Ben O'nun hakkında söz söylemek kudretine mâlik değilim. Eğer O'nun fazlını ve kemâlini sayıp dökecek olsam, buna kalemim kâfi gelmez. O'nu ancak O'nun hâliyle hâllenenler, O'na gerçekten kardeş, O'na gerçekten evlâd olanlar bilir...

O'nu, hakkıyla nasıl anlatabilirim ki? Yüce Rabbımız O'na ışık pırıltısından bir taç giydirip zamanın tahtına oturtuvermiştir. Görünüşte belki O'nun elmas kılıcı, altın ve mücevherlerle bezeli tahtı yoktur. Fakat, O'nun muhabbetullah ile dolu gönlü mânevi bir kandil gibi nice mü'min gönlünü ışıklandırmış, nurlandırmıştır.

O, işleri ve âdetleri güzel bir efendiydi. Hayatı güzelliklerle doluydu. Bir inâyet bulutu gibi gönüllere akar oraları imar ederdi. Kin şimşeği, din şimşeğini nasıl boğar? Kimse ondan incinmemiş, kimse ondan bir vefâsızlık görmemiştir. Çünkü O, bir vefâ dünyasıydı. İşi gücü lûtfetmek ve ihsan etmekti. Bir fakir ona el açsın da boş dönsün görülmemiştir... O'nun hâl ve tavırları, Resûl-i Zişânın Sünnet-i seniyyesine tam uyardı. Kâinatın Efendisi nasıl necib ümmeti için çırpınırsa, O da, zamanın müslümanının kurtuluşu için çırpınıyordu. Belinde Hakk'ın hizmet kemeri vardı. Gönül çekici sabah, güneşe nasıl tutkunsa, O da, Rabbi Kerim'ine öyle tutkundu. Marifet nuru ile dolan gönlünden sadece ilim, hikmet ve irfan ışıkları aksederdi. Sohbetleri tatlı ve doyurucu ve kalbleri uyarıcı idi...

O Veliy-yi Alişan bir sohbet yapsın da gözlerden iplik iplik yaşlar akmasın hatırlamıyorum. Gönül gecesi aya nasıl hasret çekerse, sevenleri de O'nun sohbetine öyle hasret çekerdi... O'nu gören her şeyden önce Rabbini hatırlardı. Bir yüz ki, Allah'ı hatırlatır, O'ndan daha güzeli tasavvur edilebilir mi?

Bir hac mevsimiydi. Türk hacılarından bir hanım Kâ'be'de Altın Oluk'un karşısında edeble oturan nur yüzlü bir ihtiyar gördü. O'nu tanımıyordu. Tanımadığı halde hâl ve hareketleri dikkatini çekti, içinden: "Bu mübarek zât kimdir?" diye geçirdi. Bir gün yine O'nu Kâ'be'yi tavaf ederken gördü... O da ne?..

Pırıl pırıl bir kandil o zat-ı şerifin başında onunla beraber gidiyordu. Etrafındaki halkanın üzerine de nur pırıltıları dökülmekteydi. Gördüğü manzara yüreğini alevlendirdi. Derhal kendi efendisine gidip:

- A efendi, dedi, duracak zaman değil. Kalk Kâ'be'yi tavaf eden o mübarek zâta sen de bak!...

Karı koca hemen koştular ve Kâ'be etrafındaki tavaf halkasına nazar ettiler. Onlar yine tavafa devam ediyordu. Efendisi hanımın gördüklerini göremedi ama mübarek zâtın hâlinden de ta gönülden etkilendi. Türklerden birine o mübarek zâtı gösterdiler ve sordular:

Bu zat kimdir? Ne kadar nurlu bir yüzü ve edebli hâli var!...

Öteki cevap verdi:

- O kişi Hacı Sâmi Efendi Hazretleridir. Eğer imkân bulursanız eteklerinden tutunun. Bu zamanda öylesi yoktur!...

Sevgiyle baktılar, imrendiler içlerinde bağlılık kıvılcımları tutuştu. Kadıncağız dedi:

- Vah bana, bunca ömrü boşa geçirmişim. Ahdim olsun, onun elini öpmeden dönmeyeceğim!...

Çare aradı, ricalarda bulundu muhterem üstada haber ulaştırdı:

- Ne olur, bir lahza mübârek ellerini öpmemize müsaade buyursunlar!...

Resûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimizde olduğu gibi, Hacı Sâmi Efendi hazretlerinin eli de ömrünce hiçbir yabancı kadının eline değmemişti... Rehberi İki Cihanın Şâadet Güneşi idi. O'nda olmayanı yaşaması söz konusu değildi. O hanıma bu konudaki temel ölçüler hatırlatıldı, sünnet-i seniyye içinde terbiyenin çerçevesi bildirildi.

Bir ramazan günüydü. Kendileri gönül dostlarını, ihvanını küçük bir odada kabul ediyor, gelen gidenin gönül derdine merhem oluyordu. Derken huzurlarına kendilerini çok seven bir zât geldi. Ona her gelişinde iltifat buyururlar, güler yüzle karşılarlardı. Fakat bu defa yüzleri hüzünlüydü. Tek kelime söylemiyorlardı. Uzun bir sessizlikten sonra o kimse ezile büzüle sordu:

- Efendimiz, zât-ı âlînizi çok hüzünlü görüyorum. Acaba evlâdınızın bilmeyerek bir kusuru mu oldu?

O, nahif insan, yine kendi olgunluğu, edebi, şekfâti, içinde şunları söyledi:

- Kardeşlerimiz ailelerine dikkat etmeliler. Onları rencide etmemelidirler. Hatırlarını hoş tutmalılar. Aç kurt bir sürüye nasıl dalarsa, ehline öyle davranmak doğru olmaz. Eğer böyle bir hâl olursa hemen ehlinden özür dilemelidir. Bizim edebimizde kadınlara karşı aslanlık yapmak yoktur.

O zât hayretinden donup kaldı... Gerçekten sabah evde herkesi kırıp geçirmişti... Artık durmanın zamanı değildi. Hemen evin yolunu tuttu ve kendisini kapıdan içeri attı... Gözleri yaşlarla doluydu, yüreğine sanki kaynatılmış kurşun akıyordu. Zevcesinin ve çocuklarının yanına girdi ve hıçkırdı:

- Ey Hatun! Allah aşkına söyle, bugün ne yaptın? Senden özür diliyorum. Bundan sonra böyle bir şey vukû bulmayacak. Beni bağışla!..

Kadın ıslak gözlerini kaldırıp tane tane konuştu:

- Seni Allah bağışlasın... Sen gittikten sonra seccademi serdim ve dedim: Ya Rabbi, bu nasıl derviş? Bana yaptıklarını onun şeyhine bildir. Benim senden gayri sığınacak kapım yok. Kim senin kapından baş çevirirse artık onun elinden tutan olmaz!...

Dertli derviş gönülden yara almıştı. Dilinden şu sözler döküldü:

- Sen öyle bir makama müracaat etmişsin ki, O'nun tasarrufu ile şeyhim beni hemen ayağına gönderdi. Haydi ikimiz de tövbe edelim ve O'nun yoluna lâyık olalım.

Evde sevgi tomurcukları can bulunca o zât yola koyuldu ve Hacı Sâmi Efendi'nin huzuruna can attı. Bu kere Şeyh Hazretleri'nin yanağında cennet tebessümleri vardı ve şöyle buyurdu:

- İşte şimdi oldu!... Bilmemiz gerekir ki, insanın hayırlısı, ehline en hayırlı olandır. Kâinatın Nuru (sallallahü aleyhi ve sellem) bu hususta çok hassastı. Güzide sahabilerine çok kere derlerdi ki: "Sizin hayırlınız, ailesi için hayırlı olanınızdır. Ben de ailem hakkında sizin hayırlınızım. Kadınlara ancak kerîm olanlar ikram eder ve onlara ancak leîm olanlar ihanette bulunur."

Evet: Bin ipliğe taze inciler dizsem, bin bahçeye taze gül eksem, kelimeleri lügâtlardan tek tek arasam, yine O'nu yeterince anlatmış olamam.

Güzel de, çirkin de, iyi de, kötü de, şah da, vezir de bu dünyadan gider. Fakat bu bahçeye iyilik ağacı diken kimse ebedi olarak yaşamış olur. Mahmud Sâmi (Kuddise Sirruh) Hazretleri de, dünyamızdan bir yıldız gibi kayıp gittiler. Ama eserleri ve yetiştirdiği gönül dostları ile her zaman aramızdadırlar...

Ey İnsan!... Can bahçesine gam fidanı dikmeyi bırak. Ecel makası ömür ipini kesmeden bu gönül erlerinin güzelliğinden renkler almaya bak. Kim onlar gibi bir dostun halkasına girerse, Allah'ı ve Resûlü'nü hoşnut etmiş olur!...

Veliler bahçesinde çiçekti Hacı Sâmi,
Bil: Ey gönül, ey gönül!.. Zamanın tacı Sâmi!..

Mustafa Necati Bursa