَا اْلحَيَوةُ الدُّنْيَا اِلاَّ مَتَاعُ الْغُرُورِ gibi âyetlerle ilân edildigi gibi, çok Sözlerde kat'iyen isbat edilmistir ki: Âlem-i bekada birtek meyve, fâni dünyanin bin bahçesine müreccahtir. Onun için, o mübarek meyveleri burada yememeli. Eger istenilmeyerek yedirilse sükredilmeli; mükâfat için degil, belki tesvik için bir ihsan-i Ilâhî olarak telakki edilmeli.
    DOKUZUNCU TELVIH: Tarîkatin pek çok semeratindan ve faidelerinden yalniz burada "Dokuz Adedi"ni icmalen beyan edecegiz:
    Birincisi: Istikametli tarîkat vasitasiyla, saadet-i ebediyedeki ebedî hazinelerin anahtarlari ve mense'leri ve madenleri olan hakaik-i îmaniyenin inkisafi ve vuzuhu ve aynelyakîn derecesinde zuhurlaridir.
    Ikincisi: Makine-i insaniyenin merkezi ve zenberegi olan kalbi, tarîkat vasita olup isletmesiyle ve o isletmekle, sair letaif-i insaniyeyi harekete getirip, netice-i fitratlarina sevkederek hakikî
    sh: » (M: 490)
    insan olmaktir.
    Üçüncüsü: Âlem-i berzah ve âhiret seferinde, tarîkat silsilelerinden bir silsileye iltihak edip ve o kafile-i nuraniye ile ebed-ül âbâd yolunda arkadas olmak ve yalnizlik vahsetinden kurtulmak ve onlarla, dünyada ve berzahta manen ünsiyet etmek ve evham ve sübehatin hücumlarina karsi, onlarin icmaina ve ittifakina istinad edip, herbir üstadini kavî bir sened ve kuvvetli bir bürhan derecesinde görüp, onlarla o hatira gelen dalalet ve sübehati def'etmektir.
    Dördüncüsü: Îmandaki marifetullah ve o marifetteki muhabbetullahin zevkini, sâfi tarîkat vasitasiyla anlamak ve o anlamakla dünyanin vahset-i mutlakasindan ve insanin kâinattaki gurbet-i mutlakasindan kurtulmaktir. Çok Sözlerde isbat etmisiz ki: Saadet-i dâreyn ve elemsiz lezzet ve vahsetsiz ünsiyet ve hakikî zevk ve ciddî saadet, îman ve Islâmiyetin hakikatindadir. Ikinci Söz'de beyan edildigi gibi: Îman, secere-i tûba-i Cennet'in bir çekirdegini tasiyor. Iste tarîkatin terbiyesiyle, o çekirdek nesvünema bulur, inkisaf eder.
    Besincisi: Tekâlif-i ser'iyedeki hakaik-i latifeyi, tarîkattan ve zikr-i Ilâhîden gelen bir intibah-i kalbî vasitasiyla hissetmek, takdir etmek... O vakit taate, suhre gibi degil, belki istiyakla itaat edip ubudiyeti îfa eder.
    Altincisi: Hakikî zevke ve ciddî teselliye ve kedersiz lezzete ve vahsetsiz ünsiyete, hakikî medar ve vasita olan tevekkül makamini ve teslim rütbesini ve riza derecesini kazanmaktir.
    Yedincisi: Sülûk-u tarîkatin en mühim sarti, en ehemmiyetli neticesi olan ihlas vasitasiyla, sirk-i hafîden ve riya ve tasannu' gibi rezailden halâs olmak ve tarîkatin mahiyet-i ameliyesi olan tezkiye-i nefs vasitasiyla, nefs-i emmarenin ve enaniyetin tehlikelerinden kurtulmaktir.
    Sekizincisi: Tarîkatta, zikr-i kalbî ile ve tefekkür-ü aklî ile kazandigi teveccüh ve huzur ve kuvvetli niyetler vasitasiyla, âdetlerini ibadet hükmüne çevirmek ve muamelât-i dünyeviyesini, a'mal-i uhreviye hükmüne getirip sermaye-i ömrünü hüsn-ü istimal etmek cihetiyle, ömrünün dakikalarini
    sh: » (M: 491)
    hayat-i ebediyenin sünbüllerini verecek çekirdekler hükmüne getirmektir.
    Dokuzuncusu: Seyr-i sülûk-u kalbî ile ve mücahede-i ruhî ile ve terakkiyat-i maneviye ile, insan-i kâmil olmak için çalismak; yani hakikî mü'min ve tam bir müslüman olmak; yani yalniz sûrî degil, belki hakikat-i îmani ve hakikat-i Islâmi kazanmak; yani su kâinat içinde ve bir cihette kâinat mümessili olarak, dogrudan dogruya kâinatin Hâlik-i Zülcelâline abd olmak ve muhatab olmak ve dost olmak ve halil olmak ve âyine olmak ve ahsen-i takvimde oldugunu göstermekle, benî-Âdemin melâikeye rüchaniyetini isbat etmek ve seriatin îmanî ve amelî cenahlariyla makamat-i âliyede uçmak ve bu dünyada saadet-i ebediyeye bakmak, belki de o saadete girmektir.

    سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
    اَللّهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّمْ عَلَى الْغَوْثِ اْلاَكْبَرِ فِى كُلِّ الْعُصُورِ وَ الْقُطْبِ اْلاَعْظَمِ فِى كُلِّ الدُّهُورِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ الَّذِى تَظَاهَرِتْ حِشْمَةُ وَ لاَيَتِهِ وَ مَقَامُ مَحْبُوبِيَّتِهِ فِى مِعْرَاجِهِ وَ اِنْدَرَجَ كُلُّ الْوَلاَيَاتِ فِى ظِلِّ مِعْرَاجِهِ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ آمِينَ وَ الْحَمْدُ ِاللّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
    * * *
    sh: » (M: 492)


    Seni çok Özledim Annem

Sayfa 2/3 İlkİlk 123 SonSon

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •