____ Mustafa Can ____



İnsanîleşmek

İnsan şu kâinatın şuur sâhibi en mükemmel meyvesi ve neticesi ve gâyesidir. Bir tek ferdi sâir hayvanların bir nev’i hükmünde, mümtaz bir varlıktır. Cenâbı Hakk’ın antika bir san’atıdır insan. Nâzik, nâzenin bir mucîze-i kudrettir. Koca kâinatın küçültülmüş bir örneği sûretinde yaratılmıştır. Yani, küçücük insan kâinatın bir hülâsası, bir fihristesidir.

Bu hüviyeti ve de mükemmeliyeti ile insan, âlemdeki değerlere bakarak kâinatı ve kendini anlamaya memur edilmiş hassas bir ölçü, doğru bir kriterdir aynı zamanda. Bu anlamayı sağlayacak her türlü kabiliyete sahip, varlığı ihâta eden bir fihrist, mükemmel bir harita ve âlemdeki mükemmeliyeti aksettiren hârika âyinedir. Zirâ insan bir santral gibi, bütün yaratılış kanunlarına ve ilahî hükümlerin şuâlarına bir merkez hükmündedir.

Lâtif bir mizaç ile yaratılan bu mümtaz ve müstesna varlığın bu mizacına bağlı olarak, çeşit çeşit meyilleri, arzuları vardır. Görme, duyma, yeme, içme gibi zahirî; sevgi, korku, hayal, vehim gibi batını duyguları, kendisine bu duyguları verenin insanı yaratmasındaki gâyeyi ve sırrı ele verir.

Bir türlü tatmin olmayan ve bu duyguların kendini sevkettiği istikametlerde sınır tanımayan insanın, elbette ona yakışan, layık ve seza bir vasatı vardır. Ve insan o vasata, o mânâya yaklaştıkça gerçek değerine kavuşur. İnsana has, ona şâyeste bir vaziyet kazanır. İşte insânîleşmek budur. Niçin, hangi maksatla yaratılmışsa, o maksada uygun; yüksek, yüce bir değere erişmek..
İfratı ve tefriti, varlığını nice vartalara düşüren kuvvelerini vasata taşıyarak mükemmeliyete ulaşabilecek olan insanın problemi, her alanda doğru ve makul çizgiden uzaklaşmanın ortaya çıkardığı olumsuzluklardır.

Sevgilerini, arzularını, korkularını kendilerini mutlu edecek biçim ve miktarda kullanamayan insanın insânîleşemeyeceği, belki başka birtakım canlılara benzeyeceği âşikardır. Hakkı bâtıl, bâtılı hak gösterecek kadar aldatıcı hilelere yönelenler bir tilki kurnazlığını sergilerken; önüne gelenin nâmusuna saldırmaktan kendilerini alamayanlar belki de bir domuz iğrençliğini örnekler. Hemcinslerinin mal ve canlarına tecavüz etmekten sakınmayanların da bir canavar tiplemesi icra ettikleri gibi.

İnsan tabîi ki hayvanlardan da, diğer canlılardan da hem farklı, hem üstün davranışlar göstermelidir. Hatta yeme, içme, üreme gibi fonksiyonlar açısından hayvanlar ve bitkilere benzerlik arzeden insanın, bu benzerlikle birlikte; aklı, fikri, muhâkemesi sâyesinde fevkalâdelikler ortaya koyması beklenir. Yani, insan hârika verilerini kullanarak ulvî gâyelere, yüce maksatlara yönelmelidir. Ondan istenen de beklenen de budur. İnsânîleşmeyi böyle anlıyoruz.

Tabîi bu yönelme tam bir hürriyet ortamında mümkündür. Çünkü yüksek gâyeleri bir yarışma üslûbu içerisinde insanlara ders veren, o yolda çalıştıran zemin hürriyet-i şer'iyyedir. "İnsanın ne kendisine ne de başkasına zarar vermeden, hareketlerinde şâhâne serbest olması" diye tarif edilen hürriyet. İnsanların yüksek maksatlara yönelmesi için her türlü baskının yok olması, ulvî hislerinin uyanması lâzımdır. Hatta gıpta, haset, kıskançlık ve rekâbet gibi olumsuz ancak insanı hedefe kamçılayan hisler bile hürriyet ortamında gelişir. Tam uyanmanın sevki, müsâbakanın şevki, yenilenme arzusu, medenileşme talebi ile teçhiz edilen kuvvet, meşrû hürriyettir.

Bütün bunlar insaniyete lâyık en yüksek kemâlâta ulaşma arzusunun önünü açma gereğini ortaya koymaktadır. Bütün düzenlemeler, kanunlar, organizasyonlar, insanların mükemmeliyet talebine hizmet etmeli, ona yetişmeyi kolaylaştırmalıdır. Devletler, hükümetler, vatandaşlarının insan gibi yaşamasını sağlak için her türlü tedbiri almalıdır. Nasıl kâinat insana bakıyorsa, devletler de insan merkezli kuruluşlar olmalıdır. İnsan da bu vasattan ve hürriyetten istifade ederek yücelmeyi kendine en önemli hedef yapmalıdır. Böylece devletin de insanın da hedefi insânîleşmek olmalıdır.



Mustafa Can, Yeni Asya, 25 Haziran 1998.

--------------------------------------------------------------------------------