Bayram Yüksel ağabeyin, Necmeddin Şahiner'in yazmış olduğu "Son Şahitler" isimli kitabında yayınlanmış tarihçe-i hayatından kesitler (V):

41. "Bizi daima ikaz ederdi"

"Üstadımız bizlere her vesile ile, sadakat ve dikkat hususunda daima
tahşidat yapardı. 'Dikkat edin, ben sizlerin nefsinizi itham etmiyorum,
ama aldanabilirsiniz. Sizler herkesten ziyade çok dikkat etmeniz lâzım ve
elzem. Hususan Risale-i Nurun meslek ve meşrebine, benim tarz ve
meşrebime sadık kalacaksınız' derdi. Bizlere bu hususta çok tahşidat
yapardı. Sık sık ders verirdi. Bilhassa merhum Ceylân Ağabeye, Zübeyir
Ağabeye ve bana mükerrer ders verirdi. Polislere nasihatı "Polisler,
Üstadımızı ziyarete geldiklerinde, veyahut taharri için geldiklerinde, bir
vesile ile muhakkak onlara ders verirdi. Dindar bir polis memurunun, eski
zamandaki çok mübarek zatlar gibi hayr-ı azim kazandıklarını; bilhassa
farz namazını kılan bir polis memuruna, eskisinden çok fazla ihtiyaç
olduğunu söylerdi: 'Ben derim: Bu zamanda hocalardan hattâ sofilerden
ziyade zabıta efradı ehl-i takva olup kebâirden kendilerin muhafaza ve
feraizi yapmasını, vazifeleri iktiza ediyor. Ve ona ihtiyac-ı şedid var. Tâ ki
karşısındaki mânevî tahribatçılara karşı âsâyiş ve emniyet-i umumiyeye ait
vazifeleri tam yapabilsinler.' (Emirdağ Lahikası c. II, sahife 76-77)

42. "Karşılığını vermezsem olmaz"

"Üstadımız, bazen yaya gittiğinde yollarda şoförler rastlarlardı. Hemen
dururlar, ısrar ederler, 'Hocam, buyurun arabamıza' derlerdi. Bindirmek
için ısrar ederlerdi. Üstadımız da biner ve 'Mukabilini vermezsem olmaz,
benim kaidem bozulur' derdi. Muhakkak ücretini verirdi. Ve, 'Şoförlük de
beşeriyete hizmettir, yalnız siz farz namazınızı kılarsanız, çalışmanız da
ibadet yerine geçer' derlerdi. "Bazen kırlarda, bahçe kenarlarından
geçerken bahçe sahipleri meyve getirirlerdi, ısrar ederlerdi. Üstadımız
bazen hatırlarını kırmazdı, çok az alır, mukabil parasını verirdi. 'Mukabil
parasını vermezsem, bana dokunur, benim kaidemi bozmayın' derdi.
"Hattâ bizden birşey alsa, muhakkak mukabilini verir, bizimle pazarlık
ederdi. 'Bunu bu fiyata bana sattınız mı?' diye sorar, biz de, 'Sattık'
derdik. Yemek, içmek, yatmak hususlarında Sünnet-i Seniyyeye harfiyen
ittiba ederdi. Çok sâde yerdi.

43. "Namazı, vaktinde ve huşu içinde kılardı"

"Üstadımız, namazı çok huşu içinde kılardı. Sûreleri okurken tane tane
okurdu. Namaza dururken, tam huzura vardığında, niyet ederken, 'Allahü
Ekber' dediği zaman, bizler arkasında korkardık. Mübalağa olmasın, ahşap
bina sarsılırdı. "Üstadımız namaz vaktinde çok dikkat ederdi. Namazı
vaktinde kılardı. Meselâ, Isparta'dan çıktığımızda, Emirdağ'a beş dakika
sonra varacak olsak bile, Üstadımız saate bakar, kış, fırtına olsa
beklemez, hemen namazı vaktinde kılardı. Kırlarda olsun, yolculukta
olsun, namazı vaktin evvelinde kılardı. Bu mevzuda şöyle buyuruyor:

"Namazı vaktinde kılmanın ne derece tükenmez, uhrevî bir sermaye
olduğu anlaşılıyor ki, her namaz vaktinde âlem-i İslâm denilen muazzam
camide, yüz milyondan fazla cemaat-ı kübra namaz kılıyor. O cemaatte
herbir adam umum cemaate dua ediyor. "İhdine's-sırata'l-müstakim' (Bizi
doğru yola hidayet eyle) diyor. Herbiri umum cemaate hem şefaatçi, hem
duacı olur."O vakit, namaza iştirak etmeyen hissesine alamaz. Kaynayan
mirî ve askerî kazanına karavanasını götürmeyen, tayinatını alamadığı
gibi, cemaat-ı kübrânın mânevî matbahında kaynayan, mânevî erzakını
alamaz. Belki namaza iştirakle o cemaatın ordusuna iştirak etmiş olmakla
ve dualarına amin demek olan namazı vaktinde kılmakla alabilir."

44. "Hayrınız büyük, hatanız da..."

"Bazen hatalarımız olurdu. Yine bir hatamız olmuştu. "Sidre mevkiinde
Zübeyir Ağabeyle suya gitmiştik. Üstadımız da okuyordu. Biraz geç
kalmışız. Üstad da merak etmiş. Baktık ki şemsiyesini eline almış geliyor.
Bize, 'Niye geç kaldınız?' diye hiddet etti, bizi ikaz etti, dersler verdi: "Ben
sizin hatırınız için kırk senelik kaidemi bozdum. Ben siz yokken kimseyi
devamlı yanımda bulundurmuyordum. Kimseyi yanımda yatırmazdım.
Akşam kapıyı içten ve dıştan kilitleyip, sabah açıyordum. Sizin hatırınız
için kaidemi bozdum. Eğer siz benim hizmetimden giderseniz, ben eski
hayatıma döneceğim. Siz mecbursunuz, benim meslek ve meşrebimi ve
Risale-i Nurun meslek ve meşrebini benden gördüğünüz gibi muhafaza
etmeye. Ben sizinle iktifa ediyorum. Siz de Risale-i Nura kanaat ediniz.
Siz zaten dünyada ücretinizi almışsınız. Başta Müslüman olduğunuz için,
ikincisi Risale-i Nur Talebesi olduğunuz için, bana hizmetkâr olduğunuz
için... Bilhassa çok dikkat etmeniz lâzım. Sizin hayrınız da çok azim,
hatanız da... Onun için sizin daha çok dikkat etmeniz lâzım.'

45. "Nur dersinde dost düşman ayırt edilmez"

"Üstadımız her gelen siyasilere veya hayat-ı içtimaiye ile meşgul olanlara
şu tarzda ders verirdi: 'Nur Risalelerinin ve Nurcuların siyasetle alakaları
yok. Ehl-i dünya Nur Talebelerinden hiç evham etmesinler. Çünkü bizim
hizmetimiz dünyevî değil, uhrevîdir. Risale-i Nur, rıza-i İlâhiden başka
hiçbir şeye âlet edilmediğinden mümkün olduğu kadar Risale-i Nurun
mensubları içtimaî ve siyasî cereyanlara karışmak istemiyorlar. Çünkü
iman dersi için gelenlere, tarafgirlik nazarıyla bakılmaz. Dost düşman,
derste farketmez.' Hattâ bir gün bize, 'M. Kemal'in oğlu da olsa,
Abdülmecid'in oğlu ile Nur dersinde beraber hissesini alırlar, hiçbir zaman
tefrik olunmaz. Halbuki siyaset tarafgirlik, bu mânâyı zedeler. İhlas kırılır.
Onun içindir ki Nurcular, emsalsiz işkencelere ve sıkıntılara tahammül edip
Nuru hiçbir şeye alet etmediler. Siyaset topuzuna el atmadılar. Hem Nur
Risaleleri küfr-ü mutlakı kırdığı için, küfr-ü mutlakın altındaki anarşiliği ve
üstündeki istibdad-ı mutlakı kırdığı cihetle bir nevi siyasete teması var'
demiştir. Bir tek mesele-i imaniyeyi dünya saltanatına değişmediğini,
mahkemelerde dava edip yirmi beş sene tarz-ı hayatıyla ve emarelerle
ispat etmiştir.

46. "Küfür ile iman ortası yoktur"

"Bir zaman İstanbul Üniversitesi'nin profesörlerinden birisi Üniversitenin
açılışında o zamanki Maarif Vekiline -Anadolu'daki Nurcuları kastederek-
'Din lehinde kuvvetli bir cereyan var. Onlara da solcular gibi bir derece
meydan vermeyeceğiz' demesine mukabil, o zamanki Maarif Vekili Tevfik
İleri, 'Eğer dediğin, o cereyan Nurcular ise, ne siz, ne de Avrupa onun
mağlup edemez' demişti. Üstadımız bu söz üzerine meslek ve meşrebine
muhalif olarak, 'Eski Said'in kafasını bir-iki dakika başıma alarak diyorum
ki: "Küfür ile iman ortası yoktur. Bu memlekette İslâmliyete karşı
komünist mücadelesi ortası olamaz. Sağ ve sol ortası üç meslek icap
ettirir. Eğer İngiliz, Fransız deseler hakları var. Sağ İslâmiyet, sol
komünistlik, ortası Nasraniyet diyebilirler. Fakat bu vatanda küfr-ü
mutlaka karşı iman ve İslâmiyetten başka bir din, bir mezhep olamaz.
Olsa dini bırakıp, komünistliğe girmektir. Çünkü hakiki bir Müslüman,
hiçbir zaman Yahudi ve Nasrani olamıyor. Olsa olsa dinsiz olup, tam
anarşist olur. "İnşaallah Maarif ve Adliye Vekilleri gibi sair erkân da blu
ehemmiyetli hakikatı tam anlayacaklar, sağ ve sol tabiri yerine hak ve
hakikat, Kur'ân ve iman kuvvetine dayanıp bu vatanı küfr-ü mutlakadan
ve anarşilikten, zındıkadan ve onların dehşetli tahribatlarından kurtarmaya
çalışmalarını rahmet-i İlâhiyeden bütün ruh-u canımızla niyaz ve rica
ediyoruz' şeklinde beyanatta bulunmuştur.

47. "Reyimizi kime verelim?"

"Nur Talabeleri gelip, Üstadımızdan soruyorlardı: "Üstadım reyimizi kime
vereceğiz?' "Üstad Hazretleri de bunlara şu cevabı veriyordu:
"Demokratlar parmak kesiyor, Halk Partisi ise bilek kesiyor. Nur Talebeleri
ehven-i şer olarak Demokratlarla rey veriyorlar' derdi. Bu meseleye
böylece işaret ediyordu. Akla kapı açıyor, fakat ihtiyarı elden almıyordu.
Fikre hürmet ediyordu, böyle yapın demezdi, ama Üstadın ne demek
istediğini ferasetli olanlar anlarlardı. "1954 yılında Vanlı Seyyid
Abdülvahhap, Isparta'ya Üstamızının ziyaretlerine gelmişti. Kendisi Nuri
Benli'nin otelinde kalıyordu. Kızının hastalığı için Isparta'nın havasının iyi
geldiğini söylüyordu. Üstadımız da ziyarete geldiğinde kabul eder,
alâkadar olurdu ve Seyyid derdi, çok ehemmiyet verildi. Bu zat sonradan
Van'a gidip, orada, 'Ben Üstadın yanında kaldım, buradan adaylığımı
koyacağım' demiş. Sonradan Halk Partisinden milletvekili olmuştu. Üstad
bunu duyunca çok üzüldü ve kızdı. "Biçare, Halk Partisinden milletvekili
olmuş' diye sık sık üzüntüsünü belirtirdi.

"Ben Halk Partisi milletvekiliyim"

"Yine Isparta'da, kulağında bir kulaklık bulunan Halk Partili bir ihtiyar zat
gelmişti. Üstad bu adamı kabul edip kendisiyle görüştü. Ziyaret anında
ben de yanlarında bulundum. Adam: "Hocam, ben Halk Partisi Malatya
Milletvekiliyim. Eğer sen istersen ben oradan ayrılırım.' Üstad cevaben:
"Hayır, ayrılma sen orada bulun, bizi müdafaa edersin, sen bizi
görüyorsun, bizim siyasetle alâkamız yoktur.' İnönü demiş ki, 'Biz Said'i
anlayamadık. Eğer bir fırsat bize gelirse, artık ona ilişmeyeceğiz' diye
karşılık verdi. "Adam Üstadımızdan memnun olarak ayrıldı. Sonra biz
anladık ki, adamı Halkçılar ve İnönü hususî göndermişler. "Üstadımız
ziyaretçilerle görüşürken, onları katiyyen rencide etmezdi. Siyasîlere, 'Siz
dinsizsiniz' gibi sözleri asla söylemezdi. İslâmiyet aleyhindeki din
düşmanları diye umumî konuşurdu. "Bir gün Ağrı Halk Partisi Milletvekili
Ahmet Alparslan ziyaretine gelmişti. Üstadı çok seven bir zattı. Üstad,
Halk Partisinin içinde bulunan din düşmanlarına mani olmasını söyledi.
Adamı hiç incitmeden çok güzel dersler verdi. "Halk Partisini yaptıkları
zulümleri anlattı Ahmet Bey; 'Üstadım, eğer istersen ben Halk Partisinden
ayrılırım' deyince, Üstadımız da, 'Hayır ayrılma, orada bizi müdafaa
edersin' dedi. "Biz Nurcular sizi destekliyoruz" "Demokrat milletvekilleri de
Üstadın ziyaretine gelirlerdi. Üstadın onlarla görüşmesi ise daha farklıydı.
Onlara, 'Biz Nurcular, sizi destekliyoruz. Ben sizi tutuyorum' derdi.
Misaller verirdi. 'Hamza Emek benim talebemdir, hem de Demokrattır'
diye Demokratlara anlatırdı. "Eskiden Halk Partisinin yaptığı zulümleri
anlatırdı. Bir kimsenin hatasıyla başkalarının, akraba ve yakınlarının mes'ul
olmayacaklarını söylerdi. Halkçıların Şarktaki zulümlerinden bahsederken;
bir köyü olduğu gibi imha ettiklerini, hattâ bir kadının karnından
çocuğunu çıkarttıklarını, kadını öldürdüklerini, çocuğun ise hâlâ sağ
olduğunu söylemişti. "Emirdağ'da gezmeye çıktığımız zaman, Halk
Partililerin hal ve hatırlarını da sorardı. "Emirdağ'da Halim Yüksel isimli
Halk Partili bir zata nasihat eder, incitmeden dersler verirdi. Hattâ adama
risale bile yazdırmıştır. Daima yazardı. "Halk Partisinin yaptığı zulüm ve
haksızlıkların mesuliyetini baştakilere verirdi, 'Sizin kabahatiniz yoktur'
derdi.

48. "Alevîye nasihatı"

"Barla'da Alevî bir öğretmen vardı, hem de Halk Partiliydi. Üstad bazen
kendisini çağırtır, saatlerce kendisiyle konuşurdu. İltifat eder, şefkatle
tokatlardı. Adama: "Siz Hazret-i Ali'ye hürmetsizlik ediyorsunuz. Hazret-i
Ali yatsı namazının abdestiyle sabah namazını eda ederdi. Eğer siz
Hazret-i Ali'yi seviyorsanız namazlarınızı kılın' diyordu. "Bu öğretmenle
daima konuşurdu. İltifat eder, Risalelerden okuturdu. Bizler de yanında
merakla dinlerdik. Biz, 'Üstad bu adama niçin bu kadar değer veriyor?'
diye merak ederdik. Üstad bize cevaben: "Ben onun zararını azaltıyorum'
derdi. Sonra o adamla Barla'nın müdürlüğüne de baktı. Bize hiçbir zararı
olmadı. Onun zamanında hiçbir hâdise olmadı. Fakat ihtilâl olduğunda, o
adam ilk sefer mübarek çınar ağacındaki köşkü kendi eliyle yıktı, ne
olduğunu gösterdi.

"Bazan tarikat dersi almaya gelenlere şöyle derdi: 'Hem Risale-i Nurun
mesleği tarikat değil, hakikattır. Sahabe mesleğinin bir cilvesidir. Bu
zaman tarikat, hakikattır. Sahabe mesleğinin bir cilvesidir. Bu zaman
tarikat zamanı değil, imanı kurtarmak zamanıdır. Risale-i Nur bu hizmeti
lillâhilhamd en müşkül ve ağır zamanlarda yapmış ve yapıyor. Risale-i Nur
dairesi Hazret-i Ali (r.a.) ve Hasan ve Hüseyin'in ve Gavs-ı Âzamın ihbar-ı
gaybiyetleriyle şakirtlerinin bu zamanda bir dairesidir. Çünkü, Hazret-i Ali
(r.a.) üç keramet-i gaybiyesiyle Risale-i Nurdan haber verdiği gibi, Gavs-ı
Âzam da (k.s.) kuvvetli bir surette Risale-i Nurdan haber verip
türcümanını teşci etmiş. Zaten Üveysî bir surette, doğrudan doğruya
hakikat dersimi Gavs-ı Âzam'dan (r.a.) ve Zeynelâbidin (r.a.) ve Hasan
(r.a.) ve Hüseyin (r.a.) vasıtasıyla İmam-ı Ali'den (r.a.) almışım. Onun için
hizmet ettiğimiz daire onun dairesidir.

49. Sakal meselesi

"Bazı ziyaretçilere şu şekilde ders verirdi: "Belki hatırınıza
gelir, neden sakalsız olduğum. Bunu size izah edeyim de
tereddüdünüz gitsin. Bu sünneti işlemediğimin sebebi,
benim milyonlarca talabem var. Ben sakal bıraksam onlar
da genç ihtiyar hep sakal bırakacaklar. Gençlerdeki sakal
ise akranları arasında istihza mevzuu olacaktır. Bu
sebepten ben bu sünneti terk ettim.'

50. "Sebepsiz eser yazmadım"

"Eserleri hakkında: "Ben hiçbir zaman boşuna sebebsiz eser yazmadım.
Mutlaka bir delile ve bir sebebe binaen yazdım. Bir ihtiyaca binaen
yazdım. Hem sizler bilerek çalışıyorsunuz. Ben şuurum taalluk etmeden
istihdam ediliyorum. Risaleler Cenab-ı Hakkın bu zamanın ihtiyacına
binaen bir lütfu ve ihsanıdır' derdi. "Emirdağ Lahikalarındaki içtimaî
mektupların bir çoğu 1950 senesinden sonra yazılmıştı. Bu mektupları
Üstad siyasî ve içtimaî hayatla alâkadar olanlara gönderirdi. "Bu
mektupları Isparta'da Nur Talebeleri ve Hüsrev Ağabeyler teksir derek
çoğaltırlardı. Üstad Isparta'ya gelince mektupların teksir edilmesi ve
gönderilmesiyle bizzat kendisi ilgilenirdi. "Yanındaki hizmetçileri vasıtasıyla
lâhikaları hiç kesintisiz devam ettirirdi. Aynı zamanda Nur Talebeleri ile
haberleşme, müjdeli mektupla tebriklerini gönderirdi. Acîb bir hâdise "O
günlerde hava almak ve gezmek için Eğirdir'e gitmişti. Eğirdir'in Halk
Partili kaymakamı Üstadı Eğirdir'e sokmak istemedi. Üstadın kıyafetine
ilişmek istemişti. Üstad çok üzülmüş ve hiddetlenmişti. Bu hâdise
Emirdağ Lahikalarında 'Acîb bir hâdise' başlığı altında aynen şöyle beyan
edilmektedir. "Bugün yine Eğirdir'e gitmişti. Tam evinin önünde birisi rast
geldi ve bize hitaben 'Derhal Isparta'ya dönmenizi emrediyorum' dedi. Biz
önce kim olduğunu bilemedik, sonra anladık ki, Eğirdir'e bir kaç gün
evvel Van vilayetinin bir kazasından gelen yeni kaymakam imiş. Biz
'Hangi kanun veya hangi talimat ve nizamnameye istinaden arabamızın
önüne geçip şehre gitmeyi men ediyorsunuz?' diye bu keyfî ve kanunsuz
harekete mukavemet edeceğimiz anda, Üstadımız Said Nursî bizi bundan
men'etti. Hem de Said Nursî'ye sarsılmaz bir bağlılık ve büyük bir
hürmetleri olan şehirli ve köylü ahalinin, hususan pazar münasebetiyle
bugün kalabalık olması ile kanun hilafına hareket ettirilen bir kimsenin
yüzünden çıkacak herhangi bir hâdiseyi önlemek için geriye dönülmüştür.
"Şöyle kanaatimiz geldi ki: Üstadımız Said Nursî katiyen siyasete
karışmadığı ve insanlarla görüşmediği halde, Risale-i Nur'un Anadolu ve
Şark vilayetlerinde ve hattâ âlem-i İslâmda fevkalâde bir hüsn-ü kabul
görmesi ve Ankara'da hükümetin müsaade ve teyidiyle büyük
mecmuaların resmen tab edilmesi ve bütün mahkemelerden beraat
kazanması sebebiyle Risale-i Nur'la alâkadar olan çok büyük bir kitle
Demokrat lehinde olarak hareket ettiklerinden ve bilhassa bu vaziyet Şark
vilayetlerinde pek zahir müşahede edildiğinden Nur Talebeleriyle
hükümetin mabeynini bozmak için bazı gizli zındıklar ve eksi parti
taraftarlarının plânıyla bu yeni kaymakamı, asayiş ve din aleyhinde olan
böyle muameleye vesile yapmışlar. "Demokrat Nur Talebeleri adına:
Rüştü Çakın, Mehmet Sözer, Mehmet Babacan, Tahirî Mutlu, Ziver
Gündüzalp. "Düşüncelerinin hâlisane olduğunu ben de bilmekteyim:
"Demokrat Milletvekili Kemal Demiralay."¹

Devam edecek...


--------------------------------------------------------------------------------