MÂZİDEN İSTİKBÂLE YANSIMALAR

M. İsmail Tezer


Her bir zamanın bir hükmü vardır. Tarihte farklı zaman dilimlerinde, insan davranışlarına farklı özelliklerin hakim olduğu görülmüştür. Bütün bu farlılıkların temelinde yatan ve bunların şekillenmesinde rol oynayan asıl neden ise aklî veya kalbî meyiller olmuştur. Bir başka ifadesiyle ya fikirler ya da hisler hakim olmuştur insan davranışlarına.

Bediüzzaman bu tarihî ikilemi, muhakematında “ebnâ-yı mazi ve ebnâ-yı müstakbel” kavramları altında toplamıştır. Gayr-i müslimler açısından ilk çağı ve orta çağı onlar adına ebnâ-yı mazi olarak nitelendirmiştir. Müslümanlar açısından ise, hicretin ilk üç asrını mümtaz ve serfiraz, üçüncü asırdan beşinci asra kadar ise, ekseriyetle kemâle mazhar görmüştür. Bu bakış aynı anlamda “ebnâ-yi müstakbel” nitelendirmesiyle de paralelelik arz etmektedir. Hicretin beşinci arsından on ikinci asra kadar ise Müslümanlar açısından ebnâ-yı mâzinin özelliklerinin hakim olduğunu ifade eder. On ikinci asırdan sonra ise müstakbel olarak tarif eder.

Bu tarihlemelerden sonra ise, ebnâ-yı mâzi ve ebnâ-yı müstakbelin özelliklerini şu şekilde sınıflar:

Mâzi ülkesinde çoğunlukla hükümfermâ olan; kuvvet, heva, tabiat, müyülât-ı kalbiye ve hissiyattı. Her bir işte istibdat ve tahakküm vardı. Başka mesleklere düşmanlık, kendi mesleğine muhabbetten daha önemli görünürdü. Bir şahsa olan düşmanlık, kendi mesleğine muhabbet şeklinde belirirdi. Meylü’t- tefevvuk—kendini başkasından üstün görme—hastalığı yaygındı.

Müstakbel ülkesinde ise; akıl, hikmet, fikir, hak, meyl-i taharrî-i hakikat, aşk-ı hak ve umumun menfaatini şahsî menfaate terih ediş vardı. Bediüzzaman makro ölçüde yapmış olduğu bu sınıflama, mikro ölçüde tek bir insan ferdinin hayat safhaları açısından da geçerli olabilmektedir. Müslümanlarda veya gayr-i müslimlerde belli dönemlerde görünen “mâzi” veya “mustakbel” özellikleri, bir bakıma insanın şahsî hayatının belli dönemlerine de hakim olabilmektedir. Sözün gelişi, “gençlik damarı aklıdan ziyâde hissiyatı dinler” ifadesi bunun bir misalidir. İnsan gençlik dönemindeyken, ekseriyetle mâzi ülkesinin his, heves ve heva gibi özellikleri insana hakim olabilmektedir. Yine gençlikte ergenlik döneminin bir özelliği olan “ben- merkezci yaklaşım”da, mâzi ülkesindeki insanların “meylü’t-tefevvuk” özeliğiyle paralellik arz etmektedir. Bu meyanda gençlik dönemi, insan hayatında “ebnâ-yı mâzi” yani mâzinin evlâdı şeklinde algılanabilir.

Bununla beraber, cemaatler bazında çok defa görülebilen “kendi mesleğine muhabbet etmekten çok başka mesleklere düşmanlık etmek” yanlışı da mâzi derelerinden bize doğru akıp gelen bir özelliktir.

Bediüzaman, “biz ehl-i hâliz, namzed-i istikbâliz, tasvir ve tezyin-i müddea, zihnimizi işbâ etmiyor. Bürhan isteriz.” Şeklinde tasvir ettiği şu müstakbele namzet ülkede, mâzi ülkesinin bir takım özellikleri maalesef görülebilmektedir. Fikirlerin hislere hakim olduğu, hakkın kuvvete galebe ettiği ve bürhanın, safsatanın yerine geçtiği veya geçmesi gerektiği şu hâzır zamanda; kimi zaman hislerin öne çıkarak şahsiyâtın ortaya çıktığına, kuvvetli olanın haklı görüldüğüne,baskı ve tahakküm hallerinin yaşandığına şahit olabilmekteyiz. “akıl, ilim ve fen hükmettiği istikbâlde elbette bürhân-ı akliye istinad eden ve bütün hükümlerini akla isbat ettiren Kur’an hükmedecek” ifadeleriyle müjdelenen içinde bulunduğumuz ve sonra ki asırlar, ebnâ-yı müstakbel olma yolundaki adımlardır. Bu noktada ehl-i imâna düşen,iman hakikatlerini aklen ve mantıken izah ve isbat eden Nur Risalelerini sahiplenerek onları neşretmeye çalışmaktır.

--------------------------------------------------------------------------------