Gönül mimarı olabilmek
Şefkat ve merhamet sahibi Yüce Allah’a hamd; O’nun Habibi Kibriyasına, Ehli Beytine, Ashabı Kiramına ve onlara hakkıyla tâbi olanlara salât ve selâm…
Merhaba Dostlar!
Merhaba, Ramazanı Şerifin rahmet deryasını soluklayanlar…
Merhaba, nefsin boynunu büküp Hakkın huzurunda saf bağlayanlar…
Size müjdeler olsun!...
Müjdeler olsun size ki kurtuluşa ereceksiniz inşaallah.
Kendisine kullukla şereflendirdiğine göre; o şefkat ve merhameti yüce Rabbimiz, sizleri ve bizleri affedecek inşaallah.
İşte… Leylei Kadre ne kaldı… Bayrama ne kaldı…
İnşaallah, gönül elimizi açıp dilimizi Hakka yalvarmak için çevirirsek, Rabbimiz bunu da nasip ederse; ebedi kurtuluşa erdik demektir.
Evet, şaşırmayınız, bu iş bu kadar kolay. Bu kadar nettir. Habibi Kibriya (sallallahu aleyhi vesellem) -haşa- yalan söylemez. “O söylüyorsa doğrudur” diyen Sıddiki Ekber (radıyallahu anhu) gibi inanalım biz de…
İnanalım ki; Muhammed Aleyhisselam, bize Hakkı ve sabrı tavsiye etti. Bize insanlık ve kulluk dersi verdi…
İnsanı sevmeyi öğretti. Çocuklarımızı sevmeyi, yetimi güldürmeyi, düşkünü korumayı, garibin gurebanın elinden tutmanın İslam demek, insanlık demek olduğunu öğretti.
Bize yalnız, Celil olan Allah’a ibadet etmeyi öğretmedi. Sadece oruç ile nefsimizi dizginlemeyi öğretmedi.
Sırf kendi ahiretini düşünmeyi öğretmedi…
Ya neyi öğretti? Yürekli bir insan olmayı öğretti. İnsanı hayvandan ayıran en önemli şeylerden birinin de infak etmek olduğunu öğretti. Nefsin, egonun sığ arzularının ötesine taşmayı öğretti.
Kısaca; bize, başkaları için yaşamayı öğretti.
Kulların saadetinin de Allah’ın rızasının da insanlığa hizmet etmekte olduğunu öğretti.
Bugün hala dinimizin getirdiği, kapsayıcı hoşgörü ve merhametten fersah fersah uzağız maalesef. Hz. Muhammed Aleyhisselamı anlayamadık. Hala dini, namaz ve oruçtan ibaret görüyoruz. Oysa ibadet; kulun Allah’la olan hukukunu düzenliyor. Ya kulların payını ne yapacağız?
Kulların üzerimizde payı yok mu? Elbette var. İki dakika sohbet ettiğimiz bir yabancıdan bile sorguya çekileceğiz. Nerde kaldı yakınlar, fakirler, yetimler!...
Bunları hep biliyoruz, zayıfa, düşküne yardım etmek istiyoruz da bu isteğimiz çok cılız kalıyor. Küçük fedakârlıklarla işin içinden çıktığımızı sanıyor, kendimizi aldatıyoruz.
Peki, bu neden hep böyle sürüp gidiyor dostlar?...
Şunu unutmayalım ki lüks bir hayat süren gönüllerde, zevklerle şişirilmiş nefislerde, hiçbir güçlü insani duygu barınamaz.
Eğer rahat yaşamayı ve keyfi alışkanlıkları terk etmezsek; ulaşmayı hedeflediğimiz hakiki Müslümanlığı hiçbir zaman yakalayamayacağız.
Nasıl yakalayalım ki? Gafletle, tembellikle ağırlaşmış bir nefsi, yerinden bile kıpırdatmak mümkün değildir! Onu garibin, fakirin yanına nasıl oturtacaksınız?
O, sahibi olduğunu düşündüğü evle, arabayla, yatla katla, öylesine meşgul; alıştığı zevklerle öylesine dört köşedir ki fakirin ağız kokusunu nasıl çekecek!...
İnsani duyguları olgunlaşmamış bir nefis, hangi dini hizmet için koşturmayı, sıkıntı çekmeyi kaldırabilir. “Şu Cami derneğinin, efendim şu vakfın elinden de ben tutayım. Yarınım için, ahiretim için küçük de olsa bir yatırımım olsun” diyebilir.
Diyemez. Dese bile daha ikinci adımda, kendine bir iş düşse bin türlü bahaneyle kendini dışarı atmak ister. Bahane mi arıyorsunuz, “Efendim bu cemaat çok şekilci; şu vakıf niçin kuralcı? Hem hizmet eden müslümanlar çok cahil, kültürsüz, meteliksiz. Bunlarla bir yere gidilmez, vesaire vesaire…”
Be müslüman! Sen hele Allah için nefsini bastırıp hayra, hizmete tam bir samimiyetle niyet ettin mi? Allah yolunda çalışmanın ne büyük bir mükâfatı olduğunu, idrak ettin mi? Dünya ve ahiret saadetinin, bir garibin gönlünü yapmaktan geçtiğini anladın mı?
Sen hele bir safa gir. Allah için bir yer tutmaya çalış. Eğer senden daha liyakatli biri gelirse onu öne geçirmeyi de göze al. Gerisine karışma...
Sahabe Efendilerimizin (r.anhum) hepsi zengin miydi? Hepsi çok kültürlü müydü? Hepsi liderlik donanımına sahip miydi ki İslam’a hizmete koştular?
Hayır. Onlar Allah’a ve Resulüne bel bağladılar ve yürüdüler…
Sen de hele bir imanını yokla.
O imanda; seni harekete geçirecek nice hayır tohumları var!
O imanda; dünyaya meydan okuyacak atom çekirdeği var!
O imanda; bütün sıkıntı ve meşakkatlere göğüs gerebilecek dirayet var.
O imanda; insanlığı saadete erdirecek mutluluk reçetesi var…
Senin arkanda Hakkın yardımı var.
Resulullahın, Ashabının, Ehli Beytin ve Evliyaullahın duası var!
Neden korkuyorsun? Kimden çekiniyorsun?
Senin gibi fani olan şeylerden korkmaya değer mi?
Sen sanıyor musun ki bu dünyaya bir daha geleceksin ve o zaman dine hizmet edeceksin! Ne kadar yanılıyorsun…
Sen katılmadığın için kalifiye, bir kişiden daha yoksun düşen nice hayır kuruluşu, ehil olmayanların elinde. Belki de samimiyetinle oradaki insanların da hata yapmasına, nefsine mağlup olmasına engel olacaksın. Bilgi ve tecrübeni ortaya koy. Paranı, pulunu… Hatta sadece o varsa canını ortaya koy!
Korkma! Rabbin, senin sandığından çok daha cömerttir. Mislini, mislinin de mislini verir. Veriyor ve verecek…
Sen hiç, hizmet ehli bir insanın gözündeki o parıltıyı görmedin mi? O öpülesi gözdeki parıltının sırrı nedir? Bunu hiç düşündün mü?...
Evet değerli dostlar, sözü uzatmayalım; derhal en yakınımızdaki yetimden garipten başlayarak, bir infak ve hizmet seferberliğine başlayalım. Başlamış olanlara destek olalım.
İnanın, gariplerin gönlünü yaptıkça bizim gönlümüz de mamur olacak. Çünkü onların o kırık kalpleri, Hakk’ın hanesindedir. Onları onaran, gerçekte Rabbi’ni razı etmiş olur.
Hiç değilse bu Ramazan’ı fırsat bilerek, gönül yapmanın hazzını ve Hakkın rızasını arayalım. İşte, o zaman tövbelerimiz de karşılığını bulacak ve kurtuluşa erenlerden olacağız, inşaallah.
SÜLEYMAN KARAKAŞ
GÜLİSTAN DERGİSİ