__ Mustafa Özcan___

Dinsizlikten dine


Doğu’da hissiyat Batı’da ise akliyat galiptir. Bundan dolayı Üstad Bediüzzaman: “Enbiyanın ekserinin şarkta ve hukemanın ağlebinin garpta gelmesi kaderi ezelinin bir remzidir ki şarkı ayağa kaldıracak din ve kalptir, akıl ve felsefe değil” demiştir.

Hissiyat tasavvufu ve mistisizmi intaç etmiş, akliyat da fen ve felsefeyi beslemiştir. Aslında bütün insanlar fıtratları gereği dindar ve Müslümandırlar. Bunu şöyle formüle etmek de mümkün: İnsanoğlu vehbi olarak hilkat gereği dindardır. Ama zamanla kesbi olarak edindiği müktesebat sonucu safi kaynaktan ve dindarlıktan uzaklaşabilir. Yunan ve eski Mısır tarikiyle felsefe hem Batı’yı hem de İslam dünyasını etkilemiştir. Ama rönesans sonrasında Batı, kilise ile çar naçar hesaplaşmak zorunda kalmış ve bunun sonucu olarak din ikinci plana itilmiştir. Pozitivizm o reddeye gelmiştir ki ilahi olanın yerini tutmuş ve zulumat halini alarak nura ve ışığa engel olmuştur.

International Herald Tribune gazetesi 26 Aralık (1997) tarihli sayısında Charles Trueheart imzasıyla Avrupa’daki dini canlanmayı irdeliyor. Şöyle yazıyor: “ Geçen yüzyıl (19. asır) Avrupası için rahatlıkla yerkürenin en münkir ve Allah tanımaz parçasıdır denebilir. Bu aklın, hikmetin ve felsefenin rüçhaniyetinden başka bir şey değildi. Ancak bugün dünyanın geri kalan yanında ve Avrupa’da dini eğilim adeta coşmakta ve kendisini çağdaş kalıplar içinde ve yeni uslupla açığa vurmaktadır. Avrupa toplumunun yarısından fazlası kendisini Katolik olarak tanımlıyor diğer kalanlar da Protestan. 1960’lı yıllardan itibaren sosyal sıçramayla birlikte kiliselere düzenli olarak gitme adeti de tarzı kadim üzerine yeniden canlanmaya başlamış...” İngiltere Exeter Üniversitesi din sosyolojisi uzmanlarından Grace Davie ilginç bu noktada tesbitlerde bulunmaktadır: “ Avrupalıların zaman zaman dine lakayt kaldıkları ve dini müesseselerine bağlılıklarına fasıla verdikleri görülmektedir ama bu aldatıcı bir görüntü. Onlar katiyetle dinlerini terketmiş değiller onlardan birçokları dine karşı derin bir bağlılık duymaktadır...”Avrupa’yı giderek saran bu dine dönüş dalgasının mahiyetini ve hacmini kimse tam olarak keşfedemiyor. Ama bu dini dalgalar genellikle kıtadaki yerleşik dinlerin hüküm sürdüğü alanların kenarlarında mayalanıyor. Bu dalgaların bütün kıtayı etkisi altına aldığına dair emareler ve işaretler de var.

İspanya’da yeni bir ihtida hareketi yaşanıyor. Kurtuba’da köklerine dönen Endülüslü avdetiler (bunlar Yahudi değil Müslüman avdetiler) İslam’la tanışmanın ve onu öğrenmenin romantizmini yaşıyorlar. İspanya’da dine dönüş mahalli yamaların yeniden oluşturulması olarak temayüz ediyor. Fransa’da ise Budizme yöneliş ve meçhul azizlerin mezarlarını ziyaret olarak tezahür ediyor. İtalyanlar ise uzun dönemden beri küllenen katolik köklerine ve toplumun ideallerine avdet ediyorlar. İngilizler ise Kilise hayatlarını modernize ediyor ve Kitabı Mukaddes çalışmalarına hız veriyorlar. İsveçliler kiliselerini devletlerinin pençesinden kurtarıyorlar. Almanlar ise Doğu Almanları yeniden massetmek ve Hıristiyanlaştırmakla meşguller. Ve en önemlisi de Avrupa İslam’la yaşamaya alışma mücadelesi veriyor. Belki Almanlarla Amerikalılar arasında Scientology konusunda mücadele var ama buna rağmen Avrupalılar çeyrek yüzyılda ABD’den gelen dini akımlara müsaadekâr davranmışlar. Bunlar arasında Yehova Şahidleri, Methodistler, Protestan İncilciler, Allah’ın Assamblesi gibi cemaat ve kiliseler var. Amerika kadar Avrupa’da da yeni çağın ruhçuluk akımlarıyla tanışıyor... Hinduism, Transcendental Meditation, Birleşik Kilise gibi.

Avrupa’da dini çoğulculuk inkarı gayrikabil bir gerçek. Hayatın bir parçası. Daha önce kıta iki önemli Hıristiyanlık (Katolik ve Protestanlık) mezhebi tarafından paylaşılmış ve nufuz alanlarına bölünmüştü. Yüzyıllar süren din savaşları, ardından Holokost’ta tarihe maloldu ve şimdi İslam Avrupa’ya damgasını vuruyor. I. Herald Tribune gazetesinin de yerinde bir ifadesiyle Fransa, Almanya ve İngiltere’de İslam üçüncü büyük din olma vasfını kazanmıştır. Bugün belki Avrupa’da yaşayan nesiller dini kültürel veya şahsi konularda referans noktası olarak kullanmıyorlar. Savaş sonrası (II) kuşaklar hala geleneği hatırlıyorlar ancak fazla bağlı değiller ama onların çocukları din konusunda tamamen beyaz bir sayfaya sahipler. Paris’li tarihçilerden Neil Blough bu konudaki gözlemini şöyle aktarıyor: “Din hakkında bir şey bilmiyorlar ama onun hakkında peşin bir hükümleri de yok...”Görülüyor ki; bütün hazırlıklar bir din yüzyılı ve inkârla son rövanş için.



Yeni Asya, 1 Ocak 1998

--------------------------------------------------------------------------------