AYASULUK KALESİ

İzmir ili Selçuk ilçesinde St. Jean Bazilikası ve İsa Bey Camisi’nin bulunduğu Ayasuluk Tepesi’nde bulunan kale VII.-VIII. yüzyıllarda Arap akınlarının yörede etkili olması üzerine Bizanslılar zamanında yapılmış ve şehir koruma altına alınmıştır. Bu nedenle de St.Jean Kilisesi’nin bulunduğu alanın çevresi 20 kule ve onları birbirine bağlayan surlarla çevrilmiştir. Selçuklular ve Osmanlılar da bu kaleyi onarmış ve daha güçlendirerek kullanmışlardır.
Kesme taş ve moloz taştan yapılan kale ve surların Ephesos antik kentine yönelik bir de görkemli bir kapısı bulunmaktadır. Bu kapıdan içerisine girilen kilisenin duvarlarında ise Troia kahramanlarından Achileus’un yaşamı ile ilgili bir friz bulunuyordu ki bu friz günümüzde Abbey Galeri’sinde bulunmaktadır. Kapıdan sonraki Atrium 34.70x47.00 m. ölçüsünde olup, arazi konumu buradaki duvarların yükseltilmesi ile giderilmiştir.
Kalenin anıtsal giriş kapısı dışında biri güneyde, diğeri de batıda olmak üzere iki giriş kapısı daha bulunuyordu. Kalenin ana giriş kapısı yöredeki Roma yapılarından alınmış taşlarla yapılmıştır. Surlar on beş burçla sağlamlaştırılmış olup, günümüzde büyük bir bölümü restore edilmiştir.
Airai (Erai)
Aira,Teos antik kentinin kuzey limanında,Sığacık körfezinin kuzey kıyısındaki Demircili köyü yakınındadır.
Aira isminin Hellen dilinde bir anlamı yoktur. Thoukydides ile Strabon’un Erai diye sözünü ettiği kentin İlk Çağ tarihi ile ilgili bilgiler yok denecek kadar azdır.Aira sözcüğü Anadolu kökenli bir kelimenin Hellen diline uyarlanmış bir şekli olabilir. Ha-ellen dilindeki karşılığı “Demirci çekici” anlamına gelir.
Thoukydides’den öğrendiğimize göre, Atina-Sparta savaşında Atinalıların yanında yer almış, sonra da onlara baş kaldırmıştır. Çevrede açık hiçbir kalıntıya rastlanmamaktadır. Yalnızca sağda solda sütun parçaları ve bazı evlerin duvarlarında da sütun başlıklarına rastlanmaktadır. Muhtemelen uzun yıllar boyunca bu kentçiğin taşları deniz yoluyla diğer kentlere taşınmıştır. Bazı temel kalıntılarının dışında çok sayıda çanak çömlekle karşılaşılmıştır.
Claros (Klaros)

Claros’un ( Ahmetbeyli ) kuruluş tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber, MÖ.7 ve 6 yy. başında Kolophon’un baş tanrısı Apollo adına inşa ettiği sanılmaktadır.Dor uslübu ile yapılmış olan Apollo Tapınağı gizli güçlere sahip kahinleri ile dünyaca ünlüydü.Claros bağımsız bir kent olmamış, sürekli olarak Kolophon’a bağlı olarak gelişmiştir.MÖ.2 yy.’da yapıldığı sanılan Propylea’dan Apollo Tapınağı’na giden iki taraflı sütunlar ve heykellerle dolu bir kutsal yol bulunur.Propylea’da kâhine danışmaya gidenlerin yazdıkları kitabeler bulunmuştur. Cella’nın üstündeki Apollo Heykeli 7.5 metre yüksekliğindedir.Tapınağın önünde 2.5 metre uzakta anıtsal bir altar bulunmaktadır. Antik çağın ünlü kehanet merkezi olarak nitelenen Claros, XX.yy.ın başından başlayıp günümüze kadar gelen kazılarla tamamen ortaya çıkarılmıştır.
İzmir’in 50 km. güneyinde, Kolophon’un 13 km.güney-doğusunda, Notion’un 3 km.kuzeyinde Ephesos’un da 18 km. batısındadır.
Claros sözcüğü Hellen dilinde kısmet çekimi veya arazi anlamına gelirse de Bilge Umar, asıl kökeninin Luwi dilindeki “kıyı” veya “iskele” olan “Kalara” dan geldiğini belirtir.
Tanrı Apollon’un Delphi’den sonra en önemli bilicilik merkezlerinin Anadolu’da olması nedeniyle Hellenistik dönemde (M.Ö.300-M.S.20) de büyük ün yapmış ve bu özelliğini Roma çağında da sürdürmüştür. Claros,Tanrı Apollon’a adanmış Anadolu’daki kutsal bilicilik merkezlerinin en önemlilerinden biridir. Buranın düzlükte kurulmasının nedeni vadideki kutsal su kaynağı ile onun hemen yakınında dişbudak ve defnelerden meydana gelen ormandır. Homeros başta olmak üzere Hellenistik ve Roma Çağı tarihçilerinden öğrenildiğine göre Apollon’un bilicileri mabedin altında bir mağaraya veya yer altı odasına girerek oradaki kutsal suyu içerler ve sonra bu rahipler sorulan soruları Apollon’un cevapladığını söyleyerek soruyu sorana, çoğu kez yoruma çok açık, biraz da anlaşılmaz bir dil ve şiirsel bir ifade ile cevap verirlerdi. Anadolu da Didyma Apollon mabedinden sonra en önemli bilicilik merkezi olan Claros’daki mabedin duvarlarında,sütunlarında uzak kentlerden ve ülkelerden Tanrının tavsiyelerini almaya gelen delegelerin isimleri,onlar için söylenen kehanetler yazılıdır. Ancak buradaki bilicilik Delphi ve Pythia’dan farklı olarak rahibe değil rahip tarafından yapılıyordu. Gelenlerin dileklerini rahibe ileten yazmanların yanı sıra biliciliği yapanlar da her yıl değişiyorlardı.
Claros Kolophon’a bağlı bir kehanet merkezidir. Bu yüzden 12 İon şehri arasında kabul edilmez. Özel bir statüye sahiptir. Antik Çağ ozanları Apollon’un kutsal alanı olarak bilinen bu yeri “Işıklı Claros” diye tanımlayarak övgü üzerine övgü yazmışlardır. XIX.yy.a kadar Claros’daki Apollon mabedi yalnızca antik çağ ozanlarının şiir dizelerinde yaşamış, nerede olduğunu ise hiç kimse öğrenememişti. Homeros’un anlattıklarından esinlenen K.Schuchhardt ve P.Wolter isimli iki araştırmacı bin bir güçlükle, at sırtında sıcağın kavurduğu İzmir’in güneyindeki Ales (Avcı Çayı) vadisini 1886’da araştırmışlardı. Sık çalılar arasında dolaşırken bir taraftan sürüngenler diğer taraftan böceklerle uğraşmışlar, bu arada Kolophon ve Notion antik kentlerinin duvarlarını, kulelerini içeren haritalar çıkarmışlardır. Ne var ki, bu iki antik kent arasından akan nehir (Avcı Çayı) alüvyonlarıyla Claros’u gizlemiş ve onun bulunmasını güçleştirmiştir.

Türk Müzeciliğini kurma çabaları içerisinde İstanbul Arkeoloji Müzelerinde görev yapan Th.Macridy ile Charles Pıcard, Claros’un Notion’un yakınında olabileceğini düşünmüş ve Ales vadisini araştırmaya karar vermişlerdi. Bu iki araştırmacı 1905’de çalışmalarını sürdürürken bir yandan da köylülerle konuşuyor, onlardan bilgi topluyorlardı. Nihayet bir köylü saban demirinin sürekli bir taşa takıldığını, tarlasını sürerken kendine engel olan bu taşı bir türlü kaldıramadığını onlara söyler. Bu ilginç haberden yararlanan Th.Macridy köylünün söylediği yerde hemen bir sondaj yapmış ve yivli bir sütunun üst kısmı ortaya çıkmıştır. Bu yivli sütunun olduğu yerde kazı alanını daha da genişlettiler. Bulunan bu sütunun Apollon Mabedinin anıtsal girişine (Propylon) ait olduğunu anlamakta gecikmediler. Denizden gelenlerin kutsal alana girişini sağlayan Propylon yaklaşık kare plânlı, dor üslûbunda, üç basamaklı kaidesi olan bir yapı olduğu da böylece ortaya çıktı. Bu sütunların,duvarların iç yüzlerinde M.S.II.yy.da yazılmış kitabeler çalışmalar ilerledikçe çıkmaya başladı, bu arada bir de yalnızca ticari işlevi olan bir girişin kolonları da bulunmuştur.
I.inci Dünya Savaşının başlaması, Claros çalışmalarını engelledi. Aradan uzun bir süre geçtikten sonra 1950 de Claros yeniden araştırılmaya başlandı. Bu kez kazılara, eski kitabeler uzmanı Louis Robert, Jean Robert, Roland Martin ve Mimar P.Bonnart’dan meydana gelen bir ekip yürüttü. Bu kez kazı çalışmaları propylon’un kuzeyine kaydırıldı ve kutsal yol boyunca sıralanmış bir dizi anıt ortaya çıktı. Roma çağında burada yaşamış valilerle önde gelen yöneticilerin,varlıklı kişilerin heykellerinin kaideleri ile onlardan söz eden kitabeler bu çalışmalarda bulundu. Kutsal yol boyunca kazılar yürütüldü ve Apollon Mabedinin doğu cephesi ortaya çıktı.
Claros kazılarını 1988’de Prof. Dr. Juliette de la Geniere başkanlığındaki Fransız ekibi tamamladı.
Çok eski tarihlerden itibaren Claros’da İonyalıların yaşadığını o zamanlarda burasının kutsal olarak nitelendiği, adaklar yapıldığı biliniyordu. Apollon kültü oldukça hoş gönüllüydü; eğer bir kişi boğa kurban edecek kadar varlıklı değilse pişmiş topraktan bir boğa sembolünü sunduğu da oluyordu. Bu arada Mısır inancının timsah tanrısı Bobek’i simgeleyen altın telkârili mısır pandantifleri, Apollon’un heykelcikleri de kült mahalline bırakılıyordu. Adakların Tanrı Apollon’a layık olabilmesi için M.Ö. VI.yy.ın ortalarında Kral Cresus 12 x 6 m. boyutlarında anıtsal bir sunak yaptırmıştı. M.Ö. III.yy.a kadar Apollon’a yapılan adaklar hep bu arkaik sunak üzerinde yapılmıştır. Sunağın çevresinde biriken adak eşyaları İonyalıların bolluk ve rahat ortamda yaşadıklarını göstermiştir.

M.Ö. III.yy.ın başlarında Kolophon’un yıkılması ,burada yaşayan insanların göç etmelerinin yanı sıra büyük bir olasılıkla Apollon Mabedi de yağmalanmıştır. Bundan sonra Ales vadisinde koşullar değişmiş, bir yanda Kolophon önemini yitirirken büyük İskender de
rüyasında, Pagos dağında uyurken bu çevrenin yakınında Smyrna (İzmir) kentinin kurulmasını başta Apollon olmak üzere Olympos tanrılarının istediğini görmüştür.
Claros’daki Apollon Mabedi uzun kenarında on bir, kısa kenarında altı sütunun bulunduğu beş basamaklı (krepis) bir kaide üzerinde yükselen peripteros tipinde bir yapı idi. Şiddetli depremlerle yıkılan mabedin sütunları, sütun başlıkları çevreye dağılmıştı. Mimari elemanlar mabedin M.Ö.IV.yy. sonunda veya Hellenistik dönemin başında yapıldığını göstermektedir. Arşitrav üzerinde bulunan bir kitabe ise mabedin İmparator Hadrianus (M.S.76-138) tamamlandığına işaret etmektedir. Ancak Cella’daki kalıntılar, aynı yerde daha önceki tarihlerde yapılmış bir başka Apollon mabedinin var olduğunu kanıtlamaktadır. Dor üslûbundaki bu mabet İonia’da Hellenistik dönemde yapılmış tek mabet oluşuyla da ayrı bir önem taşımaktadır. Apollon mabedinin girişinde (pronaos) biri kuzeye diğeri de güneye giden birbirine paralel iki geçit ortaya çıkarılmıştır. Bunlar bir süre sonra dik bir kıvrım yaparak tek bir geçide dönüşür ve sonra yeniden ikiye ayrılarak mabedin kutsal odası (adyton)’na ulaşırlar. Naos’daki Apollon heykelinin altına rastlayan adyton kemerli iki ayrı salondan oluşur ve ilk bakışta burasının özel bir konumu olduğu hemen anlaşılır. Apollon rahiplerinin bilicilik törenlerinde kullandıkları adytonun ilk salonu daha çok bekleme odası niteliğinde olup burada bilici ile yazmanlar oturuyorlardı. Taş oturma sıralarının yanı sıra Apollon’un kutsal taşı amphalus onun tanrısal gücünü yansıtıyordu. Zaman zaman törenlerin yapılıp duaların okunduğu bu yerde ilahiler de söylenirdi. Adytondaki ikinci kapıdan içeriye yalnızca bilicilerin girdiği ve başka bir çıkışı olmayan adytonun ikinci odasına geçiliyordu. Bilici buradaki dikdörtgen kuyudan kutsal kaynak suyunu içerek kendisini arındırır ve sonra sorulanları ezbere şiirsel bir dille yanıtlardı. Louis Robert 1950’li yıllarda mabedin 27 m. doğusunda, kolonilerden gönderilen adakların bulunduğu anıtsal bir başka sunağı ortaya çıkarmıştır. Bu sunakla mabet arasında büyük kurbanların, boğaların törenle kesilebilmesi için o güne kadar rastlanmayan ilginç bir tertibatla karşılaşılmıştır. Burada kurbanların öldürülmeden önce bağlandıkları demir halkalı dört sıra blokla karşılaşılmıştır. Kazılar kurban halkalarının yüzden fazla olduğunu göstermiştir. Araştırmalar daha da derinleştirilmiş ve kuzeye yöneltilmiştir. Bu kez de Artemis mabedi ile karşılaşılmıştır.
Claros’da 1961 yılında çalışmalara ara verilmiştir. Bundan sonra çalışmaların yapılıp yapılamayacağı tartışılırken ortaya maddi sorunlar çıkmıştır. Fransız bilim adamlarının çoğu Apollon mabedinin kendisinden beklenen her türlü bilgiyi verdiğini, çalışmalar yeniden başlayacaksa bunun kendilerine bilimsellikten çok maddi yükümlülük getireceğini ileri sürmüşlerdir. Öte yandan Juliette de la Geniere başkanlığındaki bir grup Fransız bilim adamı çalışmaların yeniden başlamasının yararlarını dile getiriyorlardı. Gerçekte ortaya çıkarılan anıtlar yeterince değerlendirilmemiş, mabedin kuruluşundan terk edilişine kadar geçen süre içerisinde yapının topografik gelişimi kesinlik kazanamamıştı. Anıtların birbirinden bazen beş metreye varan yükseklikte alüvyon tepecikleriyle ayrılması ise elde olmaksızın çalışmaları güçleştiriyordu.

Dünyada inşaat malzemelerinin lideri olarak tanınan “Lafarge Coppe” nin Türkiye’deki kolu sayılan Aslan Çimento Claros kazılarına yalnızca maddi destek sağlamakla yetinmemiş,burada ortaya çıkan eserlerin restorasyon çalışmalarına da bir laboratuar araştırma ekibi ayırmıştır. Çalışmalarda Apollon, Artemis ve Leto heykellerini restore etmek, onların kalıplarını çıkarmak ve yeniden tasarımını yapmak teknolojik yönden oldukça güç bir iştir. Bununla beraber Laferge firmasının ürettiği en yeni maddelerin yardımıyla üçlü heykel
grubunun aynı boyutlarda onarımı ile kopyalanması,yeniden hayat bulması dünya çapında büyük bir olay olmuştur. Üçlü heykel grubunda eksik olan bölümler mermer görünümlü parçalarla tamamlanırken bu arada o senelere göre son derece gelişmiş bir restorasyon tekniği de uygulanmıştır. Böylece M.Ö. X.yy.ile M.S.IV.yy. arasındaki on dört yüzyıllık bir dönem mimari ve yontu sanatı yönünden gözler önüne serilmiştir. Bütün bunlar yapılırken Claros mermerleri görüntüsüne en uygun malzeme aranmış ve Darıca Çimento Fabrikasından sağlanan cam lifi harcıyla takviyeli mermer tozu içeren Laferge’nin beyaz çimentosundan yararlanılmıştır.
Laferge Coppee yönetim kurulu başkanı Bertrand Collon, zamanın Kültür Bakanı Timuçin Savaş’ın yardımıyla Claros antik kentinin kazılarında gün ışığına çıkarılan Apollon,Artemis ve Leto’nun görkemli heykellerinin kopyaları aynı boyutlarda İstanbul’daki Aya İrini’de 15 Ekim 1994’de sergilendi. Sergi altı ay süreyle açık kaldı.
Apollon Mabedi’nin 27 m. doğusunda, 9 x 18.45 m. ölçüsünde bir sunak bulunmaktadır. Hellenistik dönemde yapılan bu sunak, kuzey-güney doğrultusundadır. Mabet ile sunak arasında da dört sıra halinde yüz tane kurbanların bağlandığı bloklar (Hekatomb) vardır ve bunların her biri üzerine de demir halkalar yerleştirilmiştir. Mabedin kuzeyinde ona paralel İon üslubunda bir tane daha küçük bir mabet ile sunağı vardır. Bu yörede çok sayıda pişmiş topraktan figürinler, kemik, fildişi, gümüş, bronz, akik gibi değerli taşlardan yapılmış adak eşyaları ele geçmiştir. Günümüzde bu buluntular Efes Müzesi’nde sergilenmektedir.
Apollon kutsal alanının güneyinde yer alan ve Notion’dan girildiği konumdaki Propylon’un M.Ö.II.yy.da yapıldığı sanılmaktadır. Dor üslûbundaki propylon kare plânlı olup buradan üç kapı ile Cella’ya geçilir. Buradaki duvarlarda.sütunlarda Apollon’un bilicisine danışmak üzere gelen delegelerin ve ilahileri söyleyen çocukların isimleri yazılıdır. Ayrıca mabet ile propylon arasında uzanan ve mabedin doğusunda sona eren kutsal yolun her iki yanında Roma dönemi ileri gelenlerinin,Asya valilerinin anıtları da dikkati çekmektedir.
Klazomenai

Klazomenai, İzmir, Çeşme karayolundan ulaşılan Urla İskelesi yanındaki Kilisman’ın (Kızılbahçe) yakınındadır. Kent 9.65 km. uzunluğunda dar bir geçit ile ana karaya bağlanan küçük bir adacığın üzerindedir. Klazomenai ismi Hellen dilinde,”bir kehanetle kendilerine yol, çevre gösteren” anlamındadır. Luwi/Pelasg dilindeki Kalassumna (İskele Kenti Halkı) ile bağlantılı olduğu sanılmaktadır.
Klazomenai, İon göçünden önce kurulmuştur. Pausinias, İonların buraya gelişinden önce herhangi bir yerleşmenin olmadığını söylerse de, Urla İskelesinin doğusundaki tepede M.Ö. 1200’lerden çok daha öncesine ait çanak çömlek parçaları ile karşılaşılmıştır. İon göçünden sonra bir grup Hellen göçmeni Kolophon antik kentinden kendilerine bir önder alarak Troas bölgesindeki İda dağının eteklerinde kendilerine bir kent kurmuşlardır. Kısa bir süre sonra bu topluluk burasını terk ederek Kolophon’un olduğu yere yerleşmişler ve oraya Klazomenai demişlerdir. Böylece Klazomenai, başlangıçta adada olmayıp karada kurulmuştur. Nitekim Strabon da ana karada bir zamanlar Klazomenai’lilerin yaşadıkları “Khytion” isimli bir yerden söz etmiştir. Bu yörede yapılan arkeolojik kazılar M.Ö. VI. yy.a tarihlenen oldukça yaygın bir alana dağılmış boyalı pişmiş topraktan lahitleri ortaya çıkarmıştır. Bugün bunlardan birkaç örnek İzmir Arkeoloji Müzesindedir.

Eski Klazomenai’lilerin yerleşmiş oldukları bu eski alanı belirleyen Prof.J.M.Cook ayrıca tepenin 1,5 km. güney-batısında M.Ö.VI.yüzyıl öncesine de tarihlenen keramikleri ortaya çıkarmasına karşılık yapı kalıntıları ile karşılaşmamıştır. Yunanlı Arkeolog G.P.Oikonomos’un aynı yerde 1921-1922’de yaptığı araştırmalarda ise seksene yakın Klazomenai lahitleri ile karşılaşmıştır.
Lydia Krallığı, Batı Anadolu kıyılarındaki İon kentlerini kendileri için tehlikeli görmüş, sürekli onlarla savaşmıştır. M.Ö. 600’de Lydia Kralı Aliattes Klazomenai’yi kuşatmışsa da ele geçirememiştir.
İon birliği üyesi olan Klazomenai’liler Perslerin baskısından ve hücumundan bezerek yaşadıkları yerleri terk edip karşılarındaki adaya taşınmışlardır. Bu yer değişikliğinin M.Ö. 546’da Perslerin Kroisas’u yenerek Ege kıyılarına inişinden sonra gerçekleştiği sanılmaktadır. Keramik buluntularının M.Ö. VI.yüzyıl sonlarına kadar tarihlenmiş olması bu değişikliğin İonia ayaklanmasından ( M.Ö.500-494) kaynaklandığının belirtisi olmalıdır. M.Ö.V.yüzyılda Klazomenai kara ile hiçbir bağlantısı olmayan, yalnızca bir ada kent görünümünde idi. Bundan sonra Delos Deniz Birliğine 1.5 talent vergi ödemiş, Peleponnesos savaşlarına olan katkısından ötürü de bu vergi önce 6 talente, sonra da 15 talente yükseltilmiştir. Spartalılar Klazomenai’yi Atina’ya baş kaldırmaya zorlamışlardır. Bunun üzerine Klazomenai’liler yerlerini terk ederek ana karaya geçerek “Polikhra” isimli bir yeri ele geçirerek oraya yerleşmişlerdir. Bu durumdan hoşlanmayan Atina “Polikhra” yı kuşatarak Klazomenai’lileri adalarına geri dönmeye zorlamışlardır. Bundan sonra da Klazomenai Atina Birliğine yeniden katılmıştır.

M.Ö.386’da Hellen-Pers savaşları sona erip Kral Barışı yapıldığında da Persler, Kypros (Kıbrıs) adası ile Klazomenai adasının kendilerine verilmesini istemişlerdir. Kral Barışı antlaşmasından elli yıl sonra da Anadolu’yu ele geçiren Büyük İskender, Klazomenai’yi iki stad uzaklıktaki ana karaya bir geçit ile bağlanmasını istemiştir. Kral Barışı öncesinde Klazomenai’de iç çekişmeler sürüp gitmiştir. Nitekim M.Ö.387’de taşa yazılmış bir Atina kararnamesinde, Khyton’dakiler ile bir ateş kese gidilmesi,tutsakların ne olacağı konusunda Klazomenai halkına karar verme özgürlüğünün tanınmış olduğu öğrenilmiştir.
Bunun yanı sıra Aristotales’in M.Ö. 330’da yazmış olduğu bir eserde Klazomenai’lilerin iki ayrı kesiminde tam bir ayrılık olduğu belirtilmiştir. Buradan da bir ada kenti olan Klazomenai ile ana karadaki Khyton’dan söz edilmek istendiği anlaşılmaktadır. Öte yandan Strabon da Khyton için Klazomenai’lilerin bir zamanlar yaşadıkları yer olarak söz etmiştir.
Klazomenai’den Antik Çağın iki seçkin filozofu yetişmiştir. Bunlardan biri M.Ö.500 yıllarında yaşamış olan Anaksagoras, diğeri de Skopelianus’dur.
Klazomenai arkeolojik kalıntı ve buluntu yönünden çok zengin değildir. Kent yüzyıllar boyunca, hücuma uğramış,soyulmuş, yapıların taşları yerlerinden sökülerek götürülmüştür. Kara ile bağlantısını sağlayan geçidi Chandler 1794 de atla geçmiş, 9.15 m. genişliğinde olduğunu belirtmiştir.
Bugünkü geçit ise 6.40 m.dir. Klazomenai’de ilk arkeolojik kazılar Yunan işgali sırasında 1921-1922’de yapılmıştır. Yunan Arkeoloji Kurumu’nun desteklediği kazılarda, Urla iskelesi güneyinde geniş bir nekropolle karşılaşılmıştır. Burada ilk dönem kazılarında M.Ö. 600 yıllarına ait 40 ölü küpü, ertesi yılda 40 lahit bulunmuştur.

Prof.James Cook’un 1950’de yörede yaptığı yüzey araştırmasından sonra Prof.Dr.Güven Bakır Klazomenai kazılarını sürdürmektedir. Prof.Dr.Güven Bakır'ın yapmış olduğu kazılarda İonialılara ait yerleşim alanları ve mezarlar ortaya çıkmıştır. Kazılar sırasında çevreden biraz daha yüksekte olan bir alanın altında antik bulgularla karşılaşacağını düşünen Güven Bakır, aynı yerde çok sayıda kuyular ve çukurlarla karşılaşmıştır. Bunların özel amaçla derinleştirildiklerini görmüş ve yapılan inceleme sonunda bu çukurların, antik çağın zeytinyağı depoları olduğunu tespit etmiştir. Benzerlerine Girit, ispanya ve Kıbrıs'ta rastlanan bu tür kuyular Roma döneminde de işlerliğini korumuştur. Ayrıca bu kuyularda kerpiç, ağaç ve sazlardan oluşan malzemeler kullanılmış, zeytinyağının kokusu bozulmasın diye de meşe ağacından yararlanılmıştır.
Günümüzde Türkiye'nin en eski zeytinyağı üretim merkezi olan Klozomenai'nin MÖ.600'de yapılan zeytinyağı üretimi, Girit'ten getirilen değirmen taşlarıyla Unilever şirketinin sponsorluğu ile yeniden yapılmaktadır.
Antik kentin limanı adanın batısındaki koydadır. Bugün koyun kuzeyinde hemen hemen tümü su altında kalmış olan liman taşları görülebilmektedir.
Adanın kuzey ucunda da bazı taşları denizin dibinde görülen iskelenin kalıntıları dikkati çekmektedir. Adanın kuzeyindeki tepenin kuzey yamacında ise kentin tiyatrosu yerleştirilmiştir. Anadolu antik tiyatrolarına göre oldukça küçük ölçüdeki bu tiyatronun yamaçtaki temel çukurlarından başka hiçbir kalıntısı günümüze gelememiştir. Bu tiyatronun biraz üzerinde, tepenin en üst noktasındaki dikdörtgen bir başka çukurun ise bir mabede ait olabileceği düşünülmüştür. Ancak Klazomenai’nin kalıntılarına ait taşlar yakınındaki diğer İon kentlerinde olduğu gibi yeni yapılanmalardan ötürü yağmalanmıştır.
Pausanias, Klazomenai’de Pyrrhos’n anasının mağarası olarak tanımlanan bir mağaraya değinmiştir. Bugün kıyının yakınındaki ayazma olarak bilinen bir mağara ile içerisindeki kuyunun Pausanias’ın sözünü ettiği mağara olması akla yakın gelmektedir.