بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
Yirmiikinci Mektub
بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
(Su Mektub, iki mebhastir. Birinci Mebhas, ehl-i îmani uhuvvete ve muhabbete davet eder.)
Birinci Mebhas
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
اِنَّمَا اْلمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ فَاَصْلِحُوا بَيْنَ اَخَوَيْكُمْ * اِدْفَعْ بِالَّتِى هِىَ اَحْسَنُ فَاِذَا الَّذِى بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَاَنَّهُ وَلِىّ ٌ حَمِيمٌ * وَالْكَاظِمِينَ الْغَيْظَ وَالْعَافِينَ عَنِ النَّاسِ وَاللّهُ يُحِبُّ اْلمُحْسِنِين
Mü'minlerde nifak ve sikak, kin ve adâvete sebebiyet veren tarafgirlik ve inad ve hased; hakikatça ve hikmetçe ve insaniyet-i kübra olan Islâmiyetçe ve hayat-i sahsiyece ve hayat-i içtimaiyece ve hayat-i maneviyece çirkin ve merduddur, muzir ve zulümdür ve hayat-i beseriye için zehirdir. Su hakikatin gayet çok vücuhundan alti vechini beyan ederiz:
BIRINCI VECIH: Hakikat nazarinda zulümdür.
Ey mü'mine kin ve adâvet besleyen insafsiz adam! Nasilki sen bir gemide veya bir hanede bulunsan, seninle beraber dokuz masum ile bir câni var. O gemiyi gark ve o haneyi ihrak etmeye çalisan bir adamin, ne derece zulmettigini bilirsin. Ve zalimligini,
sh: » (M: 281)
semâvâta isittirecek derecede bagiracaksin. Hattâ bir tek masum, dokuz câni olsa; yine o gemi hiç bir kanun-u adâletle batirilmaz.
Aynen öyle de: Sen, bir hâne-i Rabbâniye ve bir sefine-i Ilâhiye olan bir mü'minin vücudunda îman ve Islâmiyet ve komsuluk gibi dokuz degil, belki yirmi sifât-i mâsume varken; sana muzir olan ve hosuna gitmeyen bir câni sifati yüzünden ona kin ve adâvet baglamakla, o hâne-i mâneviye-i vücudun mânen gark ve ihrakina, tahrib ve batmasina tesebbüs veya arzu etmen, onun gibi seni' ve gaddar bir zulümdür.
IKINCI VECIH: Hem hikmet nazarinda dahi zulümdür. Zira malûmdur ki: Adâvet ve muhabbet, nur ve zulmet gibi ziddirlar. Ikisi, mâna-yi hakikîsinde olarak beraber cem' olamazlar.
Eger muhabbet, kendi esbabinin rüchaniyetine göre bir kalbde hakikî bulunsa, o vakit adâvet mecâzî olur; acimak sûretine inkilab eder. Evet mü'min, kardesini sever ve sevmeli. Fakat fenaligi için yalniz acir. Tahakkümle degil, belki lütufla islahina çalisir. Onun için nass-i hadîs ile: "Üç günden fazla mü'min mü'mine küsüp kat'-i mükâleme etmeyecek."
Eger esbab-i adâvet galebe çalip, adâvet hakikatiyla bir kalbde bulunsa; o vakit muhabbet mecâzî olur, tasannu' ve temelluk sûretine girer.
Ey insafsiz adam! Simdi bak ki: Mü'min kardesine kin ve adâvet ne kadar zulümdür. Çünki nasilki sen âdi küçük taslari, Kâ'be'den daha ehemmiyetli ve Cebel-i Uhud'dan daha büyük desen, çirkin bir akilsizlik edersin. Aynen öyle de: Kâ'be hürmetinde olan îman ve Cebel-i Uhud azametinde olan Islâmiyet gibi çok evsaf-i Islâmiye; muhabbeti ve ittifaki istedigi halde, mü'mine karsi adâvete sebebiyet veren ve âdi taslar hükmünde olan bazi kusurati, îman ve Islâmiyete tercih etmek, o derece insafsizlik ve akilsizlik ve pek büyük bir zulüm oldugunu aklin varsa anlarsin!..
Evet tevhid-i îmanî, elbette tevhid-i kulûbü ister. Ve vahdet-i itikad dahi, vahdet-i içtimaiyeyi iktiza eder. Evet inkâr edemezsin ki: Sen bir adamla beraber bir taburda bulunmakla, o adama karsi dostane bir rabita anlarsin; ve bir kumandanin emri altinda beraber bulundugunuzdan arkadasane bir alâka telakki edersin. Ve bir memlekette beraber bulunmakla uhuvvetkârane bir
sh: » (M: 282)
münasebet hissedersin. Halbuki îmanin verdigi nur ve suur ile ve sana gösterdigi ve bildirdigi esmâ-i Ilâhiye adedince vahdet alâkalari ve ittifak râbitalari ve uhuvvet münasebetleri var. Meselâ:
Her ikinizin Hâlikiniz bir, Mâlikiniz bir, Mabudunuz bir, Râzikiniz bir.. bir bir, bine kadar bir bir. Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kibleniz bir.. bir bir, yüze kadar bir bir. Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir.. ona kadar bir bir. Bu kadar bir birler vahdet ve tevhîdi, vifak ve ittifaki, muhabbet ve uhuvveti iktiza ettigi ve kâinati ve küreleri birbirine baglayacak manevî zincirler bulunduklari halde; sikak ve nifâka, kin ve adâvete sebebiyet veren örümcek agi gibi ehemmiyetsiz ve sebatsiz seyleri tercih edip mü'mine karsi hakikî adâvet etmek ve kin baglamak; ne kadar o râbita-i vahdete bir hürmetsizlik ve o esbab-i muhabbete karsi bir istihfaf ve o münasebât-i uhuvvete karsi ne derece bir zulüm ve i'tisaf oldugunu; kalbin ölmemis ise, aklin sönmemis ise anlarsin!
ÜÇÜNCÜ VECIH: Adalet-i mahzayi ifade eden وَلاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرَى sirrina göre; bir mü'minde bulunan câni bir sifat yüzünden sair masum sifatlarini mahkûm etmek hükmünde olan adâvet ve kin baglamak, ne derece hadsiz bir zulüm oldugunu ve bahusus bir mü'minin fena bir sifatindan darilip küsüp, o mü'minin akrabasina adâvetini tesmil etmek,
اِنَّ اْلاِنْسَانَ لَظَلُومٌ sîga-i mübalâga ile gayet azîm bir zulüm ettigini, hakikat ve seriat ve hikmet-i Islâmiye sana ihtar ettigi halde; nasil kendini hakli bulursun, "Benim hakkim var" dersin?
Hakikat nazarinda sebeb-i adâvet ve serr olan fenaliklar, serr ve toprak gibi kesiftir; baskasina sirayet ve in'ikas etmemek gerektir. Baskasi ondan ders alip serr islese, o baska mes'eledir. Muhabbetin esbabi olan iyilikler, muhabbet gibi nurdur; sirayet ve in'ikas etmek, se'nidir. Ve ondandir ki; "Dostun dostu dosttur" sözü, durub-u emsal sirasina geçmistir. Hem onun içindir ki; "Bir göz hatiri için çok gözler sevilir" sözü umumun lisaninda gezer.
Iste ey insafsiz adam! Hakikat böyle gördügü halde, sevmedigin
sh: » (M: 283)
bir adamin, sevimli mâsum bir kardesine ve taallûkatina adâvet etmek; ne kadar hilaf-i hakikat oldugunu hakikat-bîn isen anlarsin.
DÖRDÜNCÜ VECIH: Hayat-i sahsiye nazarinda dahi zulümdür. Su dördüncü vechin esasi olarak birkaç düsturu dinle:
Birincisi: Sen, meslegini ve efkârini hak bildigin vakit; "Meslegim haktir veya daha güzeldir" demeye hakkin var. Fakat, yalniz hak benim meslegimdir, demeye hakkin yoktur. وَعَيْنُ الرِّضَا عَنْ كُلِّ عَيْبٍ كَلِيلَةٌ وَلكِنَّ عَيْنَ السُّخْطِ تُبْدِى الْمَسَاوِيَا sirrinca, insafsiz nazarin ve düskün fikrin hakem olamaz. Baskasinin meslegini butlân ile mahkûm edemez.
Ikinci Düstur: Senin üzerine haktir ki: Her söyledigin hak olsun. Fakat her hakki söylemege senin hakkin yoktur. Her dedigin dogru olmali. Fakat her dogruyu demek dogru degildir. Zira senin gibi niyeti hâlis olmayan bir adam, nasihati bazan damara dokundurur, aks-ül âmel yapar.
Üçüncü Düstur: Adâvet etmek istersen, kalbindeki adâvete adâvet et; onun ref'ine çalis. Hem en ziyade sana zarar veren nefs-i emmarene ve heva-i nefsine adâvet et, islahina çalis. O muzir nefsin hatiri için, mü'minlere adâvet etme. Eger düsmanlik etmek istersen; kâfirler, zindiklar çoktur; onlara adâvet et. Evet nasilki muhabbet sifati, muhabbete lâyiktir; öyle de adâvet hasleti, her seyden evvel kendisi adâvete lâyiktir. Eger hasmini maglub etmek istersen, fenaligina karsi iyilikle mukabele et. Çünki eger fenalikla mukabele edersen, husumet tezayüd eder. Zâhiren maglub bile olsa, kalben kin baglar, adâveti idame eder. Eger iyilikle mukabele etsen, nedamet eder; sana dost olur. اِذَا اَنْتَ اَكْرَمْتَ الْكَرِيمَ مَلَكْتَهُ *وَ اِنْ اَنْتَ اَكْرَمْتَ اللَّئِيمَ تَمَرَّدًا hükmünce; mü'minin se'ni, kerim olmaktir. Senin ikraminla sana müsahhar olur. Zâhiren leîm bile olsa, îman cihetinde kerimdir. Evet fena bir adama "Iyisin iyisin" desen, iyilesmesi ve iyi adama "Fenasin fenasin" desen, fenalasmasi çok vukubulur. Öyle ise
sh: » (M: 284)
وَاِذَا مَرّوُا بِاللَّغْوِ مَرّوُا كِرَامًا * وَاِنْ تَعْفُوا وَتَصْفَحُوا وَتَغْفِرُوا فَاِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ
gibi desatir-i kudsiye-i Kur'aniyeye kulak ver, saâdet ve selâmet ondadir.
Dördüncü Düstur: Ehl-i kin ve adâvet hem nefsine, hem mü'min kardesine, hem rahmet-i Ilâhiyeye zulmeder, tecavüz eder. Çünki kin ve adâvet ile nefsini bir azab-i elîmde birakir. Hasmina gelen nimetlerden azabi ve korkusundan gelen elemi nefsine çektirir, nefsine zulmeder. Eger adâvet hasedden gelse, o bütün bütün azabdir. Çünki hased evvelâ hâsidi ezer, mahveder, yandirir. Mahsud hakkinda zarari ya azdir veya yoktur.
Hasedin çaresi: Hâsid adam, hased ettigi seylerin akibetini düsünsün. Tâ anlasin ki; rakibinde olan dünyevî hüsün ve kuvvet ve mertebe ve servet; fânidir, muvakkattir. Faidesi az, zahmeti çoktur. Eger uhrevî meziyetler ise, zâten onlarda hased olamaz. Eger onlarda dahi hased yapsa; ya kendisi riyakârdir, âhiret malini dünyada mahvetmek ister veyahut mahsudu riyakâr zanneder, haksizlik eder, zulmeder.
Hem ona gelen musibetlerden memnun ve nimetlerden mahzun olup kader ve rahmet-i Ilâhiyeye, onun hakkinda ettigi iyiliklerden küsüyor. Âdeta kaderi tenkid ve rahmete itiraz ediyor. Kaderi tenkid eden basini örse vurur, kirar. Rahmete itiraz eden, rahmetten mahrum kalir.
Acaba, bir gün adâvete degmeyen bir sey'e, bir sene kin ve adâvetle mukabele etmeyi hangi insaf kabul eder, bozulmamis hangi vicdana sigar? Halbuki mü'min kardesinden sana gelen bir fenaligi, bütün bütün ona verip, onu mahkûm edemezsin. Çünki evvelâ, kaderin onda bir hissesi var. Onu çikarip o kader ve kaza hissesine karsi riza ile mukabele etmek gerektir. Sâniyen, nefis ve seytanin hissesini de ayirip, o adama adâvet degil, belki nefsine maglub oldugundan acimak ve nedamet edecegini beklemek. Sâlisen, sen kendi nefsinde görmedigin veya görmek istemedigin kusurunu gör; bir hisse de ona ver. Sonra bâki kalan küçük bir hisseye karsi en selâmetli ve en çabuk hasmini maglub edecek afv ve safh ile ve ulüvvücenablikla mukabele etsen, zulümden ve za-
sh: » (M: 285)
rardan kurtulursun. Yoksa sarhos ve divane olan ve siseleri ve buz parçalarini elmas fiatiyla alan cevherci bir Yahudi gibi, bes paraya degmeyen fâni, zâil, muvakkat, ehemmiyetsiz umûr-u dünyeviyeye; güya ebedî dünyada durup ebedî beraber kalacak gibi sedid bir hirs ile ve daimî bir kin ile mütemadiyen bir adâvetle mukabele etmek, sîga-i mübalaga ile bir zalûmiyettir veya bir sarhosluktur ve bir nevi dîvaneliktir.
Iste hayat-i sahsiyece bu derece muzir olan adâvete ve fikr-i intikama, -eger sahsini seversen- yol verme ki kalbine girsin. Eger kalbine girmis ise, onun sözünü dinleme. Bak, hakikatbîn olan Hâfiz-i Sirazî'yi dinle:
دُنْيَا نَه مَتَاعِيسْتِى كِه اَرْزَدْ بَنِزَاعِى
Yani: "Dünya öyle bir meta' degil ki, bir nizâa degsin." Çünki fâni ve geçici oldugundan kiymetsizdir. Koca dünya böyle ise, dünyanin cüz'î isleri ne kadar ehemmiyetsiz oldugunu anlarsin!.. Hem demis:
آسَايِشِ دُو ِيتِى تَفْسِيرِ اِينْ دُو حَرْفَسْتْ
بَادُوسِتَانْ مُرُوَّتْ بَادُشْمَنَانْ مُدَارَا
Yani: "Iki cihanin rahat ve selâmetini iki harf tefsir eder, kazandirir: Dostlarina karsi mürüvvetkârane muaseret ve düsmanlarina sulhkârane muamele etmektir."
Eger dersen: "Ihtiyar benim elimde degil; fitratimda adâvet var. Hem damarima dokundurmuslar, vazgeçemiyorum."
Elcevap: Sû'-i hulk ve fena haslet eseri gösterilmezse ve giybet gibi seylerle ve muktezasiyla amel edilmezse; kusurunu da anlasa zarar vermez. Mâdem ihtiyar senin elinde degil, vazgeçemiyorsun. Senin manevî bir nedamet, gizli bir tövbe ve zimnî bir istigfar hükmünde olan kusurunu bilmen ve o haslette haksiz oldugunu anlaman; onun serrinden seni kurtarir. Zâten bu mektubun bu mebhasini yazdik, tâ bu manevî istigfari temin etsin; haksizligi hak bilmesin, hakli hasmini haksizlikla teshir etmesin.
Cây-i dikkat bir hâdise: Bir zaman, bu garazkârane tarafgirlik neticesi olarak gördüm ki: Mütedeyyin bir ehl-i ilim, fikr-i
sh: » (M: 286)
siyasîsine muhalif bir âlim-i sâlihi, tekfir derecesinde tezyif etti. Ve kendi fikrinde olan bir münafigi, hürmetkârane medhetti. Iste siyasetin bu fena neticelerinden ürktüm, "Eûzü billahi minesseytani vessiyaseti" dedim, o zamandan beri hayat-i siyasiyeden çekildim.