1- (1551) Bize Ahmed b. Hanbel ile Züheyr b. Harb rivayet etti*ler. Lâfız Züheyr'indir. (Dediler ki) : Bize Yahya yâni el-Kattân, Ubey-dullah'dan rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Nâfi', İbni Ömer'den naklen haber verdi ki, Resûlüllah (Saliallahii Aleyhi ve Seliem) Hayber halkına, ora*da çıkan meyve veya ekinin yarısı karşılığında muamele yapmış.
2- (...) Bana Alî b. Hucr es-Sa'dî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ali yâni İbni Müshir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ubeydullah, Nâfi'den, o da tbni Ömer'den naklen haber verdi. İbni Ömer şöyle demiş :
«Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) Hayber'i, çıkan meyve veya ekinin yarısı mukabilinde verdi. Zevcelerine her sene kuru hurmadan seksen, arpadan yirmi vesk olmak üzere yüz vesk veriyordu. Ömer hilâ*fete geçince Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) 'in zevcelerini ya ken*dilerine arazî ve su bölmek yahut her yıl onlara veskları ödemek şartiyle muhayyer bıraktı. Onlar muhtelif hareket ettiler. Bâzısı arazî ile suyu, bâzısı da her yıl vesklerin verilmesini ihtiyar ettiler. Âişe ile Hafsa, arâ-tî ve suyu ihtiyar edenlerdendi.
3- (...) Bize İbni Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam ri*vayet etti. (Dedi ki) : Bize Ubeydullah rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Nâfi', Abdullah b. Ömer'den naklen rivayet etti ki, Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) Hayber halkına oradan çıkan ekin veya meyvenin ya*rısı mukabilinde muamele yapmış.
Râvi hadîsi Alî b. Müshir rivayeti gibi nakletmiş; yalnız : «Âişe ile v Hafsa, arazî ve suyu ihtiyar edenlerdendi.» cümlesini zikretmemiş: «Pey*gamber 'Sallaîlahü Aleyhive Sellem) 'in zevcelerini, kendilerine yer bölmek şartiyle muhayyer bıraktı.» demiş; suyu da zikretmemiştir.
4- (...) Bana Ebu't-Tâhir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Üsâme b. Zeyd el-Leysî, Nafî'den, o da Abdullah b. Ömer'den naklen haber verdi. Şöyle demiş:
«"Hayber fethedilince yahudîler Resulüllah (Sallallahü'Aleyhive Sellem) den, Hayber'de çıkan meyve ve ekinin yansını vermek şartiyle çalışmak üzere kendilerini orada bırakmasını istediler. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Bu şartla dilediğimiz müddetçe sizi burada bırakıyorum...» buyur*du. Sonra râvi hadîsi İbni Nümeyr'Ie îbni Müshir'in Ubeydallah'dan ri*vayet ettikleri gibi rivayette bulunmuştur. Bu rivayette : «Hayber'in yan gelirinden meyve iki paya bölünür; Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) beşte birini alırdı» ifâdesini ziyade etmiştir.
5- (...) Bize tbni Kumlı rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Xeys, Mu-hammed b. Abdirrahmân'dan, o da Nâfi'den, o da Abdullah b. Ömer'den, o da Resûlüllah (Safta J/a/iü Aleyhi ve Sellem)'den naklen haber verdi ki, Hay*ber'in arazî ve hurmalıklarını, meyvesinin yansı Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem} *in olmak şartiyle kendi mallarından işletmek üzere Hay*ber yahudilerine vermiş.
6- (...) Bana Muhanımed b. Râfİ' ile İshâk b. Mansûr rivayet et*tiler. Lâfız İbni Râfi'indir. (Dediler ki) : Bize Abdürrezzâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Cüreyc haber verdi. (Dedi ki) : Bana Mûsâ b. Uk-be' Nâfi'den, o da İbni Ömer'den naklen rivayet etti ki, Ömer b. Hattâb yahudîlerle hirîstiyanları Hicaz toprağından sürmüş. Zâten Resûlüllab (Salialllihü Aleyhi ve Sellem) Hayber fethedilince yahudîleri oradan çıkar*mak istemiş. Orası fethedildiği vakit arazî Allah ile Resulünün ve müs-lümanlarınmış. Bundan dolayı yahudîleri oradan çıkarmak istemiş. Der*ken yahudiler çalışmayı üzerlerine almak ve meyvenin yarısı onların ol*mak şartiyle kendilerini orada bırakmasını Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den dilemişler. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhive Sellem) onlara ;
«Bu şartla sizi dilediğimiz müddetçe burada bırakıyoruz.» buyurmuş ve yahudiler tâ Ömer kendilerini Teyma'ya ve Erîha'ya sürgün edinceye kadar orada kalmışlar.
Bu hadîsin iki rivayetini Buhârî «Müzârea» bahsinde tahrîc etmiştir.
Hayber: Medine ile Şam arasında Medîne'ye dokuz konak mesafede bulunan münbit bir vahadır. Burada yahudiler yaşarlar*dı. Vâhâyı müteaddit kalelerle tahkim etmişlerdi. Resûlüllah [Sallallahü Aleyhi ve Sellem)hu yeri hicretin yedinci yılında fethetmiştir.
Müslümanların Hayberli sulhan mı yoksa harben mi fethet*tikleri ulemâ arasında ihtilaflıdır. Nevevî'nin beyânına göre bâzıları harben alındığını söylemiş; bir takımları sulh yolu ile, daha başkaları ahâlisinin çekilmesiyle harpsiz darpsiz girildiğini ileri sürmüşlerdir. Hat*tâ bir kısmının harben, bir kısmının sulh yolu ile bir kısmının da ahâ*lisinin çekilmesi suretiyle alındığını söyleyenler olduğu gibi : «Bir kısmı sulhan, bir kısmı da harben alınmıştır.> diyenler de vardır. Kaadî Iyâz bu son kavlin esah olduğunu söylemiştir. İmam Mâlik ile ona tâbi olanların ve Süfyan b. Uyeyne 'nin kavilleri de budur.
Babımız rivayetlerinden birinde :
«Orası fethedildiği vakit arazî Allah ile Resulünün ve müslümanların îdi.» denilmesi bu yerin harben alındığına delildir. Çünkü müslümanların hakkı ancak harbederek aldıkları yerlere teallük eder. Fakat Buhârî'nin bir rivayetinde :
«Arazî yahudilerin, Resulün ve müslümanlann idi.» denilmiştir ki, bu da o yerin sulhan alındığını gösterir. E1- Mühe11eb bu iki ri*vayetin arasını şöyle bulmuştur: Rivayetlerin birincisi sulhdan önceki hâli, ikincisi de sulhdan sonraki hali beyân etmektedir; zîra Hayber'in bir kısmı sulh yolu ile, bir kısmı da harben alınmıştır. Harben alman kısım tamamiyle Allah'a, Resûlü'ne ve müslümanlara aitti; sulh yolu ile alınan kısmı ise yahudîlerindi; sulh akd edildikten sonra müslü*manlann oldu.
Müsâkaat ve müzâreayı tecviz edenlerin en kuvvetli delilleri bu ri*vayetlerdir. Zîra Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Seîlem) 'in Hayber halkına, çıkan meyvenin yarısı mukabilinde muamele buyurması müsâ*kaat, ekinin yansı karşılığındaki muamelesi de müzâreadır. îmam Mâlik, Seyri, Leys, Şafiî, Ahmed b. Hanbel, muhadisler, Zahirîler ve cumhûr-u fukahâ müsâkaatm caiz ol*duğuna kaildirler.
Hanefîler 'den İmam Âzam'la Züfer'e göre mü*sâkaat da müzârea gibi hiç bir suretle caiz değildir. Müsâkaat meselesi, müzâbeneden nehyeden hadîsle nesholunmuştur.
îmam Âzam babımız rivayetlerini te'vîl etmiş; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in Hayberliler'e yaptığı muamelenin müzârea ve müsâkaat değil, onlara bir iyilik ve ihsan olmak üzere bir harâc olduğunu söylemiştir. Çünkü ona göre Resûîüllah 'Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hayber'i ganimet olarak almıştı. Yahudilere hiç bir şey vermeyebilirdi. Yerlerinden çıkan mahsulün bir kısmını almak şartiyle mallarım ellerinde bırakması bir fazilet ve minnettir. Buna harâc-ı mu-kâseme derler. Harâc-ı tavzif gibi mukâseme de caizdir.
Harâc-ı mukâseme: İslâm hükümdarı tarafından mahsulün üçte bir, dörtte bir veya onda bir gibi muayyen bir miktarı alınarak arazînin sa*hiplerine bırakılmasıdır. Bu takdirde arazîden mahsul elde edilemezse sahiplerinden de bir şey alınmaz. Bu bir nevi' cizye yâni zimmîlere [1] mahsus vergidir. Resûîüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ebû Bekr ve Ömer (Radiyaîlahü anh) devirlerinde yahudüerden ayrıca cizye alındığı hiç bir hadîste rivayet olunmamıştır. Eğer bu vergi cizye olmasa idi, yahudîlerden cizye almak îcâbederdi. Bu hal İmam Âzam hazretlerinin te'vîlinin sahîh olduğunu gösterir.
Harâc-ı muvazzaf: Zimmîlerin ziraata elverişli arazîsinden dönüm basma alınan bir sâ' ve bir dirhemlik vergidir.
Müşâkaatı caiz görenler onun ne gibi ağaçlar hakkında yapılacağı hususunda ihtilâf etmişlerdir. Dâvûd-u Zahirî'ye göre müsâ-kaat yalnız hurmada caizdir. Çünkü bu bir ruhsattır; jıasean beyân edi*len ağaçtan başkasına teşmil edilemez.
îmam Şafiî yalnız hurma ile üzüme mahsus olduğunu söyle*miştir. Müsâkaat ona göre de ruhsat ise de birçok yerlerde üzüme hurma hükmü verildiği için burada da ikisine bir hüküm vermiştir.
İmam Mâlik «Her nevi ağaçta müsâkaat caizdir.» demiştir.1 Şafiî 'nin bir kavli de budur. Mâ1ik'e göre müsâkaatm tecviz edilmesine sebep, ihtiyaç ve maslahattır. Bu ise bütün ağaçlara şamil*dir; binâenaleyh hurmaya kıyasen bütün ağaçlarda müsâkaat caizdir.
Hadis-i şerifte: «Çıkan mahsûlün yansı karşılığında...» buyurulma-sı, müsâkaatm yan, üçte bir ve dörtte bir gibi muayyen bir cüz' muka*bilinde yapılacağına delildir. Meçhul miktarla meselâ : Mahsulden bir şeyler vermek şartiyle müsâkaat yapmak caiz değildir.
İmam Şafiî ve ona muvafakat eden birçok ulemâ müstakil-len müzâreaya cevaz vermedikleri halde müsâkaatle birlikte olursa ona tebean müzâreanın da caiz olduğunu söylemişlerdir. Delilleri: Bu hadîste müzâreanın müsâkaat üzerine atfedilerek : «Meyve veya ekinin yarısı karşılığında...» denilmiş olmasıdır. Zira onlara göre: Nazımda kıran, hü*kümde müsavat îcâbeder. Yâni bir delilde iki şey yan yana zikredilir ve biri diğeri üzerine atfolunursa ikisinin hükmü de bir olur. Burada mü-zârea, müsâkaat üzerine atfedilmiştir. Müsâkaat caiz olunca ona tâbi olan müzârea da caizdir. Binâenaleyh bir kimse ile yemiş ağaçları hakkında müsâkaat yapan, arazîsini işlemek için müzârea da yapılabilir.
İmam Mâlik müstakillen olsun müsâkaata tebean olsun mü-zâreayı tecvîz etmemiştir. Yalnız ona göre müsâkaat akdiyle bahçe alan bir kimse ağaçların arasındaki arazîyi ekebilir.
îbni Ebî Leylâ, Hanefîler 'den îmam Ebû Yûsuf ile îmam Muhammed, şâir Küfe ulemâsı, mu-haddisler, İmam Ahmed, îbni Kuzeyine, îbni Sü*reyh ve diğer bir takım ulemâ müzârea ile müsâkaatm birlikte olsun ayrı ayrı olsun yapılabileceğine kaildirler. Nevevî : «Zahir ve muh*tar olan kavil budur.» dedikten sonra Hayber'deki müzâreanın mü*sâkaata tebean değil, müstakillen yapıldığını söylemiş; müslümanîann, asırlar boyunca müzârea yapageîdiklerini hatırlatmıştır.
Resûlüllah (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem) kâfirleri Arap yarımadasından çıkarmaya niyetli idi. Nitekim veratına yakın bunu emir de buyurmuştu. Onun için de yahudî1er'in isteklerini muvakkaten kabul etmiş:
«Dilediğimiz müddete kadar sizi burada bırakıyorum.» buyurmuştu.
Zahirîler hadîsin bu cümlesiyle istidlal ederek müsâkaatm meçhul müddetle de yapılabileceğine kail olmuşlardır. Cumhura göre müsâkaat, İcâre gibi malûm bir müddet için yapılır; müddeti belli/olmayan müsâ*kaat caiz değildir. Çünkü Peygamber (Saîlallahü A leyhi ve Sellem) 'in bu sö*zü yahudîlerle müsâkaat akdi değil, maslahat îcâbı, bir müddet daha Hayber'de kalmalarına müsaade idi; onlarla müsâkatı bundan sonra yapmıştı.
Bâzıları: «Meçhul müddetle müsâkaat yapmak İslâm'ın ilk devirle*rinde Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)'e mahsus olmak üzere caizdi.> demiş; bir takım ulemâ da Hayber'de kalmak için yahudîlere ma*lûm bir müddet tâyîn edildiğini, hadîsin bu cümlesiyle Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellenı)'in ;
<*Bu malûm müddet bitince sizi buradan çıkarırız.» demek istediğini söylemişlerdir. Bu takdirde murâd : Müsâkaatm nikâh* ve satış gibi mü-ebbed değil, muvakkat bir akid olduğunu beyandır.
Ebû Sevr mutlak olarak akdedilen müsâkaatın bir sene müd*det iktizâ ettiğini söylemiştir.
Hadîsteki: «Kendt mallarından işletmek üzere...» ifâdesi müsâkaatla bahçe alan kimsenin vazifesini bildirmektedir. Bu vazife ağaçlan sula*mak, budamak, aşılamak, köklerini temizlemek ve kazmak, yemişini ko*rumak, zamanı gelince toplamak gibi her sene yapılan hizmetlerdir. Du*var yapmak, < hendek kazmak gibi her yıl tekerrür etmeyen işlerse mal sahibine aittir.
Babımız rivayetleri kahran alman arazînin şâir menkul mallar gibi gaziler arasında ganimet olarak taksim edileceğini göstermektedir. Zîra Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) Hayber arazîsini taksîm et*miştir.
Mâlikîler: «Bu gibi arazîyi İslâm hükümdarı müslümanlara vakfeder. Nitekim Hz. Ömer Irak arazîsini vakfetmiştir.» demiş*lerdir.
İmam Âzam 'la Küfe ulemâsına göre hükümdar îcâb-ı hale göre muhayyerdir. Gerekirse taksîm eder; îcâbında arazîyi sahiple*rine bırakarak onları haraca bağlar.
Nevevî'nin beyanına göre Yahudilerle yapılan muamele ganimetler taksîm edilip gaziler hisselerini aldıktan sonra onların rızâ-lariyle olmuştur.
Hz. Ömer'in Yahudiler 'i sürgün ettiği Teymâ' Medine ile Şam arasında Medîne'ye yedi-sekiz konak mesafede bir yerdir. Erîhâ' ise Şarkı'l-Ürdün'de sarp yollarla çıkılan dağlık arazîde bir şehirdir. Beyt-i Makdis'e at yürüyüşü ile bir günlük mesafededir. Ömer (Radiyallahü anh) 'in Hayber 'den yahudîler'i sür*mesi Arap yarımadasından gayri müslimlerin çıkarılması hususundaki hadîsten yalnız Hicaz kastedildiğine delildir. Zîrâ Teymâ' Arap yarımadasından ma'dûddur, fakat Hicaz 'dan değildir. Vâki-dî Hicaz'ı: «Medîne'den Tebûke; ve Medine 'den Küfe yoluna kadar olan yerlerdir.» diye tahdîd etmiştir.